Çin Atatürk modeli ile kazandı… Biz Amerikan modeli ile kaybettik. Hüseyin Vodinalı / TURKISHFORUM – ABDULLAH TÜRER YENER
Türkiye’nin yüz akı akademisyenlerinden ve dış politika duayenlerinden Profesör Sencer İmer bizzat anlattı:
“Şanghay Üniversitesi’nde 2018 Aralık ayında beni ‘Atatürk’ün ekonomi politikaları’ konusunda konuşma yapmak için davet eden Türkiye Araştırma Merkezi Başkanı ve Küresel Araştırmalar Enstitüsü (Institute of Global Studies, Shanghai University) icracı dekanı Prof. Dr. Guo Changgang, Çin’in ekonomi modelinde 1923-1938 dönemi Atatürk politikalarını örnek aldığını söylemişti. Guo aynı zamanda Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in de danışmanıydı. Şu anda duyduğum kadarıyla daha ileri görevlere gelmiş.”
Çoğu entelektüel, özellikle son 40 yıldaki Çin mucizesini açıklamaya çalışırken, devlet kapitalizmi, sosyalist serbest piyasa, çakma komünizm, karakteristiği Çin olan Sosyalizm vs gibi tanımlamalar yapıyor.
Profesör Guo’nun tespiti ise bambaşka: Atatürk’ün devletçi, planlı karma ekonomik modeli.
Çinliler Atatürk’ü keşfetti ve kazandı.
Biz ise 1923-38 arasındaki o mucizeyi inkar ederek, neoliberal çılgınlıklara kapıldık ve kaybettik.
Çin nasıl her yıl yüzde 10 büyüdüyse, biz de o zaman Atatürk ile yüzde 10 yıllık büyüme mucizesini yaşadık.
Bir gram yolsuzluk yapmayan, ama ülkeyi fabrikalarla, üniversitelerle donatan yüce önder ile Ortaçağ’dan çağdaş bir topluma ve ekonomiye ulaştık.
Sonra…
Sonra, Batı’ya yamandık ve onların çakma özgürlükçü kapitalizmini aldık, 1980 sonrası neoliberalizm afyonuyla iyice coştuk ve 2021 itibarıyla dibe, dibinde en dibine vurduk. (Değerli Mehmet Ali Güller, dünkü Cumhuriyet gazetesi yazısında bu süreçte CHP’nin kapitalist dönüşümünü de isabetle vurgulamış.)
Küçük Amerika olacağız derken Ortadoğu tipi Mafyokrasi olduk.
Aslında belki en baştan Küçük Amerika olmak demek bu demekti.
Amerika’nın hali de ortada çünkü.
Sovyetler Birliği’ne karşı kazandılar, ama şimdi Çin’e karşı kaybediyorlar.
Bunun sebebi, Sovyetler’i batıran dogmacı sol yorum ve bürokratik burjuvazi yerine, Çin’in kadim kültürüyle yoğurduğu komünizmi, olgulara dayalı pragmatizm ile sentezlemesiydi.
Kendi küçük ama vizyonu büyük eski Çin Devlet Başkanı Deng Xiaoping, bu Çin Mucizesini şu sözlerle açıklıyordu:
“İster Doğudan, ister Batıdan olsun, doğruyu dogmalardan değil, gerçeklerde aramalıyız.”
2017’de gittiğim Çin’de bulduğum herkese sormuştum: Sovyetler’in başaramadığı bu sistemi nasıl yürüttünüz?
Cevap şu olmuştu: “Önce herkese performansa hiç bakmadan eşit ücret verdik, ama bu yürümedi, herkes aynı düzeyde çalışmadı, daha sonra prim sistemine geçtik, işe, üretime göre ücret. Bu da pek işe yaramadı, yozlaştı. En son kooperatif şirketler modeline döndük. Burada işleyişte özel sektör gibiyiz, ama neticede kamu yararına çalışıyoruz.
Deneme yanılma yöntemiyle bulmuşlar.
Liyakati öne alan, performans odaklı bir komünizm!
Tam komünizm mi onu da bilemiyorum!
Ama neticede kedi fareyi tuttu.
ÇKP 100 YAŞINDA
Malumunuz Çin Komünist Partisi, bu hafta kuruluşunun 100. Yılını kutladı.
ÇKP’nin iktidara geldiği 1949’dan beri, Çin ekonomisinin büyüklüğü 189 kat arttı.
Son 20 yılda Çin’in Gayri Safi Yurt İçi Hasıla’sı 11 kat büyüdü. 2010’dan bu yana, iki katından fazla artarak 6 trilyon dolardan 15 trilyon dolara çıktı ve şu anda küresel ekonominin %17’sini oluşturuyor.
1978’de başlayan Reform ve dışa açılmadan bu yana, Çin’de 800 milyon kırsal fakir nüfus, yoksulluktan kurtuldu. Çin’de yoksulluktan kurtarılan nüfus, aynı dönemde dünyada yoksulluktan kurtarılan nüfusun yüzde 70’inden fazlasını oluşturdu.
Batı’dan gelen şeytanlaştırma propagandalarına rağmen Çin halkının yüzde 85’i ÇKP’yi destekliyor.
Demokrasi ÇKP dışında yoksa bile içinde mevcut.
Yönetim kadroları mahallelerden köylere, kasabalardan şehirlere ve tüm ülke geneline sürekli iç seçim süreçleriyle yenileniyor.
Çin, Covid-19’u rekor sürede kontrol etti; ekonomik büyüme geri döndü; yoksulluğun azaltılması sağlandı; ve “orta derecede müreffeh bir toplum” haline geldi.
Bu sonuçlar ÇKP’nin 100. Yıl programına tam olarak uyuyordu.
Çin’i en büyük düşman ve rakip olarak gören ABD ise, donanma-dolar formülüyle eski imparatorluk sistemini devam ettirme rehavetiyle artık tam bir borç batağında ve küresel liderliğini kaybetmesi an meselesi.
Shanghai Capital yatırım patronu Eric Li, Çin ile ABD arasında en önemli farkı şu sözlerle açıklıyor: “ABD’de hükümetler değişir, politika değişmez. Çin’de hükümet değişmez; politika değişir.”
Beijing’deki törenler görkemliydi.
Ünlü Tienanmen meydanında 70 bin ÇKP üyesi meydanı doldurdu.
Çin Devlet Başkanı ve Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi Genel Sekreteri Şi Cinping 1 saat süren önemli bir konuşma yaptı.
Şi’nin ceket ve kravatlı diğer parti liderlerinin aksine ‘Mao tarzı’ bir ceket giymesi dikkat çekiyordu.
Çin lideri, Afyon Savaşları ve sömürgecilik dönemlerini hatırlatarak, “Çin Komünist Partisi’nin kuruluşu, modern zamanlarda Çin tarihini kökünden değiştiren epik bir hadisedir” dedi.
Şi, Çin’in dış güçler tarafından aşağılandığı dönemin çoktan sona erdiğini vurguladı.
Asla bir emperyalist devlet olmayacakları sözünü veren Şi, Çin’in (Kuşak ve Yol ile) dışa açılmayı sürdüreceğini ve tecridi reddedeceğini, hegemonyaya direneceğini söyledi.
Çin Devlet Başkanının verdiği en önemli mesaj ise halkına yönelikti: “İlk yüz yıllık hedefimize ulaştık ve ‘görece müreffeh toplumun’ inşasını kapsamlı olarak gerçekleştirdik. İkinci yüz yıllık hedefimiz ise ülkemizin kuruluşunun 100. yılı olan 2049’a değin Çin’in modern sosyalist bir ülke olarak inşasıdır.”
Çinliler 5000 yıllık bir devlet olarak kısa vadelerle konuşmaz.
Bizim tüm Osmanlı İmparatorluğu süresi veya Amerika’nın beyaz sömürge tarihi, onların bir hanedanlığı kadardır.
‘ÇKP HANEDANLIĞI’ VE ASYA MERKEZLİ DÜNYA
Ünlü dış politika yazarı Pepe Escobar son yazısında ilginç bir benzetme yapmış:
“Şi’nin tarihsel muadili, Ming hanedanının (1368-1644) kurucusu olan Hongwu imparatoru Zhu olduğunu iddia etmek adil olur. İmparator, Yuan hanedanı aracılığıyla Moğol egemenliğinden sonra hanedanını bir Çin yenilenmesi olarak sunmaya hevesliydi.
Şi bunu “Çin gençleşmesi” olarak çerçeveliyor: ‘Çin eskiden bir dünya ekonomik gücüydü. Ancak Sanayi Devrimi ve bunun sonucunda meydana gelen dramatik değişimler sonrasında şansını kaçırdı ve bu nedenle geride bırakıldı ve yabancı işgali altında küçük düşürüldü …bu trajik tarihin tekerrür etmesine izin vermemeliyiz.’
Aradaki fark, Şi yönetimindeki 21. yüzyıl Çin’inin Ming döneminde olduğu gibi içe doğru geri çekilmeyecek olmasıdır. Yakın gelecek için paralellik, daha çok ticaret ve dünya ile etkileşimleri ayrıcalıklı kılan Tang hanedanı (618-907) ile olacaktır.
Batı’nın Çin’e yönelik yanlış yorumlarıyla uğraşmak zaman kaybıdır. Çinliler, Asya’nın ezici çoğunluğu ve Küresel Güney için, Amerikan -“Asya-Pasifik’in kurtarıcılarıyız”-emperyal anlatısının şimdi nasıl çürüdüğünü görüyor.
Aslında Başkan Mao son gülen kişi olabilir. 1957’de yazdığı gibi, ‘eğer emperyalistler bir üçüncü dünya savaşı başlatmakta ısrar ederlerse, birkaç yüz milyonun daha sosyalizme yöneleceği kesindir ve o zaman emperyalistlere dünya üzerinde fazla yer kalmayacaktır; emperyalizmin tüm yapısının tamamen çökmesi de muhtemeldir.’
Çin’i derinlemesine inceleyen çok az sayıdaki Batılıdan biri olan Martin Jacques, doğru bir şekilde, ‘Çin, dünyada üstün bir konuma sahip olduğunda – ya da üstünlüğü paylaştığı – beş ayrı dönemden yararlandı: Han, Tang, muhtemelen Song, erken Ming ve erken Qing.
Dolayısıyla Çin, tarihsel olarak sürekli yenilenmeyi temsil eder. Bu aşamalardan bir diğerinin tam ortasındayız – şimdi tesadüfen mucizelere değil, sıkı planlamaya inanan bir ÇKP hanedanı tarafından yürütülüyor. Batılı istisnacılar, 7/24 propagandaya sonsuza kadar devam edebilirler, ama bu tarihin akışını değiştirmeyecek.”
Son olarak, ABD’nin Rusya’yı baskı altına alıp, son bir umutla Çin’e karşı yanına çekme gayretleri de boşa çıkıyor.
Bu haftanın başlarında Putin ve Şi bir video konferans düzenledi.
Kilit maddelerden biri oldukça önemliydi: 20 yıl önce imzalanan Çin-Rusya İyi Komşuluk ve Dostça İşbirliği Antlaşması’nın uzatılması.
Bu anlaşmada kilit bir hüküm şuydu: “Taraflardan birinin saldırı tehdidi ile karşı karşıya olduğunu düşündüğü bir durum ortaya çıktığında, sözleşme tarafları bu tür tehditleri ortadan kaldırmak için derhal temas ve istişarelerde bulunacaklardır.”
Nihayetinde bu bir “NATO 5. Maddesi” değilse de, Rus ve Çinliler en azından Batılı mahfillerin hayal ettikleri gibi Sibirya’yı kapışmayacaklarını teyit ediyorlar.
Hatta üzerine bir de “tehditleri ortadan kaldırmak için acil temas” vaadinde bulunuyorlar.
Burada işbirliğinin yeni merkezinin büyük oyunun yeni bir versiyonuyla devam ettiği Orta Asya (Afganistan başta ve Türk Cumhuriyetleri) ile tüm ısınan denizler olacağı kesindir.
Ve elbette Batı’dan yönelen (ABD Savunma Bakanı’nın yönetim kurulu üyesi olduğu Raytheon’un yeni aldığı füze siparişlerini göz önüne alırsak) yeni nükleer tehditlere karşı da Rusya, Çin ve Pakistan arasında yeni bir anlaşma da ufukta diyebiliriz.
Asya merkezli yeni dünyaya hoş geldiniz!
Bir yanıt yazın