Dünyada üniversitelerin durumu hakkında en güvenilir kurumlardan biri olan Times Higher Education (THE), 2022 üniversiteler sıralamasında öğretim, araştırma, bilgi aktarımı, uluslararası görünüm gibi 13 ayrı kriterle 99 ülkedeki 1,600 üniversiteyi incelemiştir. Yapılan değerlendirmede Oxford birinci, Kaliforniya Teknoloji ikinci ve Harvard üniversitesi üçüncü sırada yer almıştır.
THE 2022 sıralaması, bir üniversitenin dört alandaki performansını ölçen 13 göstergeye dayanmaktadır. Alanlar; “öğretim”, “araştırma”, “bilgi aktarımı” ve “uluslararası görünüm”dür. Sıralamada ABD’deki 8 üniversite ilk 10’a girerken, Çin’den Pekin ve Tsinghua üniversiteleri, İsviçre’den ETH Zürih ile Kanada’dan Toronto Üniversitesi ilk 20’de yer almıştır. Bu grupta ABD’den 11 üniversite bulunmaktadır. İlk 200 sıralamada ise ABD’den 57, İngiltere’den 28, Almanya’dan 22, Avustralya’dan 12, Çin’den 10, Hollanda’dan 10, İsviçre’den 7, Kanada’dan 7, Güney Kore’den 6 ve İsveç’ten 5 üniversite vardır. )
Shanghai Jiao Tong Üniversitesi tarafından oluşturulan “Dünya Üniversitelerinin Akademik Sıralaması,” ödüllü bilim insanlarının sayısına, listelenen üniversitelerden en çok alıntı yapılan araştırmacılara ve bunların bilim dünyasına katkılarına odaklanmaktadır. TopUniversities tarafından oluşturulan “QS Dünya Üniversite Sıralaması”, üniversitelerin itibarı hakkında çok sayıda akademik uzmanla anket yapar ve aynı zamanda öğretim kalitesini ölçer. U.S. News & World Report tarafından yapılan “En İyi Küresel Üniversiteler Sıralaması,” üniversite mezuniyet oranlarını ve eğitimlerinin ikinci yılında kaç öğrencinin kayıtlı kaldığını analiz eder.
Türkiye, THE 2022 sıralamasında bu yıl önceki yılların çok gerisinde kalmıştır. Boğaziçi Üniversitesi 601-800 bandından 801-1000 bandına düşmüştür. Dünyanın en iyi ilk 500 üniversitesi arasında olan Boğaziçi son 7 yıl içinde sıralamada yüzde 100 oranında gerilemiştir. Raporu yorumlayan MEF Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Erhan Erkut’un tespiti önemlidir:
Türkiye’nin 11’nci Kalkınma Plan hedefleri arasında ekonomik hedeflerin yanında çok önemli bir hedefi daha vardır: “Dünya akademik başarı sıralamaları 2023 itibariyle Türkiye’den en az 2 üniversitenin ilk 100’e ve en az 5 üniversitenin de ilk 500’e girmesi sağlanacak.” Bu hedef artık suya yazılan yazı olmuştur. Çünkü, ODTÜ Enformatik Enstitüsü URAP Başkanı Prof. Dr. Ural Akbulut Türk üniversitelerinin önceki yıllardaki durumu ile ilgili aşağıdaki yorumu yapmıştır. Katılmamak mümkün değil.
Prof. Akbulut “ilk beşyüzdeki ve ilk bindeki üniversitelerimizin sayısı giderek azalmaktadır” diyerek gelişmelere dikkat çekmişti. Eğer Ankara’daki bir “vakıf” üniversitesinde profesör atamalarında aşağıdaki bilim dışı9 kriter esas alınıyorsa, YÖK de bunu kabul ediyorsa, Türk üniversiteleri değil ilk 500’e ilk 1,500’e bile giremez. Çünkü, aşağıdaki 9 bilim dışı kriterin hiçbiri THE sıralamasında esas alınmamaktadır:
- Dosyanın Daha Düzenli Olması,
- Taşınır Bellek,
- Adayın Genç Olması,
- Adayın Dinamik Olması,
- Adayın Yaşı,
- Adayın Lisans ve Yüksek Lisans Programında Ders Vermesi,
- Alanında Yetkin Olması,
- Profesörlük Kadrosuna Atama Kriterlerini Fazlasıyla Taşıması,
- Şartları Fazlası ile Sağlaması
Bu kriterlerin uluslararasında bilimsel değeri koca bir sıfırdır. Bunları esas alan Türk üniversitesi ise alt sıralardadır. URAP Başkanı Prof. Akbulut bunun sebebini şöyle açıklamaktadır: “Ancak bu artış sırasında, etki değeri en yüksek dergilerde çıkan makalelerin sayısı artırılamadığı için ilk 500’deki ve ilk bindeki üniversitelerimizin sayısı giderek azalmaktadır.”
Eğer üniversitede profesör olacak aday “GENÇ”, “DİNAMİK” ve “YETKİN” ise ataması yapılacak, değilse atanmayacaktır. Sanki üniversiteye olimpiyatlarda Usain Bolt gibi 100 metre koşacak atlet aranıyor? Adayın bilimselliği ve yayınlarına yapılan atıflar önemli olmayacak.
Türk üniversitelerinin son on yılda dünya sıralamalarında gerilemelerine yol açan faktörlerin başında, atıf alan makale sayısının artmaması ve etki değeri düşük dergilerde yapılan yayınlardır. SıralamalardaSCI, SSCI ve AHCI taramalarına giren ve etkinlik çarpanı bakımından ilk yüzde 75’lik dilimde yer alan dergilerde basılan makale sayısı ile toplam atıf sayısının çok az olması önemli bir faktördür.
URAP (University Ranking by Academic Performance) ODTÜ 2021-2022 sıralamasında makale ve atıf puanları hesaplanırken, etki değeri yüksek olan dergilerdeki makaleler (üst %75’lik dilim (Q1, Q2, 2 Q3) sıralamaya alınmıştır. Etki değeri en düşük olan son %25’lik dilime (Q4) giren dergilerdeki makaleler ile etki değeri sıfır veya henüz belirlenmemiş olan dergilerdeki makaleler bu sıralamada değerlendirme dışında bırakılmıştır.
URAP’ın 179 üniversiteyi kapsayan 2021-2022 dönemi sıralamasında 150-160 bandında yer alan bir “vakıf” üniversitesinde olduğu gibi yukarıda yer alan 9 kriter ile profesör atanabiliyorsa, hiçbir Türk üniversitesi THE sıralamasına giremez.
Bir üniversitedeki atamada atanan öğretim üyesinin yayınlarının hiçbirinin açılan kadronun “bilim” alanından olmaması ve atanan adayın doçent unvanını aldıktan sonra en az beş yıl “açık bulunan profesörlük kadrosu ile ilgili bilim alanında” yayın yapmasının yok sayılması kabul edilemez.
Jüri üyelerinin başvuran adaylarla “aynı BİLİM alanından” olması gerekirken, bu konuda verilmiş yargı kararları da olmasına rağmen buna uyulmaması kabul edilemez. )
Tüm jüri üyelerinin eserlerine atıf sayıları toplamı,atanmayan adayın atıf sayısı altında olması kabul edilemez.
Türk üniversitelerinin uluslararasında üst sıralara çıkabilmesinde önemli faktörün öğretim üyelerinin yayınlarına yapılan “atıflar” ın dikkate alınmaması kabul edilemez.
Bu konuda Times Yüksek Öğretim Sıralaması Editörü Phil Baty’nin değerlendirmesi dikkat çekicidir: “Maalesef, Doğu Avrupa’daki ve Ortadoğu’daki komşu ülkeler gibi, Türkiye’deki üniversitelerden hiçbiri tabloya dahil değil.” (!/page/0/length/-1/sort_by/rank/sort_order/asc/cols/stats) Baty, Türkiye’nin sıralamada yaşadığı düşüşün hayal kırıklığı yarattığını şöyle açıklamıştır:
“Asya ülkeleri masaya oturmaya devam ederken, Türkiye’nin Dünya Üniversiteleri Sıralamalarında düşüş yaşaması hayal kırıklığı yaratıyor. Sonuçlar, yüksek öğretim sektöründe artan küresel rekabeti yansıtıyor; bununla birlikte, Türkiye’nin akademik özgürlüğü konusundaki endişeleri, ülkenin gelecekteki performansına zarar verebilir.”
Bilim ahlakı evrenseldir. Hiçbir ülkede akademik yöneticilerin bilimsel etiğe uymamama gibi bir özgürlüğü olamaz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ODTÜ’de yaptığı konuşma önemlidir: “Bazı vakıf üniversitelerimizin, vakıf mantığıyla asla uyuşmayacak şekilde sadece kazanç odaklı faaliyet gösterdiklerini de üzüntüyle müşahede ediyoruz. Bu meselenin üzerinde de hassasiyetle durulması gerekiyor.”
Sayın Cumhurbaşkanı’nın “Vakıf üniversitelerimizin, kendilerine sağlanan onca ayrıcalığa rağmen, kimi istisnalar hariç, eğitim-öğretimde kalitenin yükseltilmesi beklentilerimize yeteri kadar katkıda bulunamadıklarını görüyoruz” tespiti dikkate alınmalıdır.
Beştepe Millet Kongre ve Kültür Merkezi’nde Yükseköğretim Akademik Yıl Açılış Töreni’nde konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “…ilk 500’ün içinde iki üniversite değil, daha da artırmamız lazım. Hocalarımızdan biraz daha gayret. İnşallah çok sayıda üniversitelerimizle girip, adımızı oralara yazdıralım” demiştir. Bunun olabilmesi için üniversitelerin “bilimsel” kriterlere önem vermeleri gerekir.
Times Higher Education 2016-2017 sıralamasında 79 ülkeden toplam 980 üniversite yer almıştı. Listeye Türkiye’den 18 üniversite girerken, 251-300 bandında yer alan Koç Üniversitesi en başarılı Türk üniversitesi olmuştu. Sabancı Üniversitesi 301-350, Bilkent Üniversitesi ise 351-400 bandaydı. Her 3 üniversitenin de vakıf üniversitesi olması dikkat çekicidir. Çünkü bu üniversiteler öğretim üyesi alımında yönetmeliklerin belirlediği kriterleri esas almakta, yukarıda yer alan bilimsel olmayan kriterleri yok saymaktadırlar.
Phil Baty, sıralamaya yeni giren Türk üniversiteleri olmasının olumlu bir gelişme olduğunu belirterek şunları söylemişti: “Türkiye’nin yeri açısından durum biraz karmaşık. Geçen yıl 501- 600 bandında olan ODTÜ, bu yıl 601-800 bandına geriledi. Anadolu, Erciyes ve Yıldız Teknik üniversitelerinde de düşüş var. Türkiye’nin uluslararası alanda rekabetçi üniversiteler çıkarması için daha fazla çalışması gerekiyor.”
2016-2017 sıralamasında 401-500 bandında Boğaziçi ile Atılım Üniversiteleri yer almıştı. Sıralamaya giren diğer Türk üniversiteleri; 501-600 bandındaki İTÜ, 601-800 bandındaki Doğu Akdeniz, Hacettepe, İstanbul, TOBB Ekonomi ve Teknoloji, ODTÜ, İzmir Teknoloji Enstitüsü idi. 801 bandının üstünde Anadolu, Ankara, Erciyes, Gazi, Marmara ve Yıldız Teknik Üniversiteleri vardı.
THE, Nisan 2013 tarihinde yayınladığı Asya’nın en iyi 100 üniversitesi arasına 5 Türk üniversitesinin girdiğini açıklamıştı: ODTÜ (22’nci), Bilkent (28’nci), Koç (31’nci), Boğaziçi (37’nci ) ve İTÜ (38’nci). Liste başında Tokyo Üniversitesi yer almıştı. Baty yaptığı açıklamada, Türkiye’nin 170’den fazla üniversitesi olduğu için bu durumun yeterli olmadığını söylemişti.
“Daha geniş Asya demografisi bağlamında bakıldığında, ilk 100’deki beş üniversite, Türkiye için mükemmel bir sonuçtur. Nüfusunun büyüklüğü, Japonya, Kore, Tayvan ve Çin gibi ulusların yükseköğretim sistemlerinde yaptıkları üniversite sayısı ve yatırımı göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye kesinlikle ağırlığının üzerindedir. Türkiye’nin Times Higher Education Rankings’deki mükemmel performanslarıyla gurur duymaya devam etmesi gerektiğini düşünüyorum.”
THE’nin 2019 yılı sıralamasına Çukurova ve Bahçeşehir üniversiteleri girerken, önceki yıla göre 9 üniversite durumunu koruyamayarak sıra kaybetmiş, 10’u sıralarını korumuş, Hacettepe ile 42 yıl görev yaptığım Anadolu Üniversitesi ise daha iyi performans göstererek üst sıraya geçmişti. Baty o dönemdeki sıralamada Türk üniversitelerinin durumu ile ilgili şu yorumu yapmıştı:
“Türkiye, uluslararası görünürlük konusunda büyük potansiyele sahip. Araştırma ve yükseköğretimde önemli bir gelişme söz konusu. Buna rağmen bu yıl üniversitelerin çoğu sıra kaybetti. 2019 sıralaması global rekabetin ne kadar genişlediğini gösteriyor. Üniversiteler, izole olarak başarılı ve yenilikçi olamaz. Türkiye’de üniversitelerin dünyaya açık ve akademik özgürlüğe sahip olması hayati. Güçlü yatırımlara ihtiyaçları var.”
Türkiye’de URAP (University Ranking by Academic Performance ODTÜ) her yıl Türkiye ve dünya üniversite sıralamalarını toplumsal bir hizmet olarak yapmaktadır. URAP’ın Türk üniversiteleri için geliştirdiği sıralama sisteminin hedefi, üniversitelerimizin akademik performanslarını diğer üniversitelerle karşılaştırabilmelerine yardımcı olmaktır. Türk üniversitelerinin dünya sıralamasında üst seviyelere gelmesinde yayınlar çok önemlidir. Bu yayınların miktarı ve niteliği ne kadar çok olursa, bilimsel maratonda o üniversite diğerlerinin önüne geçer. Bu sebeple üniversiteler bilimsel yayınları teşvik eder.
Üniversitelerimizi sıralarken makalelerin nerede yayınlandığı ve atıf sayıları gözden uzak tutulmamalıdır. Yayınların yapıldığı dergilerin “etki faktörü” (impact factor) önemlidir. Sıralama yapılırken, etki faktörü düşük, kolay makale kabul eden dergilerde yapılan yayınlar ile ciddi bilimsel dergilerde yayınlanan makaleleri bir tutmamak gerekir. Türkiye’de akademik yükseltmelerde makale sayısı önemli olduğu için “impact” faktörüne dikkat edilmemektedir.
Üniversitelerimizde çok sayıda yayın değil, kaliteli yayın yapılmalıdır. H faktörü, bilim insanının yaptığı yayınların aldıkları atıfların ifadesi olan değerdir. Tüm yayınlardan kaçının bu değerin üzerinde atıf aldığını gösterir. A öğretim üyesinin 100 yayını olsa ve bunlardan sadece 20 tanesi 20´nin üzerinde atıf almışsa, H faktörü 20, B öğretim üyesinin 21 yayını olsa ve bunlardan 20´si 20´nin üzerinde atıf alsa, bu öğretim üyesinin de H değeri 20’dir.
Akademisyenlerin uluslararası standartlara ulaşması hedefleniyorsa, üniversitelerin sağlıklı performans değerlendirme sistemlerine ihtiyaçları vardır. Yavuz Saka ve Süleyman Yaman, Üniversite Sıralama Sistemleri: Kriterler ve Yapılan Eleştiriler başlıklı makalelerinin 72’nci sayfasında şu tespiti yapmışlardır:
“Üniversite kalitesi ülkenin gelişmişliği ile yakından ilgilidir. En iyiler listeleri incelendiğinde; sıralamaların bu ülkelerdeki üniversitelere ait olduğu görülmektedir… O halde bu sıralamaların belirlenme kriterleri nelerdir? Bu listelerde üst sıralarda yer alabilmek için neler yapmak gerekir? Bu sıralamalarda kalıcı olmak için kimlere ne gibi görevler düşmektedir? Bu soruların cevapları, üniversiteleri değerlendirme sistemlerinin tanınması ve bu kriterlere uyulması ile bulunabilir.” (Yükseköğretim ve Bilim Dergisi/Journal of Higher Education and Science Cilt/Volume 1, Sayı/Number 2, Ağustos/August 2011; Sayfa/Pages 72-79 DOI: 10.5961/jhes.2011.012)
Bir üniversite gerek dünya gerekse Türk üniversiteleri sıralamasında üst sıralarda yer almak istiyorsa, sıralama sistemlerinin değerlendirme kriterlerini ve ilgili kriterlerin ağırlıklarını esas alarak gerekli düzenlemeler yapılmalıdır.
Üniversiteler, bu kriterleri ön plana çıkararak öğretim üyesi yetiştirirse, dünya sıralamalarına girebilir. Kriterleri yok sayarak üniversiteler öğretim kadrosunu genişletirse, dünya üniversiteleri arasında çok gerilere düşer. Türkiye’de üniversitenin işlevleri olan eğitim-öğretim, temel bilimsel araştırmalar ve toplum hizmetlerinin değerlendirilmesi çok önemlidir. Bu konuda Nurdan Kalaycı’nın tespitine katılmamak mümkün değildir:
“Üniversiteler bu görevleri akademisyenler aracılığı ile gerçekleştirirler. Akademisyenlerin temel görevlerini hangi düzeyde gerçekleştirildiğinin saptanması yani performanslarının değerlenme sonuçları üniversitenin kalite göstergelerinden biridir. Performans değerlendirme sonuçları etkili kullanıldığında hem öğretim elemanlarının hem de üniversitenin gelişimine olumlu katkı sağlamaktadır.” (Educational Administration: Theory and Practice, Yükseköğretim Kurumlarında Akademisyenlerin Öğretim Performansını Değerlendirme Sürecinde Kullanılan Yöntemler, 2009, Vol. 15, Issue 60, pp: 625-656)
YÖK tarafından hazırlanan raporlarda temel kriter “yayın”dır. Bilimsel yayın performansının değerlendirilmesinde toplam yayın sayısı üretkenliği göstermesi açısından önemli bir kriter olmakla birlikte bunların bilimsel niteliklerinin de yüksek olması gerekir. Oktar ve Akdal, “Gerçekte bir kariyer mensubunun akademik başarısını değerlendirirken h-göstergesini dikkate alıyorum”demektedir. (Nezih Oktar ve Gülden Akdal, H-Göstergesi “H-index” ve Süreli Yayınlara Uygulanımı)
Eğer üniversitelere h-göstergesi yerine “YAŞ, GENÇ, TAŞINIR BELLEK, PROJE, DİNAMİK” gibi YÖK mevzuatında ve Türkiye’de hiçbir üniversitenin puanlama sisteminde olmayan kriterlerle öğretim üyesi alınırsa, bu üniversiteler uluslararası sıralamalarda son sıralarda yer almaktan kurtulamazlar. Üniversiteler bilim insanı seçerken adayın “h-i” endeksini kriter olarak almalıdır. Nobel ödülü alanların yüzde 84’ünün “h-i” endeksinin en az 30 olduğu görülmüştür.
H-i endeksi, bilimsel performansı değerlendirmek ve öğretim üyesi alımı, akademik yükseltme açısından bilim insanlarının performansını izlemek, bilimsel üretkenlik/etkinlik açısından ölçmek ve değerlendirmek için geliştirilmiştir. Kullanılan kriterler içinde tutarlı olması ve genel bir değerlendirme sunması sebebiyle çok önemlidir.
Bilim insanını değerlendirmede yayınlarına yapılan “atıf sayısı” önemlidir. Bilim dünyasında hiyerarşinin en önemli göstergesi, öğretim üyesinin eserlerinin almış olduğu atıf sayıdır. Bir vakıf üniversitesinde atanmayan adayının yayınlarına yapılan atıf “2,730” iken, atanan adayının yayınlarına yapılan atıf “574” ise, o üniversitenin uluslararasında sıralamaya girmesi mümkün değildir.
Google Akademikte “h-i” endeksi “613” olan bir aday yerine “AHBAP ÇAVUŞ” kriterleri esas alınarak “h-i” endeksi “90” olan biri atanırsa, bu uygulama içinde olan üniversiteler, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı dinlememiş olurlar: “İlk 500’ün içinde iki üniversite değil, daha da artırmamız lazım. Hocalarımızdan biraz daha gayret. İnşallah çok sayıda üniversitelerimizle girip, adımızı oralara yazdıralım.”
Türk üniversitelerinin uluslararasında sınıf atlamaları için yukarıda yer alan 9 bilim dışı kriteri esas almamaları gerekir. Bu konuda YÖK’e büyük sorumluluk düşmektedir. Eğer söz konusu 9 kriter tüm üniversitelerde yaygınlaşır ve üniversiteleri derecelendiren uluslararası kurumların da bundan bilgisi olursa, Türk üniversitelerinin hiçbiri değerlendirmeye giremez. Bu sebeple YÖK’ün bu durumu açıklığa kavuşturmasında yarar vardır.
Yazıları posta kutunda oku