İNÖNÜ İLE TANIŞMAM
HÜSEYİN MÜMTAZ
Kalkandelen’in geçen günkü enfes yazısının [i] son cümlesi beni İnönü’ye götürdü.
1954 olmalı. Ankara Sarar İlkokulu üçüncü sınıftayım. Meydana adını veren Kızılay Binasının yerinde durduğu; okula gider, gelirken her gün önünden yürüdüğüm Maltepe Camii’nin yapımına başlandığı yıllar.
Güven Park’ın yanındaki kaldırımdan Meclis’e doğru çıkıyoruz babamla beraber.
Rahmetli, o yıllarda binbaşı. Üzerinde sivil elbise var.
Birden bana karşıdan, halkın arasında tek başına yürüyerek bize doğru gelmekte olan yaşlı bir dedeyi gösteriyor, eğilip yavaşça “Gidip elini öpelim” diyor.
Yaklaşıyoruz, babam önce saygılı bir şekilde kendini takdim ediyor, sonra da “Oğlum” deyip beni tanıştırıyor, elini öpüyorum.
Ayrılınca bana “İnönü’ydü” diyor.
İnönü’nün kim olduğunu ancak büyüdükçe anlayabilecektim.
Vikipedi’de onun için; “Osmanlı döneminde Albay, Cumhuriyet döneminde Orgeneral ve eski Genelkurmay Başkanı olan, cumhuriyetin ilanından sonra Türkiye’nin ilk Başbakanı, ikinci Cumhurbaşkanı, İstiklal Madalyası sahibi Türk asker ve siyasetçidir. Cumhurbaşkanlığı görevini Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatından 1 gün sonra 11 Kasım 1938’den 22 Mayıs 1950 tarihine kadar sürdürmüştür” deniliyor…
Yemen, İkinci Balkan Savaşı, Kafkas Cephesi, Halep, Filistin…
Kurtuluş Savaşı ve LOZAN…
Okuyup öğrenince, anlayınca/anlayabildikçe de İnönü’nün, Ankara’nın orta yeri Kızılay’da, o kalabalıkta bir öğleden sonra yapayalnız, tek başına, halkın arasında sessiz sedasız yürümesinin ne demek olduğunu daha iyi değerlendirebilecektim.
Ayrılınca babama sormuştum; “Peki sen neden elini öpmedin?”
Cevap kısa ve netti; “Asker el öpmez!”
Daha 8 yaşındaydım.
[i]
Yazıları posta kutunda oku