Hazar Yazışmaları, 950’ler veya 960’larda, Córdoba halifesi III. Abdurrahman’ın dışişlerinden sorumlu sekreteri Hasday bin Şaprut ile Hazar kağanı Yosef arasında gerçekleşen mektuplaşmalardır. Hazarlar tarafından yazılıp da günümüze kadar gelen az sayıdaki belgelerden biri olup Hazar tarihi hakkında bilgi sunan ender kaynaklardandır. Bu mektuplaşmalardan hem Hazarların din değiştirmesiyle ve gelecek nesillerde yarattığı getirisi ile ilgili hem de güçlü bir ordusu olup diğer devletlerden vergi toplamasına rağmen bir nesil içinde 969’da devletin çöküşüyle ilgili bilgi toplamak mümkündür.
Mektuplaşma, Endülüs Emevi Devleti’nin halifesi III. Abdurrahman’ın dışişlerinden sorumlu sekreteri Hasday bin Şaprut tarafından başlatılmıştır. Geniş bir ağı ve hemen hemen sınırsız kaynakları olan Hasday Horasanlı tüccarlar tarafından Hazarların varlığıyla ilgili bilgi edindi. Hasday’ın Hazarlar ile ilgili bilgisi olmaması (veya bilmezlikten gelmesi) garip bir durumdur çünkü Yosef Kağan’ın mektubunda iki toplum arasında daha önce irtibata geçildiği ima edilmiştir.
Hasday’ın ilk ulağı Konstantinopolis’e kadar vardı fakat Bizans otoriteleri ulağın daha öteye gitmesine izin vermedi. Ulak, şehirdeki bir Hazarlı tarafından Hasday’a yazılmış bir mektupla (bu mektup muhtemelen Schechter Mektubudur) geri döndü. En nihayetinde mektup Hırvat elçiliği aracılığıyla Almanya’dan Isaac ben Eliezer ulak olarak kullanılarak Hazarya’ya gönderildi.
Yosef’in cevabında Hazar tarihi ve zamanın (960’lar) sosyopolitik ve ekonomik durumuyla ilgili bilgiler mevcuttur. Ardından Hasday’ı Hazarya’ya davet etmesine rağmen muhtemelen bu davet kabul edil(e)memiştir. Bu yazışmaların günümüzde küçük farklılıklarla üç versiyonu bulunur.
Hasday’ın Yosef Kağan’a mektubu
Ben, Ezra oğlu İshak oğlu Hasday, Sefarad’da Kudüs’ten sürülen Yahudilerden olan, asil Kralımın hizmetkarıyım, onun önünde boyun eğerek siz Majesteleri huzurunda uzak diyarlardan secde ederim. Sükunetiniz ve ihtişamınız huzurunda memnuniyetimi sunar, kollarımı cennetteki Tanrı’ya uzatarak İsrail’deki hükümdarlığınızın uzunca sürmesini dilerim…
Bana merhamet eden iyiliksever Tanrı’ya şükürler olsun! Dünya kralları, onun [Aburrahman’ın] iştihamını ve kudretini bilenler, ona hediyeler gönderirler, teveccüh etmek için pahalı hediyeler sunarlar, bu krallar arasında Franklar Kralı, Almanlardan olan Gebalim Kralı, Konstantinopolis Kralı ve diğerleri bulunur. Hediyeleri benim elimden geçer ve ben onlara geri hediye yapmakla sorumluyum. [Birkaç dil bilen Şaprut bu adı geçen ülkelerin elçiliğine adanmıştır.] Dudaklarım, şimdiye kadar layık olmamama rağmen bana karşı merhametini esirgemeyen, Cennetin Tanrısına şükranlarımı sunsun!
Bu hükümdarlıklardan hediye getirmek için gelen büyükelçilere her zaman, sürgünden arda kalan, esaretten takati kalmamış ve huzur bulamamış kardeşlerimiz İsrailoğulları’nın selametiyle ilgili bir haberleri var mı diye sorarım. [Hevesle “Kayıp On Kabile” bir yerlerde bağımsız bir devlet olarak var olup olmadığını bilmek istiyordu.]
Horasanlı [Hazar Denizi’nin güneydoğusundaki topraklar] ticari temsilciler bana el-Hazar adında bir Yahudi krallığından söz ettiler. Ama ben bu sözlere, onlar benim iyi niyetimi kazanmak için bunları söylediklerini düşündüğümden, inanmadım. Bunu merak ediyordum, ta ki Konstantinopolis elçileri krallarından bizim kralımıza hediyeler ve bir mektup getirmek için geldiklerinde onlardan bu konuyla ilgili bilgi alana kadar,
Bana cevap verdiler: “Bu tamamen doğru, ve krallıklarının adı el-Hazar. Konstantinopolis’ten deniz yolculuğuyla on beş gün, ama karadan birçok ulus araya girer; şimdi hükümdarlık yapan kralın adı Yosef’tir; gemileri bazen onların ülkesinden bizimkine balık, deri ve çeşitli eşyalar getirirler [Büyük tüccar olan Hazarlar eşyalarını kuzeydeki Ruslardan tedarik ediyordu.] Onlar bizim müttefiğimiz ve tarafımızca saygı duyulmaktadır; elçilikler ve karşılıklı hediyelerle iletişim halindeyiz; çok güçlüler; ara sıra seferlere çıkan büyük ordulara sahipler.” Bu raporu duyduğumda cesaretlendim ve umudum tasdiklendi. Bunun üzerine cennetin Tanrısı huzurunda secde ettim. [Hasday mutluydu çünkü böylece Hristiyanlar artık Yahudiler İsa’yı inkar ettikleri için vatan sahibi olamayacaklarını söyleyemeyecekti.]
Asil kralımın, ailesinin ve hanedanlığının sağlığı için dua ederim ve saltanatı sonsuza dek sürsün. Kendisinin ve oğullarının günleri İsrail’in ortasında uzunca sürsün!
Yosef Kağan’ın cevabı
TÜRK, KRAL AARON’UN OĞLU KRAL YOSEF’İN MEKTUBU – EZRA OĞLU İSHAK OĞLU HASDAY, YARADANI ONU KURUMUNUN BAŞINDA TUTSUN
…Güzel sözlerle dolu mektubunuz elimize Almanya topraklarından bir Yahudi olan Eliezer oğlu İshak tarafından ulaştırıldığını bildirmeyi arzu ederim [İshak mektubu Almanya, Macaristan ve Kiev Knezliği üzerinden Hazarya’ya ulaştırmıştır.] Bizi mutlu ettiniz, anlayışınız ve bilgeliğiniz bizi hoşnut etti… Bu sebeple atalarımızın bir zamanlar kurduğu diplomatik ilişkileri yineleyelim ve bunu çocuklarımıza miras bırakalım. [Yosef Hazarların bir zamanlar İspanyol Araplarla diplomatik ilişkileri olduğuna inanmaktadır.]
Mektubunuzda ayrıca sordunuz:”Hangi halktan, hangi aileden, hangi kabiledensiniz?” Biliniz ki Yafes’in soyundan Togarma’nın torunlarıyız. [Yahudi literatüründe Togarma bütün Türk halkları’nın babasıdır.] Aile ağacı kitabında Togarma’nın on oğlu olduğunu buldum. İsimleri şunlardır: En büyüğü Uygur, ikincisi Dursu, üçüncüsü Avar, dördüncüsü Oğuz, beşincisi Basili, altıncısı Torniak, yedincisi Hazar, sekizincisi Zagora, dokuzuncusu Bulgar, onuncusu Sabir. [Bunlar Karadeniz ve Hazar Denizi çevresinde yaşadığına inanılan efsanevi kişilerdir.]
Elimdeki kayda göre atalarımızın sayısı az olmasına rağmen, Tanrı’ya şükürler olsun, [Tanrı] onlara, kendinden güçlü ve büyük ordularına savaş ardına savaşa devam etmesi için güç, kuvvet ve kudret verdi. Tanrı’nın yardımıyla onları dışarı sürüp ülkelerini işgal etti. Bazılarına bugün bile zoraki işçilik yaptırılmaktadır. Şimdi yaşadığım topraklar [Volga kenarında] eskiden Bulgarlarındı. Atalarımız, Hazarlar, gelip onlarla savaştılar ve her ne kadar Bulgarların sayısı sahildeki kumlar gibi idiyse de Hazarlara karşı koyamadılar. Böylece ülkelerini bırakıp kaçtılar ve Hazarlar onları Tuna Nehri’ne kadar kovaladı. Bugün bile Bulgarlar Tuna’da kamp kurmuşlardır ve Konstantinopolis’e yakındır. Hazarlar onların topraklarını halen işgal etmektedir.
Bunun ardından, birkaç nesil geçtikten sonra Bulan adında bir kral başa geçti. Bilge ve Tanrı korkusu olan biriydi, Yaratan’a tüm kalbiyle güveniyordu. Cadıları ve putperestleri kovup O’nun kanatlarının gölgesine sığındı… Bunun akabinde şöhreti dört bir yana yayıldı. Onun adını duyan Bizans kralı ve Araplar delege ve elçileriyle birlikte ganimet, hediye ve dinini [Şamanizm’den Hristiyanlığa/Müslümanlığa] değiştirmek için bilgeler gönderdi. [Bizans ve Araplar Hazar Kağanını kendi dinlerine çekip Hazar ordularının kendi topraklarına askeri seferlerinin durdurulmasını umuyordu]
Ama Kral -ruhu Kral Tanrı tarafından hayat yumağına sarılsın- bilgeydi, bilgili bir İsrailoğlu çağırttı. Kral dikkatlice araştırıp inceledikten sonra bilgeleri kendi dinleri hakkında tartışmaları için çağırttı. Her bir bilge diğerinin fikirlerini çürüttüğünden ortak bir karara varılamadı. Kral bunu görünce dedi ki: “Evinize gidin, ama üçüncü gün bana geri dönün…”
Üçüncü gün bilgeleri çağırtıp onlara dedi ki: “Aranızda konuşun ve tartışın ve bana hangi dinin daha iyi olduğunu açıkça söyleyin.” Aralarında tartışmaya başladılar ve bir sonuca varamadılar ta ki Kral Hıristiyan rahipe sordu “Ne düşünüyorsun? Yahudilerin ve Müslümanların dinleri arasında hangisi tercih edilmeli?” Rahip cevapladı: “İsrailoğullarının dinleri Müslümanlarınkinden daha iyidir.”
Kral ardından kadıya sordu: “Sen ne dersin? İsrailoğullarının dinleri mi yoksa Hristiyanlarınki mi tercih edilmeli?” Kadı cevapladı: “İsrailoğullarının dinleri tercih edilmeli.”
Bunun üzerine Kral dedi ki: “Eğer öyleyse, ikiniz de kendi ağzınızla İsrailoğullarının dininin daha iyi olduğunu söylediniz, bu nedenle, Tanrı’nın rahmeti ve Kadiri Mutlak’ın gücüyle İsrail’in dinini seçiyorum, bu İbrahim’in dinidir. Eğer, kendisine güvendiğim ve kanatlarının gölgesine sığındığım Tanrı yardım ederse sizin söz verdiğiniz para, altın ve gümüşü çalışmadan O verebilir. Siz ise şimdi topraklarınıza barış içinde gidin.”
Günümüze dek biz bu inanca uyuyoruz. Allah-u Tekaddes’in yüzyıllarca zikredilsin! Atalarımın bu inanca girdiği o günden itibaren İsrail’in Tanrısı onların bütün düşmanlarını onlara tabi kıldı ve gerek Edom hükümdarları, gerekse İsmail oğullarının hükümdarları ve yeryüzünün (diğer) halklarının bütün hükümdarları, onların çevresinde yaşayan her halk ve kabileyi devirdi. Hiç kimse onların karşısında yükselemedi; onlar hepsi hizmet etmeye ve haraç ödemeye başladılar.!
Atalarım bu dine girdiğinden beri İsrail’in Tanrısı gerek Hristiyan, gerek Müslüman gerekse pagan hemen hemen her halktan ve dilden insanları alçalttı. O günden bugüne [yaklaşık 960] hiç kimse karşımızda duramadı. Hepsi vergi veriyor. [Bundan yaklaşık on yıl sonra Yosef I. Svyatoslav’a 969’da yenildi.]
Bulan’ın günlerinden [iktidarından] sonra başa onun neslinden olan Obadiah isimli kral başa geçti ve krallığı tekrar organize edip Yahudiliği uygun ve doğru şekilde yerleştirdi. Sinagog ve yeşivalar inşa ettirdi, Yahudi din adamları getirtip onları altın ve gümüşle ödüllendirdi. [Yahudi din adamları Bağdat ve Konstantinopolis’ten gelmiş olmalılar] Ona Tora, Mişna, Talmud ve ibadet düzenini anlattılar. Kral, Tora’yı seven ve ona hürmet eden biriydi. Tanrı’nın gerçek kullarından biriydi. Yüce Ruh ona huzur versin!
Onun ardından başa oğlu Hezekiya, ardından oğlu Menase, ardından Obadiah’ın kardeşi Hanuka, ardından oğlu İshak, ardından oğlu Zebulun, ardından oğlu Moşe, ardından oğlu Nissi, ardından oğlu Aaron, ardından oğlu Menahem, ardından oğlu Benyamin, ardından oğlu II. Aaron, ardından ben, kralların soyundan ve Kral Aaron’un oğlu Yosef, başa geçtik. Atalarımın tahtına bir yabancı oturamaz: babadan oğula geçer. Bu bizim geleneğimiz ve atalarımız varolduğundan beri onların geleneği olmuştur. Merhametli Olan’ın krallığımın tahtına atadığı krallar sonsuza dek devam etsin.
Ayrıca bana ülkemin durumunu ve imparatorluğumun büyüklüğünü sordunuz. İtil olarak bilinen nehrin yakasında ikamet ettiğimi bildirmek isterim. Nehrin ağzı Hazar Denizi’ne dökülür. Nehrin kaynağı ise doğuya doğru uzanır, dört aylık seyahat uzaklığındadır.
Nehrin yakalarında hem açık hem kaleli çeşitli kabilelerin yaşadığı şehir ve kasabalar bulunur… İtil’in deltasında ikamet ettiğimi unutmayın, Tanrı’nın yardımıyla, nehrin ağzını korur ve Hazar Denizi’nden Müslümanlara ulaşmak isteyen Rus gemilerine izin vermem. Ya da karadan Derbend’e kadar ulaşmaya çalışan [Müslümanların] düşmanlarına geçit vermem [Bir Arap şehri olan Derbend doğu ve güney Avrupalı göçebelerin zengin Anadolu kasabalarını yağmalamak için kullandığı geçitti.] Onlarla savaş halinde olmak zorundayım, çünkü onlara fırsat versem tüm Müslüman topraklarını Bağdat’a kadar pislerler…
Bana yaşadığım yeri de soruyorsun. Bil ki, Yaradan’ın yardımıyla bu nehirde yaşıyorum ve onda üç şehir bulunmaktadır. (Onlardan) birinde hatun yaşıyor. Bu benim doğduğum şehirdir. Büyüktür, 50’ye 50 fersah uzunluğa (ve genişliğe) sahiptir; bir daireyi tasvir etmektedir, daire biçiminde yer almıştır. İkinci şehirde Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar yaşar ve bunların yanı sıra her halktan köleler vardır. Burası orta büyüklüktedir, sekize sekiz fersah uzunluğa ve genişliğe sahiptir. Üçüncü şehirde ben (kendim), beylerim, köle ve hizmetkârlarım ve bana sakilik yapan yakınlarım yaşıyor. Burası daire biçiminde yer almıştır, üç fersah uzunluğa ve genişliğe sahiptir. Bu duvarların arasından nehir geçer. Bu kış günlerimdeki ikametgâhımdır. Nisan ayından itibaren biz şehirden çıkarız ve hepimiz kendi bağ ve tarlamıza ve kendi işimize gideriz. Soylarımızdan her biri kendi atalarından (aldığı) (miras) mülke sahiptir. Onlar bu yerde kalır, (oraya) giderler ve oranın sınırlarında kalırlar. Ben ise, beylerim ve kölelerimle çıkarım ve V-d-şan94 adı verilen büyük nehre ulaşıncaya dek 20 fersahlık yol boyunca gideriz. Buradan da endişesiz ve korkusuzca şehrimizin sonuna gelinceye dek (ülkemizin) çevresini dolaşıyoruz. Kislev ayının95 sonunda, Hanukka96 (bayramı) günlerinde şehrimize geliriz. Bulunduğumuz bölgenin ölçüleri ve durduğumuz yerler böyledir. (Bizim) ülke çok yağmur almıyor, (fakat) nehirleri ve kaynakları boldur; nehirlerinden de çok çok balık… (Bizim) ülke bereketlidir; çok tarla, çayır ve… Sayısı bilinmez. Bütün bunlar (bizim) nehirden sulanırlar ve (bizim) nehirden bitki alırlar. Sana yaşadığım ülkenin sınır ölçülerini de bildiriyorum. Doğu tarafına G-r-gan denizine dek 20 fersahlık yola uzanmaktadır. Güney tarafında doğru Ug-ru adındaki büyük nehre dek 30 fersahlık yol vardır. Batı tarafına doğru Ug-ru’dan çıkan Buzan nehrine dek 30 fersahtır. Kuzey tarafına doğru G-r-gan denizine doğru (akan) nehrin yamaçlarına ve Buzan’a dek 20 fersahlık yol vardır. Ben bir adada yaşıyorum; tarlalarım ve bağlarım ve bana gereken her şey adada bulunmaktadır. Kudretli Tanrı’nın yardımıyla rahat bir şekilde yaşıyorum.
Mektubunuzda yüzümü görmek için can attığınızı ifade ettiniz. Ben de latif çehrenizi ve bilge ve büyüklüğünüzün ender güzelliğini çok görmek isterim. Sözlerinize istinaden. Eğer birliktelik mümkün olursa, şerefli, büyülü ve latif çehrenize dikkatle bakar baba-oğul oluruz. Buyruklarınız üzerine halkımı yönetir, ilişkilerimi sizin ve ihtiyatlı konseyinizin emirleri doğrultusunda yönlendiririm. Elveda.
Bir yanıt yazın