Neo-Avrasyacılık Çerçevesinde Rusya Federasyonu’nun Türkiye Cumhuriyeti’ne Bakışının Suriye Olayı Özelinde Analizi
Dr. Öğr. Üyesi Selim KURT Giresun Üniversitesi
Sovyet Rusya’nın dağılmasının ardından kurulan Rusya Federasyonu’nun ayağa kaldırılması düşüncesi çerçevesinde ortaya çıkan fikirsel arayışların bir ürünü olan neo-Avrasyacılık günümüzde büyük ölçüde Aleksadr Dugin’e atfedilmektedir. Dugin’in Avrasyacılık anlayışı ise ünlü İngiliz coğrafyacı Mackinder’den ödünç aldığı kara ve deniz medeniyetleri arasındaki kadim zıtlığa dayanmaktadır. Bu zıtlığın günümüzde Amerika Birleşik Devletleri (ABD)-Rusya Federasyonu (RF) rekabetinde vücut bulduğuna işaret eden Dugin, RF’nin nihai amacının ABD’nin başını çektiği Atlantikçi Blok’u çökertmek olduğunu iddia etmiştir. Bu amaçla Atlantik Bloğu’nun karşısına RF’nin liderliğinde bir Avrasya İmparatorluğu’nun çıkartılmasının gerekliliğine dikkat çeken Dugin, bu imparatorluğa yönelik tehdit olarak gördüğü ülkeler arasında Türkiye’yi de saymaktadır. Türkiye’nin tehdit olarak gösterilmesinin gerekçesi olarak ise Avrasya İmparatorluğu’nun önemli bir kısmını oluşturan sahada yer alan Türk unsurlar üzerinde Atlantikçi olarak tabir ettiği Türkiye’nin uygulayacağı Pan-Türkizm politikalarıyla söz konusu imparatorluğu parçalama kabiliyetine sahip olmasını göstermektedir. Bu nedenle de Dugin, Türkiye’nin Kafkaslar ile Orta Asya bölgesine yönelik taleplerinin hiçbir surette kabul edilmemesini ve güneye itilmesini önermektedir. 2011 yılında Tunus’ta patlak veren Arap Baharı ayaklanmalarının Suriye’ye de sıçraması üzerine ülkede ortaya çıkan iç savaşın ilk yıllarında Esad’ın yönetimden uzaklaştırılması ortak hedefi çerçevesinde işbirliği yapan Türkiye ile ABD’nin ilişkileri özellikle ülkedeki Irak Şam İslam Devleti (DAEŞ) örgütüyle mücadelede ABD’nin kendisine partner olarak PKK uzantısı YPG-PYD terör örgütünü seçmesi nedeniyle bozulmuştur. Bu durum, Kasım 2015’te Suriye sınırında bir Rus uçağını düşürmesine karşın, Türkiye’nin Suriye politikasında, özellikle 2016 yılının ortasından itibaren, RF ile yakınlaşma yönünde bir değişiklik görülmesine neden olmuştur. Neo-Avrasyacı bakış açısından RF’nin Türkiye’ye Suriye özelinde verdiği destek, ABD ile Türkiye’nin Suriye’de düştüğü anlaşmazlık da göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye’nin bölgedeki çıkarlarının dikkate alındığının gösterilmesi yoluyla onu yanına çekme ve ilgisini bu bölgede tutma arzularıyla da bağdaştırılabilir. Böylelikle Türkiye’nin RF’ye Suriye politikası özelinde bağımlı kalmasının sağlanması yoluyla, Türkiye’nin Orta Asya bölgesine yönelik Batı (özellikle ABD) destekli girişimlerinin de önlenmeye çalışıldığı söylenebilir. Bu çerçevede iki ülkenin Suriye politikasında yan yana gelmelerinde konjonktürel faktörler kadar, özellikle Putin’in iktidara gelmesinden itibaren Rus siyasal hayatında hakim olduğu iddia edilen Avrasyacı bakış açısının da etkili olduğu iddia edilebilir ki, bu çalışmayla söz konusu etkinin Suriye özelinde ortaya konması amaçlanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Neo-Avrasyacılık, Aleksandr Dugin, Rusya Federasyonu, Türkiye Cumhuriyeti, Suriye Krizi.
ANALYZING OF RUSSIAN FEDERATION’S VIEW ON REPUBLIC OF TURKEY SPECIFIC TO SYRIAN EVENT IN THE CONTEXT OF NEO- EURASIANISM
Neo-Eurasianism, which is one of the thinking structures developed within the framework of the rising the Russian Federation, established after the dissolution of Soviet Russia and it is largely attributed to thoughts of Aleksadr Dugin today. Dugin’s Eurasianism understanding is based on the idea of ancient contrast between land and sea civilizations, which was borrowed from the famous British geographer Mackinder. Dugin, who pointed out that this contradiction is embodied in the competition between United States-Russian Federation today, claimed that the final aim of the Russia was to bring down the Atlantic Bloc led by the United States. To this end, Dugin draws attention to the necessity of the establishment of a Eurasian Empire under the leadership of the Russia against the Atlantic Bloc. And he indicates Turkey as a threat to this empire. And as a reason of showing Turkey as a threat he indicates that its ability to scattering the empire by using pan-Turkism policies on the Turkish elements, which constitute important part of the Eurasian Empire. So Dugin recommends both to reject Turkey’s demand towards the Caucasus and Central Asia regions and pushed it to southward. Turkey and America cooperated in the direction of mutual interest in overthrowing of Esad administration in the first years of the civil war, which was erupted due to spreading of Arab Spring uprisings to Syria. However, relations between the two countries deteriorated due to the fact that the America chose the Kurdistan Workers’ Party (PKK) extension YPG-PYD terrorist organization as a partner in the fight against the Islamic State of Iraq and Damascus. This situation has led to seen a change in the direction of rapprochement with Russia in Turkey’s Syria policy especially since the middle of 2016, despite the drop a Russian aircraft by Turkey in the Syrian border in November 2015. Russia’s support for Turkey in the Syria issue from the neo-Eurasianist perspective could be interpreted in two ways, when considered Turkey’s disagreement with America in the Syria conflict. First of these is that Russian desire to pull Turkey next to it by showing its interests taking into account in Syria issue. The second one is prevention of Turkey’s head towards Central Asia region by keeping its attention in Syria. Thus it could be said that Turkey’s initiatives towards Central Asia region, which was supported by West (especially America), tried to be prevented by subordinating Turkey to Russia in the Syria policy. In this context, it can be said that the Eurasian perspective, which is claimed to have dominated Russian political life since Putin came to power, is as effective as the conjectural factors in the rapprochement of two countries in Syria policy. And with this study, it is aimed to analyze outlook of Russia to Turkey specific to Syria issue in the context of neo-Eurasianism understanding.
Key Words: Neo-Eurasianism, Alexander Dugin, Russian Federation, Turkish Republic, Syria Crisis.
GİRİŞ
Kriz dönemlerinde gündeme gelen bir düşünce akımı olan Avrasyacılık’ın Rus siyasal hayatında ilki Çarlık Rusya’sının dağılmasının ardından 1920’li yıllarda ikincisi ise Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) dağılma emareleri verdiği 1980’li yılların sonlarında olmak üzere iki kez ön plana çıktığı söylenebilir. Sovyetlerin dağılmasını takiben ortaya çıkan RF’nin ayağa kaldırılması arayışlarının bir ürünü olan neo-Avrasyacılık’ın en önemli ideoloğu hiç şüphesiz Aleksandr Dugin’dir. Jeopolitik bir bakış açısına sahip olan Dugin’in Avrasyacılık anlayışının ise ünlü İngiliz coğrafyacı Mackinder’in işaret ettiği kara ile deniz güçleri arasındaki kadim zıtlığa dayandığı görülmektedir. Bu zıtlığın günümüzde ABD-RF çekişmesinde somutlaştığını iddia eden Dugin, liderliğini RF’nin yaptığı karacı Avrasyacılığın nihai hedefinin liderliğini ABD’nin yaptığı denizci Atlantik bloğunu tamamen ortadan kaldırmak olması gerektiğini iddia etmektedir.
Bu amacın gerçekleştirilmesi için ise Atlantik İmparatorluğu’nun karşısına bir Avrasya İmparatorluğu’nun dikilmesinin gerekliliğine işaret eden Dugin, bu imparatorluğun merkezde Rus İmparatorluğu, batıda Avrupa İmparatorluğu, doğuda Pasifik İmparatorluğu ile güneyde Orta Asya İmparatorluğu’nun bileşiminden müteşekkil olduğunu ifade etmiştir. Bu noktada kurulması planlanan Avrasya İmparatorluğu’na tehdit teşkil eden devletler arasında Türkiye’yi de zikreden Dugin, Türkiye’nin özellikle merkezdeki Rus İmparatorluğu’nun egemenlik kurduğu sahada yer alan mühim sayıdaki Türk kökenli kitleyi Pan-Türkizm gibi akımlarla yanına çekerek İmparatorluğu parçalama kabiliyetine sahip olması nedeniyle tehdit olarak lanse ettiğini ifade etmiştir. Bu nedenle anılan bölgede Türkiye’ye karşı İran ile işbirliği yapılmasının gerekliliğine işaret eden Dugin, Türkiye’nin Kafkaslar ve Orta Asya bölgesine yönelik taleplerinin hiçbir şekilde karşılanmamasını, Türkiye’nin bu bölgeye yönelik ilgi ve taleplerinin ise bahsi geçen ülkenin güneye (yani Ortadoğu bölgesine) itilmesi yoluyla telafi edilmesini önermektedir.
Dugin, Avrasyacı ve Atlantikçi kutuplar arasındaki kaçınılmaz mücadelenin fitilini yakan bir gelişme olarak tanımladığı Suriye krizi çerçevesinde Türkiye’nin RF ile birlikte hareket etmesini önermektedir. Böylelikle hem Türkiye güneyindeki meselelere çekilerek Orta Asya bölgesine yönelimi engellemiş olacak hem de RF yalnız kaldığı Suriye krizinde Türkiye’yi de yanı çekerek bir taraftan Batı ittifakına karşı eline güçlendirirken diğer taraftan da Batı ittifakında bir delik açma imkanına kavuşacaktır.
Bu çerçevede çalışmada, neo-Avrasyacı perspektiften RF’nin Türkiye’ye bakışı Suriye olayı özelinde analiz edilmeye çalışılmış olup, bunun için öncelikle Avrasyacılığın ne olduğu tanımlanmış, ardından Dugin’in Avrasyacılık anlayışında Türkiye’nin yeri analiz edilmiş ve son olarak Suriye olayı özelinde RF’nin Türkiye’ye bakışı değerlendirilmiştir.
⦁ AVRASYACILIK
Avrasya, Asya ile Avrupa’nın kesiştiği bir alan, yani Asya’nın Avrupa’ya açılan Batı yakası ile Avrupa’nın Asya’ya açılan doğu yakasının kesiştiği bölge olarak tanımlanmaktadır. Avrasya’nın batı sınırlarının Viyana’dan başladığı, merkez bölgesinin Anadolu’nun yanı sıra Karadeniz, Ukrayna, Moldova, Güney Rusya’yı kapsadığı ve doğu yakasının ise Çin Seddi’ne kadar uzandığı genel kabul görmektedir. Avrasya’nın güney bölgesi ise Ortadoğu’dur. Bu çerçevede, Avrasya’nın ne Avrupa, ne Asya ne de Afrika olmadığı, bu üç kıtanın ortasında yer alan bir saha olduğu söylenebilir.1
Avrasyacılık terimi ilk defa Alman coğrafyacı Aleksander Gumbeldt (1769-1859) tarafından, Rusça’da ise etnograf Vladimir Lamanski (1833-1859) tarafından kullanılmıştır. Başlangıçta sadece bir coğrafi terim olan Avrasyacılık 19. yüzyılda Rusya’da felsefi ve ideolojik bir anlam kazanmış ve 20. yüzyılda ise kriz dönemlerinde tekrardan gündeme gelerek Ruslar için milli bir ideoloji haline getirilmeye çalışılmıştır.2
Avrasyacılığın Rusya’da nasıl bir gelişim çizgisi izlediğine bakıldığında ise, bu hususa ilişkin tartışmaların 17. yüzyıla kadar geri götürülebileceği anlaşılmaktadır. Temel olarak kimliksel ve ekonomik boyutlara sahip olan bu tartışmalara 19. yüzyılda Batıcılar ile Slav milliyetçilerinin iki farklı cevap verdikleri görülmektedir. Batıcılar ülkenin ayağa kaldırılabilmesi için herşeyden önce Avrupa medeniyetinden Aydınlanma’nın sonuçlarının devralınması gerektiğini iddia etmişlerdir. Diğer taraftan Slav milliyetçileri ise bunun için Rusya üzerindeki Batı etkisinin kaldırılmasının gerekliliğine dikkat çekmişlerdir. Batıcılar Rusya’nın geleceğini onun Batılı bir yola girmesinde görürlerken, Slav milliyetçileri Ortodoks inancına dayanan özgün karakterli bir kültür geliştirilmesinin savunuculuğunu yapmışlardır.3
Avrasyacılık akımı, dünya tarihinin Avrupa merkezci vurgusunu da açık bir şekilde reddetmektedir. Burada Batı’nın belirlediği evrensel değerlere dayanan herkes için geçerli bir medeniyet anlayışının Avrasyacılar için kabul edilemezliği söz konusudur. Avrupa merkezciliğe bu reddiye aynı zamanda liberal demokrasinin batılı şekline, onun hukuk devletine, parlamentarizme ve bireye yönelik insan haklarına da karşı çıkmaktadır. Buna karşılık, Avrasyacılar, anti-tez olarak, kişi ve devletin organik birliği, başka bir değişle “senfonik kişilik” ile Rus Ortodoksluğunun cemaat ilkesi
1 Anıl Çeçen, Türkiye ve Avrasya 2. Baskı, Doğu Kütüphanesi, İstanbul, 2015, s. 11.
2 Fatih Akgül, Rusya ve Türkiye’de Avrasyacılık 1. Baskı, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2009, s. 16.
3 Ömer Göksel İşyar, Avrasya ve Avrasyacılık 2. Baskı, Dora Yayınları, Bursa, 2013, ss. 10-12. ve Christian F. Wehrschutz, “Rus Fikriyatının Parçası Olarak Avrasyacılık”, Erol Göka ve Murat Yılmaz (der.), Uygarlığın Yeni Yolu Avrasya içinde (23-41), Kızılelma Yayıncılık, İstanbul, 1998, s. 25.
sobornast’a dayanan güçlü otoriter bir devlet fikrini geliştirmişlerdir.4 Özellikle Sovyet yaşantısının artan oranda bürokratik bir yapıya bürünmesi ve Sovyet toplumunun istikrarlı bir şekilde totaliterleşmesi, Avrasyacıların bakış açısını totaliter/otoriter rejimlerin Rusya’ya daha uygun olduğu hususunda etkileyerek, değiştirmiştir.5
Bu temellere dayanan Avrasyacılık akımı, Batı kaynaklı etno-kültürel parçalanmanın, komünizmin yayılmasının ve kendi kendini yönetme (self-determinasyon) hakkının meşruluk kazanmasının etkisiyle ve genel anlamda Batı yayılmacılığına bir tepki olarak, 1920 yılında, Rus toprakları dışında, Sofya’da sürgünde bulunan bir grup seçkin tarafından başlatılmıştır. Bu çerçevede, Avrasyacılık düşüncesinin, hareketin liderlerinden biri olan Peter Nikolaevich Savitsky ile Sol’un gelecekteki lideri ve Savitsky’nin en önemli rakibi olan Peter Suvchinsky ve tarihçi, filolog ve filozof Nikolai S. Trubetskoi’un buluşu olduğu söylenebilir. Daha sonra pekçoklarının da katıldığı hareketin temel fikirleri “Beyazlar”ın son kalesi olan Kırım’da Savitsky tarafından tasarlanmış ve 1921 yılında Bulgaristan’da yayınlanan Doğu’ya Çıkış adlı yayın ile son şeklini kazanmıştır. Tüm çeşitliliğine karşın, Avrasyacılığın iki temel düşünceye dayandığı söylenebilir. Bunlardan ilki SSCB’nin Slav olan ve olmayan halkalarının birliği fikridir ki, bu bakış açısından Avrasyacılık, Slav milliyetçiliğinden oldukça farklıdır. İkincisi ise, pekçok devrim destekçisi gibi Avrasyacılar’ın da Bolşevik İhtilali’ni bir sapmadan daha ziyade devletin politik geleneğine sıkı sıkıya bağlı bir dönüşüm olarak görmeleri ve esas Avrasya devleti olarak Sovyet Rusya’yı telakki etmeleridir.6
1930’lu yıllarda kendi içlerinde bölünmeler yaşayan Avrasyacıların bir kısmı Rusya’ya dönerek SSCB’nin gerçek Avrasya Devleti olduğunu savunmaya başlamış, bir kısmı bu hareketten ayrılmış ve ülke dışında kalan önemli bir kısmı da Sovyet Gizli Servisi (KGB) tarafından yok edilmiştir. 1930’lardan sonra, Avrasyacılık, sözde siyasallıktan sıyrılarak, politik iradenin kullanabileceği bir bakış açısı ve hatta komünist rejimin propagandasının bir parçası haline getirilmiştir. İlerleyen yıllarda ise Sovyet yönetimi, Klasik Avrasyacılar tarafından oluşturulan literatürü bir süreliğine de olsa yasaklamıştır. Avrasyacı fikirlerin izleri, Varşova Paktı ülkelerine kendi kaderlerini belirleme hakkı tanıyan, ancak medeniyet olarak farklı oldukları gerekçesiyle birlik cumhuriyetlerini aynı haktan yoksun bırakan, Mikhail Gorbaçov’un ortak bir “Avrupa evi” önerisiyle Sovyet politik söyleminde ara sıra kendine yer bulmuşsa da, yine de bu tür söylemler son derece sınırlı kalmıştır. Zamanla unutulmaya yüz tutan ve önemini yitiren Avrasyacılık, SSCB’nin dağılmasıyla ortaya çıkan fikirsel arayışlarla yeniden gündeme gelmiş ve güç
4 Wehrschutz, a.g.e., s. 27.
5 Dmitry V. Shlapentokh, “Eurasianism: Past and Present”, Communist and Post-Communist Studies, Cilt: 30/Sayı: 2, 1997, s. 131.
6 Akgül, a.g.e., ss. 18-19. ve Shlapentokh, Eurasianism: Past and Present, ss. 130-131.
kazanmıştır. Bu çerçevede, 1920’lerde ortaya çıkan Klasik Avrasyacılık, 1980’lerde bu kez neo-Avrasyacılık olarak tezahür etmiştir.7
⦁ DUGİN’İN AVRASYACILIK ANLAYIŞINDA TÜRKİYE’NİN YERİ
Türkiye’yi Osmanlı Devleti’nin bir devamından daha ziyade bir yanılsaması olarak niteleyen Dugin, çok-merkezli ve çok-milletli emperyal İslami bir yapının yerine Kemal Atatürk tarafından laik, ateist, dinle ilgisi olmayan ve milliyetçi düzeni ile Fransız kökenli ulus-devletin doğu versiyonunun kurulduğunu iddia etmektedir. Bu nitelikleriyle doğunun kendi manevi, dini ve jeopolitik geleneğinden kesin bir şekilde kopan ilk devletin Türkiye olduğunu belirtmektedir. Günümüzde NATO üyesi olan Türkiye’nin fiilen Atlantikçiliğin ve tek dünyacılığın doğudaki ileri karakolu, Asya- Doğu ile Arap alemi arasında “tampon kordonu” sayıldığını iddia etmektedir.8
Dugin’in Avrasyacılık anlayışı çerçevesinde Türkiye’ye bakışının üç katmanlı olduğu söylenebilir. İlk katman, Avrasya İmparatorluğu’nun merkezi olarak adlandırdığı Rus İmparatorluğu içerisindeki Türk varlığı çerçevesinde Türkiye’ye bakış, ikinci katman, Kafkaslar bölgesi çerçevesinde Türkiye’ye bakış ve son katman ise Orta Asya Türk Cumhuriyetleri çerçevesinde Türkiye’ye bakış şeklinde sıralanabilir.
Ülke içerisinde, Avrasya devletinin, yani Rusya’nın Slav ve Türk unsurların birleşimine dayandığını iddia eden Dugin, adı geçen iki halkın ileride de Avrasya jeopolitiğinin unsurları olacağına işaret etmektedir. Bu çerçevede Avrasya İmparatorluğu’nun kurulabilmesi için imparatorluk merkezi olarak nitelendirdiği Rus coğrafyasında yaşayan Türklerin, Slavlar ile birlikte hareket etmesinin önemine işaret eden Dugin, her iki milletin de istikballerinin kaynaşmada olduğunu, etno-kültürel farklılıklarını ileri sürmelerinin ve hatta bu farklılıklara siyasal anlamlar yüklemelerinin, hem Rusların hem de Türklerin tarihsel kaderlerine zıtlık teşkil ettiğini ifade etmektedir. Bu çerçevede bariz bir ayrılıkçı geleneğe ve gelişmiş bir milli bilince sahip olan Tataristan ile yine İslam inançlı bir Türk bölgesi olan Başkurdistan’ın jeopolitik ilişkilerinin pekişmesinin, Başkurdistan’ın güney idari sınırının teorik olarak Türk-İslam ayrılıkçılığının üssüne dönüşebilecek olan Kuzey Kazakistan’ın yakınından geçmesi dolayısıyla son derece tehlikeli olduğuna işaret eden Dugin, böyle bir durumda Kalpgah’ı en korkunç tehlike olarak tabir ettiği, “karasal mekânın tam ortasından Türk (Türkiye taraftarı, Atlantikçi) mızrağı ile paramparça olma” ihtimalinin beklendiğini iddia etmektedir.9
Dugin, bir diğer katman olan Kafkasların tamamının, bölge ahalisinin fevkalade bir sosyal hareketliliğe ve kadim bir jeopolitik geleneğe sahip olmaları dolayısıyla son
7 Akgül, a.g.e., s. 19. ve Paul Pryce, “Putin’s Third Term: The Triumph of Eurasianism?”, Romanian Journal of European Affairs, Cilt: 13/Sayı: 1, 2013, s. 30.
8 Dugin, Rus Jeopolitiği: Avrasyacı Yaklaşım, s. 260.
9 Dugin, Rus Jeopolitiği: Avrasyacı Yaklaşım, ss. 158-159.
derece stratejik bir kavşak olduğunu ifade etmektedir. Bölgenin, Atlantikçi Türkiye ile doğrudan sınırdaş olduğunu ve topografya açısından ise Kafkas sıradağları alanına giren hudut bölgelerini de stratejik olarak kontrol ettiğini belirtmektedir. Ayrıca bölgeyi “Rus jeopolitik mekânının en kırılgan noktasıdır.” diye tarif eden Dugin, bu toprakların geleneksel olarak Rus heartland’ı ile rimland ülkeleri (Türkiye ile İran) arasında şiddetli askeri çarpışmalara sahne olmasının bir tesadüf olmadığını da dile getirmektedir. Dugin’e göre Kafkaslar’ın kontrolünün öncelikli getirisi “sıcak denizler”e çıkışın önünü açmasıdır. Sınırların Rusya’nın aleyhine güneye (veya kuzeye) doğru her nakledilişinin ise kıtasal gücün hayati bir yenilgisi manasına geldiğini iddia etmektedir.10 Bu bölgede Rusya’nın geleneksel ve güvenilir müttefiki olan Ermenistan’ın özel bir jeopolitik rol oynadığına dikkat çeken Dugin, Türkiye’nin kuzeye ve doğuya, yani Türklerden müteşekkil Orta Asya Türk dünyasına yayılmasının önüne set çekmek için Ermenistan’ın mühim bir stratejik üs vazifesi yerine getirdiğine işaret etmektedir. Diğer taraftan, jeopolitik saldırı boyutunda ise Ermenistan’ın, sözde kadim Ermeni topraklarının önemli bir kısmının ve başlıca kutsal yerinin (Ağrı Dağı) bulunduğu Türkiye topraklarına doğru kesintisiz devam eden bir etno-kültürel birlik temsil ettiğini iddia ederek, bu hususun Türkiye’de jeopolitik sarsıntılar tahrik etmek maksadıyla kullanılabileceğine işaret etmektedir. Ayrıca bölgedeki Türk tesirini engellemenin bir diğer yolu olarak, Şiiliği, Güney Azerbaycan ile etnik akrabalığı ve tarihi münasebetleri vurgulayarak Azerbaycan’ı İran’a bağlamanın gerekliliğine dikkat çekmekte ve hiçbir surette Türkiye ile birleşmesine müsaade edilmemesi gerektiğini belirtmektedir.11
Bir diğer katman olan Orta Asya’yı Dugin, Heartland’ı arzu edilen hedefe, yani Hint Okyanusu’na çıkarabilecek jeopolitik bir mekân olarak nitelendirmektedir. Eğer Moskova bu istikamette deniz gücü ile mevzi mücadelesini kazanmayı başarabilirse, Hindistan’ın kıtasal bloka entegrasyonu, Türkiye’ye karşı Irak’ın stratejik desteği, Ortadoğu’ya doğrudan bir koridor açılması vb. gibi birçok hususun da kendiliğinden çözüleceğini iddia etmektedir. Diğer taraftan tüm kıtasal politikanın esasen, Kazakistan’ın Rusya ile ortak kıtasal bir bloka mantıklı ve ölçülü bir entegrasyonuna dayandığına işaret eden Dugin, bu bölgedeki en önemli hususun Türkiye’nin bölgeye yönelik her türlü nüfuz edinme girişiminin engellenmesinin yanı sıra “Atlantikçi Türkiye’nin başının altından çıkan ve eski Sovyet Orta Asya’sının salt enlemsel jeopolitik gelişmesini öne süren, Hint-Avrupacı kuzeye (Rusya) ve Hint-Avrupacı güneye (İran, Afganistan, Pakistan, Hindistan) zıt olan her türlü “Turancı”12
10 Dugin, Rus Jeopolitiği: Avrasyacı Yaklaşım, s. 177.
11 Dugin, Rus Jeopolitiği: Avrasyacı Yaklaşım, ss. 179-180.
12 Dugin, kendisine ait olan Geopolitica adlı websitesinde 2018 yılında yayınlanan “Turan: The Key to Understanding The Russian Logos” başlıklı yazısında, Turan’ın esasen bir coğrafyanın adı olduğunu, Turan adı verilen coğrafya Türklükle anılsa da daha Türkler bu bölgeye gelmeden önce Hint-Avrupa ailesine ait bir millet olan İranlıların bu bölgede varlığını sürdürdüğünü ve Turanlı olarak belirtilen ilk halkın ise göçebe İranlılar olduğunu ve günümüzde Turan’ın Rusların yeniden dirilişinin bir tezahürü haline geldiğini iddia ederek, imparatorluğun parçalanmasında önemli rol oynamasından endişe ettiği Türk kitlenin akademik düzeyde de olsa bu bölgeyle bağlantısını koparmaya çalıştığı anlaşılmaktadır.
entegrasyon projesine set çekilmesi” olduğuna işaret etmektedir. Turancı bir entegrasyonun jeopolitik Avrasyacılığın karşı-tezi olduğunu ifade eden Dugin, bu tür bir entegrasyonun karasal güçleri, batı (Rusya’nın alt kısmı), doğu (Rus Güney Sibiryası ve Uzak Doğusu) ve güney (İran, Afganistan ve Pakistan) olarak üç kısma böleceğini iddia etmektedir. Böyle bir Turancılığın gerek Rus Devleti’ne gerekse Rus etnisitesine bir başlangıç teşkil eden “ormanla steplerin ırksal ve jeopolitik ittifakını bozmaya ayarlı” olduğuna da dikkat çekmektedir.
Turancılığın Afganistan ve İran konusunda ise, İslam dünyasının dini birliğini bölük pörçük ettiğini ifade eden Dugin, buradan hareketle Heartland’ın, Türkiye’ye ve Pan- Türkizm taşıyıcılarına karşı sert bir pozisyonel savaş ilan etmesi gerektiğine işaret etmektedir. Bu savaşta Rusya’nın başlıca müttefikinin ise İslamcı Ari İran olacağını belirten Dugin, “Orta Asya, iki küresel Hint-Avrupacı gerçeklik olan Ruslar ile Farslar arasında dikey olarak “yayılmalıdır” demektedir.” Türkiye’yi Rusya-Avrasya için en az ABD ve Çin kadar tehlikeli bir devlet olarak gören Dugin “tüm Türk mekânında yerel özerk kültürel eğilimleri ayrıştırmak ve klanlar, boylar, uluslar vs. arasında geçimsizliği şiddetlendirmek için her şeyi yapmak lazımdır.” demektedir. Ayrıca Dugin “Bu bölgenin her yanındaki yöreler, bölgeler, sanayi kompleksleri, ekonomik çevrimler ve stratejik tesisler, Türk havzası dışındaki topraklarla, ya da katı boylamsal istikamette çepeçevre kuşatılmaya çalışılmalıdır.” demektedir.13
Görüldüğü üzere Dugin’in, Avrasya İmparatorluğu’nun hayata geçirilmesine ve varlığına ilişkin olarak en çok tehdit algıladığı ülkelerden biri de, gerek ülke içerisinde gerekse imparatorluğun merkezi olarak tabir ettiği sahada önemli bir yekûn teşkil eden Türk kitleler üzerinde potansiyel olarak yönlendiriciliğe sahip olabileceğini düşündüğü Türkiye’dir. Dugin, Avrasya projesi çerçevesinde Türkiye’ye bakışından ise büyük ölçüde oluşturulmasını planladığı Avrasya İmparatorluğu’nun “güney kanadı”nı teşkil eden Orta Asya İmparatorluğu bağlamında bahsetmektedir.
Bu çerçevede söz konusu kanatta Orta Asya’dan Batı Afrika’ya yayılan, dinen bir ve siyaseten de istikrarlı entegre bir İslam dünyasının bulunmasının ideal olduğuna işaret eden Dugin, bununla birlikte İslam dünyasının şuan son derece dağınık olduğuna ve içerisinde, birbirlerine karşıtlık da içeren, çeşitli ideolojik ve siyasal eğilimler barındırdığına dikkat çekmektedir. Ve bunlara, Amerika ve Atlantik karşıtı, jeopolitik olarak son derece faal olan, kıtasal türdeki İran köktenciliğinin yanı sıra Suriye, Irak, Libya, Sudan, kısmen Mısır ve Suudi Arabistan tarafından propagandası yapılan Pan- Arabizm, jeopolitik olarak Atlantikçilikle aynı fikirde olan Suudi-Vahhabi köktenciliği ile geçmişte Libya, Irak, Suriye’de etki olan Pan-Arabizme yakın “sol” kesimin modelleri olan İslami Sosyalizmin çeşitli versiyonlarına ilave olarak Pan-
Bkz. Alexander Dugin, “Turan: The Key to Understanding The Russian Logos”, Geopolitica, (Erişim Tarihi: 29.07.2019).
13 Dugin, Rus Jeopolitiği: Avrasyacı Yaklaşım, ss. 181-182. ve Dunlop, a.g.e., ss. 113-114.
Türkizm çizgisine vurgu yapan Atlantikçi Türkiye’nin laik rejimini örnek göstermektedir.
Bununla birlikte İslam dünyasında Türkiye’nin temsil ettiği “laik” veya Suudi Arabistan’ın temsil ettiği “İslamcı” salt Atlantikçi kutupların, kıtasal İmparatorluğun küresel projesinde Avrasya’nın güney kutbu fonksiyonunu yerine getiremeyeceklerini ifade ederek, geriye “İran köktenciliği” ile “Pan-Arabizm”in kaldığını belirtmektedir. Ancak jeopolitikçi saikler açısından değerlendirildiğinde, kıtasal bir devlet oluşu, Orta Asya ile sıkı ilişkilere sahip olması, radikal şekilde Amerikan karşıtlığı ve gelenekselci duruşu ve aynı zamanda “sosyal politika” istikametinde yer alması gibi faktörler nedeniyle tüm Avrasya parametrelerini karşılaması nedeniyle, bu konudaki önceliğin İran’a verilmesi gerektiğini iddia etmektedir. İlaveten Dugin, İran’ın anakara haritası üzerinde çok önemli bir yer işgal ettiğine dikkat çekerek, Moskova- Tahran ekseninin vücuda getirilmesi halinde yeni imparatorluğun pek çok probleminin çözüleceğine de işaret etmektedir. Bu çerçevede Rusya’nın birkaç yüzyıldır çabaladığı stratejik hedef olan “sıcak denizlere çıkışa” da bir anda ulaşabileceğine dikkat çekmektedir. Böylelikle İmparatorluğun, Rusya’ya kıtasal yönden yakın, Hint Okyanusu’na da doğrudan açılan ve İran kıyılarına stratejik erişime sahip olacak olan Avrasya’nın tüm sahilleri boyunca, özellikle güneyde ve batıda kıyı topraklarının ele geçirilmesi vasıtasıyla anakaranın karasal enginliklerini “boğacak” geleneksel bir Atlantikçi plan olan “anakonda halkası”14 stratejisinin gerçekleşmesinden de tamamen güvenlikte olacağını ifade etmektedir. Ayrıca Dugin, Moskova-Tahran ekseninin oluşturulmasının “anakonda”yı en zayıf yerinden keserek, Avrasya içinde ve dışında yeni yeni köprübaşları ele geçirmede Rusya’ya sınırsız ufaklar açacağını ifade ederek, güney kanadının teşkilinde İran’a verdiği öneme bir kez daha işaret etmektedir.15 Bu nedenle, Avrasya’nın merkezi ve kutbu vasfı ile Moskova’nın, “Yeni İmparatorluk” çerçevesinde Türkiye ile Suudi Arabistan’a geleneksel olarak düşman olan Tahran’a bu bölgede “İran dünyası”nı kurma ve tüm bölgede Atlantikçi etkiye mukavemet edebilecek sağlam Orta Asya jeopolitik bloğunu organize etme misyonunun devredilmesi gerektiğini belirten Dugin, bunun Pan- Türkçü yayılmanın ve Suudilerin mali-siyasi müdahalelerinin kesin süratte sona ermesi manasına geleceğini ifade etmiştir.
Bu çerçevede Moskova-Tahran ekseninde Ermenistan’ın önemine de dikkat çeken Dugin, Türkiye’den Azerbaycan’a ve Orta Asya’ya giden yolun Ermenistan ve Karabağ’dan geçmesi nedeniyle Ermenilerin son derece stratejik önemdeki topraklarda bulunduklarına işaret etmektedir. Bu özelliği ile Erivan’ın otomatik olarak Moskova-Tahran ekseninde bu iki ülkeyi birbirine eklemleyen ve Türkiye’yi kıta içi
14 İki savaş arası dönem Alman jeopolitikçilerinin Britanya’ya ilişkin olarak kullandıkları bir ifade olan ve Dugin’in de onlardan ödünç aldığı “Anakonda Stratejisi”nin uygulanması yoluyla Dugin, Amerika ve müttefiklerinin Avrasya’nın kıyı şeridine yönelik olarak büyük bir baskı uyguladıklarını iddia etmektedir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Dunlop, a.g.e., s. 107.
15 Dugin, Rus Jeopolitiği: Avrasyacı Yaklaşım, ss. 73-75.
mekanlardan yani Orta Asya’ya erişimden koparan önemli stratejik bir halka haline geldiğini belirtmektedir.
Bu noktada Dugin Avrasya projesinde, Türkiye’nin Kafkasya ve Orta Asya’daki çıkarları hiç dikkate alınmayacağından, Türkiye’ye imparatorluğun güney kanadındaki “günah keçisi” rolünün biçilmesinin gerekliliğine dikkat çekmektedir. Dahası, muhtemelen Türkiye’deki Kürt ayrılıkçılığını desteklemek16 ve aynı zamanda İran’a etnik olarak yakın olan halkları laik-Atlantikçiliğin kontrolünden kurtarmak maksadıyla ön plana çıkarmanın gerekliliğine de işaret etmektedir. Bu durumun telafisi için ise Türkiye’ye Bağdat, Şam ve Riyad yoluyla güney istikametinde gelişimin teklif edilmesini ya da Türkiye’de jeopolitik gidişatın temelden değişimi maksadıyla ülkedeki İran yanlısı köktencilerin harekete geçirilmesini veyahut da uzak gelecekte Atlantik karşıtı ve Avrasyacı vasıfla Orta Asya Blokuna girişinin tahrik edilmesini önermektedir.17
16 Dugin bu hususta 31 Ekim 2016 tarihinde kendi websitesi olan Geopolitica’da yayınlanan “Kurdistan and the Greater Middle East” başlıklı makalesinde, Kürtlerin de bölgedeki diğer millet gibi tarihsel bir ulus teşkil ettiklerini, ancak yaşadıkları coğrafyada bulunan çok-uluslu İmparatorlukların yıkılmasını takiben, Irak, Suriye, Türkiye ve İran gibi yapay ulus-devletlerin içinde parçalanmış bir şekilde kalmaları nedeniyle kendi devletlerine sahip olamadıklarını, bunun da söz konusu ülkelerdeki Kürt milliyetçiliğini tetikleyerek ayrılıkçı hareketlere neden olduğunu ifade etmektedir. Özellikle Türkiye temelinde Kürt sorununun çözümü için Türkiye’nin Atlantik Bloğu’ndan uzaklaşarak, içerisinde yaşayan tüm milletlere aynı hakları sunan Avrasyacılık projesi alanına dahil olmasının gerekliliğine işaret etmektedir. Bkz.
Alexander Dugin, “Kurdistan and the Greater Middle East”, Geopolitica, (Erişim Tarihi: 29.07.2019).
17 Dugin, Rus Jeopolitiği: Avrasyacı Yaklaşım, ss. 76-79. Özellikle Türkiye’nin Atlantikçi Bloktan uzaklaştırılması noktasında, RF’den S-400 Hava Savunma Sistemleri alımına ilişkin olarak Aleksandr Dugin’in 15 Temmuz 2019 tarihinde Independent Türkçe adlı websitesine verdiği mülakatta son derece ilginç ifadeler yer almaktadır. Sunucunun “Türkiye, Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi aldı. ABD ve NATO’nun tepkisi ortada. Türkiye’ye yönelik ekonomik yaptırımlardan söz ediliyor. Batı’da bazı yorumcular Türkiye’nin eksen değiştirdiği kanaatinde. Siz tüm bu gelişmelere nasıl bakıyorsunuz?” sorusuna Dugin “Bence şimdi Türkiye’nin NATO üyeliğinin sorgulanması gereken bir zamandır. Ne zaman olur bilemem ama bu olacak. Açıkçası II. Dünya savaşından sonra Türkiye’nin NATO’ya katılması, Sovyetler tehdidi gerekçesiyle katılması öyle ya da böyle stratejik bir mantık çerçevesinde açıklanabilecek bir durumdu. Fakat Türkiye güvenliğine bugün tehdidi oluşturan ABD’nin kendisi. Rusya bir tehdit değil. Rusya tarafsız ya da dost ülke. ABD ise Türkiye için teorik anlamda artık düşmanca tutum sergileyen ülke sınıfında. Türk hükümetinin 15 Temmuz’da ABD’nin darbeyle ilişkisini bildiğini, farkında olduğunu farz ediyorum. Dolayısıyla artık NATO’nun bir parçası olmak Türkiye’nin egemenliği için bir nevi intihardır. Dolayısıyla Rusya tek alternatiftir. Rusya’nın S-400 gibi stratejik silahları tek alternatiftir. Türkiye açısından S-400’lerin seçimi de rasyonel bir seçimdir. Türkiye’nin savunmasını bağımsızlaştırması ve NATO’dan çıkması sadece bir zaman meselesidir. Ne zaman olacağını elbette söyleyememem. Ama bunun mantıklı olan şey olduğunu söyleyebiliriz. Biz Türkiye’de ABD egemenliğine karşıyız. Biz Rusya’nın başka ülkeler üstündeki egemenliğine de karşıyız. Çok kutuplu dünyada bu böyledir. Bizim silahımız Türkiye’yi Batı kontrolünden kurtaracaktır.” cevabını vererek, Türkiye’nin Atlantik karşıtı bir politikaya yönlendirilmesi ve RF’nin tarafına çekilmesi niyetini açıkça destekleyen bir açıklamada bulunduğu söylenebilir. Bkz. Dora Mengüç, “Rus siyaset bilimci Dugin: ABD yönetimi içinde görüş ayrılığı olmasına rağmen 15 Temmuz’un ardında CIA vardı”, Independent Türkçe, i%C3%A7inde-g%C3%B6r%C3%BC%C5%9F-ayr%C4%B1l%C4%B1%C4%9F%C4 %B1-
olmas%C4%B1na-ra%C4%9Fmen-15 (Erişim Tarihi: 29.07.2019).
⦁ SURİYE OLAYI ÖZELİNDE NEO-AVRASYACI PERSPEKTİFTEN RUSYA FEDERASYONU’NUN TÜRKİYE’YE BAKIŞI
Tarihsel olarak Türkiye ile Rusya içindeki bulundukları coğrafyada birbirlerine rakip olan iki güçlü aktördür. Bu iki aktör birbirileriyle ilişkilerinde hem çatışmış hem de aynı zamanda kendi nüfuz alanları olarak gördükleri bölgelerde farklı aktörlerin güçlenmesini dengelemek için işbirliğine gitmişlerdir. Bu dengeleme çabasında “Batı” önemli bir aktördür. Her iki devlet de Batılı devletlerden kendi ulusal çıkarlarına yönelik ciddi tehdit algıladıkları durumlarda birbirileriyle işbirliğine giderek Batı’nın gücünü dengelemeye çalışmışlardır. Bu noktada iki dünya savaşı arası dönemin özel bir önem arz ettiği söylenebilir. Bu dönemde Türkiye ve Rusya pek çok konuda işbirliği yapmış ve hem iç hem dış politikada ortaklıklarını geliştirmişlerdir.18
Ancak bu durum İkinci Dünya Savaşı sonrasında değişmiştir. Uluslararası konjonktürün derinleştirdiği tehdit algısı, Türkiye’nin NATO üyeliğiyle birlikte Rusları yeniden düşman biçiminde tanımlamasına neden olmuştur. Komünizm karşıtlığıyla birleşerek ideolojik bir boyut da kazanan ötekileştirme, Türkiye’yi Sovyet karşıtı ABD ile Avrupa-Atlantik güvenlik kurumlarına bir adım daha yaklaştırırken Sovyetlerden uzaklaştırmıştır. Bu dönemde Avrasya, Türk kamuoyunun ve karar alıcılarının gündeminde en azından siyasi bir mesele olarak neredeyse hiç bir biçimde yer edinmemiştir. Sovyet/Komünist karşıtı mücadeleye zaman zaman üstü örtülü biçimde destek verildiği görülse de, bunun etkili bir sonuç yaratarak, Türkiye’de özel bir Avrasya politikasının şekillendirilmesine neden olduğunu söylemek mümkün değildir.19
Rusya ile Türkiye arasındaki jeopolitik rekabet Soğuk Savaş sonrası dönemde özellikle eski Sovyet coğrafyasında Türkiye’nin etkinliğini artırma çabaları nedeniyle hız kazanmıştır. Ancak 1990’lı yılların sonlarına doğru Türkiye’nin bölgedeki iddialarını yumuşatması, Orta Asya Cumhuriyetlerinin Rusya ve Türkiye arasında dengeli bir politika izlemesi ve Türkiye’nin enerji konusunda Rusya’nın tezlerine yakınlaşması ile birlikte bu rekabet azalmıştır.
İki ülke arasında 2000’li yılların ilk on yılında gelişen işbirliği özellikle 2011 Arap Baharı sonrasından yeniden gerilimli bir noktaya gelmiştir. Özellikle Suriye konusunda devam eden radikal yaklaşım farklılığı uçak düşürme olayına kadar devam
18 Evren Balta, “Fırtınalı Diplomasi: Türkiye-Rusya İlişkileri”, Türkiye Sosyal Ekonomik ve Siyasal Araştırmalar Vakfı,
%20pdf.pdf (Erişim Tarihi: 25.09.2019).
19 Mitat Çelikpala, “Rekabet ve İşbirliği İkileminde Yönünü Arayan Türk-Rus İlişkileri”, Bilig, Sayı: 72, 2015, s. 121.
etmiş ve bu olayı takiben Rusya’nın yaptırımlarıyla kesilen ilişkiler son dönemde yeniden hızla düzelmeye başlamıştır.
Suriye sorunu iki ülke arasındaki işbirliği ve çatışma dinamiklerini son dönemde en fazla açığa çıkaran alan olmuştur. Suriye konusunda iki ülke çatışmanın başlangıcından bu yana farklı pozisyonları desteklemişlerdir. Rusya Esad’ın en önemli uluslararası desteğini sağlarken, Türkiye ise Esad’a muhalif cephenin önemli destekçilerinden biri olmuştur.20 Bu görüş ayrılığına karşın Türk tarafınca Rus uçağının düşürüldüğü 24 Kasım 2015 tarihiyle ilişkilerin düzelmesi yolunda önemli bir adımın atıldığı 9 Ağustos 2016 arasında geçen yaklaşık dokuz aylık sürede Türkiye’nin iç ve dış politik ortamında yaşanan sıra dışı olayların etkisi, yeniden yakınlaşmanın kuşkusuz çok da beklenilmeyen bir hızla gerçekleşmesinin ana nedeni olarak değerlendirilebilir. Bu dönemde Türkiye’nin içeride yaşanan gelişmelerin bir neticesi olarak dış politikada Batılı müttefiklerinden beklediği ilgiyi görmeyerek yalnızlaştığını hissetmesi belirleyici bir faktördür. Ayrıca ABD’nin Gülenci Harekete verdiği desteğe (hatta darbe girişiminin ardındaki gizli gücün ABD olduğuna) yönelik inanca ilave olarak21 ABD’nin Suriye ile ilgili olarak özellikle PYD ile iyi ilişkiler konusunda Türkiye’nin açık tepkilerine rağmen diretmesi de ülkede var olan ABD karşıtı rüzgârı daha da güçlendirmiştir. Bu çerçevede Türkiye’deki Batı ve ABD karşıtı hareketin, bozulmuş Türk-Rus ilişkilerinin düzelmesinde ciddi bir olumlu etki yarattığı söylenebilir.22
Diğer taraftan Rusya’nın Batılı ülkelerle ilişkilerini düzeltememesi, tek taraflı olarak yürüttüğü operasyonların uluslararası alanda meşruiyet için yeterli görülmemesi gibi başlıklar da Rus tarafının en azından belli başlı konularda Türk tarafı ile gerginliği devam ettirmenin iki tarafa da fayda sağlamayacağı sonucuna varmasında etkili olmuştur. Ayrıca, Rusya’nın sorunlar yaşadığı Ukrayna’yı aradan çıkartarak yeni geçiş güzergâhları oluşturmak ve böylece Avrupa pazarına daha güvenilir yollardan ulaşmak bağlamında kurmak istediği oyunda Türkiye’ye ihtiyaç hissettiği de ileri sürülebilir.23
Rusların Suriye krizine neden müdahil olduğu sorusuna cevap olarak Dugin, Avrasyacılık anlayışı çerçevesinde, büyük ölçüde jeopolitik gerekçelere işaret etmektedir. Bu çerçevede günümüzde Atlantikçiler ile Avrasyacılar arasındaki cephenin Suriye’de somutlaştığına dikkat çeken Dugin, Sovyetler Birliği’nin çökmesinin ardından doğuda ve Ortadoğu’da politik bir güç boşluğunun oluştuğunu ve ABD’nin bölgede kendisini hegemonik bir güç olarak sunmak için ulus-devletleri
20 Balta, a.g.e.
21 Mitat Çelikpala, “Bugüne Tarih Olarak Bakmak: Türkiye-Rusya İlişkilerinin Serencamı ve Geleceği”,
Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi, Mayıs 2019, s. 23.
22 Ali Faik Demir, “Türkiye-Rusya İlişkilerinde Suriye Krizinin Yansımaları ve Etkileri”, Marmara Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Cilt:3/Sayı: 2, 2016, s.148.
23 Çelikpala, “Bugüne Tarih Olarak Bakmak: Türkiye-Rusya İlişkilerinin Serencamı ve Geleceği”, s. 23.
yok ederek bir kaos ortamı yaratmak adına “Büyük Ortadoğu Projesi”ni başlattığını iddia etmiştir. 1990’lı yıllarda zayıf olan Rusya’nın bu faaliyetlere karşılık veremediğini ve 2000’li yıllarla birlikte yavaş yavaş toparlanarak, özellikle Vladimir Putin’in iktidara gelmesiyle birlikte ABD’nin Ortadoğu’daki kaos politikasına aktif bir şekilde karşılık vermeye başladığını dile getirmiştir.24 Diğer taraftan Suriye’de Rusya’yı hedef alan İslam Devleti benzeri yapılanmaların Rus sınırlarına yakın olan ve Rusların Yakın Çevre olarak gördükleri Afganistan, Tacikistan ve Özbekistan gibi ülkelerin yanı sıra RF içerisindeki Kuzey Kafkasya’da da faaliyet gösterdiklerini ifade eden Dugin, bunun ABD’nin Orta Asya ve Kafkasya’da da İslam Devleti’ni kullanarak kaotik koşullar yaratma planının bir parçası olduğuna dikkat çekmektedir. Bu nedenle Suriye’de ABD’nin yarattığı ve desteklediği terörizmin etkisizleştirilememesi halinde, RF’nin bununla kendi sınırlarında savaşmasının çok uzun sürmeyeceği düşüncesiyle RF’nin Suriye’ye askeri manada müdahalede bulunduğunu ifade etmektedir. Dugin’e göre Suriye RF’nin dış savunma hattıdır ve bir sonraki hat Avrasya Birliği’nde ve hatta Rusya Federasyonu içerisinde yer almaktadır.25 Ayrıca Dugin Suriye’deki savaşın kara ve deniz medeniyetleri arasındaki mücadelenin sıcak savaşa dönüşmesinin bir nişanesi olduğunu da ifade ederek, bu noktada özellikle 17 Eylül 2016 tarihinde ABD’nin Deyr ez-Zor’a gerçekleştirdiği ve Rus destekli Suriye Ordusu’ndan 60 askerin ölümüne neden olan bombalamanın esasen Rusya’yı hedef aldığını ve bu mücadelenin sıcak savaşa dönüşmesinin bir işareti olduğunu da ifade etmiştir.26 Bu çerçevede tek-kutuplu (ABD) ve çok-kutuplu (Rusya) dünya düzeni temsilcilerinin güç mücadelesinin merkezinde yer alan Suriye’deki Rus askeri varlığının Avrasyacı jeopolitiğin bir yansıması olarak değerlendirilebileceğini belirtmiştir.27
Bu noktada Suriye hususunda Türkiye ile Rusya arasındaki işbirliğinin önemine işaret eden Dugin iki ülke arasındaki işbirliği sayesinde Suriye’de sadece Amerika’nın Ortadoğu’yu parçalama planlarının bozguna uğratılmadığını, aynı zamanda Suriye operasyonlarıyla ilk olarak İran’la, ardından uçak krizinin çözümünden sonra Erdoğan’ın doğru politikalarıyla birlikte Türkiye’yle kurulan derin stratejik ittifaklarla, bölgesel birçok soruna da çare bulunduğunu iddia etmektedir. Taraflar arasında kurulan ittifak sayesinde ülkeler arasındaki dostluk ilişkileri ile diğer ülkelerin egemenliklerinin sağlamlaşması nedeniyle Rusya’nın da kendi çıkarlarını gerçekleştirdiğini ifade etmektedir. Ayrıca milli çıkarların sağlanması için bazı durumlarda güç kullanımının da meşru olduğuna işaret eden Dugin, Türk Ordusu’nun Suriye ve Irak’taki harekâtları ile Rus Ordusu’nun Suriye’de bulunmasının meşru ve haklı olduğuna dikkat çekmektedir. Bu çerçevede Avrasyacılığın, Türkiye’nin de aralarında yer aldığı, bölge ülkelerine de yayılmasının eş düzeydeki stratejik ittifaklar zincirinin kurulması manasına geleceğini ve böylelikle her bir ülkenin kendi
24 Alexander Dugin, “Why We Fight in Syria”, Geopolitica, we-fight-syria (Erişim Tarihi: 24.09.2019).
25 Aleksandr Dugin, İnsanlığın Ön Cephesi Avrasya 2. Baskı, Kaynak Yayınları, Ankara, 2017, s. 112.
26 Dugin, İnsanlığın Ön Cephesi Avrasya, s. 95.
27 Dugin, “Why We Fight in Syria”.
amaçlarına diğer ülkelerin egemenliklerine saygı duyarak ulaşabileceğini ifade etmektedir.28
Ayrıca Dugin nüfusunun çoğunluğu Müslüman bir ülke olan Türkiye’nin, Arap ve İran kültüründen ayrıştığını belirterek, kısmen Avrasya uygarlığına, kısmen İslam uygarlığına, kısmen de Avrupa uygarlığına ait olan Türkiye’nin Avrasyacılık projesinde önemli bir yeri olan çok kutupluluk bağlamında hayati bir rol oynayabileceğini ifade etmektedir. Bu durumun, Türkiye’ye çok geniş imkânlar sunduğunu ve Avrasya ittifakının ve İslam dünyasının önde gelen kutuplarından biri olma şansını verdiğini dile getirmektedir. Bununla birlikte Türk-Rus ittifakının, son yıllarda tehdit algıladığı Batı karşısında Türkiye’nin konumunu sağlamlaştırdığına da dikkat çekmektedir. Bu çerçevede Suriye krizi sırasında Rusya’yla sağlanan koordinasyonun, iki ülkenin ortak hareket ettiği zaman yakalayabileceği başarıları gösterdiğine işaret eden Dugin bu sebeple çok kutuplu dünyanın Türkiye için her anlamda bir güvence olduğuna işaret ederek,29 esasen Avrasya projesi bağlamında Türkiye’nin dünya meselelerinde ve özelde de Suriye meselesinde Rusya ile yan yana yer almasından büyük bir fayda elde edeceğine dikkat çekmektedir.
Ayrıca Dugin, kurulması muhtemel bir Avrasya İmparatorluğu’nun güney kanadındaki Orta Asya İmparatorluğu’nun lideri olarak addettiği İran’ı da bu işbirliğine dahil ederek Türkiye-Rusya-İran üçgeninin birlikte kurulmasını önermekte ve buna Avrasya Üçgeni adının verilebileceğini ifade etmektedir.30 Böylece Suriye’den Yemen’e, Mısır’a kadar Ortadoğu’nun bütün sorunlarının çözülebileceğine işaret eden Dugin, bu çerçevede Rusya’nın, Türkiye ve İran’ın Ortadoğu’daki çıkarlarını kollayacağını, onların da Rusya’ya Kafkasya’da ve Orta Asya’da yardım edebileceğini ifade etmektedir.31 Bu nokta son derece önemli olup, Dugin’in burada dolaylı olarak Rusya’nın Türkiye’nin Ortadoğu’daki çıkarlarını
28 “Aleksandr Dugin’den Çözüm Önerisi: Ankara-Moskova-Tahran Ekseni”, Aydınlık, aralik-2017-1 (Erişim Tarihi: 24 Eylül 2019).
29 “Dugin Aydınlık için yazdı: Türkiye için tehlike Rusya değil ABD”, 16 Punto, (Erişim Tarihi: 24 Eylül 2019).
30 Bu noktada bölgenin en güçlü üç devleti olan Rusya, İran ve Türkiye arasındaki ittifakın önemine dikkat çeken Dugin, üç ülkenin Suriye’deki krizi sona erdirerek bu ülkede barış ve istikrarı sağlamak adına Astana süreciyle başlattıkları iş birliğinin önemine vurgu yaparak, “Türkiye, İran ve Rusya’nın Suriye’deki işbirliği başta Suriye olmak üzere bölgede barışın temini adına önemli bir adımdır. Bu ittifak, ABD’nin bölge ve Suriye’deki komplolarını da boşa çıkarmıştır.” demiştir. Dugin, üç ülkenin iş birliği sayesinde ABD’nin bölgedeki nüfuzunu kaybetmeye başladığına işaret ederek şunları söylemiştir: “Bu ittifak dünyanın geleceğini şekillendirecektir. Avrasya projesinin başarıyla uygulanması halinde uluslararası toplum tek kutuplu düzenden çok kutuplu düzene geçiş yapacak ve ABD’nin bölgesel nüfuzu azalacaktır.” Bkz. Ahmet Dursun, “Prof. Dr. Aleksandr Dugin: Türkiye, İran ve Rusya ittifakı dünyanın geleceğini şekillendirecektir”, Anadolu Ajansı, turkiye-iran-ve-rusya-ittifaki-dunyanin-gelecegini-sekillendirecektir/1197788 (Erişim Tarihi: 24.09.2019).
31 “Aleksandr Dugin’den Çözüm Önerisi: Ankara-Moskova-Tahran Ekseni”.
gözetmesi karşılığında, Rus İmparatorluğu’na yönelik olarak en önemli tehdit olarak gördüğü Orta Asya bölgesine yönelik Türkiye merkezli bir Pan-Türkizm hareketini engellemeye ya da en azından bu yönde telkinde bulunmaya çalıştığı söylenebilir.
Bu duruma bir örnek olarak 24 Ağustos 2016 tarihli Cerablus harekatı verilebilir. Dugin kendi websitesi olan Geopolitica’da yayınlanan bir değerlendirme yazısında Cerablus harekatını ele alarak, bu operasyonunun Rusya’nın zımni onayı ile gerçekleştirildiğini ve Putin ile Erdoğan arasında St. Petersburg’da 9 Ağustos 2016 tarihli toplantının ardından tarafların Suriye’de koordineli bir şekilde savaşma hususunda hem fikir kaldıklarını ifade etmiştir. Bu noktada Rusya’nın Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde yer alan Türk kökenli sahaya ilişkin çıkarlarını anladığını ve bu çıkarların Rusya’nın Rus nüfuslu Doğu Ukrayna’daki çıkarlarıyla benzeştiğini iddia etmektedir.32 Burada da yine Dugin, bir taraftan Batılı ülkelerin aksine Rusya’nın Suriye’deki Türk çıkarlarını anladığını ima ederken diğer taraftan da Türkiye’nin Rusya’nın Doğu Ukrayna başta olmak üzere başka yerlerdeki Rus nüfuslu alanlara ilişkin kaygılarını anlamasını beklediğine dikkat çekmektedir ki, bu tanıma en iyi uyan yerlerden biri hiç kuşkusuz Orta Asya’dır.
Diğer taraftan Dugin, Avrasya İmparatorluğu’nun bir bileşeni olarak tanımladığı Orta Asya İmparatorluğu’nun lideri statüsünü bahşettiği İran’ın gerek genel olarak gerekse Suriye olayı özelinde önemine dikkat çekmekten de geri durmamıştır. Bu çerçevede İran ile Rusya’nın ortak çıkarlar ile stratejik amaçlara sahip olduğunu belirten Dugin, her iki ülkenin yakınlaşmasının aksi takdirde çözümü mümkün olmayan pek çok probleme çözüm getireceğini ve işbirliği alanları arasında Hazar Denizi’ndeki güç dengesinin yanı sıra tüm Orta Asya ile Kafkaslar’ın da bulunduğuna işaret etmektedir. Bu işbirliğinin en bariz örnekleri arasında, birlikte mücadele verdikleri Suriye’nin bulunduğuna dikkat çeken Dugin, Suriye’de Rusya ile İran’ın ve aynı zamanda da İran ile aynı çizgide hareket eden Lübnan Hizbullah’ının sadece politik değil askeri varlığının bulunduğuna da dikkat çekmiştir.33 Diğer taraftan Dugin, iki ülke arasındaki bir diğer işbirliği noktası olarak Orta Asya’yı da göstermekte olup, iki ülkenin birlikte dış güçlerin müdahalesini önlemek amacıyla Orta Asya jeopolitik uzamının yeniden başarılabileceğini ifade etmekte olup, bu noktada dış güçler olarak ifade olunan güçlerden birinin Türkiye olduğu şüphesizdir.34 Bu nedenle günümüzde bir Rus-Şii jeopolitik ittifakından söz edilebileceğini ifade etmiştir. Rusya’nın bu ittifakı sadece ideolojik ve dini gerekçelerle tercih etmediğini, pragmatik bir nedene de dayandırdığını ifade eden Dugin, yine de Rus-Şii ittifakı gerçeğinin aleni bir şekilde orta yerde durduğunu belirtmiştir. Ayrıca Dugin, gerek Suriye’de gerekse dünyanın diğer yerlerinde Rusya ile İran’a muhalefet eden güçlerin aynı olmasının bir rastlantı
32 “The Real Goal of the Turkish Operation in Syria”, Geopolitica, (Erişim Tarihi: 24 Eylül 2019).
33 Alexander Dugin, “Russian-Iranian Partnership for a Multipolar World”, Katehon, (Erişim Tarihi: 24.09.2019).
34 Dugin, İnsanlığın Ön Cephesi Avrasya, s. 118.
olmadığına da dikkat çekmektedir. Bu nedenle bir Rus-Şii ittifakının modern Rusya ile İran’ın politikalarının zorunlu bir unsuru olduğunu belirtmektedir.35 Bu çerçevede Dugin, her ne kadar Suriye özelinde, Batılı devletler ittifakını bölmek ve dengelemek ve Türkiye’nin dikkatini Suriye bağlamında Ortadoğu bölgesinde tutarak, ana faaliyet sahası olarak gördüğü Orta Asya’dan uzaklaşmasını sağlamak gibi amaçlarla Rusya ile Türkiye arasında bir ittifak ilişkisinden söz etse de, Avrasyacılık anlayışının temelinde yer alan jeopolitik çıkarımlar dolayısıyla bölgede işbirliği yapılacak temel ülke olarak İran’ı görmektedir.
Hiç kuşkusuz Türkiye’nin Rusya ile ikili ilişkilerini geliştirmesinde hiçbir sorun bulunmamaktadır. Hatta Türkiye’nin bütün komşularıyla iyi ikili ilişkiler geliştirmesi ve geleneksel olarak Batı odaklı politikalarını çok yanlı bir dış politika hattına çevirmesi arzu edilir bir dış politika yönelimidir. Ancak Türkiye’nin Rusya politikasındaki temel sorun Rusya ile ilişkilerini çok taraflı bir ortaklık arayışından daha ziyade Rusya tarafından empoze edilen Avrasyacılık temelinde tamamen Batı karşıtı bir yönelime oturtuyormuş gibi gözükmesidir. Türkiye ile Rusya askeri ve ekonomik olarak asimetrik bir ilişki içerisindedir. Türkiye enerji açısından Rusya’ya bağımlıdır. Askeri olarak da Rusya hem bir nükleer güçtür ve hem de ordusu niteliksel ve niceliksel anlamda Türk ordusundan daha güçlüdür. Bu nedenle Türkiye gibi orta ölçekli devletler, bu tarzda asimetrik ilişkileri ve güç dağılımını klasik olarak çok boyutlu ve çok ortaklı bir dış politika yönelimi ile dengelemelidir. Rusya’nın esasen emperyalist bir proje olan Avrasyacılık temelinde Batı’nın bir alternatifi olarak algılanması bir bağımlılık ilişkisinin başka bir bağımlılık ilişkisi ile telafi edilmesi riskini içinde barındırmaktadır. Özellikle Rusya ve Batı arasında Soğuk Savaş yıllarını andıran gerilimlerin su yüzüne çıktığı böylesi bir dönemde ne Batı ne de Rusya ile bağları koparmayan, tarafsız ve dengeli bir dış politika takip edilmesi elzemdir.36
SONUÇ
Çarlık Rusya’sının dağılmasını takiben ülke dışında yaşayan Rus düşünürler tarafından ortaya atılan Avrasyacılık anlayışı, Sovyetlerin dağılmasının ardından 1990’lı yılların başından itibaren bu kez neo-Avrasyacılık olarak yeniden Rus siyasal yaşamında etkili olmaya başlamıştır. SSCB’nin dağılmasını takiben kurulan Rusya Federasyonu’nun ayağa kaldırılmasına ilişkin fikirsel arayışların bir ürünü olan neo- Avrasyacılık anlayışının en önemli teorisyenlerinden birinin Aleksandr Dugin olduğu söylenebilir.
2000’li yılların başında iktidara gelen Putin ile birlikte Dugin’in Avrasyacılık anlayışının da özellikle Rus dış politikası üzerinde büyük bir yönlendiriciliğe sahip olmaya başladığı iddia edilmektedir. Dugin’in Avrasyacılık anlayışı büyük ölçüde Mackinder’in kara ve deniz medeniyetleri arasındaki zıtlık ilkesine dayanmakta olup,
35 Dugin, “Russian-Iranian Partnership for a Multipolar World”.
36 Balta, a.g.e.
Dugin bu zıtlığın günümüzde ABD ile RF arasındaki mücadelede somutlaştığını iddia etmektedir. Bu mücadelede karacı Avrasyacı kutbun esas amacının denizci Atlantik kutbunu nihai bir yenilgiye uğratmak olduğunu iddia eden Dugin’e göre bu mücadele özellikle 2011 yılında Arap Baharı kapsamındaki ayaklanmaların Suriye’ye de sıçraması üzerine her iki ülkenin de burada askeri olarak mevcudiyete ile sıcak savaşa dönüşmeye başlamıştır.
Her ne kadar Dugin, Avrasya İmparatorluğu’nun güney bileşeni olan Orta Asya İmparatorluğu’nun lideri ve bu bölgede işbirliği yapılacak ülke olarak İran’ı, düşman olarak da Türkiye’yi işaret etse de, Suriye krizi çerçevesinde Türkiye’nin RF ile birlikte hareket etmesinde zaruriyet gördüğünü de ifade etmektedir. Dugin, güney kanadında Türkiye’yi düşman ülke olarak görmesinin nedeni olarak ise Türkiye’nin Avrasya İmparatorluğu’nun merkezi olarak gördüğü alanda yer alan Orta Asya’daki kalabalık Türk nüfus üzerinde Pan-Türkizm yoluyla etkili olarak Avrasya projesini parçalama kabiliyetine sahip olmasını göstermektedir. Bunun için hiçbir şekilde Türkiye’nin Orta Asya üzerindeki emellerini gerçekleştirmesine müsaade edilmemesi gerektiğini ifade eden Dugin, bunun telafisi olarak ise Türkiye’nin güneye yani Ortadoğu’ya itilmesini önermektedir.
Bu bakış açısından Dugin’in gerek Türkiye’nin ilgisinin Suriye’de tutulması yoluyla gözünü Orta Asya’ya çevirmesini önlemek gerekse Türkiye’yi yanı çekerek Suriye’de faaliyet gösteren Batılı ittifakı zayıflatmak için Suriye krizinde Türkiye’nin RF ile birlikte hareket etmesini önerdiği söylenebilir. Bu noktada RF’nin Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyindeki operasyonlarına, belirli sınırlar içinde, göz yumması ve Astana süreciyle birlikte Türkiye’yi de Suriye sorunun çözümüne ortak etmesi gibi adımların büyük ölçüde bu bakış açısıyla atıldığı söylenebilir.
KAYNAKÇA
Akgül, Fatih (2009), Rusya ve Türkiye’de Avrasyacılık 1. Baskı, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul.
———– (2017), “Aleksandr Dugin’den Çözüm Önerisi: Ankara-Moskova-Tahran Ekseni”, Aydınlık, ankara-moskova-tahran-ekseni-dunya-aralik-2017-1 (Erişim Tarihi: 24.09.2019).
Balta, Evren (t.y.), “Fırtınalı Diplomasi: Türkiye-Rusya İlişkileri”, Türkiye Sosyal Ekonomik ve Siyasal Araştırmalar Vakfı,
/Turkiye%20ve%20 Rusya%20Evren%20Balta%20pdf.pdf (Erişim Tarihi: 25 Eylül 2019).
Çeçen, Anıl (2015), Türkiye ve Avrasya 2. Baskı, Doğu Kütüphanesi, İstanbul.
Çelikpala, Mitat (2015), “Rekabet ve İşbirliği İkileminde Yönünü Arayan Türk-Rus İlişkileri”, Bilig, Sayı: 72, ss. 117-144.
Çelikpala, Mitat (2019), “Bugüne Tarih Olarak Bakmak: Türkiye-Rusya İlişkilerinin Serencamı ve Geleceği”, Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi.
Demir, Ali Faik (2016), “Türkiye-Rusya İlişkilerinde Suriye Krizinin Yansımaları ve Etkileri”, Marmara Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Cilt: 3/Sayı: 2, ss. 139-151
Dugin, Alexander (2016), “Kurdistan and the Greater Middle East”, Geopolitica, (Erişim Tarihi: 29.07.2019).
Dugin, Alexander (2016), “Russian-Iranian Partnership for a Multipolar World”, Katehon, (Erişim Tarihi: 24.09.2019).
Dugin, Alexander (2016), “Why We Fight in Syria”, Geopolitica, (Erişim Tarihi: 24.09.2019).
Dugin, Aleksandr (2017), İnsanlığın Ön Cephesi Avrasya 2. Basım, Kaynak Yayınları, Ankara.
Dugin, Alexander (2018), “Turan: The Key to Understanding The Russian Logos”, Geopolitica, logos (Erişim Tarihi: 29.07.2019).
———– (2019), “Dugin Aydınlık için yazdı: Türkiye için tehlike Rusya değil ABD”, 16 Punto, degil-abd/ (Erişim Tarihi: 24.09.2019).
Dursun, Ahmet (2018), “Prof. Dr. Aleksandr Dugin: Türkiye, İran ve Rusya ittifakı dünyanın geleceğini şekillendirecektir”, Anadolu Ajansı, ittifaki-dunyanin-gelecegini-sekillendirecektir/ 1197788 (Erişim Tarihi: 24.09.2019).
İşyar, Ömer Göksel (2013), Avrasya ve Avrasyacılık 2. Baskı, Dora Yayınları, Bursa, 2013.
Mengüç, Dora (2019), “Rus Siyaset Bilimci Dugin: ABD Yönetimi İçinde Görüş Ayrılığı Olmasına Rağmen 15 Temmuz’un Ardında CIA Vardı”, Independent Türkçe, dugin-abd-y%C3 %B6netimi-i%C3%A7inde-g%C3%B6r%C3%BC%C5%9F- ayr%C4%B1l%C4%B1%C4%9 F%C4%B1-olmas%C4%B1na-ra%C4%9Fmen-15
(Erişim Tarihi: 29.07.2019).
Pryce, Paul (2013), “Putin’s Third Term: The Triumph of Eurasianism?”, Romanian Journal of European Affairs, Cilt: 13/Sayı: 1, ss. 25-43.
Shlapentokh, Dmitry V. (1997), “Eurasianism: Past and Present”, Communist and Post-Communist Studies, Cilt: 30/Sayı: 2, ss. 129-151.
———– (2016), “The Real Goal of the Turkish operation in Syria”, Geopolitica, (Erişim Tarihi: 24 Eylül 2019).
Wehrschutz, Christian F. (1998), “Rus Fikriyatının Parçası Olarak Avrasyacılık”, Erol Göka ve Murat Yılmaz (der.), Uygarlığın Yeni Yolu Avrasya içinde (23-41), Kızılelma Yayıncılık, İstanbul.