MONDROS MÜTAREKESİ
I. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti ile İtilâf devletleri arasında 30 Ekim 1918’de yapılan ateşkes antlaşması.
1918 yılına gelindiğinde I. Dünya Savaşı, Osmanlı Devleti’nin de dahil olduğu İttifak devletlerinin her bakımdan aleyhine gelişmeye başlamıştı. 1917 Bolşevik İhtilâli’nin ardından Rusya’da başlayan iç savaş İtilâf devletlerinin askerî gücüne önemli bir darbe vurmuş ve bu durum İttifak devletlerinin savaşın seyrine dair ümitlerini arttırmışsa da aynı yıl Amerika Birleşik Devletleri’nin savaşa katılması yenilgiyi kaçınılmaz hale getirmiştir. Savaşı kaybetmekte olduklarını anlayan Almanya-Avusturya-Macaristan-Bulgaristan ve Osmanlı Devleti barışın sağlanması için İtilâf devletleriyle temasa geçmenin yollarını aramaya koyulmuşlardı.
Savaş sonrası yeni dünya düzeni hakkında Ocak 1918’de Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Wilson tarafından yayımlanan bildiri, Osmanlı Devleti ile müttefiklerini savaşın mağlûpları olarak kendilerine dikte edilecek barış şartları konusunda iyimserliğe sevketmişti. Gerek Wilson prensiplerinde gerekse İngiltere ve Fransa’nın yayımladığı mesajlarda Türkler’in çoğunlukta olduğu bölgelerde bağımsız ve egemen bir devletin varlığına dokunulmayacağı ifade edilmekle beraber müttefikler bunda samimi değillerdi.
Eylül 1918’de Osmanlı Devleti için savaş İtilâf devletlerinin beklentilerine uygun bir gelişme göstermeye başladı. Bulgaristan 29 Eylül’de ağır şartlar içeren bir ateşkes antlaşması imzalayarak savaştan çekilince Osmanlı Devleti ile müttefikleri arasındaki kara bağlantısı kesildi, Trakya ve dolayısıyla İstanbul her türlü düşman saldırısına açık hale geldi. Filistin-Suriye cephesinde 19 Eylül’de gerçekleştirilen İngiliz saldırısı da Osmanlı kuvvetlerinin bozgunu ile sonuçlanmıştı. 5 Ekim’de İtilâf kuvvetleri Bulgaristan üzerinden Trakya’ya taarruza hazırlanırken Osmanlı hükümeti İspanya aracılığı ile İtilâf devletlerine barış teklif etti. Aynı günlerde Almanya ve Avusturya da benzer girişimlerde bulundular. Ancak Osmanlı Devleti’nin hem birinci teklifi hem 12 Ekim’de yaptığı ikinci başvuru cevapsız kaldı. Ülkenin yüzyüze geldiği bu ağır siyasî ve askerî tablo sebebiyle Meclis-i Meb‘ûsan Talat Paşa hükümetine güvensizlik oyu verdi. Yeni hükümeti 14 Ekim’de İttihat ve Terakkî politikalarına karşı olan Ahmed İzzet Paşa kurdu. Bu hükümette Rauf Bey (Orbay) Bahriye nâzırı oldu. Sadrazam Ahmed İzzet Paşa’nın ilk icraatı İtilâf devletleriyle barışı tesis etmek için harekete geçmek oldu. Bu amaçla, Irak cephesinde Osmanlı kuvvetlerine esir düşüp Büyükada’da ikamete tâbi tutulan İngiliz Generali Townshend’e İngiltere ile Osmanlı Devleti arasında aracılık yapması teklif edildi ve Osmanlı barış teklifi Çanakkale Boğazı önündeki İngiliz filosu kumandanı Amiral Calthrope’a iletildi. Calthrope 23 Ekim’de teklifin hükümeti tarafından kabul edildiğini, mütareke yapmak üzere kendisinin görevlendirildiğini ve müzakere için Osmanlı delegelerinin hemen gönderilmesi gerektiğini bildirdi.
İngiltere’nin mütareke teklifini kabul etmesinden sonra Osmanlı başşehri kısa bir süre Osmanlı heyetine kimin başkanlık edeceği tartışmasına sahne oldu. Sultan Vahdeddin heyet başkanı olarak Damad Ferid Paşa’yı göndermek istiyordu. Fakat hükümet, Damad Ferid Paşa’nın mütareke ile ilgili tutarsız fikirlerinden dolayı bu isteğe şiddetle karşı çıktı ve Bahriye Nâzırı Rauf Bey’i gönderilecek heyetin başkanlığına seçti. Padişah bu heyete saltanat ve hânedan haklarının korunmasına ve bazı vilâyetlere muhtariyet verilecekse bunun siyasî değil idarî olması gerektiğine dair bir tâlimat verdi. Asıl tâlimat ise hükümet tarafından hazırlandı. Wilson prensiplerine fazla bel bağlamış görünen hükümet şu hususların gerçekleştirilmesini istiyordu: a) Hükümet yönetimine karışılmaması, b) ülkenin hiçbir yerine yabancı asker çıkarılmaması, c) Alman yardımı sona erdiğine göre İtilâf devletlerinin para yardımı yapması, d) Yunan gemilerinin geçmemesi şartıyla Boğazlar’ın açılabileceği ve askerin terhis edilebileceği. Bu iyimser görüş ve beklenti ile Limni adasının Mondros Limanı’ndaki Agamemnon zırhlısına giden Osmanlı heyeti, burada dört gün süren müzakerelerden sonra 30 Ekim 1918’de Amiral Calthrope’un dikte ettirdiği hükümleri içeren Mondros Mütarekesi’ni imzaladı.
Mondros Mütarekesi Osmanlı savunma sistemini neredeyse tamamen yok ediyordu. Sınırların korunması ve iç güvenliğin sağlanması için gerekli askerî kuvvetten fazlası hemen terhis olunacaktı. Güvenlik ve buna benzer konularda kullanılacak küçük gemiler dışında Osmanlı sularında ve Devlet-i Aliyye tarafından işgal edilen sularda bulunan bütün savaş gemileri İtilâf devletlerine teslim edilecekti. Hicaz, Asîr, Yemen, Suriye ve Irak’ta bulunan Osmanlı birlikleriyle Trablus ve Bingazi’deki Osmanlı subayları İtilâf kuvvetlerine teslim olacaktı. Türk sularındaki bütün torpil tarlaları, torpido ve kovanların yerleri gösterilecek, bunların temizlenmesinde gerektiğinde İtilâf devletlerine yardım edilecekti. Boğazlar serbest geçişe açılacaktı. Resmî kullanım dışındaki telsiz, telgraf ve telefon haberleşmeleri İtilâf memurlarınca denetlenecekti. Osmanlı Devleti’nin sahip olduğu bütün demiryolları ve limanlar İtilâf kuvvetlerine açılacaktı. Bu çerçevede İç Anadolu ile ulaşım için stratejik önemi haiz Toros tünelleri işgal edilecekti. Osmanlı hükümeti İttifak devletleriyle bütün ilişkilerini kesecekti. Buna paralel olarak Almanya ve Avusturya subayları ve sivil memurları ile bu ülkelerin vatandaşlarının en kısa zamanda Osmanlı ülkesini terketmesi sağlanacaktı.
Mütarekede Osmanlı Devleti’nin sınırlarıyla ilgili olarak tek bir maddeye yer verilmişti. Buna göre İran’ın kuzeybatısında ve Güney Kafkasya’da bulunan Osmanlı kuvvetleri I. Dünya Savaşı’ndan önceki sınırlara çekilecekti. Fakat doğrudan sınırlarla ilgili olmayan 7 ve 24. maddeler gelecekte Osmanlı topraklarının işgaline yol açabilecek nitelikteydi. 7. madde, müttefiklerin güvenliklerini tehdit edecek bir durum söz konusu olduğunda ülkenin herhangi bir stratejik noktasının işgal edilmesine imkân veriyordu. 24. madde, İngilizce metinde “Ermeni vilâyetleri” şeklinde kaydedilen Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki altı vilâyette (Erzurum, Van, Harput, Diyarbakır, Sivas ve Bitlis) herhangi bir karışıklık çıkması halinde İtilâf kuvvetlerinin işgal hakkı bulunduğunu hükme bağlıyordu. Daha sonraki günler bu maddelerle ilgili kuşkuların hiç de yersiz olmadığını gösterecekti.
Mondros Mütarekesi artık Osmanlı Devleti’nin altı asırlık tarihinin sonuna gelindiğinin habercisiydi. Böylesine dramatik bir çöküşe yol açanların bunun siyasî bedelini ödemeleri kaçınılmazdı. Nitekim mütarekenin imzalanışının ardından ülkeyi felâkete sürüklemekle suçlanan İttihat ve Terakkî Partisi 1 Kasım 1918’de yaptığı olağan üstü kongrede kendini feshetti. Partinin üç lideri, savaşın muktedir adamları Enver, Cemal ve Talat paşalar gizlice ülkeyi terketmek mecburiyetinde kaldı.
Osmanlı Devleti tarihinde sonun başlangıcı olarak kabul edilebilecek olan Mondros Mütarekesi ülkede çok farklı şekillerde algılanmıştı. Gerek diğer İttifak devletleriyle yapılan mütareke anlaşmalarında Osmanlı Devleti’ne dayatılanlardan daha ağır hükümler dikte ettirilmesi, gerekse Wilson prensiplerinin bağımsız ve egemen bir Türkiye’nin varlığını onaylaması dolayısıyla saray ve Ahmed İzzet Paşa hükümeti, Mondros Mütarekesi’nin imzalanışını ülkenin geleceği bakımından olumlu bir adım olarak görüyordu. Osmanlı Meclisi ise mütareke şartlarını çok ağır bulmuştu. Esasen mebusların Mondros’taki heyete mütarekeyi imzalama yetkisi vermesi, sadrazamın gizli oturumda Amiral Calthrope’un önerdiği metni kabul edip imzalamaktan başka bir yol olmadığına dair inandırıcı bir konuşma yapması ile mümkün olmuştu. Siyasî güç, birçok siyasî parti ve dernekten meydana gelen İttihat ve Terakkî muhalifi cephenin eline geçmişti. Muhalifler ise bu aşamada daha ziyade mütareke şartlarının iyi veya kötü olmasından çok savaş boyunca kendilerine hareket alanı bırakmayan iktidarın çöküşüyle ilgileniyordu.
Mondros Mütarekesi bazı sivillerde ve askerlerde ülkenin geleceği bakımından büyük bir tedirginlik meydana getirmişti. Özellikle 7 ve 24. maddeler, İtilâf devletlerinin emperyalist emellerini tatmin etmede kullanacakları tehlikeli birer araç olarak görülmüştü. Nitekim mütarekenin imzalanmasından yalnızca birkaç gün sonra İngiliz kuvvetlerinin 7. maddeye dayanarak Musul’u işgal etmesi kuşkuların hiç de yersiz olmadığını göstermiştir. Kasım 1918’den itibaren İtilâf devletleri, 7 ve 24. maddeleri istismar ve ihlâl ederek ülkenin her yanında işgal hareketlerine giriştiler. Bütün bu gelişmeler, kendini öz vatanında esarete düşme tehdidi altında gören Türk milletinin Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde örgütlenerek bir istiklâl savaşı vermesine ve bunun sonunda bağımsız bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmasına yol açmıştır.
BİBLİYOGRAFYA
Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk (Ankara 1927), İstanbul 1997, I, 1-3.
Ali Fuad Türkgeldi, Mondros ve Mudanya Mütarekelerinin Tarihi, Ankara 1948, s. 1-73.
a.mlf., Görüp İşittiklerim, Ankara 1951, s. 138 vd.
Nihat Erim, Devletlerarası Hukuku ve Siyasi Tarih Metinleri, Ankara 1953, I, 519-524.
Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz (İstanbul 1960) (haz. Faruk Özerengin), İstanbul 1988, s. 1-5.
Türk İstiklâl Harbi: Mondros Mütarekesi ve Tatbikatı, Ankara 1963 (Genelkurmay Başkanlığı Harp Tarihi Dairesi), I, 27-44.
Celâl Bayar, Ben de Yazdım (İstanbul 1965), İstanbul 1997, I, 1-78.
Mahmut Goloğlu, Erzurum Kongresi, Ankara 1968, s. 3-7.
G. Jaeschke, Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi: Mondros’tan Mudanya’ya Kadar (trc. Nimet Arsan), Ankara 1970, s. 1-2.
a.mlf., Kurtuluş Savaşı İle İlgili İngiliz Belgeleri (trc. A. Cemal Köprülü), Ankara 1986, s. 27-35.
Selahattin Tansel, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, Ankara 1973, I, 9-156.
Ergün Aybars, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, İzmir 1984, I, 94-101, 105-115 vd.
Sabahattin Selek, Anadolu İhtilâli, İstanbul 1987, I, 37-47.
Yahya Akyüz, Türk Kurtuluş Savaşı ve Fransız Kamuoyu: 1919-1922, Ankara 1988, s. 69-74.
Salâhi R. Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, Ankara 1995, I, 1-17.
P. C. Helmreich, Sevr Entrikaları (trc. Şerif Erol), İstanbul 1996, s. 1-2.
Durmuş Yalçın v.dğr., Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Ankara 2000, I, 131-147.