İran’ın Güvenlik Yaklaşımları

İran’ın Tehdit ve Risk Halkaları Ekseninde Güvenlik Yaklaşımları: Teorik Bir Değerlendirme

Cansu ÇELENK JAHANGİRİ
İstanbul Üniversitesi

Soğuk Savaş Dönemi’nden sonra değişen güvenlik anlayışı, küresel ölçekte beklenti ve talepleri artan devletleri çevreleyen iç güvenliği, yakın çevresi/periferi ve periferi ötesi olmak üzere Beril Dedeoğlu’nun ifadesi ile yeni tehdit ve risk alanları yaratmış ve devletler güvenlik faaliyetlerini bu alanlar ekseninde şekillendirmeye başlamışlardır. Doğal olarak, her devletin içinde bulunduğu güvenlik arayışı durumu, köklü bir devlet geleneğine sahip olan İran için de geçerlidir. İran, bu alanlar ekseninde, risk ve sorunlar karşısında iç politikada dengeyi sağlamak, dış politikada davranışlarına meşruluk kazandırmak için güvenlikleştirme pratikleriyle hareket ederken, gerçek bir varoluşsal tehdit karşısında saldırgan ya da savunma odaklı olarak değerlendirilebilecek yaklaşımlarla hareket etmektedir. Nitekim, bu çalışmanın temel amacı, herhangi bir ülkenin güvenlik faaliyetlerinin tek boyuttan ziyade, çok boyutlu düzlem çerçevesinde analiz edilmesi gerekliliğini, İran’ın farklı eylemler üzerindeki yaklaşımlarını ele alarak ortaya koymaktır. Dolayısıyla, İran’ın güvenlik faaliyetlerinin, neo-realist yaklaşımlar “savunmacı-saldırgan realizm” ve Kopenhag Okulu’nun geliştirdiği “güvenlikleştirme teorisi” çerçevesinde çok boyutlu bir şekilde nasıl analiz edilmesi gerektiği sorgulanmaktadır. Bu kapsamda, teoriler kavramsal açıdan tartışılacağı gibi İran’ın iç güvenlikten periferi ötesine kadarki güvenlik boyutu analiz edilecektir.

Anahtar Kelimeler: Güvenlik, Tehdit, Strateji, Savunmacı Realizm, Saldırgan Realizm, Güvenlikleştirme

IRAN’S SECURITY APPROACHES IN THE AXIS OF THE THREAT AND RISK CIRCLES: A THEORETICAL ASSESSMENT

ABSTRACT:

The change in understanding of security after the Cold War has created new areas of threat and risk, including their own domestic security, near abroad/periphery and beyond the periphery surrounding states of which expectations and demands have increased on a global scale as stated by Beril Dedeoğlu and states have begun developing their security activities in the axis of these areas. Naturally, the condition of being in search of security is also valid for Iran, which has a long tradition of statehood, as well. While Iran acts with securitization practices in order to ensure balance in domestic politics and to legitimize its behavior in foreign policy in the face of risks and problems, it acts with approaches that can be considered offensive or defensive-oriented when it faces a real existential threat in the axis of these areas. Hence, the main aim of this study is to suggest the necessity of analyzing the security activities of any country in a multi-dimensional level instead of a uni-dimensional by considering Iran’s approaches on different actions. Accordingly, this study questions how Iran’s security activities should be analyzed in a multi-dimensional manner within the framework of neo-realist approaches “defensive-offensive realism” and “securitization theory” developed by the Copenhagen School. In this context, the theories will be discussed conceptually as well as the security dimension of Iran from the domestic security to beyond the periphery will be analyzed.

Key Words: Security, Threat, Strategy, Defensive Realism, Offensive Realism, Securitization

GİRİŞ

Soğuk Savaş Sonrası dönemde çift kutuplu sistemin ortadan kalmasıyla birlikte, devletlerin kendi başlarının çaresine bakmakla yükümlü oldukları uluslararası sistem, beklentileri artan devletlere, özellikle küresel güçlere, farklı mücadele alanları yaratmıştır. Günümüzde özellikle bölgesel düzeyde devletlerin güvenlik politikalarına doğrudan müdahale ederek, küresel ve bölgesel çıkarları doğrultusunda yön vermeye çalışmaktadırlar. Dolayısıyla, İran’ın güvenlik yaklaşımları incelenirken, İran’ı çevreleyen iç güvenlik, yakın çevre/periferi ve periferi ötesi tehdit ve risk halkalarını/alanlarını ayrı ayrı ele almak yerine, aralarındaki geçirgenlik ve etkileşim dikkate alınarak değerlendirme yapılmıştır. İran’ın güvenlik yaklaşımları, iç politikası ve dış politikasının etkileşiminde şekillenir; ve birinin haricinde bir değerlendirme yapılamaz. Diğer bir ifade ile, İran’ın iç güvenlik unsurları, dış politika mekanizmalarını hangi doğrultuda harekete geçireceğini belirlemekte, periferi ve periferi ötesindeki tehdit ve risk unsurları da iç politikadaki davranışlarına yansımaktadır.

İran, tarihsel olarak en yoğun çekişmelerin yaşandığı bir coğrafyada siyasi, ekonomik ve toplumsal etkinliği olan ve bölge dinamiklerine etki eden köklü bir devlet geleneğine sahiptir. Günümüzde özellikle 11 Eylül sonrası dönemde bu etkinlik periferi ve periferi ötesi ülkelerin tehdit algılamaları sebebiyle kısıtlanmış olsa da hala bölge siyasetini ve toplumsal hareketlilikleri etkileyebilecek bir güç konumundadır. İran güvenlik politikalarını ideolojik hedefler doğrultusunda belirleme gayesinde olduğunu hissettirse de daha çok ulusal çıkarları ve güvenliğini sağlamak maksadıyla yaklaşımlar sergilemektedir. Ancak, bu hedefler doğrultusunda farklı eylemler üzerinde, farklı güvenlik stratejileri ile hareket etmektedir. Nitekim, bu durum İran’ın güvenlik faaliyetlerini analiz ederken tek bir teorik çerçeveden ele almanın doğru olmadığını, çok boyutlu bir düzlemde değerlendirilmesi gerekliliğini göstermektedir.

Dolayısıyla, bu çalışma üç başlık altında incelenerek, birinci bölümde tanımlar ve kavramsal içeriklere yer verilmiş; ikinci bölümünde teorik analizini güvenlikleştirme, savunmacı ve saldırgan realizm teorileriyle sınırlandırarak, güvenlik kavramına yükledikleri anlam ele alınmıştır. Son bölümde ise, İran’ın güvenlik yaklaşımları değerlendirmeye alınmıştır. Mümkün olduğunca yaşanan gelişmelerin ayrıntısından uzak, sınırlandırılmış ve öne çıkan başlıklar üzerinden ortaya konan faaliyetlerin teorik analizlerine yer verilmiştir.

TANIMLAR VE KAVRAMSAL İÇERİKLER

Birçok değişkenin varlığı ve zamanın değişen koşulları, ortaya konulan çerçevenin yeniden belirlenmesini zorunlu kılmakta ve dolayısıyla her dönem ve koşulda geçerli olabilecek bir güvenlik tanımını mümkün kılmamaktadır. Ancak, güvenliğin tanımına ilişkin ortaya konulan argümanların belirli kavramlar etrafında ortak bir zemine dayanması, bireylerin tehlikelerden uzak, endişe ve korku yaşamadan, emniyet içinde,

belirli bir toplumsal düzenin devamlılığını sağladığı durumu ifade ettiği görüşüne dayalı ortak bir anlayış yaratmıştır.1 Bu tanımdan hareketle, en genel anlamıyla güvenlik, varlığını koruma ve sürekliliğini sağlama amacını ifade eden bir kavramdır.2 Devletler açısından güvenlik arayışı, egemenliğini ve bütünlüğünü tehlikelerden koruma çabası olarak ifade edilebilir; ve dolayısıyla varlığını sürdürebilmek için hayati önemdedir.

Genel anlamda ortaya konulan tanımlamaların dışında, güvenlik ve tehdit arasında var olan organik bağı ortaya koyabilmek için iki önemli tanımlamaya yer vermek yerinde olacaktır. Arnold Wolfers’ın tanımlamasıyla, “güvenlik, nesnel anlamda elde edilen değerlere yönelik tehditlerin olmaması, öznel anlamda ise bu değerlerin saldırıya uğrayacağı korkusunun olmamasıdır.”3 Wolfers, bir tehdidin yokluğunu ifade eden tanımlama ile korku ve endişelerden uzak kalma hissi üzerinden yapılan psikolojik bir tanımlamayı birlikte ortaya koymaktadır.4 Güvenlik, güvensizliğe sebep olabilecek risk ve sorunların bertaraf edilmesi olarak da ifade edilebilir. Bu ifade, Ayoop tarafından ortaya konulan, “güvenlik-güvensizlik hem ülkesel hem de kurumsal devlet yapılarını ve yönetim rejimlerini tehdit eden ya da bu yapı ve rejimleri yıkma veya zayıflatma potansiyeline sahip olan -hem iç hem dış- kırılganlıklarla bağlantılıdır.”5 şeklindeki tanımlamayla da desteklenebilir. Bu durum, güvensizlik yaratabilecek risk ve sorunların tehdit olarak görülmesi anlamına gelir. Dolayısıyla, tehdidin varlığı gerçek olgu ve olaylar üzerinden olduğu gibi, algı ve tahminler üzerinden de ortaya konulmaktadır.6 O halde tehdit, bir devlet, toplum ya da bireyin yaşamına ve değerlerine yönelik olumsuz etkiler yaratabilecek olaylar ve olguların7 yanında algı ve tahminler olarak da tanımlanabilir. Bir tehdidin varlığından söz edebilmemiz için de, mevcut olanı kaybetme riski, başka aktörlerin sahip olduğu ya da nüfuz alanında olanı ele geçirememe veya bir diğer aktöre kaptırma riski ve sorumluluğun hiçbir aktöre tek başına yüklenemeyeceği, bağımsız küresel risklerin varlığı söz konusu olmalıdır.8 Nitekim, yapılan tanımlamalara göre; güvenlik ve tehdit ilişkisi dikkate alındığında, bir güvenlikten söz edebilmemiz için; bir veya birkaç içsel tehdidin, bir

1 Arif Behiç Özcan, (2011).”Uluslararası Güvenlik Sorunları ve ABD’nin Güvenlik Stratejileri”, Selçuk Üniversitesi İİBF Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi, Cilt.11, Sy.22, s. 447-448
2 Beril Dedeoğlu, (2008). Uluslararası Güvenlik ve Strateji, İstanbul: Yeniyüzyıl Yayınları, s.21
3 Allan Colins, (2017). “Güvenlik Çalışmaları Nedir?”, Çağdaş Güvenlik Çalışmaları, Ed. Allan Collins, Çev. Nasuh Uslu, İstanbul: Uluslararası İlişkiler Kütüphanesi, s.3; Arnold Wolfers, (1952). “National Security As An Ambiguous Symbol”, Political Science Quarterly, vol.67, issue.4, p. 484–485
4 Özcan, a.g.e, s.448
5 A.g.e.; Mohammed Ayoob, (1995). The Third World Security Predicament: State Making, Reginol Conflict, and the International System, London: Lynne Rienner Publishers, s.9
6 Dedeoğlu, a.g.e., s.22
7 Elke Krahmann, (2005). “From State To Non-State Actors: The Emerge Of Security Governance”, New Threats And New Actors In International Security, Ed. Elke Krahmann, New York: Palgrave Macmillan, p.4
8 Dedeoğlu, a.g.e., s.63

veya birkaç dışsal tehdidin ve tehdide yönelik algı ve tahminlerin bulunması gereklidir.9

Bu noktadan hareketle, ortaya konulan kavramsal bir ayrımdan söz etmek gereklidir. Soğuk Savaş Dönemi’nden sonra değişen güvenlik anlayışıyla, küresel ölçekte beklenti ve talepleri artan devletleri çevreleyen farklı boyutlarda tehdit ve risk halkaları/alanları ortaya çıkmış ve devletler güvenlik faaliyetlerini bu alanlar ekseninde şekillendirme sürecine girmişlerdir. Özellikle büyük güçler, birçok devletin güvenlik politikalarını doğrudan veya dolaylı olarak bu halkalar/alanlar üzerinden etkilemeye başlamışlardır. Bu tehdit ve risk halkaları/alanları, en etkili ve sıkı güvenlik alanını oluşturan en iç halka, sınıra komşu olan ya da yakın coğrafyada bulunan alanlar ve devletleri içine alan yakın çevresi/periferi ve küresel tehdit ve risk alanını oluşturan periferi ötesidir.10

Şekil 1. Tehdit ve Risk Halkaları / Alanları

İran'ın Tehdit ve Risk Halkaları Ekseninde Güvenlik Yaklaşımları: Teorik Bir Değerlendirme - iran624

En iç halka, rejim, siyasal iktidar ve sosyo-ekonomik sistemin sürekli olarak varlığını sürdürmeye çalıştığı bir alan olarak, bir devletin kendi sınırları içerisinde meydana gelebilecek risk ve sorunları kapsamaktadır. Toprakların birleşmesi ve bölünmesi gibi süreçlerin yaşandığı ve doğal olarak devletlerin yakın coğrafyası ile tarihsel bir bağının olduğu dikkate alınırsa, bir devletin çıkarlarını genişletilebilmesi için en etkili alan periferidir; ve tehditlerin çoğunlukla öncelikli olarak bu alandan gelebileceği düşünülür.11 En gevşek alan olarak tanımlanan periferi ötesi, küresel ve bölgesel

9 A.g.e., s.23
10 A.g.e., s.63-64
11 Dedeoğlu, a.g.e., s.64

çatışma ve savaşları, küresel iklim sorunları ve küresel ekonomik krizler gibi birçok risk ve sorun teşkil eden başlıkları içinde barındırır.12 Fakat, bu alanların içine dahil olan risk, sorun ve tehditler devletten devlete değişiklik gösterebilir. Örneğin, uluslararası terörizm İsviçre için periferi ötesi alanı içinde değerlendirilebilecekken, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) için, en iç halka alanı içinde yer alabilir.13 Ayrıca, çalışmaya konu olan İran’ın periferi ötesi alanında yer alan ABD’nin bölgesel çıkarları ve hedefleri doğrultusunda yürüttüğü politikalar ve güvenlik faaliyetleri ABD’yi neredeyse periferi komşusuna dönüştürmüştür. Dolayısıyla, ortaya konulan bu üç halkalı güvenlik alanları arasında geçirgenlik söz konusudur. Periferi ötesindeki bir risk, sorun veya tehdit periferi hatta en iç halkasında etkili olabilirken, en iç halkasında ortaya çıkan bir tehdit veya varoluşsal bir tehdide dönüşme ihtimali olan risk ya da sorunlar periferi ve periferi ötesi alanında dış politika araçlarına etki edebilir. Bununla birlikte, tehdit ve risk halkalarına/alanlarına verilen önem devletlerin sahip oldukları güç ve kapasiteye göre değişiklik göstermektedir. Fakat, özellikle nüfuz alanını tüm dünyada yaymaya çalışan büyük güçler için üç halka/alan da aynı öneme sahiptir;14 ve üç halkalı güçlü bir güvenlik sistemi kurma gayesindedirler.

Son olarak tanımlamasını yer vermemiz gereken önemli bir kavram da stratejidir. Çıkarlar doğrultusunda devletler tarafından belirlenen hedeflerin gerçekleşmesine engel teşkil edebilecek tehditlere karşı güvenlik faaliyetlerin belirlenmesi ve varoluşsal tehdide dönüşme ihtimali algısına neden olan risk ve sorunların bertaraf edilebilmesi için gerekli önlemlerin alınması şeklinde yapılacak olan bir tanımlama güvenlik ve strateji kavramlarının neden büyük ölçüde birlikte ele alındığını15 da kanıtlar nitelikte olacaktır.

TEORİK ÇERÇEVEDEN GÜVENLİK ANLAYIŞI

Özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde ortaya çıkan, realizmin argümanlarının açıklamakta güçlük çektiği yeni konjonktür, yeni yaklaşımların ortaya çıkmasına temel etkende bulundu; ve realizmin sorgulanmaya başlamasına neden oldu. Kenneth Waltz’un da ifade ettiği gibi, eksiksiz olarak kabul edilemeyecek ve eleştiriye açık olan teoriler, devamlı olarak gelişmekte ya da değişime uğramaktadırlar.16 Dolayısıyla, bu minvalde değerlendirebileceğimiz neo-realizm de değişen dünyayı anlamlandırmakta zorluk çeken ve bilimsel bir temele dayanmadığı yönünde

12 A.g.e.
13 A.g.e.
14 A.g.e.
15 A.g.e., s.67
16 Kenneth N. Waltz, (1988). “The Origins of War in Neorealist Theory”, Journal of Interdisciplinary History, vol.18, issue.4, p.615

eleştirilen realizmin argümanlarının yeni şartları tanımlayabilecek bir doğrultuda evrimleştiği, Waltz tarafından geliştirilen teorik bir yaklaşımdır.17

Aktör olarak devleti temel alan realizm ve neo-realizmin teorik bakış açıları güvenliği tanımlarken, devletin temel amacı olan bekasının sağlanması için araç/amaç olan askeri kapasite ve devletlerarası güç dağılımı çerçevesinde ele almışlardır.18 Ancak, neo-realizmi, realizminden ayıran en temel unsur, savaşların nedenlerini salt insan doğasının özelliklerinde aramak yerine uluslararası sistemin koastan ziyade devletler üstü bir otorite boşluğundan kaynaklanan anarşik yapısına öncelik vererek açıklamaya çalışmaktır.19 Uluslararası sistemin başat aktörü olan devletler bu anarşik yapıda varlıklarını korumak ve egemenliklerinin devamlılığını sağlayabilmek adına mücadele ederler.20 Diğer taraftan, insan doğası yerine uluslararası sistemin yapısına öncelik veren neo-realimiz için, realistlerin amaç olarak gördükleri güç, aslında bir araçtır.21 Ancak güvenliklerini sağlama noktasında devletler için bir araç olarak sahip olunacak gücün boyutu konusunda neo-realistler savunmacı (defensive) ve saldırgan (offensive) olmak üzere iki kutupta toplanmışlardır. Waltz gibi savunmacı realistler, gücün maksimize edilmesi yerine muhafaza edilmesi gerektiğini ifade ederken, Mearsheimer gibi saldırgan realistler ise herhangi bir tehdit söz konusu olmasa bile devletlerin güçlerini maksimize etmeleri, elde edebildikleri kadar güç kazanma odaklı olmaları gerektiklerini savunmuşlardır.22

Waltz’a göre, bir üst otorite boşluğunun bulunduğu çok kutuplu uluslararası sistemin anarşik yapısında kendi başının çaresine bakmakla yükümlü olan devletler, güvenlik ikilemi yaratmadan23 -periferinde ve periferi ötesinde bulunan devletlere karşı bir tehdit unsuru haline dönüşmeden- bunu gerçekleştirmelidir. Devletler silahlanma

17 Andrew Linklater, (2015). “Kuramda ve Pratikte Neorealizm”, Uluslararası İlişkiler Kuramları, Ed. Ken Booth ve Steve Smith, Çev. Muhammed Aydın, İstanbul: Röle Yayıncılık, s.244
18 John Baylis, (2008). “Uluslararası İlişkilerde Güvenlik Kavramı”, Uluslararası İlişkiler Dergisi, Yaz 2008, Cilt.5, Sy. 18, s.72
19 Waltz; savaşların nedenlerinin, insan doğası, devletlerin ve toplumların yapısı ve son olarak da uluslararası sistemin anarşik yapısı olmak üzere üç düzeyde açıklanabileceğini ortaya koymuştur. Ancak, ilk iki düzeyin savaşın nedenlerini ortaya koymakta yetersiz kaldığını ve sebeplerinin üçüncü düzeydeki sistemin anarşik yapısında aranması gerektiğini ifade eder. (Bkz. Kenneth Waltz, (2015). Uluslararası Politika Teorisi, Ankara: Phoenix Yayınları, s. 27; Kenneth Waltz, (2009). İnsan, Devlet ve Savaş: Teorik Bir Analiz, Çev. Enver Bozkurt, Ankara: Asil Yayınları, s.223; Faruk Yalvaç, (2016). “Uluslararası İlişkiler Kuramında Yapısalcı Yaklaşımlar”, Devlet, Sistem ve Kimlik: Uluslararası İlişkilerde Temel Yaklaşımlar, İstanbul: İletişim Yay., s.150; Linklater, a.g.m., s.251)
20 John Mearsheimer, (2009). “Reckless States and Realism”, International Relations, vol.23, issue.2, p.241
21 John Mearsheimer, (2016). “Yapısal Realizm”, Uluslararası İlişkiler Teorileri: Disiplin ve Çeşitlilik,
Ed. Tim Dunne, Milja Kurki ve Steve Smith, Çev. Özge Kelekçi, Sakarya: SAÜ Kültür Yayınları, s.87

22 Mearsheimer, (2016). s.87, 92; Eyüp Ersoy, (2014). “Realizm”, Uluslararası İlişkiler Teorileri, Ed. Ramazan Gözen, İstanbul: İletişim Yay., s.176
23 Waltz, (2015). s.131; Jack Donnely, (2013), “Realizm”, Uluslararası İlişkiler Teorileri, Ed. Scott Burchill vd., Çev. Ali Aslan ve Muhammed Ali Ağcan, İstanbul: Küre Yayınları, s.60

yarışına girerek, güvenlik ikilemi yaratabilir; bir üst otorite boşluğunun olması devletlerin saldırgan bir tutum sergilenmesine sebebiyet verebilir. Bu güvenlik ikilemi ise sistemi meydana getiren birimlerin/devletlerin güç kapasitesinden değil, ancak sistemin yapısından kaynaklanmaktadır.24

Diğer taraftan, uluslararası sistemin anarşik yapısı, devletler arasından iş birliğinin geliştirilmesinde en büyük engel olarak karşımızda durmaktadır. Fakat bu noktada belirtilmesi gereken husus, Waltz’un karşılıklı bir etkileşimle devletlerin davranışlarının yapıyı belirlediği gibi, yapının da devletlerin davranışlarını belirlediği bir sistemin varlığına işaret ettiğidir.25 Bu karşılıklı etkileşim içerisinde, Waltz’a göre, güç dağılımı ve sistemin anarşik yapısı dikkate alındığında kullanılabilecek en iyi yönetimin güç dengesi (balance of power)26 olduğu bir sistemde devletlerin asıl hedefi güçlenmek yerine, diğer devletlerin güç kazanımlarını engellemek olmalıdır; ve bu noktada, revizyonist bir devletin önünü kesmek için en iyi yöntemin statükocu devletlerle iş birliğine gitmek olduğunu ifade etmektedir.27 Özetle, savunmacı realizmde, bir devletler için var olan sistemdeki yapıda sahip oldukları konumu korumaya yetecek kadar güç sahibi olmaları yeterlidir.

Savunmacı ve saldırgan realistleri birbirinden ayıran en temel konu devletlere atfedilen rasyonellik vurgusudur. Waltz’un uluslararası sistemin yapısı üzerine odaklandığı teorisi rasyonellik barındırmamaktadır. Devletlerin irrasyonel davranışlar sergileyebileceğini ancak sebeplerinin sistemin yapısında değil, devletlerin yapısında aranmasını ve bu durumun açıklanabilmesi için ayrı bir kuram ortaya koymanın gerekliliğini savmaktadır.28 Saldırgan realizmde ise, teorik argümanları rasyonel aktörlere dayandığı için, sistemin yapısı yerine devletin yapısından kaynaklanan irrasyonel davranışları açıklamak adına ayrı bir teorinin yardımına ihtiyaç duymamaktadırlar. Nitekim, temel argümanları Mearsheimer tarafından ortaya konulan saldırgan realizmde, devletlerin, diğer devletlerin güç kapasitelerini bilseler dahi niyetlerinden emin olmadıkları bir korku ve devletler üstü bir otorite boşluğunun bulunduğu uluslararası sistemin anarşik yapısında varlıklarını sürdürebilmek için güçlerini arttırma yolunu tercih edecekleri ifade edilir.29 Nihayetinde, saldırgan realistlere göre, mutlak güvenliğin mümkün olmadığı30 uluslararası sistemde devletlerin güçlerini maksimize etmeye çalışması caydırıcılık etkisi yaratır; ve sistem

24 Waltz, (2015). s. 232-233; Yalvaç, a.g.m. s. 150
25 Yalvaç, a.g.m., s.153
26 Waltz’a göre, uluslararası sistemin yapısında en önemli unsurlardan biri sistem içindeki güç dağılımı ve güç dengesidir. Güç dağılımı mevcut sistemin yapısal niteliklerini ifade ederken, güç bir devletin sahip olduğu mevcut kapasiteyi ortaya koymaktadır. (Bkz. Faruk Sönmezoğlu, (2012). Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, İstanbul: Der Yay., s. 135)
27 Waltz, (2015). s.148-149; Ersoy, a.g.m., s.176; Mearsheimer, (2016). s.92
28 Mearsheimer, (2016). s.94
29 A.g.m., s.89-90
30 Barry, Buzan, (1991). People, States and Fear: An Agenda for International Security Studies in the Post-Cold War Era, Sussex: Harvester Wheatsheaf, s. 22-23

içerisinde bir denge unsuruna dönüşür. Kısaca, savunmacı realizmde sistemi dengede tutan, devletlerin birbirlerini ne ölçüde tehdit olarak gördüklerine bağlıdır; ve yapılanma tehdit algısı üzerinedir. Bu doğrultuda devletler, güvenliklerini sağlamak amacıyla, güçlerini tehdit oluşturan diğer aktörleri yok etmeye harcamak yerine, var olan tehditlere ya da tehdide dönüşme ihtimali olan risk ve sorunlar karşısında önleyici davranışlarda bulunmaya harcamalıdır. Diğer taraftan, saldırgan realizmde ise, tehdit algısının kenarda tutulduğu, devletlerin güçlerini sürekli olarak arttırmaya odaklanıldığı bir durum söz konusudur.

Gücün amaç değil, araç olduğu neo-realist yaklaşımlarda devletler için güvenlik en önemli amaca dönüşmektedir. Bu doğrultuda, neo-realist yaklaşımlar içerisinde güvenlik kavramının yeniden tartışılması gerekliliğini ortaya koyan Barry Buzan öncülüğünde devlet merkezli bakış açısına eleştiri getirerek, çok düzlemli bir yaklaşım ortaya koymaya çalışan Kopenhag Okulu olmuştur. Çok düzlemli yaklaşımla, realizmin tüm devletleri benzer yapılar olarak ele alınmasını ve bu doğrultuda yapılan ulusal güvenlik tanımlamalarını eleştirerek31, her devletin kendi iç dinamikleri ve sosyo-kültürel boyutlarıyla değerlendirilmesi gerekliliğini ortaya koymaya çalışmışlar ve realist perspektifin aksine, bu dinamiklerin de uluslararası güvenliğe etki eden boyutlarını ele almanın önemini vurgulamışlardır.32 Kopenhag Okulu, savunmacı ve saldırgan realistlerin varsayımlarını ortaya koyarken, vurgu yaptıkları güç ve gücün boyutları yerine, daha kapsamlı ve açıklayıcı olduğunu ifade ettikleri güvenlik kavramının ekseninde, güç ve barış kavramlarını bir araya getirmenin olanaklı olduğunu ortaya koymaya çalışmıştır.33 Ayrıca, devlet ve askeri kapasite merkezli realizmin güvenlik anlayışını eleştirerek güvenlik kavramını, ulus- devletin savunma çerçevesinden çıkarmış; askeri ve siyasi güvenlik faktörlerinin yanına ekonomik, çevresel ve toplumsal güvenlik faktörlerini de dahil eden geniş bir perspektif sunarak değerlendirmeye almıştır.34 Buzan’a göre; güvenlik kavramı birey güvenliği, ulusal güvenlik ve uluslararası güvenlik olmak üzere üç düzeyi ve askeri, siyasi, toplumsal, ekonomik ve çevresel güvenlik olmak üzere beş ana sektörü kapsayacak şekilde genişletilmelidir.35 Ortaya çıkan bir güvenlik sorununda/tehditte veya güvenlik sorununa/tehdide dönüşebilecek risk ve sorunlar karşısında bu sektörler iç içe geçebilir ya da sektörler içerisinde öncelik belirlenebilir.36

31 A.g.e., s.96-97
32 Buzan, a.g.e., s.60
33 Bilal Karabulut, (2011). Güvenlik, Küreselleşme Sürecinde Güvenliği Yeniden Düşünmek, Ankara: Barış Kitabevi, s.65-67
34 Philippe Marchesin, (2003). “Yeni Tehditler Karşısında Avrupa”, Dünden Bugüne Avrupa Birliği,
Ed. Beril Dedeoğlu, Çev. Beril Dedeoğlu, İstanbul: Boyut Kitapları, s.421
35 Buzan, a.g.e., s.363; Hans Günter Brauch, (2008). “Güvenliğin Yeniden Kavramsallaştırılması: Barış, Güvenlik, Kalkınma ve Çevre Kavramsal Dörtlüsü”, Uluslararası İlişkiler Dergisi, Yaz 2008, Cilt.5, Sy.18, s.7
36 Buzan, a.g.e., s.363

Bu çalışmanın teorik çerçevesinde yer alan, Kopenhag Okulu yazarlarından Barry Buzan, Ole Waever ve Jaap De Wilde tarafından kaleme alınan “Security: A New Framework for Analysis” başlıklı çalışmada ortaya konulan güvenlikleştirme teorisine göre; bir konu tehdit gibi sunulabilir ve öncelikli olarak ele alınması gereken alanlara dahil edilebilir.37 Dolayısıyla, güvenlikleştirme teorisinde, güvenliğin tanımını yerine, oluşum sürecinin önem teşkil ettiği ve daha önce güvenlik alanına dahil olmayan konu, devlet ve aktörlerin güvenlik sorunu haline dönüştürüldüğü görülmektedir. Waever, devlet adamlarının/karar alıcıların ortaya koydukları söylemler ile bir konunun güvenlik sorununa dönüştürebileceğini ifade etmekte ve bir konu, risk ya da sorun güvenlik alanına dahil ettikten sonra, toplumda kabul görmesi durumu güvenlikleştirme olarak tanımlanmaktadır.38 Ortaya konulan bu yaklaşımlar, söylemsel olarak inşa edilen güvenlik tanımlamasını ortaya koymaktadır. Bu noktada, Waever her konunun güvenlik alanına dahil edilmesinin, güvenliğin tartışılması önünde engel teşkil ettiği belirtir.39 Zira, hangi konu, risk ya da sorunun gerçek bir tehdit olup olmadığının belirlenmesi gerekliliği söz konusudur. Ayrıca, söylemsel olarak inşa edilen güvenlik savının yanında devlet güvenliği haricinde başka bir öneme sahip olan toplumsal güvenlik kavramı ile yeni bir güvenlik tanımlaması yapmaya çalışmıştır.40 Toplumsal güvenlik kavramı, var olan ya da ortaya çıkabilecek tehditlere karşı askeri ve siyasal boyuttan ziyade kolektif kimliğin/biz kimliğinin korunmasını ifade etmektedir.41 Bu noktada belirtilmesi gereken önemli bir husus, günümüzde artık kimlik kavramı kullanıldığında geleneksel olarak ortaya konulan ulusal kimlik anlayışından ziyade bölgesel, etnik ve dinsel kimlik anlayışları daha öncelikli hale gelmektedir. Dolayısıyla, güvenlikleştirme ile “bütünü kapsayan bir kimliğin inşası ile ortaya çıkan toplumsal güvenlik politikalarının”42 en önemli güvenlik konularından biri haline geldiği ifade edilebilir.

Özetle; güvenlik çalışmaları alanında Kopenhag Okulu tarafından ortaya konulan güvenlikleştirme teorisine göre, var olan bir sorun, güvenlik kavramı ile ifade edildiğinde normal bir sorun ya da risk olmaktan çıkar ve toplumsal kesimlerde karşılığını bulabildiği ölçüde güvenlik alanına dahil olur. Dolayısıyla, karar mercileri

37 Barry Buzan; Ole Waever; Jaap De Wilde, (1998). Security: A New Framework for Analysis,
London: Lynne Rienner Publishers, s.23-45
38 Ole Waever, (1995). “Securitization and Desecuritization”, On Security, Ed. Ronnie D. Lipshutz, NewYork: Columbia University Press, s.55
39 Waever, (1995). s.55
40 Marchesin, a.g.m., s.421
41 “Bir kimliği “savunmak” çelişkili bir şeydir. Kimlikler sürekli değişmektedir ve süreçseldir, asla istikrarlı ve objektif değildirler. Ancak güvenlikleştirildiklerinde, verili (given), -başlangıçtan itibaren var olan ve derin olarak inşa edilmiş- bir şeyi savunursunuz. Toplumsal güvenlik kavramının kimliklere sabit ve “bir şeymiş gibi” yaklaşması analitik bir hata değildir. Aktörlerin kimlikleri savunması, yani toplumsal güvenlik politikaları izlemesi- uygulamalarının (tehlikeli) bir özelliğidir. Benzer şekilde, hepimiz çoklu kimliklere sahibiz ancak güvenlikleştirme durumunda tümü kapsayan kimlik inşası gerçekleşmektedir.” (Bkz. Ole Waever, (2008). “Toplumsal Güvenliğin Değişen Gündemi”, Uluslararası İlişkiler Dergisi, Cilt.5, Sy.18, s.155-156); Marchesin, a.g.m., s.421-422
42 Waever, (2008). s.156

söylemsel olarak inşa edip bir tehdide dönüştürdükleri risk ya da sorunları ortadan kaldırmak için her yöntemi kullanma meşruiyetine de sahip olurlar.43 Bu noktadan hareketle, güvenlikleştirme ile ulusal ya da uluslararası karar mercilerinin güvenliğin merkezini ve çevresini kurgulama ve tehdit ve risk halkaları oluşturabilme çabası içerisinde olduğu söylenebilir. Nitekim, güvenliğin bu noktada, siyaseti kabul görmüş kuraların dışına çıkardığı ifade edilebilir.44 Wolfers’ın da belirttiği gibi, devletler ulusal çıkarları ve bu doğrultuda güvenliğe dahil edilecek konuları belirleyebilir, iç ve dış politikada belirlenmiş olan bu güvenlik konularının bir güce dönüşmesini sağlayabilir.45

Sonuç olarak; Kopenhag Okulu güvenlik kavramının, devleti merkeze konumlandıran askeri güvenlik ile sınırlandırılmasını eleştirirken, diğer taraftan varoluşsal tehdit boyutunda bulunmayan her bir konu, risk ya da sorunların bir güvenlik meselesine dönüştürülmemesi uyarısında bulunarak, kendisini geleneksel devlet merkezli güvenlik anlayışı ile post-yapısalcı güvenlik anlayışları arasında konumlandırılmaktadır.46 Son olarak belirtmek gerekir ki; Kopenhag Okulu tarafından güvenlikleştirme faaliyetleri olumsuz bir çerçevede ele alınır ve başvurulmaması gereken bir süreçtir.47 Zira, herhangi bir konu, risk ya da sorunun güvenlik meselesi haline dönüştürülmesi, güvenlik meselesi haline getirilen konuları bertaraf edebilmek için her türlü yöntemin kullanma meşruiyetini -şiddet içeren yöntemlerin meşrulaştırılması gibi- elde edecek otoriter bir aktörün varlığına zemin hazırlayacak ve özgürlüklerin kısıtlanması gibi sorunlar yaratabilecektir.48

RİSK VE TEHDİTLER KARŞISINDA İRAN’IN GÜVENLİK YAKLAŞIMLARI

Özellikle Soğuk Savaş Sonrası Dönemde değişen güvenlik anlayışıyla beraber ülkeleri çevreleyen, farklı boyutlardaki tehdit ve risk alanlarından -en iç halka/iç güvenliği, yakın çevresi/periferi ve periferi ötesi- daha önceki bölümlerde bahsetmiştik. Varsayılan bütün temel unsurlar çerçevesinde doğal olarak her devletin içinde bulunduğu güvenlik arayışı durumu, köklü bir tarih ve devlet geleneğine sahip olan İran için de geçerlidir. Bulunduğu coğrafyada oldukça etkili ve kritik bir öneme sahip olan İran, Soğuk Savaş sonrasında güvenlik yaklaşımlarını daha çok savunma odaklı gerçekleştirmeye çalışmıştır. Ancak, İran’ın güvenlik arayışını salt savunma

43 Morten Kelstrup, (2004). “Globalisation and Societal Insecurity: The Securitisation of Terrorism and Competing Strategies for Global Governance”, Contemporary Security Analysis and Copenhagen Peace Research, Ed. Stefano Guzzini and Dietrich Jung, London:,Routledge, s.111-112
44 Buzan; Waever; Wilde, a.g.e., s.23
45 Wolfers, a.g.m., s.481
46 Fatih Dedemen, (2019). Güvenlikleştirme Pratiklerinin Değişen Doğası: ABD ve İran Örneği, Ankara: Gazi Kitabevi, s.32
47 A.g.e., s.33
48 A.g.e.

odaklı değerlendirme yanlışlığına düşülmemelidir. Herhangi bir ülkenin ortaya koymuş olduğu güvenlik faaliyetlerini, tek bir teorik çerçeve ile ele almanın yetersizliğini ve tek boyuttan ziyade çok boyutlu düzlem çerçevesinde analiz edilmesinin gerekliliğini, İran’ın farklı eylemler üzerindeki farklı güvenlik yaklaşımları ortaya koyacaktır. Nitekim İran, tehdit ve risk alanları/halkaları ekseninde, risk ve sorunlar karşısında iç politikada dengeyi sağlamak, dış politikada ortaya koymayı hedefledikleri davranışlara meşruluk kazandırmak için güvenlikleştirme pratikleriyle hareket ederken, gerçek bir varoluşsal tehdit karşısında saldırgan ya da savunma odaklı olarak değerlendirilebilecek yaklaşımlarla hareket etmektedir.

Şekil 2. İran’ın Güvenliğine Tehditler

İran'ın Tehdit ve Risk Halkaları Ekseninde Güvenlik Yaklaşımları: Teorik Bir Değerlendirme - iran631

Öncelikle İran’ın kendi iç güvenlik unsurlarının, dış politika araçlarının hangi doğrultuda kullanılacağını belirlediğini söyleyebiliriz. Günümüzde İran, çok çeşitli etnik kökenli ve dinli bir yapıya bürünmüştür. İran’ın kendi iç güvenlik sistemini oluşturan en iç halkasını Farslar, Türkler(Azeri), Kürtler, Gilekiler ve Mazandaraniler, Araplar, Lurlar, Türkmenler, Beluciler, Larlar ve Leklerden oluşmaktadır.49 Şah Rıza ve Şah Muhammed Rıza Pehlevi dönemlerinde İran, ulus- inşası sürecinde, ulusal kimlik yaratma çabası içinde olsa da, 1979 Devrimi’nden sonra Farsları ve Türkleri(Azeri) bir arada tutabilmek adına Şiilik temelinde yaratılan bir kimlik tanımlaması50, en iç halkasında bütünlüğü sağlamakla beraber, dış politika araçlarına da doğrudan etki eden bir unsura dönüşmüştür.51 Özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde, bölgenin değişen dinamiklerinin ortaya çıkardığı en önemli tehdit algılaması, Azerilerin yoğunluklu olarak yaşadıkları bölgeden kaynaklanan etnik kökenli sorundur.52 Dolayısıyla iç güvenlik alanında/halkasında tehdide dönüşebilecek risk ve sorunlar karşısında -Güney Azerbaycan ve Kuzey Azerbaycan’ın coğrafi ve siyasi anlamda birleşme endişesi gibi-53 suni tehditler inşa ederek ya da var olan tehditleri abartarak toplumsal güvenliğini koruyabilmek adına, kırılgan yapıyı tetikte tutup, iç karışıkları önleme çabası güvenlikleştirme pratikleriyle açıklanabilir. Özellikle devrimden sonraki süreçte “büyük şeytan Amerika, küçük şeytan İsrail”54 odaklı söylemlerle dış politikada olduğu kadar iç politikada da bir tehdit algısı yaratmaya çalışmakta ya da risk ve sorunları abartarak varoluşsal tehdit boyutuna taşımaktadır.

Diğer taraftan, periferinde yaşanan Karabağ Sorununda ve Türkiye ile yaşadığı sorunlarda iç güvenlik unsurlarının, dış politika araçlarına/periferine etkisinin bir kanıtı olarak İsrail ile yakın temaslarda bulunan Ermenistan’ı desteklemesi55 güç dengesi bağlamında savunma stratejisi olarak değerlendirilebilir. Zira, bir koz durumunda olan Ermenistan’ın, Türkiye ve Azerbaycan ile ilişkilerinin normal bir seviyede seyredememesi, İran’ın çıkarlarına hizmet eden bir durumdur. Örneğin; Türkiye, Ermenistan ile yaşadığı gerginlikler sebebiyle Doğu’ya yönelik ihracatını daha çok İran üzerinden gerçekleştirmek durumunda kalmıştır.56 Ayrıca Kuzey Azerbaycan ve Güney Azerbaycan’ın siyasi ve coğrafi olarak birleşme endişesi

49 Gülara Yenisey, (2008). İran’da Etnopolitik Hareketler, İstanbul: Ötüken Neşriyat, s.164
50 Osman Tunahan Berk, (2006). İran’ın Güvenlik Politikaları, Ankara: Kara Harp Okulu: Savunma Bilimleri Enstitüsü, Güvenlik Bilimleri Anabilim Dalı, YL Tezi, s.76-77
51 Doğancan Başaran, (2017). “Realizm-İdealizm İkilemi Bağlamında İran’ın Dış Politika Yönelimlerine Teorik Bir Bakış”, ANKASAM: Bölgesel Araştırmalar Dergisi, İran Özel Sayısı 1(2), s.226
52 Tayyar Arı, (2004). Irak, İran ve ABD “Önleyici Savaş, Petrol ve Hegemonya”, İstanbul: Alfa Yay., s.327;
53 A.g.e.
54 Ercan Çitlioğlu, (2015). İran’ı Anlamak, Düz. Pınar Osmanağaoğlu, Ankara: Başkent Üniversitesi Basın Yayın, s.110
55 Mehmet Burhanettin Coşkun, (2015). “Güvenlik Politikaları Üzerine Bir Değerlendirme: Türkiye ve
İran”, ASSAM Uluslararası Hakemli Dergi, Sy.4, s.19
56 Coşkun, a.g.m., s.19.

nedeniyle ve Hazar’da yaşanan gerginlikler sebebiyle Azerbaycan ile iyi ilişkiler kurmaya çalışmak yerine, Rusya ve Ermenistan ile iyi ilişkiler kurarak özellikle enerjide yaşadığı sıkıntıları giderebilmek adına projeler üretmekte ve destek olmaktadır.57

Bunun yanında Azerbaycan’ın, Ermenistan ile olan sorunlarını, İsrail’in dünyayla olan bağlantısı ile dengelemeye çalışması nedeniyle58 askeri ve stratejik anlaşmalar yapması59 ve Azerbaycan’ın İran’ın kuzey sınırındaki hava üssünü İsrail’in kullanımına açtığı yönündeki haberler60, güç dengesi bağlamında İran’ın Ermenistan’ın yanında yer almasına iten bir başka sebep olmuştur. Dolayısıyla, İran, Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki çatışmanın, ülkede yaşayan Türk(Azeri) nüfus dikkate alındığında, sorunun kendi topraklarına da sıçraması endişesiyle, toprak bütünlüğüne tehdit oluşturabilecek bir savaştan yana değildir; fakat sorunların kalıcı olarak çözülmemesini çıkarları için tercih etmektedir.61 Zira, Azerbaycan ve Türkiye’nin politik hedeflerini çözümsüz sorunlar üzerinde tutması, yakın coğrafyadaki ekonomik ve siyasi etkinliklerini sınırlama konusunda bir araç olarak görülmektedir. Bu noktadan hareketle, daha önce ifade edildiği üzere, Waltz gibi savunmacı realistlerin, uluslararası sistemin anarşik yapısında devletlerin asıl hedefi güçlenmek yerine, diğer devletlerin güç kazanımlarını engellemek olmalı62 şeklinde ortaya koydukları varsayımdan yola çıkarak, İran’ın Ermenistan’ın yanında yer almasını, periferi halkası içerisinde yer olan Azerbaycan ve Türkiye’ye karşı dengeleyici bir unsur olarak değerlendirebiliriz.

Burada belirtilmesi gereken önemli bir husus, PKK/PYD, IŞID gibi terörist hareketler de İran tarafından iç güvenlik halkasına/alanına tehdit olarak görülmektedir.63 Dolayısıyla, periferinde bulunan ve ortak tehdit algısına sahip Türkiye’nin karşısında olmak yerine, işbirliği mekanizmalarını geliştirmesi savunma stratejine önemli bir katkı sağlayacaktır. Nitekim, bu durum bir ülkenin çıkarları doğrultusunda, farklı eylemler üzerinde, farklı güvenlik stratejileri ile hareket etmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır.

İran’ın Hristiyan Ermenistan’ı, ortak birçok paydada bir araya gelme ihtimali bulunan Şii Azerbaycan karşısında desteklemesinin yanında, Orta Asya ülkelerinden Sunni olan, ancak Farsça’ya yakın bir dil kullanmaları sebebiyle, 90’larda meydana gelen iç

57 A.g.m
58 Elnur İsmayıl, (2013).“Israel and Azerbaijan: The Evolution of a Strategic Partnership”, Israel Journal of Foreign Affairs, VII: 1, s. 71
59 Esme Özdaşlı, (2017). “İsrail’in Yeni Çerçeve Stratejisinde Güney Kafkasya”, Bilig: Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi, Sy.82, s.183
60 A.g.e., s.182
61 Coşkun, a.g.m., s.19
62 Waltz, (2015). s.148-149; Ersoy, a.g.m., s.176; Mearsheimer, (2016). s.92
63 Bayram Sinkaya, (2017). “İran’ın Suriye Stratejisi”, Akademik Orta Doğu, Cilt.11, Sy.2, s.63

savaşta İslami muhalif kesime karşı Tacikistan’ın yanında yer alması değinilmesi gereken önemli hususlardan biridir.64 Böylesine bir çelişki, İran’ın bölgesel çıkarları doğrultusunda, savunmacı realistlerin revizyonist bir devletin önünü kesmek için en iyi yöntemin statükocu devletlerle işbirliğine gitmek olduğu65 yönündeki ifadeleri dikkate alındığında, periferinde bulunan risk ve sorunların tehdide dönüşmemesi adına ortaya koyduğu dengeleyici güvenlik stratejileri olarak değerlendirilebilir. Ancak bu durum, Şiilik temeline oturtulan kimlik tanımlamasının yalnızca ulusal çıkarlar doğrultusunda bir geçerliliğe sahip olduğu izlenimini uyandırmaktadır.66

İran’ın periferinde yer alan Afganistan’da 11 Eylül sonrası dönemde, kendi iç güvenlik meselesine dönüştürdüğü Taliban rejimini ortadan kaldıran ve İran’ın periferi ötesi tehdit alanında başrolü oynayan ABD, şer ekseni67 olarak ilan ettiği ülkeleri -İran, Irak ve Kuzey Kore- çevreleyebilmek adına iç ve dış politikada güvenlikleştirme pratikleriyle, tartışmalı olan bölgesel çıkarları için gerekli meşruiyet zeminini yaratmıştır. Bölgesel işbirlikleri, krediler, karşılıksız yardımlar ve askeri unsurlarla68 hem Ortadoğu hem de Orta Asya’da nüfuzunu genişletip bölgeye yerleşmeye başlayarak bir anlamda İran’ın periferi komşusu haline dönüşmüş, İran’ın bölge politikalarını derinden etkileyerek, varoluşsal tehdit olarak gördüğü büyük şeytan ile yakından yüzleşmek durumunda bırakmıştır. İran, Afganistan ile birlikte periferinde yer alan ve ABD’ye yakın duruş sergileyen Türkiye ve Ortadoğu’da “Irak, Pakistan, Kuveyt, Katar, Suudi Arabistan, BAE, Umman”69 ile Orta Asya’da özellikle “Kırgısiztan ve Özbekistan”da70 kurulan ABD üsleri ile bir güvenlik ablukasında kalmıştır.

Dolayısıyla, İran’ın bu güvenlik ablukası içinde, ABD karşısında caydırıcı bir etki yaratabilmek adına, periferi ötesinde yer alan Çin ve -Hazar Havzası’nın sahip olduğu kaynaklar ve boru hatları konusunda çıkarları doğrultusunda ters düşmüş olsa da- özellikle nükleer teknoloji konusunda yakın ilişkiler kurduğu Rusya’nın -Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Özbekistan, Hindistan ve Pakistan ile birlikte- içinde yer aldığı, gözlemci statüsünde bulunduğu Şangay İşbirliği Örgütü’ne tam üyelik sıfatıyla

64 Berk, a.g.e., s.85; Coşkun, a.g.m., s.20; Kaveh Afrasiabi, Abbas Maleki, (2003). “Iran’s Foreign Policy After 11 September”, The Brown Journal Of World Affairs, vol. 9, issue.2, s.257
65 Waltz, (2015). s.148-149; Ersoy, a.g.m., s.176; Mearsheimer, (2016). s.92
66 Berk, a.g.e., s.85
67 İsmail Sarı, (2018). “Devrimden Günümüze İran’ın Güvenlik Stratejisi”, Ortadoğu’da Ulusal Güvenlik Stratejileri, Stratejik Araştırmalar Serisi 6, Ed. Veysel Kurt, İstanbul: SETA Kitapları, s.43 (elektronik basım)
68 “ABD ve AB, Afganistan operasyonu nun başladığı 2001 yılında Tacikistan’a sadece 140 milyon dolar kredi vermiş, Kazakistan ordusuna ise 2005 yılında ABD tarafından yapılan karşılıksız yardım 26 milyon doları bulmuştur.” (Bkz. Ainur Nogayeva, (2011). Orta Asya’da ABD, Rusya ve Çin: Stratejik Denge Arayışları, Ankara: USAK Yay., s.176-177 (elektronik basım)
69 Selin M. Bölme, (2010). ABD’nin Üs Politikası ve Türkiye: Kuruluşundan Bugüne İncirlik Üssü, Ankara: Ankara Üniversitesi, SBE, Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı, Doktora Tezi, s.148
70 Nogayeva, a.g.e., s.176

girme çabası, bir güvenlik kalkanı oluşturma hedefindedir.71 Bu durum, savunmacı realistlerin işbirliği argümanı dikkate alındığında başka bir dengeleyici stratejisi olarak değerlendirilebilir.

Harita 1. İran’ı Çevreleyen Güvenlik Ablukası

İran'ın Tehdit ve Risk Halkaları Ekseninde Güvenlik Yaklaşımları: Teorik Bir Değerlendirme - iran635

Kaynak: “İran’ı Köşeye Sıkıştıran Harita”, Hürriyet72, 09 Şubat 2017

Diğer taraftan, saldırgan realizmin, herhangi bir tehdit söz konusu olmasa bile, devletlerin, diğer devletlerin güç kapasitelerini bilseler dahi niyetlerinden emin olmadıkları uluslararası sistemin anarşik yapısında, varlıklarını sürdürebilmek için güçlerini arttırma yolunu tercih edecekleri73 yönündeki varsayım dikkate alındığında, İran’ın bu güvenlik ablukası içinde yürütmeye çalıştığı nükleer faaliyetleri saldırgan bir tutum olarak da değerlendirilebiliriz. Ancak bu noktada belirtmek gerekir ki, saldırgan realizme göre; mutlak güvenliğin mümkün olmadığı74 sistem içerisinde devletlerin güçlerini maksimize etmeye çalışmaları, aslında caydırıcılık etkisiyle bir denge aracına dönüşür. Bu argümanlardan yola çıkarak, periferi ülkesi Hindistan ve periferi ötesi ülkeleri Rusya ve Çin’i örnek verebiliriz. İran hiçbir çevreleme stratejisinin içerisinde kalmamış olsaydı dahi bu ülkelerin nükleer güç/silah sahibi75 olmaları veya geliştirme çabaları göz önünde bulundurulduğunda, İran’a karşı

71 Afrasiabi; Maleki, a.g.m., s.263
72 (10.09.2019)
73 Mearsheimer, (2016), s.89-90
74 Buzan, a.g.e., s. 22-23
75 Çitlioğlu, a.g.e.,101-102

varoluşsal tehdit yaratan bir durumdan söz edilemese bile niyetinden emin olamadığı risk taşıyan ülke konumundadırlar.

ABD’nin, İran’ın periferine etkisine ya da periferinde yer alan ülkelerin ABD ile ilişkilerini de göz önünde bulundurarak İsrail, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) nükleer anlaşmanın seyrini değiştiren etkilerine bu noktada değinmek yerinde olacaktır. İran, devrimden bu yana terör faaliyetlerine destek, nükleer çalışmalar ve insan hakları ihlalleri gerekçeleri ile periferi ötesinde bulunan küresel güçlerin siyasi, ekonomik ve toplumsal olarak ağır sonuçlar yaratan yaptırımlarıyla mücadele etmek zorunda kalmıştır.76 Bu doğrultuda, bulunduğu coğrafyada konumunu değiştirmeye çalışmış ve özellikle Körfez ülkeleriyle de ilişkilerini geliştirmeye odaklanmıştır. Ancak bu süreci istediği doğrultuda yönetebildiğini ifade etmek oldukça güçtür. Bunun en önemli sebeplerinden biri tarihsel olarak mezhepsel ve kültürel farklılaşmalara dayalı mücadelelerin günümüzde hala devam ediyor olmasıdır.77 Özellikle Arap-Fars mücadelesi78 bölgesel yakınlık içinde olan ülkelerin birbirlerine karşı verdikleri üstünlük mücadelesine hatta mevcut konumlarını dahi geriletme mücadelesi şeklinde varlığını sürdürmektedir.79 Dolayısıyla, İsrail, Suudi Arabistan ve BAE’nin nükleer anlaşmalar üzerindeki etkileri, bölgesel çekişmelerin yansımalarının küresel düzeyde de hissedildiğinin bir kanıtıdır.

İran, 2015 yılında yaptırımların ekonomik ve toplumsal olarak ortaya çıkan ağır sonuçlardan kurtulabilmek adına P5+1 -ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa ve Almanya- ülkeleriyle Kapsamlı Ortak Eylem Planı ile nükleer faaliyetlerini sınırlandırmak adına anlaşma imzalamıştır.80 Nükleer programın sınırlandırılması ve denetime açılmasının ardından 2016 yılında yaptırımların kaldırılmaya başlamasıyla, İran’ın yurtdışında bulunan milyarlarca dolarlık fonlarına ulaşma imkanı doğmuş ve uluslararası şirketlerle işbirliğinin önü açılmıştır.81 Fakat, bu karara İsrail ve Arap Ülkelerinden özellikle Suudi Arabistan ve BAE tepki göstermiştir. Etkin bir askeri kapasiteye sahip, ancak stratejik derinlik açısından küçük bir ülke konumunda olan İsrail, bu anlaşma ile ağır bedeller ödemek zorunda kaldığı yaptırımlardan sıyrılıp

76 İsmail Numan Telci, (2018). Ağırlaştırılmış Ekonomik Yaptırımlar: Trump İran’dan Ne İstiyor?, SETA Perspektif, Sy.208, s.1
77 Damla Kocatepe, (2017). “Suudi Arabistan-İran Rekabeti: Mezhep Görünümlü Çıkar Çatışması”,
ANKASAM: Bölgesel Araştırmalar Dergisi, İran Özel Sayısı 1(2), s.74-75
78 A.g.m., s.74
79 “İran 1980’lerde Körfez’deki Amerikan varlığını sona erdirmek ve Arap Ülkeleri’ni devirmek için kullandığı radikal örgütler ve terörist organizasyonlar bu hedeflerine ulaşamadığı gibi bu ülkelerin ABD ile daha da sıkı bir iş birliğine itmiş ve bölgedeki ABD varlığını artırmıştır. İran, ABD’nin ülkesine karsı askeri bir güç uygulama yeteneğini zayıflatmak için bölgede önemli miktarda Amerikan askeri barındıran Kuveyt, Bahreyn, Katar, BAE, Umman ve Suudi Arabistan’daki terörist organizasyonları destekleyerek bu ülkelerin gözünü korkutma olanağına sahiptir.” (Bkz. Berk, a.g.e., s.114-115)
80 Telci, a.g.m., s.1
81 A.g.m., s.3

hem siyasi hem de ekonomik olarak güçlenerek bölgesinde etkin bir aktöre dönüşecek olan İran’ın, yayılmacı politikalarla jeo-stratejik kaymalara sebep olacağı algısını yaratmaya çalışmışlardır.82 Diğer taraftan, İran’ın Arap Ülkeleri içerisinde muhalif unsurları kullanabilme kabiliyeti dikkate alındığında, siyasi ve ekonomik açıdan avantajlı konuma geçme ihtimalindeki bir ülkenin arkalarında olduğu Şii nüfusun, monarşik ve teokratik yapısıyla anti-demokratik bir çizgide bulunan Suudi Arabistan karşısında avantajlı bir konuma geçme ihtimali rahatsız ediciydi.83 Dolayısıyla, bulundukları coğrafyada yeni dengelerin oluşmasına izin vermek istemeyen İsrail ve Suudi Arabistan, gelecekte kendi periferileri içerisinde yer alan İran’ın, nükleer bir güç olarak büyüyeceğinin ve kendilerine yönelik büyük bir tehdide dönüşeceğinin algısını yaratmaya çalışmışlardır.84

Bölge ülkeleri tarafından ortaya konulan tüm bu tepkilere rağmen İran açısından yaşanan bu olumlu gelişmeler, 2016 yılında başkanlık seçimlerini Trump’ın kazanması sonrasında tersine dönmeye başlamıştır. 2018 yılında nükleer programın sınırlandırılması anlaşmasının ABD tarafından tek taraflı olarak fes edilmesiyle, İran’a yönelik politikalar eskisinden çok daha ciddi yaptırımlara maruz bırakılacak şeklinde yeniden tutum değiştirmiş ve İran’ın periferi ve periferi ötesinde karşılıklı etkileşimle gerilimin oldukça derinleşmesine sebep olmuştur. ABD’nin körfez limanlarına takviye savaş gemilerini konuşlandırması, Katar’da bulunan ABD üslerine, İran’ın saldırı yapacağı istihbaratının alındığı söylemiyle bombardıman uçaklarını yerleştirmesi85 bir risk ya da sorundan ziyade varoluşsal bir tehdit yaratmış ve İran’a yönelik tehdit boyutunu ciddi bir düzeye taşımıştır. İran, “bu girişimlerin psikolojik savaşın bir parçası olduğu ve milyarlarca dolarlık filoların bir füze ile dağılabileceği” 86 söylemlerinde bulunmuştur.

Günümüzde olduğu gibi önceki dönemlerde de İran, kendisine karşı ikili ilişkilerle güvenlik arayışında olan Arap Ülkeleri’ni özellikle BAE ve Suudi Arabistan’ı, periferinde yer alan İsrail ile işbirliği içinde olması ve periferi ötesinde bulunan ABD ile yapılan milyar dolarlık silah anlaşmalarından dolayı bölgedeki güç dengesini bozmakla suçlamıştır.87 Kullanılan güç dengesi ifadesinin yanında, 2009-2013 yılları arasında görev yapan, İran eski Savunma Bakanı Vahidi’nin, “…istikrarı sağlamanın en iyi yolu militarizm değil; bölge ülkeleri arasındaki güvenlik ve ekonomik iş birliğini güçlendirmektir.”88 ifadesi hem Batı ülkeleri hem de bölge ülkelerinin varoluşsal

82 Çitlioğlu, a.g.e.,112
83 A.g.e., s.113
84 Telci, a.g.m., s.3
85 “Uçan kaleler Katar’a vardı”, CNNTürk, 11 Mayıs 2019,
(10.09.2019)
86 CNNTürk, a.g.h.
87 Ferhat Pirinççi, (2011). “ABD-Suudi Arabistan Silah Anlaşması”, Akademik Orta Doğu, Cilt.5, Sy.2, s.79
88 Pirinççi, a.g.m., s.79

tehdit boyutunda bir algıyla ortaya koymaya çalıştıkları İran’ın güvenlik yaklaşımlarının, gerçekçi bir zeminde olmadığını kanıtlar niteliktedir. Zira, İran’a yönelik tehdit boyutunun ciddi bir düzeye taşınması sebebiyle, söylemlerinde saldırgan bir tutum gözlemlense de savunmacı realistlerin, güç dengesini sağlayabilmek adına en iyi yöntemin işbirliği olduğu varsayımı dikkate alındığında, İran’ın bölgesel işbirlikleri ile periferi ve periferi ötesinden gelebilecek tehditlere karşı saldırgan tutumdan ziyade bir savunma mekanizması oluşturma çabasında olduğu ifade edilebilir.

Bu noktadan hareketle, İran’ın ABD ve İsrail karşısında nükleer silahlara sahip olma ihtimalinin, beka sorunu yaratacağı iddiası da doğru bir değerlendirme değildir. Zira, bu ihtimal ABD ve İsrail için bir tehdit olmaktan çok İran’ın periferi ötesi ve periferinden gelen baskıları azaltıcı bir stratejinin parçası olarak değerlendirilmelidir. Waltz’un “nükleer silahlar eğer birbirini tehdit olarak gören devletlerden birinde yoksa tehlikelidir”89 argümanıyla da destekleyecek olursak; İsrail ile beraber periferinde bulunan Hindistan ve Pakistan’ın nükleer silah sahibi olmaları veya geliştirme çabaları karşısında İran’ın nükleer silahlar barındırması tehdit oluşturmaktan çok, karşılıklı güç dengesi bağlamında barışçıl bir yol olarak caydırıcılık unsuru ile değerlendirilmesi daha gerçekçi bir zemine dayanmaktadır.90

Devrim sonrası dönemde kurulan yeni rejimin iç ve dış politikada meşruiyetini ve devamlılığını sağlayabilmek adına İran-Irak Savaşı sürecinde ve sonrasında, dış düşmanlara, özellikle ABD’ye karşı söylemsel olarak inşa edilen güvenlik algısından farklı bir durum söz konusudur. Nükleer programın sınırlandırılması anlaşmasının fes edilmesi sonrasında, İran’ın periferi ve periferi ötesinde bulunan ülkeler arasında kendisine yönelik oluşturulan mekanizmalara karşı tutumunu güvenlikleştirme pratikleri çerçevesinde değerlendirmemiz olanaklı gözükmemektedir. Çalışmanın teorik çerçevesinde de ifade ettiğimiz gibi, güvenlikleştirme teorisine göre, var olan bir sorun, güvenlik kavramı ile ifade edildiğinde normal bir sorun ya da risk olmaktan çıkar ve toplumsal kesimlerde karşılığını bulabildiği ölçüde güvenlik alanına dahil olur. Dolayısıyla, karar mercileri söylemsel olarak inşa edip bir tehdide dönüştürdükleri risk ya da sorunları ortadan kaldırmak için her yöntemi kullanma meşruiyetine de sahip olurlar. Fakat, körfez limanlarına savaş gemileri ve bombardıman uçaklarının konuşlandırılması ve tehdit olarak görülen İran’a yönelik olması, bir risk ya da sorundan ziyade artık ciddi bir varoluşsal tehdit yaratmıştır. Buna rağmen İran’ın güvenlik yaklaşımları saldırgan olmaktan uzaktır; ve savunma stratejileri çerçevesinden değerlendirilmelidir.

İran’ın periferi halkası/alanı içinde yer alan Suriye’de ortaya koyduğu faaliyetler ise güvenlikleştirme teorisi çerçevesinde değerlendirmek için uygun bir zemine oturmaktadır. Zira, Suriye’de yürüttüğü faaliyetlere -ideolojik kaygılar temelinde

89 Sarı, a.g.m., s.44
90 A.g.m.; Çitlioğlu, a.g.e., s.101

şekillenmesine rağmen- yaşanan gelişmeler doğrudan kendisine yönelik olmasa da varoluşsal tehdit ve terörizmle mücadele söylemleri ile hem iç politikada hem de dış politikada meşruiyet zemini yaratılmaya çalışılmıştır.91 Ayrıca, “Suriye’deki olayları ABD ve İsrail’in alevlendirdiği”92 söylemi; farklı ideolojiler ve siyasi hareketlerin 79 Devrimi’ne giden süreçte rejime karşı muhalefette bir araya gelmesinde “emperyalizme karşı mücadele”93 söyleminin katkısı dikkate alındığında, güvenlikleştirme teorisi çerçevesinde önem arz eden bir noktadadır. İran, Suriye’de muhalif hareketleri demokratik bir rejim için devrimsel bir tutum olarak görmek yerine, ABD ve İsrail’in, İran’ın stratejik derinlik noktasında bölgesel etkinliğine katkıda bulunduğuna inandığı ve müttefik olarak gördüğü Esad yönetimini ortadan kaldırma çabası olarak ifade etmektedir.94 Bu bakış açısına sahip olan İran, Esad yönetiminin devamlılığı için çaba sarf etmekte95; kendi çıkarları için bunu sağlamayı başaramasa bile İran’ın da içinde bulunduğu bir geçiş sürecinin hayata geçirilmesi için çabalamaktadır. Suriye krizinde, periferinde bulunan kendilerine yakın bir oluşumdan yana olan Arap Ülkeleri’nin, özellikle Suudi Arabistan olmak üzere rejim karşıtı unsurları desteklemesi96, İran’ı krizin nedenlerine yönelik şüphelerinde haklılığını iddia eder konuma getirmiştir. Asıl meselenin bölgesel ve küresel güçlerin İran’ın geleceğine yönelik düzenlediği büyük bir plan olduğunu söylemlerinde kullanarak, askeri ve ekonomik desteğini arttırmak için gerekli meşruiyet zeminini yaratmaya çalışmıştır. Dolayısıyla, periferindeki gelişmeler doğrudan kendisine yönelik olmasa da ortaya koyduğu söylemlerle bir tehdit algısı yaratıp, meşruluk kazandırma girişimleriyle dış politika mekanizmalarını devreye sokmaya çalışmıştır. Bu noktada tekrar etmek yerinde olacaktır ki, ulusal ya da uluslararası karar mercilerinin güvenlik alanlarını kurgulama, tehdit ve risk alanları oluşturabilme çabası içerisinde olduğu söylenebilir. Wolfers’ın da belirttiği gibi, güvenlikleştirme ile devletler ulusal çıkarları ve bu doğrultuda güvenliğe dahil edilecek konuları belirleyebilir, iç ve dış politikada belirlenmiş olan bu güvenlik konularının varoluşsal tehdit boyutunda bir güce dönüşmesini sağlayabilir.97 Ancak, İran’ın Suriye’de ortaya koyduğu tutumu, 1980-88 yılları arasında meydana gelen İran-Irak Savaşı’nın siyasi, ekonomik ve

91 Sinkaya, (2017). s.59-60
92 Melih Kazdal, (2018). “İran’ın Arap Baharı Sonrası Suriye Politikasını Anlamak”, Artuklu Kaime: Uluslararası İktisadi ve İdari Araştırmalar Dergisi, Cilt.1, Sy.1, s.9; Hakkı Uygur, (2012). “İran ve Arap Baharı”, SETA Analiz, Sy.52, s.20
93 Hatice Doğan, (2014). “İran Siyasi Tarihi”, İran: Değişen İç Dinamikler ve Türkiye-İran İlişkileri, Ed: Soyalp Tamçelik, Ankara: Gazi Kitabevi, s.35; Sinkaya, (2017), s.51
94 Sinkaya, (2017). s.50; “Suriye’deki olaylar özellikle İran’daki güvenlik bürokrasisi tarafından bir halk hareketi olmaktan çok İran’a yönelik olası bir harekatın öncü saldırısı olarak değerlendirilmekte ve Suriye’nin “düşmesi” halinde önce Lübnan’daki Hizbullah’ın sonra İran’ın doğrudan hedef olacağı ileri sürülmektedir.” (Bkz. Uygur, a.g.m., s.20); Bayram Sinkaya, (2015). “Suriye Krizi Karşısında İran’ın Tutumu ve Şam-Tahran İttifakının Temelleri”, Akademik Orta Doğu, Cilt.10, Sy.1, s.153-154
95 İran tarafından Esad’a verilen desteğin en önemli nedenlerinden ilki tarihsel olarak geliştirilen ilişkiler bağlamında Suriye’nin Batılı ülkelere ve İsrail’in Siyonist politikalarına karşı vazgeçilmez bir müttefik olarak görülmesi, ikincisi ise Suriye’nin, Lübnan Hizbullahı ve Filistin örgütleri ile İran arasındaki bağlantıyı sağlayan önemli bir aktör olmasıdır. (Bkz. Sinkaya, (2015). s.146-147)
96 Kocatepe, a.g.m., s.79
97 Wolfers, a.g.m., s.481

toplumsal etkileri göz önüne alındığında, güvenliğini periferi ve periferi ötesine taşıyan bir ülkenin refleksiyle, caydırıcılık zemininde savunma mekanizması yaratması olarak da görülebilir.

SONUÇ YERİNE

İran’ın güvenlik yaklaşımları, toprak bütünlüğünün ve varlığının devamlılığını sağlayabilmek, rejimi korumak ve caydırıcılık etkisini arttırabilecek bir savunma mekanizması geliştirme hedefleri doğrultusundadır. Ancak, özellikle caydırıcılık etki alanında değer bulan ve İran’ın güvenlik stratejilerinin bulunduğu çerçeve içinde yer alan nükleer program, mücadele alanını tehdit ve risk halkaları/alanları eksenin genişleten birçok durum yaratmaktadır. Bu nedenle, kendi çıkarlarını gözeterek, iç güvenlik halkasından, periferinden ve periferi ötesinden gelebilecek risk ve sorunların, varoluşsal tehdit unsurlarına dönüşmesini engelleyebilmek için ortaya koyacağı politikaların toplumda kabul görmesi adına güvenlikleştirme pratiklerini kullanırken, halihazırda var olan tehditleri bertaraf edebilmek için saldırgan bir söylem kullandığı durumlar söz konusu olsa da savunma stratejisi ekseninde politikalar geliştirme eğilimdedir.

KAYNAKÇA

AFRASIABI Kaveh; MALEKI Abbas, (2003). “Iran’s Foreign Policy After 11 September”, The Brown Journal Of World Affairs, vol. 9, issue.2, pp.255-265

ARI Tayyar, (2004). Irak, İran ve ABD “Önleyici Savaş, Petrol ve Hegemonya”, İstanbul: Alfa Yayınları

AYOOB Mohammed, (1995). The Third World Security Predicament: State Making, Reginol Conflict, and the International System, London: Lynne Rienner Publishers

BAŞARAN Doğancan, (2017). “Realizm-İdealizm İkilemi Bağlamında İran’ın Dış Politika Yönelimlerine Teorik Bir Bakış”, ANKASAM: Bölgesel Araştırmalar Dergisi, İran Özel Sayısı 1(2), ss.220-244

BAYLIS John, (2008). “Uluslararası İlişkilerde Güvenlik Kavramı”, Uluslararası İlişkiler Dergisi, Yaz 2008, Cilt.5, Sy.18, ss.69-85

BERK Osman Tunahan, (2006). İran’ın Güvenlik Politikaları, YL Tezi, Ankara: Kara Harp Okulu: Savunma Bilimleri Enstitüsü, Güvenlik Bilimleri Anabilim Dalı

BÖLME Selin, (2010). ABD’nin Üs Politikası ve Türkiye: Kuruluşundan Bugüne İncirlik Üssü, Doktora Tezi,Ankara: Ankara Üniversitesi, SBE, Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı

BRAUCH Hans Günter, (2008). “Güvenliğin Yeniden Kavramsallaştırılması: Barış, Güvenlik, Kalkınma ve Çevre Kavramsal Dörtlüsü”, Uluslararası İlişkiler Dergisi, Yaz 2008, Cilt.5, Sy.18, ss.1-47

BUZAN Barry, (1991). People, States and Fear: An Agenda for International Security Studies in the Post-Cold War Era, Sussex: Harvester Wheatsheaf

BUZAN Barry; WAEVER, Ole; WILDE, Jaap De, (1998). Security: A New Framework for Analysis, London: Lynne Rienner Publishers

COLINS Allan, (2017). “Güvenlik Çalışmaları Nedir?”, Çağdaş Güvenlik Çalışmaları, Ed. Allan Collins, Çev. Nasuh Uslu, İstanbul: Uluslararası İlişkiler Kütüphanesi, ss.1-9

COŞKUN Mehmet Burhanettin, (2015). “Güvenlik Politikaları Üzerine Bir Değerlendirme: Türkiye ve İran”, ASSAM Uluslararası Hakemli Dergi, Sy.4, ss.5- 30

ÇİTLİOĞLU Ercan, (2015). İran’ı Anlamak, Düz. Pınar Osmanağaoğlu, Ankara: Başkent Üniversitesi Basın Yayın

DEDEMEN Fatih, (2019). Güvenlikleştirme Pratiklerinin Değişen Doğası: ABD ve İran Örneği, Ankara: Gazi Kitabevi

DEDEOĞLU Beril, (2008). Uluslararası Güvenlik ve Strateji, İstanbul: Yeniyüzyıl Yayınları

DOĞAN Hatice, (2014). “İran Siyasi Tarihi”, İran: Değişen İç Dinamikler ve Türkiye-İran İlişkileri, Ed: Soyalp Tamçelik, Ankara: Gazi Kitabevi, ss.3-58

DONNELLY Jack, (2013). “Realizm”, Uluslararası İlişkiler Teorileri, Ed. Scott Burchill vd., Çev. Ali Aslan ve Muhammed Ali Ağcan, İstanbul: Küre Yayınları, ss.49-81

ERSOY Eyüp, (2014). “Realizm”, Uluslararası İlişkiler Teorileri, Ed. Ramazan Gözen, İstanbul: İletişim Yayınları, ss.159-186

İSMAYILOV Elnur, (2013).“Israel and Azerbaijan: The Evolution of a Strategic Partnership”, Israel Journal of Foreign Affairs, VII: 1, pp.69-76

KARABULUT Bilal, (2011). Güvenlik, Küreselleşme Sürecinde Güvenliği Yeniden Düşünmek, Ankara: Barış Kitabevi

KAZDAL Melih, (2018). “İran’ın Arap Baharı Sonrası Suriye Politikasını Anlamak”, Artuklu Kaime: Uluslararası İktisadi ve İdari Araştırmalar Dergisi, Cilt.1, Sy.1, ss.1-15

KELSTRUP Morten, (2004). “Globalisation and Societal Insecurity: The Securitisation of Terrorism and Competing

Strategies for Global Governance”, Contemporary Security Analysis and Copenhagen Peace Research, Ed. Stefano Guzzini and Dietrich Jung, London:,Routledge, pp.106-116

KOCATEPE Damla, (2017). “Suudi Arabistan-İran Rekabeti: Mezhep Görünümlü Çıkar Çatışması”, ANKASAM: Bölgesel Araştırmalar Dergisi, İran Özel Sayısı 1(2), ss.67-101

KRAHMANN Elke, (2005). “From State To Non-State Actors: The Emerge Of Security Governance”, New Threats And New Actors In International Security, Ed. Elke Krahmann, New York: Palgrave Macmillan, ss.3-19

LINKLATER Andrew, (2015). “Kuramda ve Pratikte Neorealizm”, Uluslararası İlişkiler Kuramları, Ed. Ken Booth ve Steve Smith, Çev. Muhammed Aydın, İstanbul: Röle Yayıncılık

MEARSHEIMER John, (2009). “Reckless States and Realism”, International Relations, vol.23, issue.2, pp.241-256

MEARSHEIMER John, (2016). “Yapısal Realizm”, Uluslararası İlişkiler Teorileri: Disiplin ve Çeşitlilik, Ed. Tim Dunne, Milja Kurki ve Steve Smith, Çev. Özge Kelekçi, Sakarya: SAÜ Kültür Yayınları, ss.86-106

MARCHESIN Philippe, (2003). “Yeni Tehditler Karşısında Avrupa”, Dünden Bugüne Avrupa Birliği, Ed. Beril Dedeoğlu, Çev. Beril Dedeoğlu, İstanbul: Boyut Kitapları, ss.421-438

NOGAYEVA Ainur, (2011). Orta Asya’da ABD, Rusya ve Çin: Stratejik Denge Arayışları, Ankara: USAK Yayınları (elektronik basım)

ÖZCAN Arif Behiç, (2011). “Uluslararası Güvenlik Sorunları ve ABD’nin Güvenlik Stratejileri”, Selçuk Üniversitesi İİBF Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi, Cilt.11, Sy.22, ss.445-466

ÖZDAŞLI Esme, (2017). “İsrail’in Yeni Çerçeve Stratejisinde Güney Kafkasya”,
Bilig: Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi, Yaz 2017, Sy.82, ss.175-200

PİRİNÇÇİ Ferhat, (2011). “ABD-Suudi Arabistan Silah Anlaşması”, Akademik Orta Doğu, Cilt.5, Sy.2, ss.61-84

SARI İsmail, (2018). “Devrimden Günümüze İran’ın Güvenlik Stratejisi”, Ortadoğu’da Ulusal Güvenlik Stratejileri, Stratejik Araştırmalar Serisi 6, Ed. Veysel Kurt, İstanbul: SETA Kitapları, ss.39-51 (elektronik basım)

SİNKAYA Bayram, (2015). “Suriye Krizi Karşısında İran’ın Tutumu ve Şam-Tahran İttifakının Temelleri”, Akademik Orta Doğu, Cilt.10, Sy.1, ss.131-160

SİNKAYA Bayram, (2017). “İran’ın Suriye Stratejisi”, Akademik Orta Doğu, Cilt.11, Sy.2, ss.49-64

SÖNMEZOĞLU Faruk, (2012). Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, İstanbul: Der Yayınları

TELCİ İsmail Numan, (2018). “Ağırlaştırılmış Ekonomik Yaptırımlar: Trump
İran’dan Ne İstiyor?”, SETA Perspektif, Sy.208

UYGUR Hakkı, (2012). “İran ve Arap Baharı”, SETA Analiz, Sy.52

WAEVER Ole, (1995). “Securitization and Desecuritization”, On Security, Ed. Ronnie D. Lipshutz, NewYork: Columbia University Press, pp.46-86

WAEVER Ole, (2008). “Toplumsal Güvenliğin Değişen Gündemi”, Uluslararası İlişkiler Dergisi, Cilt.5, Sy.18, ss.151-178

WALTZ Kenneth, (1988). “The Origins of War in Neorealist Theory”, Journal of Interdisciplinary History, vol.18, issue.4, pp.615-628

WALTZ Kenneth, (2009). İnsan, Devlet ve Savaş: Teorik Bir Analiz, Çev. Enver Bozkurt, Ankara: Asil Yayınları

WALTZ Kenneth, (2015). Uluslararası Politika Teorisi, Ankara: Phoenix Yayınları

WOLFERS Arnold, (1952). “National Security As An Ambiguous Symbol”, Political Science Quarterly, vol.67, issue.4, pp.481-502

YALVAÇ Faruk, (2016). “Uluslararası İlişkiler Kuramında Yapısalcı Yaklaşımlar”, Devlet, Sistem ve Kimlik: Uluslararası İlişkilerde Temel Yaklaşımlar, İstanbul: İletişim Yayınları

YENİSEY Gülara, (2008). İran’da Etnopolitik Hareketler, İstanbul: Ötüken Neşriyat “İran’ı Köşeye Sıkıştıran Harita”, Hürriyet, 09 Şubat 2017, 40360697 (10.09.2019)“Uçan kaleler Katar’a vardı”, CNNTürk, 11 Mayıs 2019,
(10.09.2019)


Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir