Uluslararası Bir Tehdit Olarak FETÖ

18 Aralık 2002 tarihinde değerli dostum, bilim insanı Doç. Dr. Necip Hablemitoğlu’nu menfur bir suikat cinayeti sonucunda kaybettik. Sevgili Dostum’u; rahmet, minnet ve sevgiyle yad’ediyorum. Ülkesi için geceli-gündüzlü yoğun çalışarak, ülkemizin karşı karşıya kaldığı tehlikeleri tespit edip, kamuoyumuzun bilgilendirilmesi için çok yoğun çalışıyordu.

Menfur cinayetin aradan geçen 19 yıla rağmen halen aydınlatılamamış olması, Türkiye Cumhuriyeti’nin güvenlik ve yargı makamlarının büyük bir ayıbı olarak ortada duruyor. Cinayetin aydınlatılamamasında geçen sürenin uzunluğundan dolayı, gayri ihtiyari cinayetin aydınlatılmama arzusunun bulunduğunu, cinayet iki ayrı silahtan patlatılan iki merminin rahmetli dostumun başı ve gözüne isabet etmiş olmasından, katillerinin profesyonel caniler olduğunu düşünüyorum.

Bilim insanı Doç. Dr. Necip Hablemitoğlu; ülkemizin karşı karşıya kaldığı tehlikeleri, eserleri marifetiyle ülkemizin insanları ve kuruluşlarının öğrenmesini sağlarken, medya marifetiyle tüm kamuoyunu aydınlatma gayretindeydi. 15 Temmuz 2015 tarihindeki Fetöcü kalkışmada 250’nin üzerinde insanımızı yitirdik. Rahmetli Dostum’un büyük mücadelelerine biraz olsun ehemmiyet gösterilmiş olsaydı, 15 Temmuz kalkışması olmayacaktı. Bundan dolayı, sadece bu cinayetin aydınlatılması değil, Kumpas davalarının meydana gelişini ve 250’nin üzerinde vatandaşımızı yitirdiğimiz 15 Temmuz kalkışmasından evvel alınmayan tedbirlerin zaman kaybetmeksizin titiz incelenmesi gerekir. Hiçbir devlet zaafiyetleriyle birlikte yaşayamaz!

Rahmetli dostumun öldürülmesine sebep olduğu düşünülen „Köstebek“ kitabının önsözünü altta (eserlerinin mutlaka okunmasını öneririm) ve Polis Akademisi Yayınlarından „ Uluslararası Bir Tehdit Olarak FETÖ“ eserini bilgi için ekte gönderiyorum.

Kalın sağlıcakla

Rehan Gündoğmuş

18 Aralık 2002 tarihinde değerli dostum, bilim insanı Doç. Dr. Necip Hablemitoğlu’nu menfur bir suikat cinayeti sonucunda kaybettik. Sevgili Dostum’u; rahmet, minnet ve sevgiyle yad’ediyorum. Ülkesi için geceli-gündüzlü yoğun çalışarak, ülkemizin karşı karşıya kaldığı tehlikeleri tespit edip, kamuoyumuzun bilgilendirilmesi için çok yoğun çalışıyordu. - polis akademisi feto tehdit necip hablemitoglu

ÖNSÖZ

Yıl  1925. Büyük Atatürk, genç Cumhuriyetin yurttaşlarına ve dış ülkelere şu tarihi mesajı veriyordu: “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olamaz”…

Yıl 2002. Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olma yolunda, devrimlerden dönüş sürecinin sancılarını  yaşıyor…  Geçtiğimiz yüzyılın başında, Ingiliz işbirlikçisi Derviş Vahdeti, Sait Molla, Dürrizade Abdullah, Iskilipli Atıf gibi mürtecilerin tasfiyesi üzerine Cumhuriyet kurulmuştu. Bugün, küreselleştiği iddia olunan dünyada, gerçek anlamda küreselleşen Türkiye vatandaşı mürteciler, Ingiltere’nin yanısıra, A.B.D., Almanya, Libya, Suudi Arabistan gibi ülkelerden yönetilmeye, yönlendirilmeye devam ediyorlar. Yalnız bir farkla ki, A.B.D.’den gelen kimi müritler, Türkiye’de milletvekili seçilip “türban krizi” yarattıktan sonra tekrar anavatanlarına geri dönerken, kimi dervişler de, milletvekili olmadıkları halde, Türk Hükûmeti’ne dışarıdan bakan olarak girebiliyor, yabancı  taleplerinin takipçiliğini yapabiliyor. Ve bu araştırma konusu olan, yasadışı hocaefendi sanını (!) kullanmayı yeğleyen kimi şeyhler de, sanki gizli bir mübadele protokolü varmış gibi, kendi ülkesinden yeni vatan A.B.D.’ne rahatlıkla  hicret edebiliyor…  

Yeni binyılın şeyhlerinin, dervişlerinin, müritlerinin ve de meczuplarının amaçlarının da değiştiği gözlemleniyor.  Artık amaç, bir şeriat devleti kurmak değil. Şeriat, iktidarı, parayı, her türlü gücü ele geçirmenin sadece simgesel, klişeleşmiş adı.  Mürtecilik yani gericilik de artık salt dinsel anlamda kullanılmıyor. Tam bağımsız bir devleti ve kazanımlarını ortadan kaldırarak, düyunu umumiye döneminde olduğu gibi, ülkeyi  uluslararası finans merkezlerinin denetimine sokmak da, geriye gitmek anlamında mürtecilik olarak değerlendiriliyor.  Aynı şekilde, koşulsuz AB teslimiyetçiliğini savunarak, devlet egemenliğini kayıtsız şartsız ulusa değil, Brüksel’e bağlamaya çalışanlar da, Hürriyet ve Itilaf Fırkası’nın uzantıları olarak bu anlamda mürteciliği temsil ediyor.  Anavatan kavramını Türkiye sınırlarından çıkarıp, AB sınırlarına mal edenlerin milliyetçi muhafazakârlığı ile,  IMF, Dünya Bankası ve  AB çıkarlarının sözcülüğünü, savunuculuğunu ve de tetikçiliğini yapanların  yeni solculuğu, tıpkı Fethullah Gülen’in ve müritlerinin din ve vatan anlayışı ile birebir örtüşüyor… 

Türkiye Cumhuriyeti, tarihinin en karanlık, en hazin dönemini yaşıyor. Bir tarafta, Türkiye Cumhuriyeti’ni koşulsuz savunan, Atatürk ilke ve devrimlerinin sahibi ve takipçisi, aydınlanmacı, tam bağımsızlıkçı,  sömürünün her türüne karşı, evrensel barıştan yana,   yurtsever, ilerici, ulusalcı kesim var. Ancak, ne bir siyasal partiye, ne basın ve yayın kuruluşlarına, ne de kendilerini destekleyecek ulusal sermaye gücüne sahipler. Ülkenin elden gidişini sessiz çığlıklarla izliyorlar. Işlerini ve işyerlerini kaybedenler, üniversite kapılarında bekleyenler, sefalet sınırının altında yaşayanlar, ülke güvenliğini sağlamaya çalışırken baba ocağına tabut içinde dönenler,  Mumcular, Üçoklar, Aksoylar, Kışlalılar ve olup-biteni izleyen  milyonlarca örgütsüz, dağınık  Türk yurtseveri!.. Karşı tarafta ise, ülkeyi etnik ve mezhepsel esasa dayalı olarak bölmeye, yer altı-yerüstü ekonomik kaynaklarını pazarlamaya, din devleti kurmaya ve halkın dinsel inançlarını sömürmeye, hatta Cumhuriyet’in başına numara koymaya kararlı, zengin, güçlü, dış destekli, örgütlü vatan hainleri ve işbirlikçileri ile peşlerinden sürükledikleri ulusal bilinçten yoksun diğer bir  kesim!.. 

Işte “Köstebek” adlı bu çalışma, içinde bulunduğumuz kapkara dönemde, devletimizin altının nasıl oyulduğunun, nasıl zaafa düşürüldüğünün  binlerce örneğinden sadece birine ışık tutuyor: Türk Devleti’nin istihbarat birimlerine sızmış, kadrolaşmış fethullahçıları!.. 

Şeyhleri A.B.D.’de yaşayan, ancak kendi ülkesinde Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılanan; C.I.A., MI6 ve BND gibi yabancı ülke istihbarat örgütlerine taşeronluk yapan bir cemaate mensup müritlerin, asli görevi kendileri ile mücadele etmek olan istihbarat birimlerinde kadrolaşabileceğini, devletin gücünü, devleti savunanlara karşı kullanabilecek düzeye gelebileceklerini kim tahmin edebilir ki?  “Köstebek”, bu ihanet öyküsünün adıdır. ..

Siz, hiç fethullahçıları devlete karşı bir tehdit olarak algılayan, şikâyet eden ya da onlarla uğraşan  bir PKK’lı, Brüksel ya da Köln merkezli bir terörist ya da bir TÜSIAD üyesi ya da bir siyasal parti lideri ya da bir ikinci cumhuriyetçi ya da bir azınlık mensubu ya da misyoner ya da Hükûmet üyesi ya da bir Başbakan gördünüz mü? Nitekim, fethullahçıları kontr-espiyonaj kapsamında iç ve dış tehdit odağı olarak tanımlayan ve mücadele konsepti geliştiren gelmiş-geçmiş bir Içişleri Bakanı, bir Emniyet Genel Müdürü ve bir M.I.T. Müsteşarı da göremezsiniz, gösteremezsiniz!..  Haklı olarak sorarsınız, kendi iç güvenliğini sağlayamayan, sızıntılara engel olamayan bir ulusal istihbarat birimi, nasıl olur da ülkenin güvenliğini sağlar?!.  Bu sorunun yanıtı, doğal olarak olumsuzdur.  Önünüzde iki tercih vardır; ya çoğunluğun yaptığı gibi bu çelişkiye karşı başınızı çevirir, farketmemiş gibi yaparsınız veya risk üstlenerek araştırmaya ve mücadeleye başlarsınız!..  

Fethullahçılar, Türkiye’de Mevleviler, Bektaşiler, Cerrahiler gibi salt dinsel inancını yaşamaya çalışan bir cemaat değildir. Uluslararası alanda at koşturan, son derecede tehlikeli bağlantılarıyla, ekonomik  kaynakları ve eğitim kurumlarıyla, Türkiye’nin yüzyüze olduğu en tehlikeli tehdit odağıdır.  Örgütlenme modeli itibariyle Türkiye’de bir eşi yoktur; örgütlenme modeli olarak, tamamı C.I.A.  denetimindeki Moon, Falun-Gong, Scientology gibi tarikatlarla benzeşmektedir. Fethullahçılar, mevcut ekonomik kaynaklarını, yapılabilecek en akılcı ve en değerli alana, eğitim yatırımına tahsis ettiklerinden, diğer şeriatçı yapılanmalara kıyasla, ülkemizin sadece bugününü değil, daha çok geleceğini tehdit etmektedirler.  Işte bu yasadışı yapılanmanın, eğitimin yanısıra, en az onun kadar önemli olan  istihbarat alanına yönelmesinde, birtakım stratejik gerekçeler rol oynamaktadır:

1. Tüm dünyanın pekçok merkezinde uygulanmakta olan terörist ve de köktendinci ideolojik yaklaşımların yaptığı gibi, devlete ya da yabancı devletlere karşı silahlı mücadele vererek hedefe varmanın mümkün olmadığını en kavrayan dinsel organize suç örgütü, Fethullahçılardır.  Mevcut sistemi yıkmak yerine, takiyyeyi ön plana çıkararak, devlet yapısıyla çatışmayacak bir örgütlenmeyle, zaman içinde devletin stratejik kurum ve kuruluşların içine sızmak ve ele geçirmek, bu yasadışı yapılanmanın “ılımlı” görüntüsünün altındaki en önemli neden ve etkendir. 

2. Fethullahçı lar, istihbarat birimlerine sızmakla, kendilerine gelebilecek her türlü operasyonu önceden haber alma, önleme ve de karşı operasyonu başlatma olanağına sahip olmaktadırlar.  Bu durum, onlara sadece savunma değil, saldırı olanağı da sağlamaktadır.

3. Türk Silahlı Kuvvetleri’ne sızmakta zorlanan ama buna rağmen yılmaksızın girişimlerini sürdüren fethullahçılar, istihbarat birimlerindeki kadrolarını, alternatif Silahlı Kuvvetler olarak algılamaktadırlar.  Bu durum, onların kendilerini güvende hissetmelerine yol açmaktadır.  Nitekim, emniyet mensubu fethullahçıların toplanma ve eğitim merkezlerine “ışık kışlaları”, emniyet içindeki kadrolarına da genel bir ifadeyle “ışık orduları” denilmektedir. Fethullahçıların emniyet içindeki kadroları, T.S.K.’ne karşı “denge” sağ lama çabalarının bir sonucudur. Devletin ele geçirildiği, sistemin bütünüyle değiştirildiği, “Çin Seddi’ne otağ kurulduğu” en son aşamada, alternatif silahlı kuvvetlerin T.S.K.’ne karşı kullanılması olasılığından, moral anlamda sıkça söz edilmektedir. 

4. Fethullahçılar, Türkiye’nin tek özel istihbarat örgütüne sahiptirler. Devletin istihbarat birimlerinin tüm olanaklarını kullanan; gizli bilgilerin tamamını elde eden bu yasadışı örgüt, gerek kendi “hasım”ları ve gerekse, hedef siyasiler, gazeteciler, mafya babaları, bürokratlar, akademisyenler, askerler ve diğer önemli meslek mensuplarının “açıklarını” içeren, şantaj malzemesi olarak kullanılabilecek her türlü görsel ve işitsel bant kayıtlarından,  bu kayıtlara ait çözümlerden, fotoğraflardan her türlü resmi belgeye, hatta kişisel anekdotlara kadar herşeyi içeren bir arşive de sahip bulunmaktadırlar.  Parayla satın alamadıklarına, hatta korkutamadıkları “hasım”larına karşı, çarpıtılmış, fabrikasyon  bilgi  ve belge tanzimi de, bu örgütün ilgi ve uzmanlık alanı içindedir.  Aynı şekilde, fethullahçılar, kendi şirketlerine rakip şirketleri bertaraf etmek için bu özel istihbarat örgütünü kullanmaktadırlar.  Bunun için daha çok, “kaçakçılık” duyumları çerçevesinde şirket merkezlerine yapılan aramaların yıkıcı etkisinden söz edilmektedir. Aynı taktik, “hasım” vakıf, dernek ve şahıslar için de uygulanmaktadır. Bu örgütün servis hizmetlerinden kimi siyasilerin sıkça yararlandığı yolunda duyumlar alınmaktadır. Özel istihbarat örgütü sayesinde, radikal sosyalist partilerin dışında, seçim barajını aşma olas ılığı kuvvetli olan tüm siyasal partilerde, fethullahçıların aday gösterme gücünün  sözkonusu olduğu bilinmektedir. Bu örgüt  aynı zamanda, “hasım”ların enterne edilmesi, etkisizleştirilmesi ya da tasfiyesi; yandaşların ise önemli yerlere getirilmesinde işlevsel rol oynamaktadır.

Işte, “Köstebek” çalışması, fethullahçıların bu az bilinen karanlık yüzüne ışık tutmak amacıyla hazırlanmıştır. Özellikle Basın Savcılarının şu gerçeği  bilmeleri gerekmektedir:  Bu kitap,  Içişleri Bakanlığı’nı ya da Emniyet’i tahkir ve tezyif amacıyla kaleme alınmamıştır. Aksine, kitabın yazılmasında, Içişleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü ve M.I.T. gibi kuruluşlara, devletin güvenliğini koruma gibi asli görevlerini hatırlatma ve bu görevlerinin gereğini talep etme amacı  ön planda tutulmuştur. 

Bu kitabı hazırlarken, Fethullahçı istihbaratçıların “imam” düzeyindeki mensuplarına “moral” amacıyla dağıttıkları “Istihbarat Evrakı” yazılı dosyalardan (“gizli”, “çok gizli” kaşeli yazışmalar, soruşturma evrakları, ifade tutanakları, yazılı savunma ve diğer matbu metinler) çok yararlandığımı belirtmek istiyorum.  Ama bunun için de  fethullahçılara teşekkür etmem gerekmiyor. Buna karşılık, fethullahçı kadrolaşmaya karşı mücadele verdikleri için zarar gören ve bu çalışmada yardımlarını esirgemeyen  “Kemal’in Polisleri”ne minnet duygularımı sunuyorum. 

Hukuksal yardımlarından dolayı dost ve fedakâr avukatım Hüseyin Buzoğlu’na ve Av. Neşet Yıldırım’a, “Yeni Hayat” Dergisinin sahibi Av. Hanifi Altaş’a, ve ayrıca bu alandaki çalışmalarından yararlandığım Dr. Ümit Emre’ye, M. Emin Değer’e, Ergün Poyraz’a, Zübeyir Kındıra’ya, Sertaç Eş’e ve Yasemin Güneri’ye teşekkür ediyorum. 

Daha dün, T.B.M.M., A.B. ve A.B.D.’nin dayatmaları sonucunda, 30.000’den fazla vatandaşımızın ölümünden, yüzmilyarlarca dolarlık ekonomik kayıptan sorumlu Abdullah Öcalan için “idamı kaldıran” ve Türkiye’nin ulus-devlet özelliğinin temellerine dinamit koyan bir uyum yasa paketini kabul etmiştir.  Hukukun temel kuralıdır, kişiler için yasa çıkarılamaz.  Başta A.B.D. olmak üzere, hiçbir A.B.  ülkesi, kendi iç hukuku ile ilgili dış dayatmalara izin vermez, veremez. Bu olguya rağmen Batılı ülkeler, bağımsız Türk yargısına, sözkonusu müdahale ile kabaca tecavüzde bulunmuştur. Hukukun üstünlüğü ve yargının bağımsızlığı ilkelerinin bu şekilde çiğnenmesiyle,  artık yeni dış müdahalelere de resmen yol açılmıştır.  Bu zaafiyeti sergileyen T.B.M.M. üyelerinin, Abdullah Öcalan için ne zaman “af” çıkaracakları, hiç şüphesiz  henüz bilinmiyor.  Ama bu arada fethullahçıların beklentisi de ortaya çıkıyor: Fethullah Gülen, aynı dayatmacılıkla, belki yarın,  tıpkı Humeyni gibi ve Humeyni işleviyle Türkiye’ye döndürülürse?!  Acaba T.B.M.M. ya da Hükûmet, hayır mı diyecek?!.  Türkiye’deki tüm ulusalcıları, fethullahçı tehlikeye karşı çok geç olmadan birlikte hareket etmeye; istihbarat birimlerindeki fethullahçı unsurların temizlenmesi için  kamuoyu oluşturmaya çağırıyorum…  Dr. Necip Hablemitoğlu.   05.08.2002 Çankaya – Ankara.    

18 Aralık 2002 tarihinde değerli dostum, bilim insanı Doç. Dr. Necip Hablemitoğlu’nu menfur bir suikat cinayeti sonucunda kaybettik. Sevgili Dostum’u; rahmet, minnet ve sevgiyle yad’ediyorum. Ülkesi için geceli-gündüzlü yoğun çalışarak, ülkemizin karşı karşıya kaldığı tehlikeleri tespit edip, kamuoyumuzun bilgilendirilmesi için çok yoğun çalışıyordu. - polis akademisi feto tehdit necip hablemitoglu

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir