Prof. Dr. Süleyman Çelik (scelik44@gmail.com)
1930’larda genç Türkiye Cumhuriyeti’ni dünyaya tanıtmak amacıyla bir dergi yayımlanır. Bol fotoğraflı olan dergi Fransızca olarak “La Turquie Kemaliste” adıyla yayımlanır.
Boyut Yayıncılık bu dergilerin tıpkı basımlarını, büyük boy bir koleksiyon kitabı olarak, bugünün bilgileriyle, yayımladığını reklamlarla duyurdu.
Kitap ilgimi çekmekle birlikte, büyük boyutlu kitaplar kitaplığım için uygun olmadığından almayı düşünmedim. Ancak yayınevi bir şekilde bana ulaştı ve satıcısının ısrarlı telefonları sonucu almak zorunda kaldım.
Reklamlarda “bugünün bilgileriyle” derken, tıpkı basımları yapılan dergideki yazıların ve fotoğrafların günümüz bilgileriyle açıklandığını/ karşılaştırıldığını düşünmüştüm. Ancak kitap geldiğinde gördüm ki “bugünün bilgileriyle” dedikleri baştan 255 sayfada, Atatürk Türkiye’sinin eleştirisi yapılmış. Bu bölümde, eleştiriyi nesnel değerlendirmelerle yapan saygın yazarların yanında, Can Dündar, Tanıl Bora, Murat Belge, Ayşe Hür gibi Atatürk ve devrim karşıtlarına da yer verilmiş!..
Kitabın arkasına ise tıpkı basım diyerek, dergilerdeki bazı sayfaların sadece fotoğrafları basılmış ve dergideki yazıların toplu değerlendirilmesi yapılmış. Bu bölüm, ilk bölümün yaklaşık yarısı kadar..
Derginin, “Kemalist Türkiye” (La Turquie Kemaliste) olan adı, “Kemal’in Türkiye’si” olarak değiştirilmiş. Bunun nedenini Editör Bülent Özükan şöyle açıklıyor: “Kemal’in Türkiye’si ile Kemalist Türkiye farklı kavramlar.”
Bunu bilmelerine karşın, neden özgün adına sadık kalmadıklarını da şöyle açıklıyor: “Kemalizm’e yüklenen anlam ise bambaşka.”
Kemalizm, başat ilkeleri “aydınlanmacı, emperyalizm karşıtı (antiemperyalist), ulusal egemenliğe dayalı ulus devlet ve tam bağımsızlıktan yana” olan bir dünya görüşü/ ideoloji; başka bir anlamı yok…
***
Biliyoruz ki emperyalistler sömürgeleri altındaki mazlum uluslara kötü örnek olacağından korktukları Kemalist Türkiye’yi kuruluşundan beri yıkmaya çalışıyorlar. Bu amaçla etki ajanları/ algı operatörleri yetiştirdiler, isyanlar, ayaklanmalar çıkardılar, terör örgütleri, tarikatlar, cemaatler kurdurdular ama yıkamadılar…
Bu arada korktukları başlarına geldi. Kemalistlerin zaferinden sonra sömürgecilerin yenilebileceğini gören mazlum uluslar bağımsızlık mücadelesine başladılar ve 1960’lara geldiğimizde çoğu bağımsızlığını kazandı.
Emperyalist ülkelerin en önemli dışalım ürünü beyindir. Dünyanın en akıllı beyinlerini ülkelerine taşırlar. Geri kalmış ülkelerin genellikle hırsız olan yöneticilerinin, akıllı gençlerden hoşlanmamaları da işlerini kolaylaştırır. Böylece ülkelerine kazandırdıkları bu beyinler aracılığı ile bilim ve dolayısıyla teknolojide yenilikler yaratarak ekonomilerini güçlendirdikleri gibi, yeni sömürgecilik yöntemleri geliştirmekte ve kullanılabilir olanlardan da etki ajanı/ algı operatörü olarak yararlanmaktadırlar…
Bu şekilde geliştirdikleri ve “küreselleşme”, “neo-liberalizm” vb. adlar verdikleri bu yeni sömürgecilik yöntemleri ile bağımsızlıklarını kazanmış ülkeleri yeniden sömürmeye başladılar. Ne yazık ki bunların arasında Atatürk’ten sonra Kemalizm’den uzaklaşmış Türkiye de var…
Türkiye Kemalizm’den uzaklaşmış, tam bağımsızlığını kaybetmiş, emperyalizmin güdümüne girmişti ancak “bin yılın dâhisi” ülkede öyle bir etki bırakmıştı ki onun ruhunu yok edemiyorlardı. Nitekim bu ruh, 1974’de Ecevit’in kişiliğinde canlandı ve emperyalistlerin karşı çıkmasına aldırmaksızın Kıbrıs’ta soydaşlarımızı yok olmaktan kurtardı.
Bunun üzerine TÜSİAD vb. işbirlikçiler devreye sokularak Ecevit düşürüldü. Yerine getirdiklerine “neo–liberalizmi” dayattılar. O da “24 Ocak kararları” adı altında bunu yürürlüğe koydu. Ancak bu kararlar, TBMM’ne bağımlı bir azınlık iktidarının yürütmesi olası değildi. Bu nedenle “Bizim Oğlanlar” dedikleri devşirilmiş generallere darbe yaptırdılar.
Generaller, Kemalizm’in yerine Amerika tarafından geliştirilmiş olan “Türk-İslam Sentezi”ni devletin resmi ideolojisi yaptılar. Atatürk’ün mirasını bile çiğneyerek Türk Tarih ve Türk Dil kurumlarını kapattılar vs… Bu şekilde ilkelerini yok etmeye çalışmakla birlikte, ağızlarından Atatürk adını düşürmüyor ve Atatürkçü olduklarını öne sürüyorlar, bu da emperyalistleri kahrediyordu. Bunun üzerine, Atatürk’e karşı doğrudan saldırıya geçtiler. Artık Kemalizm’in ötesinde Atatürk’ün adını da silmek istiyorlardı…
Mütareke döneminde işgalcilerin başkanı İngiltere, işbirlikçi hainleri üç dernek altında toplamıştı: Batı yanlısı mandacıları İngiliz Muhipleri, gericileri İslam Teali, bölücüleri Kürt Teali…
Emperyalist istihbarat örgütleri bunlarla ilişkiyi hiç koparmadı. Atatürk döneminde sinmişlerdi. Ondan sonra yavaş yavaş ortaya çıkmaya ve etkinliklerini gittikçe arttırmaya başladılar. Efendilerinin son talimatı üzerine Atatürk’e saldırmaya başladılar.
Gericiler ve bölücüler bu işi açıkça ve kabaca yapıyorlar. Atatürk’ü katliam yapmakla suçlayan bölücüler hainleri yüceltiyorlar; Seyit Rıza’nın heykelini yaptılar, Şeyh Said’in adını meydanlara verdiler. İskilipli Atıf ve Mustafa Sabri gibi hainlere sahip çıkan gericiler ise, artık devletin gözü önünde, ellerinde kılıçla minbere çıkıp Atatürk’e “nankör”, hatta “kafir” diyorlar…
Mandacılar ise daha ince bir yöntem kullanıyor, algı operasyonu yoluyla Atatürk’ü övüyor gibi görünerek küçültmeye çalışıyorlar. Bunu en iyi, Amerikan İstihbaratı tarafından devşirilmiş psikiyatri profesörü Vamık Volkan, Atatürk hakkında yazdığı bir kitapta yapmış; Can Dündar da bundan yararlanarak “Mustafa” filmini çekmiştir. Öyle görülüyor ki Boyut Yayıncılık da aynı amaçla sözünü ettiğimiz Kemal’in Türkiye’si kitabı yayımlamış ve kitabın sunum yazısını, bu konuda deneyimli olduğu için olsa gerek Can Dündar’a yazdırmış…
Aynı yayınevi, Lozan Antlaşması hakkında da bir kitap yayımlıyormuş. Bizim için Sevr’i uygun görmüş olan emperyalistler, Lozan Antlaşması’ndan nefret ederler. Yıllardır Kadir Mısıroğlu gibi etki ajanlarını kullanarak, bizi de Lozan’ın çok kötü bir antlaşma olduğuna inandırmaya çalışıyorlar. Boyut Yayıncılık bu yeni kitabında, sanırım Kadir Mısıroğlu gibilerden yararlanmıştır!..
Bu arada Editör, “tarihe not” olarak, şunları yazmış: “12 Eylül 2010 tarihinde yapılan referandum ile Türkiye vatandaşlarının yüzde 58’i bir anlamda ‘Kemal’in Türkiye’si’ dönemini kapama yetkisini Recep Tayyip Erdoğan’a vermiş oldu… Recep Tayyip Erdoğan imzalı yeni dönem uygulamaları halen devam ediyor…”
Demek ki emperyalistlerin isteği gerçekleşmiş!..
Bu arada biz de bir not düşelim: Boyut Yayıncılık’ın algı operatörü olarak kullandığı yazarlar “Yetmez ama Evet” diyerek söz konusu referanduma destek vermişlerdir…