• “İzni olmadan O’nun huzurunda kim şefaat edebilir?” (Bakara, 255)
• “Onun izni olmadan hiçbir şefaatçi şefaat edemez” (Yûnus, 3)
• “Rahmân nezdinde söz ve izin alandan başka hiçbirinin şefaate gücü yetmeyecektir” (Meryem, 87)
• “Allah’ın huzurunda kendisinin izin verdiği kimselerden başkasının şefâati fayda vermez” (Sebe’, 23)
• “O gün Rahmân’ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasının şefaati fayda vermez” (Tâ-hâ, 109)
• “Göklerde nice melekler var ki onların şefaatleri, Allah’ın, dilediği ve râzı olduğu kimse için izin vermesi hâricinde bir işe yaramaz.”(en-Necm, 26)
• “Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.” (el-Müddessir, 48)
• “Kim bir iyiliğe aracılık yaparsa, iyiliğin sevabından ona pay vardır.” (Nisâ sûresi 85)
***
Yukarıdaki ayetlerden hareket eden ulemadan bazıları, Tanrı’nın bazı salih kullarına, günahkar kullarının affedilmesi konusunda kendi indinde şefaatçilik yetkisi verdiğini ileri sürmüşlerdir. Ben direkt kaynağından okumadım ama bir arkadaşın kaynak belirterek yazdığına göre; nakli tam olarak reddetmemekle birlikte nakle kıyasla aklı önceleyen bir din alimi olarak bildiğimiz Merhum Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk bile “Allah’ın izni dahilinde şefaat mümkündür ve böyle bir Şefaatin insana hayrı dokunacaktır. Kur’an’ın beyanları gayet açıktır. Allah’ın izniyle şefaat edecek olanlar vardır. Bizim hüküm veremeyeceğimiz husus, Allah’ın izniyle kimlerin şefaat yetkisine sahip olduğu veya olacağıdır. Sonuç olarak, Kur’an şefaatin varlığını kabul etmekte, şefaati kimlerin, nasıl kullanabileceklerini gizli tutmaktadır.” diyormuş.(Bkz. Yaşar Nuri Öztürk, Kur’an’daki İslam, s, 443-444.)
Şefaat “Dünyada işlenen bazı günahların âhirette cezalandırılmasından vazgeçilmesi için talepte bulunmak, aracı olmak ve bunun için Tanrı’ya dua etmek” olduğuna göre; insanların aklına ister istemez;
– “Tanrı’nın, günahkar kulları hakkında ne yapacağına karar verme konusunda acaba bazı sıkıntıları mı var?”
– “Tanrı’nın ilmi, kullarının yaptıklarından haber almak için yeterli değil mi de, bu konuda başkalarından, delil, belge ve şahitlik istiyor?”
– “Yoksa ahrette de tıpkı Türkiye’de olduğu torpil ve ‘hamili kart yakinimdir’ uygulaması mı geçerlidir?”
Soruları gelebilir.
Bunlardan çok daha önemlisi, bazı insanlarda “Acaba Kur’an’da bazı çelişkiler mi var?” ya da “Tıpkı Tevrat ve İncil gibi Kur’an da tahrif edilmiş bir kitap mıdır?” şeklinde kuşkular uyanabilir. Çünkü, Kur’an’da “Şefaat” ve “Affetme” yetkisinin sadece Allah’a ait olduğunu belirten ayetler de mevcuttur. İşte onlardan bazıları:
• “Ve hiç kimsenin, hiç kimse adına bir şey ödemeyeceği, hiç kimsenin şefaatinin kabul edilmeyeceği, hiç kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği bir günden sakının.”(Bakara/48)
• “Ve hiç kimsenin hiç kimse adına bir şey ödeyemeyeceği, hiç kimseden fidye alınmayacağı ve hiç kimsenin şefaatinin kabul edilmeyeceği ve yardım görülmeyeceği bir günden sakının.” (Bakara/123)
• Ey iman edenler, hiçbir alış-verişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı gün gelmezden evvel…”(Bakara/254)
• “…Allah’tan başka ne bir velisi, ne bir şefaatçisi vardır; her türlü fidyeyi verse de kabul olunmaz…”(Enfal/70) • “…İçinizden, gerçekten ortaklar olduklarını sandığınız şefaatçilerinizi şimdi yanınızda görmüyoruz…”(En’am/94)
• “…Şimdi bize şefaat edecek şefaatçiler var mıdır?..”(Araf/53)
• “Allah’ı bırakıp kendilerine zarar vermeyecek ve yararları dokunmayacak şeylere kulluk ederler ve: ‘Bunlar Allah Katında bizim şefaatçilerimizdir’ derler. De ki: ‘Siz, Allah’a, göklerde ve yerde bilmediği bir şey mi haber veriyorsunuz? O, sizin şirk koştuklarınızdan uzak ve Yücedir.’”(Yunus/18) • “Artık bizim için ne bir şefaatçi var,”(Şuara/100)
• “(Allah’a eş koştukları) Ortaklarından kendilerine şefaatçi olan yoktur; onlar, ortaklarını inkar ediyorlar.”(Rum/13)
• “…Sizin O’nun dışında bir yardımcınız ve şefaatçiniz yoktur. Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?”(Secde/4)
• “Ben, O’ndan başka İlahlar edinir miyim ki, Rahman (olan Allah), bana bir zarar dileyecek olsa, ne onların şefaati bana bir şeyle yarar sağlar, ne de onlar beni kurtarabilirler.”(Yasin/23)
•”Yoksa Allah’tan başka şefaat ediciler mi edindiler? De ki: ‘Ya onlar, hiçbir şeye malik değillerse ve akıl da erdiremiyorlarsa?’”(Zümer/43)
• “De ki: ‘Şefaatin tümü Allah’ındır. Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Sonra O’na döndürüleceksiniz.’”(Zümer/44)
• “… Zalimler için ne koruyucu bir dost, ne sözü yerine getirebilir bir şefaatçi yoktur.”(Mü’min/18) • “O’nun dışında taptıkları şefaatte bulunmaya malik değildirler; ancak kendileri bilerek hakka şahidlik edenler başka.”(Zuhruf/86)
• “Artık, şefaat edenlerin şefaati onlara bir yarar sağlamaz.”(Müddesir/48)
***
Görüleceği üzere; iki grup ayet arasında ilk bakışta, sanki bir çelişki ve tenakuz varmış gibi gözükmektedir. Birinci grup ayetlerde “Allah’ın izniyle de olsa” bazı “Şefaatçilerden” bahsedilirken, ikinci grup ayetlerde “Tek şefaatçinin Allah olduğu” belirtilmektedir. Ancak ikinci grup ayetlere dikkat edilirse; Allah’a ortak koşulan nesnelerden, yani yapay tanrılardan ve putlardan bahsedilmekte, putların ahrette hiçbir işe yaramayacağından söz edilmektedir. Esasen, birinci grup ayetlerin öncesinde veya sonrasında geçen ayetlerde de Allah’a ortak koşanlardan veya inkarcılardan söz edilmekte olup, yine putlara veya yapay tanrılara işaret edilmektedir.
Şu halde birinci grup ayetlerde geçen “Şefaat” ve “Şefaatçi” kavramlarını nasıl yorumlamalıyız?
Bu sorunun cevabı en son tefsirlerden birisi olan Diyanet’in “Kur’an Yolu” isimli tefsirinde şöyle verilmektedir: “Allah’a ortak koşan kâfirlerin bir kısmı, bu ortakların O’na denk olduklarına değil, O’nun nezdinde reddedilemez şefaat, geri çevrilemez aracılık hakkına sahip bulunduklarına inanmakta ve putlara bu anlayış içinde tapınmaktadırlar. ‘Allah katında, O izin vermedikçe hiçbir kimse şefaat edemez’ mânasındaki cümle, bu inancın asılsızlığını ortaya koymakta; şefaatin de izne bağlı bulunduğunu, O izin vermedikçe ve dilemedikçe kimsenin böyle bir yetki ve imkâna sahip olamayacağını özlü ve etkili bir şekilde zihinlere yerleştirmektedir. Allah katında kendisine şefaat izni verilenlerin durumu ve yetkileri, ödül törenlerinde ödülleri vermek üzere kürsüye çağrılan şeref konuklarınınkine benzemektedir. Ödülün kime verileceğini bilen ve belirleyen onlar değildir. Ancak bu merasimi tertipleyenlere göre onlar, şerefli, saygıya lâyık, büyük kimseler olduklarından kendilerine böyle bir imtiyaz verilmiştir. Allah katında şefaatlerine izin verilecek olanlar da Allah’a yakın ve sevgili kullar olacaktır.”(*)
Bize göre de kulların, yani yaratılmışların şefaati, olsa olsa ancak böyle olabilir. Aksi halde Allah’a noksan sıfat izafe edilmiş ve Allah’ın varlığı tartışmaya açılmış olacaktır. Oysa biz inanıyoruz ki; Allah bütün noksan sıfatlardan münezzehtir ve O’nun ilmi, ezeli ve ebedi olarak her şeyi kuşatmıştır ve O, her şeye kaadirdir.
Kur’an’daki şefaat konusunu abartıp, köpürtenler sanırım biraz da dini istismar alanı yaparak dünyalık peşinde koşan ve kimi tarikatların çevresinde yuvalanan menfaat çevreleridir. Onlara göre, şeyh veya efendi hazretleri denilen dini kisveli kodamanlar ve kimi din baronları, bağlıları üzerindeki etkilerini pekiştirmek için sürekli “Şefaat” kavramını üfürmektedirler ve kendilerinin müritleri için mahşerde şefaatçi olacaklarını pompalamaktadırlar! Musallada, imamın “Mevtayı nasıl bilirdiniz?” sorusuna cemaatin “İyi bilirdik” cevabı vermesi de sanırım bu “Şefaat” ve “Şefaatçilik” kurumlarıyla yakından ilişkilidir. Bu ritüelde imam ve cemaat, bir anlamda musallada yatan ölüye “Şefaat” ve “Şahitlik” ediyorlar. Elbette içlerinde yalancı tanıklık edenler de bulunduğu halde.
Bu arada, bir arkadaşımın, konuyla ilgili olarak hoşuma giden bir yorumunu da burada zikretmeyi uygun buluyorum. Murat Alparslan Tekoğlu, Diyanet’in konuya ilişkin izahatını da ti’ye alarak şöyle diyor bu konuda:
“Şefaat, müşriklerin kadim bir inancıydı. Müşrikler, taptıkları putlara Tanrı katında kendilerine şefaat edecek yani kurtaracak hatırlı kişiler gözüyle bakıyorlardı. Bu bakımdan şefaat konusunda ilk gelen ayetler, bu batıl inancın, yani şefaate birilerinin hatırıyla ulaşmanın yanlış olduğunu izah eder mahiyettedir. Kuran müşriklerin inanç dünyalarına hitap ederken onların bilinçaltında yatan melek, şeytan, cin, şefaat v.s. gibi inanç kavramlarını kullanarak/örnekleyerek onların anladığı dilden anlatma yoluna gitmiştir. Zümer 44 ile de şefaatin sadece Allah’a mahsus olduğu hükmüyle son noktayı koymuştur. Şefaati plaket örneği ile açıklamanın doğru olmadığını düşünüyorum. Allah’ın böyle bir şeye ihtiyacı olmadığı gibi, böyle bir gösterişe tenezzül etmesi de düşünülemez.”
_________________
(*)Bkz.
Bir yanıt yazın