Avrupa Konseyi, (AK) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) 2017’den bu yana tutuklu olan Osman Kavala ile ilgili kararının uygulanmaması durumunda Türkiye’ye ihlal sürecini başlatacağını açıklamıştır. AİHM, 10 Aralık 2019 tarihinde Kavala’nın “makul şüphe olmadan, siyasi nedenlerle tutuklanması ve bireysel başvurusunun makul sürede incelenmemesini” hak ihlali olduğunu belirtmişti.
Konsey, savunma dışında, hayatın hemen her alanını kapsayan konularda siyasi işbirliğinin yanı sıra, norm oluşturma, bunları kodifiye etme ve denetleme olmak üzere her aşamada üye ülkeler arasında işbirliği öngören bir yapılanmaya sahiptir. Konsey’i kuran Londra Anlaşması, 5 Mayıs 1949 tarihinde 10 Avrupa ülkesi Belçika, İngiltere, Fransa, Hollanda, İrlanda, İsveç, İtalya, Lüksemburg ve Norveç tarafından, AİHS ise 4 Kasım 1950’de imzalanmıştır. (S. Rıdvan Karluk, Uluslararası Kuruluşlar, İstanbul, 2014, s.469-486)
Avrupa Konseyi’nde 47 üye ülke vardır. Türkiye, Yunanistan ile birlikte Avrupa Konseyi kurulduktan sonra Konsey’e ilk giren üyeler oldukları için “kurucu üye” statüsündedir. Belarus aday ülkedir. Vatikan, ABD, Japonya, Meksika ve Kanada Bakanlar Komitesi’nde; İsrail, Kanada ve Meksika ise Parlamenter Meclisi nezdinde gözlemcidir.
Türkiye, Konsey’e kuruluşundan üç ay sonra, Ağustos 1949’da davet edilmiş ve örgütün kurucu üyeleri arasında yer almıştır. Kuruluşundan bu yana AK’ın çalışmalarına katılarak, Avrupa entegrasyonuna yönelik katkılarını gerek hükümetlerarası, gerek parlamenter platformlarda dile getirmektedir. Konsey, “hükümetlerarası kanat”, “parlamenter kanat” ve “yerel yönetim kanadı” dışında 200’ü aşkın sözleşme ile bir sözleşmeler sistemini içerir. Taraf ülkelerin bireysel başvuru hakkını kabul ettiği yargı organı olan AİHM başta olmak üzere çok sayıda denetim mekanizmasına sahiptir.
AİHM kararlarının uygulanmasını denetleyen Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) taraf olan devletler için AİHM kararlarının bağlayıcı olmasına yönelik kararlar alabilmektedir. Bakanlar Komitesi, AİHS’de 2010 yılında yapılan değişiklikle AİHM kararlarını yerine getirmemekte ısrar eden üyesini AİHM’e şikayet edebilmektedir.
Bu kapsamda Bakanlar Komitesi, AİHS Kavala Kararını uygulayıp uygulamadığının tespiti hususunu AİHM’e havale etme niyetini içeren bildirimde bulunmuştur. Konsey, tutuklu bulunan Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş ile ilgili Türkiye’ye çağrıda bulunmuş, “Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakılmasını güçlü bir şekilde talep ediyoruz” denilmiştir.
Dışişleri Bakanlığı, yapılan açıklamaya tepki göstermiştir:
“Ülkemizde devam eden yargı sürecine saygı ilkesi uyarınca, AK’yı bağımsız yargıya müdahale niteliği taşıyacak bu kararın devamını getirmekten kaçınmaya davet ediyoruz. Başta AK Bakanlar Komitesi olmak üzere herkes, bağımsız ve tarafsız mahkemelerce yürütülen yargı sürecine saygı ve güven duymalıdır. Avrupa Konseyi’nin kurucu üyesi olan ülkemiz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden kaynaklanan sorumluluklarının bilincindedir. Bu yıl içinde 128, bugüne kadar ise toplam 3674 AİHM kararı tarafımızdan uygulanmıştır.
AİHM kararlarının icrasını denetleyen Bakanlar Komitesi’nin gündeminde halen çok sayıda karar bulunmaktadır. Kavala kararından daha eski olan ve başka ülkeler hakkında ve konularda da uygulanmayan kararlar varken, özellikle Kavala kararının sürekli olarak gündemde tutulmasını tutarsız bir yaklaşım olarak görüyoruz. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi sistemindeki mevcut mekanizmaların hukuki ve adil bir anlayışa göre değil de, siyasi mülahazalar üzerinden belirli ülkeler aleyhinde işletilmesi her şeyden önce Avrupa Konseyi’nin kendi itibarını zedelemektedir. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, insan hakları sisteminin etkinliğini sürdürmek istiyorsa tarafgir ve seçici tutumunu bırakıp, AİHM kararlarının uygulanmasını tüm üye ülkeler yönünden tarafsız bir yaklaşımla ele almalıdır.”
2 Şubat 2022’de gerçekleşecek AİHM toplantısından önce Türkiye’den 19 Ocak 2022 tarihine kadar konuya ilişkin görüşünü sunmasını talep etmiştir. 19 Ocak’a kadar Kavala serbest bırakılırsa sürecin durdurulması söz konusu olabilecektir.
Avrupa Konseyi’nin kurucu üyesi olan Türkiye Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden kaynaklanan sorumluluklarının bilincindedir. Bu yıl içinde 128, bugüne kadar ise toplam 3674 AİHM kararı Türkiye tarafından uygulanmıştır. Fakat Osman Kavala konusunda “patinaj” vardır. Patinaj devam ederse eğer, Avrupa Konseyi ile ilişkilerimiz çıkmaz sokağa girecektir. Tıpkı Avrupa Birliği ile ilişkilerde olduğu gibi.
3 Aralık Cuma günü Osman Kavala’yı serbest bırakmaması sebebiyle Türkiye’nin Konsey’den uzaklaştırılmasına yol açabilecek “ihlal davası” süreci başlatılmıştır. Türkiye’nin Batılı müttefikleriyle ilişkilerinde gerginliğe yol açan davada, Kavala’nın dört yıllık tutukluluğunu mahkumiyet olmaksızın uzatarak cezaevinde tutulma kararı uygun bulunmamıştır. Konsey’den yapılan açıklamada, “Başvuranın derhal serbest bırakılmasını sağlamayan (Bakanlar Komitesi), Türkiye’nin bu davada Mahkeme’nin (AİHM) nihai kararına uymayı reddettiği kanaatindedir” denilmiştir.
AİHM, 2019 yılında Kavala’nın tutukluluğunun siyasi olduğuna karar vermiş ve bir suç işlediğine ilişkin makul şüphe bulunmadığı gerekçesiyle serbest bırakılması çağrısında bulunmuştur. Fakat bu talep karşılık bulmamıştır.
Mahkeme ihlal tespit ederse, Bakanlar Komitesi hangi tedbirlerin alınması gerektiğine karar verebilir, Türkiye’nin AK’deki üyeliği veya oy hakkı yargılama sonunda askıya alınabilir. AK ayrıca terörle bağlantılı suçlamalardan 2016 yılı Kasım ayından bu yana tutuklu yargılanmakta olan Selahattin Demirtaş‘ın da serbest bırakılmasını talep etmiştir.
Kavala, ilk olarak Kasım 2017’de tutuklanmış, 2013 yılında İstanbul’da patlak veren Gezi Parkı protestolarını organize etmekle suçlanmıştır. Şubat ayında protestoyla ilgili suçlamadan beraat etmiş, ancak saatler sonra casusluk suçlamasıyla yeniden tutuklanmıştır. )
Türkiye’nin diğer bir batılı kuruluş olan OECD üyeleri arasında da durumu iç açıcı değildir.
Gallup verileriyle hazırlanan “Government at a Glance” başlıklı rapor iki yılda bir yayınlanmakta ve 36 ülkeyi incelemektedir. OECD 2021 raporuna göre, Türkiye hem eğitim hizmeti hem de “adalete güvende” sınıfta kalmış, hukukun bağlayıcılığı ve yolsuzlukla mücadelede de yetersiz bulunmuştur.
Türkiye, OECD ülkeleri arasında adalete güvenin en fazla azaldığı ülkeler arasındadır. Son 10 yıl içinde 22 puan düşüşle adalete güven yüzde 38’e gerilemiştir. Türkiye, suçun etkin kontrolünde de OECD sınırının altında kalarak 0,8’den daha düşük bir puan almıştır.
Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nin Türkiye’yi 2004 yılında olduğu gibi 2017 yılında da denetim altına alama kararı verdiğini unutmamak gerekir. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin 25 Nis 2017 tarihinde kabul ettiği Rapor’da, olağanüstü halin mümkün olan en kısa zamanda kaldırılması istenmiş, karar 45’e karşı 113 oyla alınmıştır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan “9 Mayıs Avrupa Günü” dolayısıyla yayınladığı mesajda “Türkiye, maruz kaldığı çifte standarda ve engellemelere rağmen stratejik hedefi olan Avrupa Birliği üyeliği yolunda kararlı tutumunu ve çalışmalarını sürdürmektedir. Türkiye’nin üyeliği, bölgesel ve küresel düzeyde etkin, kendi vatandaşlarının yanı sıra bölgesine ve tüm dünyaya umut aşılayan bir Avrupa’nın yükselişinin önünü açacaktır” demiştir.
Fakat ne tesadüf, 5 ay sonra AB Komşuluk ve Genişleme Müzakereleri Genel Direktörlüğü bölümünde Türkiye Ortadoğu ve Kuzey Afrika birimine (Güney Komşuları ve Türkiye) kaydırılmıştır. Açılan yeni birim ve alt masaları şöyledir: “B – Komşuluk Güney ve Türkiye Birimi B.1 Ortadoğu B.2 Güney Bölgesel Komşuluk İşbirliği ve Ekonomik Yatırım Planı B.3 Kuzey Afrika B.4 Türkiye.”
Bunun anlamı açıktır. Türkiye, AB’ye göre Avrupalı değil, Ortadoğu’lu ve Kuzey Afrika’lı bir ülke olmuştur. Bu konuda Türkiye’den bir tepkinin gelmemesi dikkat çekicidir. Bu durumda Ankara Anlaşması ve Katma Protokol hükümleri de AB tarafından çiğnenmiş olmaktadır.
İngiltere’de ise 9 Kasım’da dikkat çekici bir gelişme olmuştur. İngiliz parlamentosunun alt kanadı Avam Kamarası’nda sözde Ermeni soykırımını tanıyan yasa tasarısı oybirliğiyle onaylanmıştır. Bir sonraki oylamanın 18 Mart 2022’de gerçekleşecektir. Birleşik Krallık’ta yasa tasarısını gündeme getiren muhafazakar Tim Loughton, “Dünya genelinde 31 ülke resmi olarak soykırımı tanırken Birleşik Krallık halen bunu tanımadı. Ermeni Soykırımı’nı tanımamak işlenen suçlara yönelik tehlikeli bir mesaj verme riski yaratıyor” demiştir.
Ermeni Ulusal Komitesi’nden yapılan açıklamada da “Tasarı bu aşamayı geçerse Büyük Britanya Ermeni Soykırımı’nın resmi olarak tanınmasına bir adım daha yaklaşacak” ifadelerine yer verilmiştir. Bir kampanya ile tasarıya karşı konulmazsa 18 Mart’ta İngiliz Avam Kamarası sözde Ermeni soykırımını tanıyacaktır. Oysa İngiliz Hükümeti 1. Dünya Savaşı’nda Ermeni olaylarının soykırım olmadığını açıkça belirtmişti. (Uluç Gürkan, Malta Yargılamaları, 5. Baskı, 2021)
İngiltere gibi İsrail’de bir grup muhalefet partisi milletvekili, 1915 olaylarının “Ermeni Soykırımı” olarak tanınması ve her 24 Nisan’da anma günü düzenlenmesini öneren yasa tasarısını Parlamentoya 9 Kasım 2021 tarihinde sunmuştur. Ancak bu İsrail Parlamentosu’na (Knesset) sunulan ilk tasarı değildir. Haziran 2018’de milletvekili Meretz MK Tamar Zandberg, 1915 olaylarının “Ermeni Soykırımı” olarak tanınmasını öngören yasa tasarısını parlamentoya sunmuş, ancak dönemin İsrail hükümetinin karşı çıkmasıyla gündem düşmüştü. 2019’da, Yair Lapid ve Gideon Sa’ar gibi Parlamentonun tanınan simaları tasarıya desteklerini dile getirmiş, ancak yine de hükümetten beklenen desteği alamamıştı.
Tüm bu gelişmeler iç politik tartışmaların gölgesinde kalmış ve Türk basınında yeterince yer almamıştır.
Eğer bu vurdumduymazlık devam ederse önümüzdeki yıl Türkiye sözde Ermeni soykırımımı kabul eden iki önemli ülke ile karşı karşıya gelecek, kurucusu olduğu Avrupa Konseyi’nden de dışlanacaktır. Sürpriz bir durumla karşılaşmamak için gereği, zaman geçirilmeden hükümet tarafından yerine getirilmelidir. Türkiye’deki bu gelişmeleri tek bir cümle açıklamak mümkündür: Quo vadis? “At nunc vado ad eum, qui me misit, et nemo ex vobis interrogat me: Quo vadis?”