Site icon Turkish Forum

1973 STOCKHOLM TOPLUM SENDROMU

1973 STOCKHOLM TOPLUM SENDROMU

1973 STOCKHOLM TOPLUM SENDROMU... - stockholm syndrome sendromu

Güç daima eğitimi düşük toplumlara hükmeder. Cahil aptal kör bırakılmış toplumlar bu güçten korkar. Gördüğüne değil sadece duyduğuna inanan din narkozuyla uyutulmuş halkın sorgulama araştırma gücü şansı yoktur. Toplum psikolojisi sendromal bir hastalığa dönüşürse, burada kaygı verici sonuçları yaşamanın bedelini yine toplum yaşayacaktır.

Demokrasinin dolaysız özde değerlerinin tüketilip sözde adıyla paylaşıldığı bir siyaset anlayışının adına. Felaketin nerede kaldığı, nasıl geldiği, nasıl yaşandığı yaşanacağı adını koymak için zaman kalacak mı acaba?

İnanç saygınlığının bile siyasete alet edildiğini görmek bu felaketin bir adı değil mi? Allah’ın görmek istediği gibi bir Müslüman olmak önemli. Ben Allah beni nasıl görmek istiyorsa, onun görmek istediği bir din anlayışına inanmanın arkasındayım. Birilerinin din kutsallığını tüketip hiçe sayarak adını verdikleri bir din anlayışına değil.

Victor Hugo ” Din afyondur bir toplumu kendi anlayışında teslim almak istiyorsan cahil bırakarak din saygınlığını kullanacaksın” demesinin şimdi anlamı nasılda yaşanıyor bu ülkede. Eğitimi düşük toplumlar her zaman otoriter anlayışa teslim olmanın korkularını yaşar,  burada mutsuz bir halkın resmini görmek mümkün. 

Gustov Flodberg ”İktidara geldikten sonra otoriteye yönelen siyasi yönetimler, kendi seçmen kitlesini yaratabilmek için DİNİ kullanırlar” diyor. 

Bu senaryonun içinde kalan din afyonuyla uyutulmuş halkın gerçekleri görmesi mümkün değil. 

Bunun bir başka örneği 1973 ‘te Stockholm sendromu adıyla ( toplum sendromu) yaşandı. Kendi din anlayışlarını ileri sürenler Dini daima akıl ve bilimden önce yansıtmaya çalıştılar. Akıl ve bilimden yoksun anlayışın toplumsal felakete dönüşmesi kaçınılmazdır. İfade özgürlüğü kaybolmuş konuşamayan korkuyla yaşayan sorgulayamayan bir toplum mutlu olabilir mi? Cahil toplumlar kendilerini yönetecek kişileri seçme bilincinden uzakta kalırsa. Asıl tükenmişliğin felaketin adını koymak mümkün olmaz. 

Nietzsche‘nin mantığında da bu gerçek kendini göstermiyor mu? Güç daima eğitimi düşük insanlara hükmeder. Akıl ve bilim yerine din kullanılırsa cahil toplum buradaki gerçeği göremez. Zira cehalet gördüğüne değil duyduğuna inanır.

”Biz Allah’tan emir alarak her şeyi yapıyoruz” demek bir akıl tutulması değil mi? İşte buna inanan bir toplum kitlesi var bu ülkede. Ama bir felaketin habersizi ortağı olduklarının farkında değiller. En acı bir gerçekte, akıl ve bilim Sokrates’ten bugüne kadar kendini bir türlü cehaletin bağnazlığın hurafenin kontrolünden kurtaramadı bu ülkede. Birileri biliyor ki aydınlanmanın çağdaş olmanın sorgulamanın hızla artması sonunda bunun yaratacağı gerçeklerden korkuyorlar.

Günümüz Türkiye’sinde siyasi tıkanmanın sonuçlarına bakınca kaygı duymamak mümkün mü? Siyasi iradeye sahip her kimse daha duyarlı sorumluluk anlayışı içinde olmalı derim. Olmayan gerçeği yansıtmayan kendi din anlayışlarıyla toplumun din duyarlılığını siyasete alet etmek yanlıştır. Sokakta kendi tarihini bilmeyen bir halk var, geleceğinin ne olacağını ve korkarak yaşayan mutsuz bir halk var. Şimdi bu belirsizlikleri kim ya da kimler nasıl ortadan kaldıracak buda belli değil. Şimdi burada insan hak ve özgürlüklerinin bile nerede kaldığının resmimi çizmemiz mümkün mü? Özgür olmayan bir toplum konuşamaz bilemez göremez duyduğuna inanmakla kalır.

İspanyol şair Gorcia Lanca 1936 yılında İspanya da ”özgürlük, yine de özgürlük, daima özgürlük” diye bağırdığında idam edildi. 

Albert Einstein ” Evrende iki şey sonsuzdur, atmosfer ve aptallık” sözlerini hatırladığımda bunun kendi ülkemde yansıması sanırım aptallık olsa gerek.

Yaşananlara tepkisiz kalan konuşamayan bir toplum olmak endişe verici değil mi? Burada tümüyle demokrasiyi, tarihi, çağdaş düşünce anlayışını, aydınlığı, cumhuriyeti ve Atatürk saygınlığını unuttuğumuzun farkında değiliz. En büyük korkumda toplumsal kopmanın yaşanması asıl felaketin adı bu olacaktır.

Her geçen gün yaşananlar toplumun mutsuzluğunu açıkça göstermiyor mu? 500 milyar dolar borcu olan bir ülke, her üç kişiden ikisi işsiz, 30 milyondan fazla insan açlık ve yoksulluk sınırında, uluslararası saygınlığını kaybetmiş, sanatçısına değer vermeyen bir düşünce anlayışı.

Hepsinden önemlisi anayasanın 25-26 maddelerinin verdiği sağladığı anayasal hakla konuşamayan bundan korkar hale gelen bir toplum.

Yeni bir yılda dilerim bu kaygıların yerini sağ duyu barış ve kucaklaşma alır. Şimdi buna her zamankinden daha çok ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. 

Bu vesileyle herkesin yeni yılını içten duygularımla kutluyorum. Daha özgür aydınlık çağdaş konuşan bir Türkiye hayalim budur. Prof. Dr. Levent Seçer

Exit mobile version