Hür adamın gerçek öyküsü

Hür adamın gerçek öyküsü

1950’lerden itibaren “Cumhuriyet ve Atatürk karşıtı” çevrelerin bayrağı haline getirilen Said-i Nursi konusunda müthiş bir bilgi kirliliği vardır. Onunla ilgili kitaplarda efsaneyle-tarih iç içe geçirilmiş, tarih bilinçli olarak çarpıtılmıştır. Son zamanlarda adından çok söz ettiren “Hür Adam” filmi de maalesef bu “çarpık tarihten” beslenmiştir.

Said-i Nursi, Bitlis’in Hizan ilçesinin Nors köyünde 1873 yılında doğmuştur. Göbek adı Rıza olan Said-i Nursi’nin asıl adı SAİD-İ KÜRDİ’dir. Kendisi, köklerinin Hz. Muhammed’e dayandığını ileri sürmüştür.[1]

Daha çocuk yaşlarda bölgede etkili olan Nakşibendi Tarikatı’na girmiştir. Mahalle Mektebi’nde okumuştur. Gençliği Medreseliler arasında geçmiştir. Düzenli bir eğitim öğretim hayatı olmamıştır.

İstanbul’a ikinci gelişinde, II. Abdülhamit döneminde, 1907’de tutuklanarak bir süre “akıl hastanesinde” tedavi görmüştür.

31 Mart Mürteci İsyanı’nın fitilini ateşleyen Derviş Vahdeti’nin Volkan gazetesinde ve Kürdistan Dergisinde yazılar yazmıştır.

31 Mart İsyanı’na karıştığı iddiasıyla yargılanarak beraat etmiştir.

Bezmi Nusret Kaygusuz, Meşrutiyet yıllarına ilişkin anılarında Said-i Nursi’den şöyle söz etmiştir:

“İttihatçılar bu adamı çok şaşırtmışlardı. İptidada (önceleri) Said-i Kürdi’ye büyük bir paye verdiler. Güya Kürt meselelerinde ondan istifade edeceklerdi. Halbuki gösterilen saygıyı o kendi hakkı zannetti. Ve yükseklerden ötmeye başladı. Zamanın kutbu ve mehdisi tavrını takındı. Maaza, senelerden sonra da aklı başına gelmemiştir. Yeni bir tarikat iddiasında ve onun piri olmaya çalışıldığı işitilmektedir. Halen Nurcu diye maruftur (tanınmaktadır).”[2]

Nursi, Nakşibendi tarikatına mensup, İngiliz yanlısı Derviş Vahdeti ile birlikte siyasal İslamcı İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti’ni kurmuştur. Cemiyetin kuruluşu nedeniyle 3 Nisan 1919’da Ayasofya camiinde mevlit okutulmuştur.[3]

Bir ara Teşkilatı Mahsusa’ya da üye olan Nursi, hem Kürdistan Teali Cemiyeti’nin hem de Kürt Neşriyat Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer almıştır.[4]

“Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Almanya’nın yanında savaşa girmiştir. Bu süreçte “tüm giderleri Almanlar tarafından karşılanan İslam Birliği propagandası bağlamında Alman malı Cihad-ı Ekber fetvasını kaleme alan kurulda, 1907’lerde temeli atılan ve Almanlarca beslenen İslam Birliği amaçlı Gizli İstihbarat Örgütü Teşkilatı Mahsusa’nın üyelerinden Said-i Kürdi (Nursi) de bulunuyordu.”[5]

“Alman malı cihat fetvasının” yazarlarından Said-i Nursi, bir süre Rusya’da tutsak kalmış, daha sonra bir yolunu bulup 1918’de kaçarak Almanlara sığınmıştır.

Nursi, Almanya’da kaldığı iki ay boyunca yaptığı konuşmalarda: “Türk-Alman, Alman-Türk tarih boyunca kadim dostturlar. Türkler Alman dostluğuna sadakatte çok hassasiyet gösteririler” demiştir.[6]

Ancak Cengiz Özakıncı’nın ifade ettiği gibi: “Kitabın hiçbir yerinde Hıristiyan komutasında cihat yapılacağına ilişkin bir buyruk yoktu. Tersine, ‘Kendi dininizden olmayanları veli (dayanak, buyurgan) edinmeyin’ diyordu Tanrı. Maide Suresi’nin 51. Ayet’i böyleydi. Bu buyruğu görmezden gelince böyle olmuştu sonraları.”[7]

1925’te patlak veren Şeyh Sait İsyanı’yla ilgili görülerek İstiklal Mahkemesi’nce sürgün edilmiştir. Önce Isparta’ya, sonra Kastamonu’ya ve Emirdağ’a, sürülmüştür.

Said-i Nursi, Isparta’da sürgündeyken Demokrat Parti iktidarı tarafından serbest bırakılmıştır. Kendisine tahsis edilen bir otomobille Demokrat Parti’nin propaganda gezilerine çıkmıştır.

Said-i Nursi, 1950’lerde Amerikan destekli yerli işbirlikçilerle yeniden parlatılmaya başlanmıştır. Demokrat Parti’nin iktidar olduğu ve “Karşı Devrimin” başladığı o yıllarda Amerikan eksenli tüm politikaları basın yayın yoluyla halka benimsetmeye çalışan gazeteci, yazar Cemal Kutay, Özakıncı’nın deyişiyle: “Said-i Nursi’yi sindiği köşede bulup çıkarıp Amerika’nın izniyle Türk gençliğinin düşünsel önderi olarak parlatılıyordu. Çünkü Amerika, dünya üzerinde eskiden Almanya çıkarına çalışan bütün ajanları toplayıp kendi hizmetine koşmaya başlamıştı. Türkiye’de yapılan buydu” [8]

Atatürk devrimlerini, “Halka mal olanlar ve olmayanlar” diye ikiye ayıran, milletvekillerine, “Siz isterseniz Hilafeti bile geri getirebilirsiniz” diyen Demokrat Parti lideri Adnan Menderes, 1951’de İzmir’de, Demokrat Parti II. Kongresi’nde, şunları söylemiştir: “Şimdiye kadar baskı altında bulunan dinimizi baskıdan kurtardık. İnkılap softalarının yaygaralarına ehemmiyet vermeyerek ezanı Arapçalaştırdık. Türkiye bir Müslüman devlettir ve Müslüman kalacaktır, Müslümanlığın bütün icaplarını yerine getirecektir.” Menderes’in 1951 yılındaki bu sözleri, Türkiye’nin bugünlere nasıl geldiğinin çok iyi bir göstergesidir.

Başbakan Menderes 19 Ekim 1958’de Emirdağ’da yeşil tuğralı bayrakla ve Said-i Nursi tarafından karşılanmaktan memnuniyet duyuyordu…”[10]

1958 sonlarında Demokrat Parti lideri Adnan Menderes Said-i Nursi’yi yanına alıp il il dolaştırarak oy toplamaya çalışmıştır.

1950’lerde sadece Said-i Nursi değil, daha önce Türkiye’deki Hitler örgütlenmesinde görev alan Alman güdümlü Cevat Rıfat Atilhan da Almanya yenilince rotayı Amerika’ya doğrultmuş ve 1950’lerde Amerikan güdümlü İslam çalışmalarına katılmıştır.[11]

Özetle, Said-i Nursi sadece sıradan bir din adamı değildi, o Osmanlı’nın son yıllarında ve Cumhuriyetin ilk yıllarında, yabancı güçlerin “İslamdan yararlanmak için” hep el altında bulundurdukları bir aktördü. Yani “Hür Adam” değil “Güdümlü Adam”dı.

Cengiz Özakıncı bu geçeği, “Said-i Nursi hem eski Almancı, yeni Amerikancı, hem İslam birliği yandaşı, hem Osmanlıcı, hem Kürt, hem hilafetçi olması bakımından Amerika’nın Bullit tarafından kurallaştırılan soğuk savaş stratejisinin Türkiye’deki kanaat önderi ve ruhani lideri olup çıkmıştır. “ diye ifade etmiştir.[12]

Onlarca ciltten oluşan Risale-i Nur adlı bir külliyata sahip olan Said-i Nursi, 24 Mart 1960’da Şanlı Urfa’da ölmüştür.[13]

1980 sonrasında Said-i Nursi’yi yeniden parlatma misyonunu yüklenen Dr. Cezmi Eraslan bir bildirisinde “Nursi’nin risaleleri İstanbul Hükümetinin fetvalarına karşı Ankara’yı rahatlattı. Atatürk de Nursi’nin mücadelesini gördü ve onu Ankara’ya çağırdı” demiştir.[14] Eraslan ayrıca Hatuvvat-ı Sitte’nin Kurtuluş Savaşı’na psikolojik bir destek sağladığını ileri sürerek uzun uzun bu durumu ayrıntılandırma yoluna gitmiştir.[15] Prof Eraslan, aynı bildirisinde Türk devrim tarihini alt üst etmeye de devam etmiştir.

Hür adamın gerçek öyküsü - hur adam

19 Mayıs 1919’un Kurtuluş Savaşı’nın ikinci aşaması olduğunu belirten Prof. Eraslan, böylece bir taraftan Said-i Nursi’ye Kurtuluş Savaşı’ndan paye verirken, diğer taraftan da Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’ndaki rolünü azaltmayı amaçlamıştır. Yani bir taşla iki kuş...

Peki, Türk’ün ateşle imtihan edildiği o günlerde Said-i Nursi nerededir?

Bu sorunun cevabını, 1950’lerde Said-i Nursi ile bizzat görüşen ve 1966 yılında yayınlanan “Gerçek Bediüzzaman Said-i Nursi ve Doktrinleri” adlı bir kitap yazan Seyfi Güzeldere şöyle vermektedir:

“Molla (Said-i Nursi) İstanbul’a geldiği vakit Mütareke olmuştu. Müslüman-Türk toptan tutsak gitmemek için yer yer birleşip tedbir arıyordu. O hemen, kardeşinin oğlu Abdurrahman’ın Çamlıca’daki köşküne yerleşti. Kitap dediği uyduruk serisini bütünlemeğe başladı. Molla, bu işlerle uğraşırken, Anadolu bağımsızlık savaşının kan ve ateşi içinde idi. Bir dergi, Molla’nın bağımsızlık savaşına katıldığını yazıyor. Doğru değil. O savaşın gazilerinden binlercesi bugün yaşamdadır. Yalnız benim tanıdığım 200 var. Biri diyebilir mi ki bu insan, değil silahla fikir yoluyla olsun bu savaşa katılmıştır.

Önce kendi diyor ki, ‘Tutsaklıktan döndüm, İstanbul’da üç ay kaldım. 1918’in ortasından 1921’in ortasına gelelim. Sonbaharda ayrıldığını söylüyor. Demek 1922 olmaktadır. O zaman Molla’nın İstanbul’da beklemesinin açık gerekçesi oydu ki; Halife kazanırsa, zaten Halifeli, Türk ulusu kazanırsa Türk ola! Halifenin artık çöktüğünü görünce Ankara’dan geçip Van’a gitmiştir. (1922). (Zöhretunnur, sayfa 57)”[17]

Said-i Nursi Mütareke dönemde dönemde İstanbul’da Kuva-i Milliye ile alakası olmayan örgütlere katılmıştır. Kürdistan Teali Cemiyeti, Müderrisler Cemiyeti (Teali İslam Cemiyeti), Yeşilay Cemiyeti ve Darül Hikmet’ül İslam gibi örgütlerde yer almıştır. Ancak bu örgütlerin çoğu, Mondros sonrasında, işgalcilere yardım etmek amacıyla kurulan “zararlı cemiyetler”dendir.

Said-i Nursi, o zor Kurtuluş Savaşı yıllarında İstanbul’da Sunuhat(1920), Hakikat Çekirdekleri(1920), Nokta(1921), Rumuz(1922), İşaret(1922) gibi risaleler (küçük kitaplar) yayınlamıştır. Nursi, bu eserlerinde Osmanlı’nın çöküşünü “Jön Türklerin İslam’dan uzaklaşmalarına” bağlamıştır.[18]

İngiliz Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın Bağdat’tan yazılan gizli raporunda, Kürtleri Türklere karşı kışkırtarak ayaklandırmak amacıyla kurulmuş olan Kürdistan Teali Cemiyeti’nin kurucuları arasında Said-i Kürdi (Nursi)’nin de adı vardır.[19] Bu cemiyetin düzenlediği Koçgiri Ayaklanması, ulusalcı güçleri bir hayli uğraştırmıştır.

Saidi Nursi’nin işgalci güçlerin emperyalist amaçlarına karşı çıkmak yerine onlarla “uyum içinde olması” hatta onları Müslümanlar için kurtarıcı olarak görmesine güzel bir örnek de onun şu ifadeleridir:

“…Küre–i Arz’ın şimdiki en büyük devleti Amerika’nın bütün kuvvetiyle din hakikatlerine taraftar çıkması ve İslamiyetle Asya ve Afrika’nın saadet ve sükunet ve müsamaha bulacağına (barış bulacağına) karar vermesi ve yeni doğan İslam devletlerini okşaması ve teşvik etmesi ve onlarla ittifaka çalışması, kırk beş sene evvel olan müddeayı ispat ediyor, kuvvetli şahit olur.”[21] Saidi Nursi, bu sözlerinde, “Dünyanın şu anki en büyük devleti Amerika’nın bütün kuvvetiyle dini hakikatlere sahip çıktığını, Amerika’nın, Asya ve Afrika’da İslamiyetle beraber huzur ve saadet geleceğine karar verdiğini, Amerika’nın yeni doğan İslam devletlerini okşadığını ve onlarla ittifak ettiğini” bütün dünyaya ilan ediyor!

Kurtuluş Savaşı’na “dişe dokunur” hiçbir katkısı olmayan Said-i Nursi’yi “Hür Adam” diye parlatanları, Kurtuluş Savaşı’nın gerçek din adamları, gerçek “Hür Adamları” asla affetmeyeceklerdir. Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi, Amasyalı Hoca Abdurrahman Kamil Efendi, Amasya Müftüsü Hacı Hafız Tevfik Efendi, Konya Mevlevi Dergahı Lideri Abdülhalim Çelebi, Hacı Bektaş Dergahı Postinişi Cemalettin Çelebi, Afyonlu Müderris İsmail Hoca (Çelikalay’ın kurucusu), İspartalı İbrahim Hoca (Demiralay’ın kurucusu), Ankara Müftüsü Rıfat Börekçi Hoca, İstanbullu Cemal Hoca, Yalvaçlı Ömer Vehbi Hoca, Libyalı Şehy Ahmet Sünisi ve Şair Mehmet Akif gibi daha yüzlerce gerçek “Hür Adam”ı saygıyla ve rahmetle anıyorum.

Sinan Meydan

Kaynaklar:

[1] Şerif Mardin, Türkiye’de Din ve Toplumsal Değişme, Bediüzzaman Said Nursi Olayı (Religion and Social Change in Modern Turkey The Case of Bediüzzaman Said-i Nursi), Çev. Metin Çuhaoğlu, s.109.

[2] Bezmi Nusret Kaygusuz, Bir Roman Gibi, İstanbul, 1955.

[3] Sina Akşin, Kısa Türkiye Tarihi, İstanbul, 20017, s.60.

[4] Mustafa Yıldırım, Meczup Yaratmak, Ankara, 2006, s.73,74.

[5] Cengiz Özakıncı, Türkiye’nin Siyasi İntiharı, Yeni Osmanlı Tuzağı, İstanbul, 2005, s. 39; Necmettin Şahiner, Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said-i Nursi, İstanbul, 1979, s.148.

[6] Şahiner, age, s.180,181.

[7] Özakıncı, age, s.58.

[8] Özakıncı, age, s. 145.

[9] Bkz. Cemal Kutay, Çağımızda Bir Asr-ı Saadet Müslümanı: Bediüzzaman Said-i Nursi, Yeni Asya Yay, İstanbul, 1981.

[10] Necip Mirkelamoğlu, Din ve Laiklik, İstanbul, 2000, s. 513; Sinan Meydan, Atatürk İle Allah Arasında, 4.bs, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2010, s.726-727.

[11] Özakıncı, age, s.146.

[12] Özakıncı, age, s.146.

[13] Abdülbaki Gölpınarlı, 100 Soruda Türkiye’de Mezhepler ve Tarikatlar, s.277, 278.

[14] Askere Nur Uzmanı”, Milliyet, 24.Ocak 2002.

[15] Cezmi Eraslan, “Milli Mücadele’de Bediüzzaman Said Nursi”,Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumu 3, Yeni Asya Yayınları, İstanbul 1996.

[16] ”Nur Uzmanına Görev Mecliste”, Cumhuriyet, 11 Temmuz 2008,s.7.

[17] Seyfi Güzeldere, Gerçek Bediüzzaman Said-i Nursi ve Doktirnleri, İstanbul, 1966, s.132,133.

[18] Sadık Albayrak, Son Devrin İslam Akademisi Dar’ül Hikmet’ül İslamiye, İstanbul 1973, s.186.

[19] Yıldırım, Meczup Yaratmak, s.32,33.

[20] Kadri Cemil Paşa, Doza Kürdistan, (Zinar Silopi) Haz. Mehmet Bayrak, Ankara, 1992, s. 57.

[21] Tarihçe– Hayat , 88, Arabi Hutba–i Şamiye Eserini tercümesi / Birinci Kelime / Haşiye, İçtima–i Reçeteler II/101.

[22] Necmettin Şahiner, Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said-i Nursi, İstanbul, 1979 s.233,234.

[23] Burhan Bozgeyik, Mustafa Kemal’e Karşı Çıkanlar, İstanbul, 1996, s.275-277.

[24] Bozgeyik, age, s.280.

[25] Mektubat, s.426,427.

[26] Şualar, Redoks, s.359.

[27] Beşinci Şua.

[28] Şualar, Redoks, s.417.

[29] Neda Armaner, İslam Dininden Ayrılan Cereyanlar, s. 34.

[30] Osmanlıca-Türkçe Büyük Ansiklopedik Lügat, s.342.

[31] Alparslan Işıklı, Said Nursi, Fethullah Gülen ve Laik Sempatizanları, Ankara, 1994, s. 24.

[32] Şualar, s.319.

[33] Şualar, s.300,302.

[34] Emirdağ Lahikası, C.I, s. 279.

[35] age, s.280.

[36] Diyanet işleri Başkanlığı’nın hazırlattığı “Nurculuk” kitabından, s. 19,

[37] Bozgeyik, a.g.e, s.294

[38] İlker Sarıer, “Hoşgörü Abidesinin Yıkılışı”, Sabah Gazetesi, 21 Haziran 1999..

[39] Işıklı, a.g.e, s.76


Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir