AKP siyaseti dokuz yıldır şoklama yöntemiyle milleti köleleştiriyor.
Her Allah’ın günü koftiden, beş para etmez bir konu üzerinden maraza çıkarıldı.
Sahnede bitirim bir kabadayı; “anamı kesen ben, babamı kesen ben, kız kardeşini kesip ciğerini meze yapan gene ben, var mı bana yan bakan” tadında bağırıyordu.
Dinciler, kinciler, devletle hesabı olanlar, görevliler, ajanlar bu ucuz oyunu en önde alkışladı.
Şeytanın maskeli balosu…
Bu rezil oyunun hedefindeki halk sürekli şoklanıyordu.
Halk bir şoktan uyanamadan başka bir şokla bitkisel hayata sokuldu.
Ve sahne arkasında bakın neler oldu:
Yabancılara satılan toprakların miktarı 500 bin dönümü geçti. Şimdi de (mütekabiliyet koşulu aranmaksızın) yabancıların Türkiye’de toprak sahibi olmak sınırı 1 hektardan 100 hektara (1km2) çıkartılıyor.
Şoklanan halkımız şayet şoktan çıkabilirse, kendi ülkesinde nasıl sığıntı bir köle durumuna düşürüldüğünü görebilecektir.
GAP bölgesindeki verimli topraklardan 50 bin dönüm tarım arazisi İsrail-ABD bağlantılı iş adamlarına satıldı.
Trakya’daki verimli tarım topraklarının yaklaşık üçte ikisi (KKTC alanı kadar bir kısmı) bir Yunan bankasınca ipotek edildi.
Hatay’da 400 bin dönüm toprak Suriye vatandaşlarına satıldı. Şimdi aynı bölgede tampon bölge oluşturulmaya çalışılıyor. Tıpkı bir zamanlar Irak’ta oluşturulan tampon bölge gibi. Irak’ta oluşturulan tampon bölgeden Barzani ve Talabani çıkarılmıştı.
Avrupa’da mülkiyet hakkı yok, kullanım hakkı vardır. Kullanım hakkı da sınır bölgeleri, orman arazileri ve tarım arazileri için verilmiyor. Oysa AKP topraklarımızı tapu vererek satıyor.
Prof. Dr.Oktay Sinanoğlu: “12 Mayıs 2011’de Anayasa Mahkemesi’nin yeni kanunları onaylamasıyla Türkiye yabancılar için emlak cennetine döndü. Yakında Türkiye’de kendi milletimize ait hiçbir şey kalmayacak. Oyun çok ciddîdir. Kısa süre sonra artacak yabancı nüfusu korumak bahanesiyle o ülkelerin askeri de gelir. Havai’de de aynısı oldu.” diyordu.
Limanlar, stratejik kurumlar yabancıların eline geçti.
İstanbul’u dünya finans merkezi yaparak Türklerden almak istiyorlar. Anadolu kiliselerle donatılıyor. Cemaati olmayan yerlerde kilise ihtiyacı yoktur. Cemaat olmadığına göre, bu kiliseler kimler için hazırlanıyor?
Derelerimizin su kullanım hakkı 1800 şirkete satıldı. Kullanım hakkı suyun kaynağından denize ulaştığı yere kadar veriliyor. Dere yatakları duvarlarla çevriliyor.
Davutoğlu’nun “çak” yaptığı eğitmeni(!) Hillary Clinton’un isteği üzerine hazırlanan bir raporda, dünyayı ‘su savaşları’nın beklediği, kuraklık, seller ve taze su eksikliğinin önümüzdeki yıllarda önemli bir küresel istikrarsızlık ve çatışmalara yol açacağı’ belirtildi.
Yıllar önce İngiltere Prensi Charles 3. Dünya savaşının su nedeniyle çıkacağını yazmıştı.
Türkiye sınırı aşan sularda AB’ye uyumu kabul etmiştir(2009). Müzakerelerde ‘Çevre’ başlığının açılması ve kapanması karşılığında Fırat ve Dicle havzasının AB ile ortak yönetilmesi AKP tarafından kabul edildi.
Derelerimizin su kullanım hakkının 1800 şirkete devredilmesini “açık işgal” olarak okuyabilirsiniz.
Tohum satışı Küresel şirketlerin tekeline bırakıldı. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı adından “Köyişleri” çıkartıldı. Tarım köylüden alınarak şirketleştirilecek bir sürece sokuldu. Köylüyü tarımdan dışlamak için de AB fonlarından “ekilmeyen tarlalar için bile” paralar dağıtıldı.
Tarımın şirketleşmesi dünya yurttaşlarına çöp yiyecekler sunacaktır: GDO.
İngiltere Dışişleri Bakanı Jack Straw, Türkiye’ye verilen desteği eleştiren bir muhalifine: “Tavşanı evvela yakalayalım, derisini sonra yüzeriz(2005).” diyor.
Üretim terk edilerek tüketime zorlanan Türk Halkı, AVM’lerin kıskacında borca sürükleniyor.
Türkiye hızla Somalileşiyor.
Fabrikalarımız, stratejik kurumlarımız, maden yataklarımız, bankalarımız, şirketlerimiz, sularımız satılmakla kalmadı, ülke borç batağına da sürüklendi.
Cumhuriyetin oturmuş bütün kurumları çökertildi. Ordu “Anzak Askeri” konumuna sokulmak için dizayn edildi(!).. MİT tartışmalı, Polisin bazı birimleri Pensilvanya’dan yönetiliyor.
Tıp fakültelerine “IMF anlaşması” ile el kondu. 22 tıp fakültesi mali kaynak için hükümetle protokol imzalamak zorunda kaldı. Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin de içinde olduğu 6 tıp fakültesine ise hastane binası karşılığında el kondu. Sırada tıp fakültelerinin Kamu Özel Ortaklığı yoluyla uluslararası sermayeye devri var(İMF’nun borç verme şartı). Peki, Tıp Fakülteleri bu noktaya nasıl getirildi? 60–70 yıldır varlıklarını geliştirerek sürdüren tıp fakülteleri son sekiz yılda borç sarmalına sürüklendi. Bu süre ne tesadüftür ki AKP iktidarına denk gelmektedir. AKP hükümeti üniversitelere kaynak ayırmayarak ve ürettikleri hizmetin bedelini ödemeyerek bunu yarattı. (TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ/MERKEZ KONSEYİ)
Fakültelerin tasfiyesi belli süreç sonunda TIP alanında çöküş getirecek, kaliteli doktor yetiştirmek zorlaşacak, küresel sermayeye uyumlu, ilaç tekellerinin hizmetinde olan doktorlar mezun edilecektir.
Milli Eğitim’in durumu zaten içler acısıdır. Küreselleşmeye uyumlu, öz benliğini yitirmiş, kul olmaya yatkın, küresel elite ucuz işçi olmaya hazır dünya vatandaşı GDO’lu nesiller yetiştiriliyor.
Anaokulundan başlayan İngilizce eğitimle kendi dilini konuşamayan yığınlar oluşturuluyor.
Milli(!) Eğitim Bakanı intihalci, yani emek hırsızlığı tescillenmiş bir kişidir. YÖK’ün başındaki zat intihalcidir(!).. Adalet Bakanı kendi partisinin vekili tarafından Ali Dibo benzetmesiyle suçlanmış bir kişidir.
“Gölge CIA” olarak anılan Strafor, CIA adına çeşitli ülkelerden istihbarat toplayan Amerikalı bir düşünce kuruluşudur. Türkiye’nin bürokratı, vekili, danışmanı, Candaş-yandaş-liboş basın mensupları Türk Milleti’ni Strafor’a pazarlamak için sıraya girmiş.
Strafor’un ajanları…
Başbakan’ın başdanışmanı İbrahim Kalın CİA’ya bilgi veriyormuş ama Başbakan tepkisiz, danışman görevine devam ediyor(!).. Strafor’a bilgi veren diğer danışman Faruk Demir de Enerji Bakanımızın gayrı resmi danışmanı!
Bir takım Polisler “korumakla yükümlü olduğu” vatandaşları ABD’nin CİA elemanı Konsolosu’na ihbar ediyormuş.
CHP Antalya Milletvekili Avukat Gürkut Acar’ın önergesinden; Adalet Bakanlığının bakanlık kadrosuna “Amerika’lı yargıç ve savcıları” danışman olarak aldığını öğreniyoruz.
Halkı CİA’ya pazarlayan pazarlayana… Direnç(immün) sistemi kırılan ülkenin; casus hücreleri tehlike olarak algılama kodları değiştirildi. Düşman hücreler engelleme ile karşılaşmadan milli dokuyu kemiriyor.
Kredi kartı kıskacındaki geniş halk yığınları her şoklamada esarete bir adım daha yaklaşıyor.
İşçi kiralama şirketleri 21. yüz yılda başlatılan yeni köleleştirme sürecidir. Güvenlik şirketleri, temizlik şirketleri gibi işçi kiralayan kuruluşlar köleleştirme sürecinin yasal kuruluşlarıdır. Bu işçilerin sendikaları yok. Asgari ücretle çalıştırılıyor. 4.6 milyon civarında işsizin olduğu söylenen bir ülkede köle işçi bulmak hiç de zor değildir. Köle işçiliğe aday her işçi, çalışan köle işçinin sırtında şaklayan bir kırbaçtır. Köleyi kölenin kırbacıyla çalıştıran köle tacirleri…
Köle işçiler ülke yönetimindeki söz haklarını kaybeder. Onların ekmeği patronlarının iki dudağı arasındadır. Aç adamın vatanı olmaz. Türk Halkına vatansızlık vaat edenler köle ticareti yaparak TİRANLAŞIYOR.
Taşeronlaşan şirketler eline teslim edilen köle işçiler ya göçük altında kalıyor, ya baraj suları götürüyor, ya da çadırlarda yanıyor.
Göçük altında kalarak ölen işçi için Başbakan “kader” yorumunda bulunurken, Ömer Çelik (Bakan) “güzel öldüler(!)” diyordu.
Nedense bu kader ve güzel ölümler derebeyi çocuklarını hiç bulmuyor, hep garibanı buluyordu(!)
“Din olmazsa bir devlette düzen nasıl korunabilir, askerler nasıl ölüme gidebilir? Toplumların yönetimi eşitsizlik temelinde işler; Oysa din olmadan servet eşitsizliğini sürdürmek de mümkün değil; Açlıktan ölmekte olan birine bile, bu durumu kabullenebilmesi için, bir makamın ‘ne yapalım Tanrı’nın isteği böyle’ demesi gerekiyor…” (Napoléon Bonaparte)
Din insanları özgür kılmak için geldiği halde, din tacirleri elinde köleleştirme aracına dönüşüyor.
Halk köleleşirken dolar milyonerleri çoğalıyor.
Kölelerin olduğu bir ülkenin evrensel hukuk olmaz. Evrensel hukukun uygulandığı bir ülkede zaten kölelik olmaz.
Türkiye’de hukukun ırzına geçileli çok oldu.
Seydişehir Alüminyum Fabrikaları’nın “kirli-hile kokan- danışıklı şüphesi yüklü satışı” yüksek mahkeme (Danıştay) kararıyla iptal edildi. 6 yıldır “karar yok sayılarak” yargı kararına uyulmuyor.
İstanbul’daki İngiliz İşgal Kuvvetleri’nin casusu A. Ryan (1919): “Amacımız bölmek ve hükmetmek olmalıdır. Biz gerçek ideali ‘din’miş gibi davranacak, çıkarcı bir grubu idareci olarak takdim etmeye çalışacağız.” diyordu.
1919 da oynanan oyun aynen devam ediyor. Din havucuyla İslam dini esir alınmıştır. Artık din ile “yolsuzluk, haçlıya yardım ve yataklık etmek, tefecilik, sömürü, yalan-dolan, devlet malından nemalanmak, devletin verdiği yetkileri ZULMEDEREK kullanmak, VİCDAN YOKLUĞUYLA” birlikte anılır oldu. Bu ahlaksız anlayış GİDEREK TABANA YAYILACAKTIR!
Dışişleri Bakanı Davutoğlu Meclis kararı olmaksızın yasaları ihlal ederek, Libyalı Muhaliflere, yüzer gezer teröristlere elden bavulla para götürdü.
AKP Kürecik’te “NATO tezgahıyla” ABD füze kalkanının kurulmasına izin verdi. Böylece cephe ülke haline getirildik.
Ülkeye giren kaynağı belirsiz sıcak para iç ve dış politikamızı esir aldı.
Hükümet gazilerimize 236 YTL maaş verirken, pkk/Kongra Gel’in başındaki Zübeyir Aydar’a Milletvekili maaşı ödüyor.
Kuzey Amerika Ulusal Kürt Kongresinde(KNC) alınan kararlardan ikisini dikkatinize sunuyorum:
1- Türkiye’de KEMALİST REJİM YIKILMADAN BAĞIMSIZLIK KAZANAMAYIZ. Bu nedenle Kemalist Hareketi yok etmek için bilimsel projeler başlattık.
2-Amacımıza ulaşmak için İSLAMİ CEMAAT VE ORGANİZASYONLARLA İŞBİRLİĞİ yapıyoruz.
Bu iki madde ülkemizde karşılık bulmuştur. Sistemli bir şekilde sürdürülen Atatürk düşmanlığı ve şoklama yöntemiyle bile saklanamayan “İslami Cemaatler ve organizasyonların” işbirliği gerçeğidir.
Türk Halkı kendi ülkesinde aç ve susuz bırakılacağı bir sürece sokularak Somalileştiriliyor.
“Bu ülke batının emperyalizminden, doğunun da vicdan sömürüsünden kurtulursa ancak o zaman aydınlık günlere kavuşur.” (Mustafa Kemal ATATÜRK)
Ülkemiz ilk safhada sahte Atatürkçü; batının ajanı siyasetçi ve aydın tarafından Batı Emperyalizmine(kültürel ve ekonomik sömürü) peşkeş çekildi.
Muhafazakar görünümlü iktidar ve aydınlar tarafından ise “hem vicdan, hem kültürel, hem ekonomik sömürüye” maruz bırakıldı.
AKP ile başlayan süreçte vicdan sömürüsü(mağdur edebiyatı) üzerinden maddi ve manevi bütün değerlerin sömürüsü yapıldı.
AKP Din söylemiyle gelen bir parti. Din hiçbir dönem bu dönemde olduğu gibi; hırsızlık, zimmet, yalan, talan ve yolsuzlukla bir arada anılmadı. Dolayısı ile en büyük ahlaki çöküş de bu süreçte yaşanıyor.
Türk Halkı hala şokta, ayılmak için bir tokat bekliyor.
Oysa;
“Kaplumbağa ancak kafasını çıkarıp risk aldığında ilerleyebiliyor. (James B. Conont)”