Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya
Alman Meclis Başkan Yardımcısı Türk Milletvekili
Tarihin akışı içinde önemli kırılma noktaları vardır. Daha sonra kilometre taşları haline gelen olaylar, yaşandığı süreçte genellikle dikkat çekmeyebilir. Zaman tablosunun öncesi-sonrası dikkate alındığında önemli değişikliklerin silüetten renklere dönüştüğü farkedilir.
Kıtlıklar, savaşlar, baskılar vb. olaylar, insanların başka coğrafyalarda yurt aramalarına yol açmış, kavimler göçü her dönemde yaşanmıştır. Dönmek niyetiyle vatanından ayrılanların birçoğu doğduğu yere dönememiş, doyduğu yeri yurt edinmiştir. İç savaşlar, sömürüdan kurtulmak isteyenler de kavimler göçünün alt gruplarıdır. Bir dönem delik postalıyla Almanya’ya ekmek parası kazanmaya gidenlerden günümüze kalanları, ne dönemin Alman yönetimi, ne de bir ev-araba parası tedarikinden sonra ülkesine dönmeye kararlı gurbetçilerimiz tahmin edebilirdi. Bu gerçekler ışığında Suriye iç savaşının başlangıcında, davetle bu ülkeye sığınan mültecilerin sonuçlarının ne olacağı ayrı bir konudur.
Resmen 1961’de başlayan Almanya’ya işçi göndermenin Türk hükümeti açısından en kıymetli tarafı anavatana getirdikleri döviz idi. Gurbetteki vatandaşlarımızın sorunları, talepleri yıllarca yöneticilerin gündemine pek gelmemiştir. Buna karşın ilk yıllarda sahipsiz bir şekilde genellikle inşaat işlerinde çalışan bu vatandaşlarımız, kendi imkanlarıyla bir şekilde örgütlenmişlerdir. Bulunduğu ülkenin kültürüne, yaşam tarzına bütünüyle adapte olamamak, bir anlamda asimile olamamak demektir. Doğrusu kendi kimliğini muhafaza ederek içinde bulunduğu toplumun kurallarına uygun hayat tarzıdır. Mesela Avrupa ve Amerika’daki Yahudilerin de başta yiyecek-içecek olmak üzere halkın çoğunluğundan farklı usul ve yaşantı detayları bulunmaktadır. Yahudilerin inançlarını ve kişiliklerini hedef alan söylem ve eylemler, en büyük suç, antisemitizm olarak kabul edilmektedir. Buna karşın Müslümanların niçin Almanlaşmadıkları veya Hıristiyanlaşmadıkları, İslam usul ve adetlerini niçin muhafaza ettikleri yönündeki eleştiriler, ilginçtir ki laiklik ilkesini tersinden okumuş Türk aydınlardan da gelmektedir.
Batılı ülkelerdeki soydaşlarımızın önemli bir kısmı bulunduğu ülke vatandaşlığına geçmiş olup Aydan Özoğuz örneğinde olduğu gibi yüzlercesi milletvekili, belediye başkanı veya diğer alanlarda başarılarıyla temayüz etmiştir. Covid-19’a karşı en yaygın aşıyı da yine emeğinden başka sermayesi olamayan kalabalık aile çocuklarından Uğur Şahin ile eşi Özlem Türeci bulmuştur. Siyaset, akademi, iş dünyasından binlerce başarılı örnekler bulunmaktadır. Yıllar önce Bremen Üniversitesi’nde Deniz Hukuku’nda doktora tezi hazırlayan sıradan bir işçi çocuğu ile karşılaştığımda nasıl sevindiğimi anlatamam. Halbuki bu alan bir kenar mahalle çocuğu için ilk bakışta pek de cazip görülmeyebilirdi.
Sahipsiz bir dönemin ardından işçilerimiz önemli ölçüde Türkiye merkezli sivil toplum kuruluşlarına paralel örgütlenmelere gitmişlerdir. İkinci nesille birlikte gurbetçiler siyasi görüş, mezhep, meşrep gibi yönleriyle bulundukları bölgelerde bir anlamda anavatan minyatürü oluşturmuşlardır. Yasaların verdiği inanç ve fikir özgürlüğünden istifadeyle farklılıklarını kavga sebebi değil de zenginlik olarak idrak etmişlerdir. Örgütlenmelerin temelinde farklılıklar bulunmasına karşın anavatanla irtibatın bu sayede olduğunun şuuruna varmışlardır. New York’taki birçok etkinlikte, değişik kesimleri olduğu gibi kabul ettiğini ısrarla vurgulayan toplum liderlerinin, Türklerin hakları ve sesi konusunda başarılı organizasyonlarına şahit oldum.
Buna karşın anavatanda olduğu gibi, farklılıkları çatıştırma, kendisi gibi düşünmeyenleri hedef alma, yok sayma, inanç ve ibadetlerini değiştirmeleri için talimatlar yağdırma hastalığından kurtulamayanlar da bulunmaktadır. Bektaşi fıkralarındaki gibi, Kur’an-ı Kerim’den bir ayet mealine dayanarak müçtehit-müfessir kesilenler, kendi dağarcığındaki çarpıtılmış bilgi kırıntılarıyla inanç kalıntılarını karıştırarak Müslümanların o dilde değil de bu dilde dualarını okumalarını telkin edenler, içtihat makamından fetva bekleyenler varmış gibi çarpıtılmış bilgilerle ahkâm kesmeyi görev sayanlar, uluorta selamına, kelamına, kutsalına burnunu sokanlar gurbetçilerimiz için büyük şanssızlıktır. Aydınlanma bilgesi rolüyle Ortaçağ dayatmalarının, ne Türkiye’de ne de batıda geçerliliğinin olmadığını herkes kadar okumuşlarımızın da bilmesi gerekmektedir. Sadece atadan, anadan öğrenebildikleriyle dünyaya bakanların bağnazlıkları belki hoşgörüyle karşılanabilir. Fakat nice akademik kariyerlerden sonra kendisini peygamber mevkiinde görenlerin durumu hazindir. Diaspora gerçeği, farklı olanlara saldırmayı değil ortak yanları öncelemeyi, güçlendirmeyi gerektirmektedir. Bu konuda öncelikle aydınların sorumluluğu bulunmaktadır.
Eylül ayındaki seçimlerden sonra, Sosyal Demokrat Partili (SDP) Aydan Özoğuz 727 milletvekilinden 544’ünün oyunu alarak, Bundestag’ın (Federal Meclis) başkanvekillerinden biri oldu. Bu gelişmeyi 60 sene önce bir Alman yöneticinin hayal etmesi mümkün değildi. Özoğuz, Almanya’ya göç etmiş bir işçinin çocuğu olarak dünyaya gelmiş, üniversite yıllarında Türk Öğrenci Derneği başkanlığını yürütmüş, 1989’da Alman vatandaşı olmuş, nihayet milletvekili seçilmiştir. 2011’de SDP’nin Genel Başkan Yardımcılığı görevinden sonra Göç ve Uyum Bakanı olmuştur. Özoğuz’un daha üniversite yıllarında teşkilatçı, öncü girişimleri dikkate alındığında 2021’deki Meclis Başkan Yardımcılığının da ilerisinde görevlere geleceği tahmin edilmektedir. Bu soydaşımızın aynı zamanda Almanya Federal Cumhuriyeti Liyakat Nişanı sahibi olduğunu belirtelim.
Belirtmek gerekir ki Özoğuz’un başarı dolu hikayesindeki bu aşamanın yankısı Türk basınında pek ses getirmemiştir. Sebebinin gündemdeki yoğunluk olduğu doğru değildir, çünkü çok daha önemsiz konular manşetlere taşınabilmektedir. Bizim de hassas olduğumuz Ermeni soykırım iddiaları konusunda Alman meclisindeki Özoğuz dahil soydaşlarımızın tavrı, hayal kırıklığına sebep olmuştu. Daha önce soykırım iddiaları konusundaki tasarıyı reddeden ekibin 2021 Haziranında tam tersi yönde hareket etmelerinin doğru analiz edilmesi, nerede hata yapıldığının sorgulanması gerekmektedir. Çünkü Türkiye’deki nice cahil resmi görevliler de soykırım iddialarını destekleyen soydaşlarımız gibi düşünmektedir. Hatta Bundestag’da son tasarıyı gündeme getiren milletvekilinin çarpık mantığını ilk defa dile getirenlerden olan bir akademisyen Türkiye’de çeşitli yollarla taltif edilirken, kendi gayretleriyle, tarih ve hukuk bilimi ışığında gerçekleri savunanlar bir şekilde cezalandırılmaktadır.
Diğer milli meselelerde olduğu gibi soykırım iddiaları konusunda da orta öğretimden itibaren her alanında aydınlatıcı programlar yapılmalıdır. Başta akademik ve diplomatik camia olmak üzere bürokratlar nezdinde gerçeklerin öğrenilmesi konusunda, oldukça zengin belgelere dayanan araştırma ve yayınlar ışığında tutarlı ve kararlı politikalara ihtiyaç vardır. Soykırım iddiaları konusundaki aşamaları, gün gibi açık gerçekleri kendi vatandaşlarımıza dahi aktarmama suçu öncelikle Türk diplomasisinin, bürokrasisinin, YÖK dahil eğitim sisteminin sorunudur. Farklı düşünenleri cezalandırma, yok sayma, onlara ayar verme hakkını kendinde görmenin sonu hezimettir. Özoğuz’u kutlarken kendisinden ve diğer soydaşlarımızdan nice başarı haberleri dileğiyle.
Bir yanıt yazın