Gazi Mustafa Kemal’in önderliğinde Cumhuriyeti kuran kadro, kötü bir miras devralmıştı. Ülke harap ve bakımsızdı. Ekonomi çöküntü hâlindeydi. Eğitim seviyesi çok düşüktü. On yıldır süren savaşlar, çalışabilir erkek nüfusun seyrelmesine yol açmıştı. Tarım ilkeldi. Sanâyi, azınlıkların tekelinden kurtulamamıştı. Dar bir zümrenin dışında, millî şuur uyanmamıştı. Son gayretini harcamış ve düşman işgalinden kurtulmak için her şeyini vermiş olan halk yorgun, mecalsiz ve yoksuldu.
Buna karşılık, sâdece Yunanlılara değil, onların arkasındaki savaş galiplerine karşı da bir zafer kazanılmıştı. Her dakikası bir destan niteliğinde olan Millî Mücâdele başarıyla sona ermişti. Herkesin başı dik, yüreği umutla doluydu.
Mustafa Kemal Paşa, olumlu ve olumsuz renkler taşıyan bu tablodan Türklük bilincine kavuşmuş, millî mefâhirinden gurur duyan, çağdaş medeniyet yolunda koşacak yeni bir toplum çıkacağına inanıyordu. Bunu çok gerekli, hayatının mânâsı sayacak kadar gerekli buluyordu. Bütün zorluklar zaman içinde çözümlenebilirdi. Ama, atılması gereken ilk adım millî şuurun, millî vicdanın uyandırılmasıydı.
Ziya Gökalp, daha 1915’te, “Millet” adlı şiirinde:
Sorma bana oymağımı, boyumu,
Beşbin yıldır millet gibi yaşarım…
Deme bana Oğuz, Kayı, Osmanlı,
Türk’üm, bu ad her ünvandan üstündür.
demişti.
Türklük bilincini güçlendirecek bu gibi telkinlere, Atatürk bütün hayatı boyunca devâm etmiştir:
“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk halkına Türk milleti denir. Dünya yüzünde ondan daha büyük, ondan daha eski, ondan daha temiz bir millet yoktur ve bütün insanlık tarihinde görülmemiştir.”(11)
“Türk’ün haysiyet ve izzetinefis ve kâbiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa mahvolsun, evlâdır.”(12)
“Türk milleti kahramanlıkta olduğu kadar kâbiliyet ve hünerde de bütün milletlerden üstündür.(13)
“Bu memleket tarihte Türk’tü, bugün Türk’tür ve sonsuza kadar Türk olarak yaşayacaktır.”(14)
“Benim hayatta yegâne fahrim, servetim Türklükten başka bir şey değildir.”(15)
Ziya Gökalp, millî tesânüdün (dayanışmanın) güçlü olmasına önem vermekte, bunun temeli olarak da vatanî ahlâkın yüksek olmasını şart saymaktadır. Gökalp’a göre vatan, üstünde oturduğumuz toprak demek değildir. Vatan, “millî kültür”dür; toprak ise onun zarfıdır. O halde, millî dayanışmayı kuvvetlendirmek için, her şeyden önce vatanî ahlâkı yükseltmek gerekir.(16)
Atatürk, millî birliğin, o güne kadar sağlanan başarılarda önemli bir paya sâhip olduğunu, 10. Yıl Nutuku’nda “Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve berâber olarak azimkârane yürümesine borçluyuz”(17) sözleriyle dile getirmiştir. Millî birlik ve dayanışma konusunda Ziya Gökalp’la Atatürk arasındaki fikir berâberliğini gösteren bir başka örnek, 1935’te söylenmiş olan şu sözlerdir:
“Bir yurdun en değerli varlığı, yurttaşlar arasında millî birlik, iyi geçinme ve çalışkanlık duygu ve kâbiliyetlerinin olgunluğudur… Türk milletinin idâresinde ve korunmasında millî birlik, millî duygu, millî kültür en yüksekte göz diktiğimiz idealdir.”(18)
Millî kültür bahsi, Ziya Gökalp’ın çeşitli eserlerinde ve yazılarında sık sık ve önemle ele aldığı bir konu olmuştur. Gökalp, özet olarak, Batı medeniyetine girmeden önce, millî kültürümüzün arayıp bulunmasını ve ortaya çıkarılmasını gerekli görmektedir.(19)
Atatürk de, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin dördüncü dönem, ikinci toplantı yılını açarken yaptığı konuşmada “Millî kültürün her çığırda açılarak yükselmesini Türk Cumhuriyeti’nin temel dileği olarak temin edeceğiz”(20) demiştir.
***
Türkçülüğün Esasları’nda yer alan “Türkçülüğün Programı” bölümünde Ziya Gökalp dilde Türkçülük, ahlâkî, hukûkî, dinî, iktisadî ve siyasî Türkçülük bahislerini ele almıştı. Bu programın 1923 yılında hazırlandığını düşünürsek, âdetâ yeni Türk devletine yol göstermek amacıyla kaleme alındığını varsayabiliriz.
Dilde Türkçülük bahsinde Gökalp’ın teklifleri şöyledir:
1) Dilimizi lüzûmsuz Arapça ve Farsça deyimlerle tamlamalardan temizlemek,
2) Henüz varlıklarını bilmediğimiz millî deyimleri ve ifâde tarzlarını ilâve etmek,
3) Henüz mâlik olmadığımız için yaratmaya mecbûr olduğumuz milletlerarası kelimeleri dile katmak.(21)
Cumhuriyetin ilânından sonra, bu yoldaki gelişme kendi istikâmetinde devam etmiştir. Ancak, Atatürk Türk dilinin sâdeleşmesi ve zenginleşmesi hareketini milliyetçiliğin tabiî bir icâbı saydığı için bu gelişme temposunu tatmin edici bulmamıştır. Bu konudaki görüşlerini 1930’da şöyle ifâde etmiştir:
“Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması, millî hissin inkışâfında başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir., yeter ki bu dil şuurla işlensin, ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.”(22)
“Dil bakımından, Atatürk’ün amacı bütün lehçeleriyle Türk dilinin bugünkü ve dünkü durumunun bilimsel yollarla tespit edilebilmesiydi.”(23)
Türk Dil Kurumu’nun faaliyete geçirilmesi, Türk dilinin araştırılması ve geliştirilmesi yolunda bir dönüm noktası olmuştur. Türkçe’nin sâdeleştirilmesi, yabancı dillerin etkisinden kurtarılması için birkaç yıl çeşitli çalışmalar ve denemeler yapılmış; sonunda, Atatürk, aşırılıkların dili bir çıkmaza götürdüğünü görerek tabiî yola dönülmesini istemiştir. “Atatürk, dilde Türkçeciliği devlete mâl etmiştir. Ünversiteye mâl etmiştir. Mekteplere mâl etmiştir.”(24) “Atatürk’ün amacı zengin, güzel ve millî Türkçe idi. Bu gâyeden ayrılmak için insan Türklüğünden uzaklaşmalıdır.”(25)
Ziya Gökalp’ın da istediği bundan başka bir şey değildir. Denilebilir ki, Atatürk, bu yolda Gökalp’ın düşüncelerini ve hayâllerini dahi aşmıştır. 1930-1938 döneminde girişilen Türk dili çalışmalarında zaman zaman zorlamalara ve aşırılıklara gidilmiş olsa da, sonuçta bütün bunlar milliyetçilik sâikiyle yapılmıştır.
Ziya Gökalp’ın ahlâkî Türkçülük bahsindeki görüşlerini şu şekilde özetlemek mümkündür:
1) Kadınlar, sosyal ve siyasî hayata daha yoğun şekilde katılmalıdır.
2) Ev, ortak olarak, karıyla kocanın ikisine âit olmalıdır.
3) Çocuklar üzerindeki velilik hakkı, babaya olduğu gibi anneye de tanınmalıdır.
4) Tek kadınla evlenmek esas olmalıdır.
5) Mal edinmede ve mirasta kadın-erkek eiştliği sağlanmalıdır.(26)
Medenî Kanun’la getirilen yenilikler ve kadınlara seçme-seçilme hakkının tanınması (1934), kadınların iş hayatına katılması gibi gelişmeler, Atatürk Türkiyesinde, Gökalp’in görüşlerinin uygulanmaya nasıl konulduğunu göstermektedir.
Ziya Gökalp, hukukî Türkçülük bahsinde, kanunlarımızda hürriyete, eşitliğe ve adâlete aykırı ne kadar kaide ve teokrasi ile klerikalizme âit ne kadar izler varsa hepsine son vermek gerektiğini belirtmiştir.(27) Ayrıca, çağdaş bir aile vücûda getirilmesini, hukukî Türkçülüğün gâyelerinden biri olarak göstermiştir.
Cumhuriyetin ilânından sonra yapılan hukukî düzenlemelerle (medreselerin, tekke ve zâviyelerin kapatılması, tevhid-i tedrisat kanunu, laikliğin benimsenmesi, vb.) Gökalp’ın hukukî Türkçülük olarak gösterdiği hedeflere hemen tamâmen ulaşıldığı görülmektedir.
Dinî Türkçülük bahsinde Gökalp, din kitaplarının ve hutbelerle vaazların Türkçe olmasını teklif etmektedir. Gökalp’a göre “dinî hayatımıza daha büyük bir vecd ve inşirah vermek için gerek -tilâvetler müstesnâ olmak üzere- Kur’an-ı Kerim’in ve gerek ibâdet ve âyinlerden sonra okunan bütün dualarla münâcatların ve hutbelerin Türkçe okunması lâzım gelir.”(28)
Atatürk döneminde bu istikâmette düzenlemeler yapılmış, hattâ ezanın bile Türkçe okunmasına başlanmıştır. Türkçe ezan uygulaması 1950’ye kadar devâm etmiştir. Görüldüğü gibi, Gökalp’ın dinî Türkçülük bahsindeki programı çok sınırlıdır. Günümüzde bu sınırların çok ötesi dahi tartışma konusu olabilmektedir.
Ziya Gökalp’ın iktisadî Türkçülük görüşü, kısaca şöyledir:
“Türklerin sosyal mefkûresi, ferdî mülkiyeti kaldırmaksızın, sosyal servetleri fertlere kaptırmamak, umûmun menfaatine sarf etmek üzere muhâfazasına ve üretilmesine çalışmaktır.” Memleket büyük sanâyie kavuşturulmalıdır. Türk iktisatçılarının ilk işi, evvelâ Türkiye’nin iktisâdî gerçeklerini tesbit, sonra da bu objektif tedkiklerden millî iktisadımız için ilmî ve esaslı bir program vücûda getirmektir. İktisat Vekâleti, ferdî faaliyetlerin başında umumî bir düzenleyici vazifesi görmelidir.(29)
Gökalp’ın bu konudaki görüşleri, kendisi iktisatçı olmadığı için, genel mahiyettedir. Cumhuriyetin ilk döneminde, ekonomik kalkınma için yapılan girişimlerin de bu çerçeve içinde kaldığını söyleyebiliriz. Zaman zaman hür teşebbüse zaman zaman devletçiliğe ağırlık verilmesi, dünyadaki ekonomik değişimlerin ve bunalımların seyrine göre olmuştur. Kalkınma plânları yapılmasını ve ekonomiyi yönlendirmekle görevli bakanlıkların düzenleyici rol oynamalarını bu çerçeve içinde görmek mümkündür. Sanayiin geliştirilmesi (dokuma, şeker, kağıt fabrikaları), yabancı sermâyenin elindeki işletmelerin millîleştirilmesi, azınlıkların hâkim oldukları ticarî, malî, sınaî faaliyetlerin giderek Türk iş adamlarının eline geçmesi gibi gelişmeler de Gökalp’ın ana fikrine uygun olarak gerçekleşmiştir.
Siyasî Türkçülüğe gelince:
Ziya Gökalp, bu konudaki görüşlerini bir düstûr hâlinde ifâde ediyor: “Siyasette mesleğimiz halkçılık ve kültürde mesleğimiz Türkçülüktür.(30)
Gâzi Mustafa Kemal’in daha 1921’deki şu sözleri, Gökalp’ın halkçılık görüşüyle çakışmaktadır:
“İç siyasetimizde ilkemiz olan halkçılık, yâni milletin bizzat kendi geleceğine sâhip olması esâsı Anayasamız ile tespit edilmiştir.”(31)
“Bizim görüşümüz -ki halkçılıktır- kuvvetin, kudretin, egemenliğin, idârenin doğrudan doğruya halka verilmesidir, halkın elinde bulundurulmasıdır. Yine şüphe yok ki, bu, dünyanın en kuvvetli bir esâsı, bir ilkesidir.”(32)
Halkçılık ilkesinin önce Cumhuriyet Halk Fırkası programında, sonra anayasada yer alması, Gökalp’la Gâzi Mustafa Kemal’in müşterek görüşlerinin uygulamaya geçirilmiş olması anlamına gelmektedir.
Ziya Gökalp, Türkçülüğü, kısaca “Türk milletini yükseltmek” şeklinde târif ediyor. Bu târif şüphesiz doğru, fakat çok geniş kapsamlıdır. Atatürk’ün, (Ziya Gökalp’tan aldığı fikrî tesirleri bir tarafa bıraksak bile) bütün çalışmalarının başlıca iki amaca yönelmiş olduğu bir gerçektir: Milliyetçilik ve medeniyetçilik.(33) Onun toplum, kültür ve siyaset hayatımıza getirdiği yenilikler, değişimler, inkılâplar Türk milletini çağdaş medeniyet seviyesine ulaştırmak, yâni yükseltmek amacıyla yapılmıştır. Bu açıdan bakıldığı takdirde, Türkçülüğün fikir babasının Ziya Gökalp, ilk ve radikal uygulayıcısının da Atatürk olduğunu kabul etmek gerekiyor.
Altan Deliorman
Dipnotlar:
(1) Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara 1984, sh. 171-173.
(2) Utkan Kocatürk, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi 1918-1938, Ankara 1983, sh. 248.
(3) Turhan Feyzioğlu, Atatürk ve Milliyetçilik, Ankara 1987, sh. 22.
(4) Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, İstanbul 1972, s. IV. (Mehmet Kaplan’ın önsözü)
(5) a.g.e sh. v
(6) Robert Devereux, The Principles of Turkisme, Londra 1968.
(7) Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, İstanbul 1972, sh. vii, (Mehmet Kaplan’ın önsözü).
(8) Bilâl N. Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk, C. 1, Nisan 1919- Mart 1920, Ankara 1973, sh. 26.
(9) Utkan Kocatürk, a.g.e, Ankara, sh. 44
(10) Atatürk’ün Kültür ve Medeniyet Konusundaki Sözleri, Ankara 1990, sh. 61-62.
(11) Ayşe Âfet İnan, Medeni Bilgiler ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, Ankara 1969, sh. 351-352
(12) M.K. Atatürk, Nutuk, C. 1, Ankara 1960, sh. 13.
Yazıları posta kutunda oku