Umutlarımızı Yok Ettiniz, Hayallerimizi yıktınız…
Güneşimizi, ışığımızı kararttınız. Düşlerimizi, gülüşlerimizi, umutlarımızı çaldınız.
Tüm renkler siyaha, tüm zamanlar geceye döndü.
Kara bulutlar kapladı dört bir yanımızı… Her yer karanlık, hem de zifiri karanlık…
Yaşama sevincimizi bitirdiniz.
“Sayenizde sayeban (gölgelik) olduk,” demiş Attila İlhan. Sayenizde insana, insanlığa olan inancımızı yitirdik.
Nasıl iştir bu? Adam, “Ben tarikatçıyım, mollayım” diyor, sonra da haram yiyor; yalan söylüyor, küçük çocukları tacizden hapse atılıyor…
Neye, kime inanacağımızı, neye, kime güveneceğimizi şaşırdık.
Geleceğe umutla bakamıyoruz artık.
Yarınlarımızı çaldınız… Bu ülkede kimse yarınından emin değil.
Yüz binlerce üniversiteli genç, işsiz güçsüz ortalıkta dolaşıyor.
Diplomalar, sınavlar işe yaramıyor artık. 90, 95 puan alanlar “Mülakat”da eleniyorlar.
Bir mesleğe girmek istiyorsan eğer, iktidarda bir yakının, tanıdığın, dayın olacak…
Kimse işyeri açmıyor, açamıyor. Kimse bir meslek dalına sermaye yatıramıyor. Çekiniyor. Korkuyor. Çünkü sokaklar, caddeler kepenkleri indirilmiş dükkânlarla dolu…
Gariban, yoksul halk her geçen gün biraz daha yoksullaşıyor, ele güne muhtaç hale geliyor.
Ama bir avuç politikacı, yandaş, tarikatçı yalılarda, konaklarda, villalarda, saraylarda yaşam sürüyor.
Yoksul insanlara vaat ettikleri cenneti bu dünyada kendileri yaşıyorlar…
Tümü de her geçen yıl biraz daha zenginleşiyor, servetine servet katıyor. Bir taraftan da Cuma Hutbelerinde halka sükûnet, sabır tavsiye ediyorlar, diyorlar ki:
“İçinde yaşadığımız bu aziz milletin ve bu müstesna toplumun değerini bilelim. Sevinci ve kederi, varlığı ve yokluğu paylaşalım.
Hal ve hareketlerimizle birbirimize sükûnet, huzur ve muhabbet aşılayalım.”
Arkasından da ekliyorlar:
“Müminin görevi varlıkta şımarmamak, yoklukta sabretmektir. Sevinci ve kederi, varlığı ve yokluğu paylaşmaktır.”
Ama ben şimdiye dek onların yokluğu paylaştıklarını, “Ülke zor günlerden geçiyor” diye, harcamalarını, lüks masraflarını kıstıklarını hiç görmedim.
Sabrın da bir sonu vardır.
Ne demişti Hz. Muhammet?
“Haksızlıklar karşısında susan dilsiz şeytandır…”
Şimdi bu ortamda, bu talan ortamında, gözümüzün önünde gerçekleştirilen bu kadar haksızlık, hukuksuzluk karşısında susan mı Müslüman’dır, susmayıp hakkını arayan mı?
Şimdi bu vurgun ortamında, ülkemizde gerçekleştirilen yüzlerce yolsuzluğu, hırsızlığı, ahlaksızlığı sineye çekip, susup oturan mı dilsiz şeytandır; yoksa haksızlıklar karşısında direnen, hakkını arayan mı dilsiz şeytandır?
Hangisi Hz. Muhammet’in emirlerine uymaktadır? Ne dersin takkeli, sarıklı molla?
Sen tacizlere, tecavüzlere, yalanlara, talanlara bir kez olsun karşı çıktın mı? Tek laf ettin mi?
Fakirin, fukaranın hakkını aradın mı?
Sen hiç yok edilen tarım, hayvancılık, sanayi karşısında üzüntünü, memnuniyetsizliğini dile getirdin mi?
Dolar artışı ve dolar vurgunu karşısında bir kez olsun sesini yükselttin mi?
Gerçekler karşısında neden susuyorsun?
Neden hakkın, hukukun, haklının yanında yer almıyorsun?
Sen yoksa “Dilsiz Şeytan” mısın?
(alieralp37@gmail.com)
Bir yanıt yazın