ÜÇ KILINÇ… Dr. Oya Erişen . Şehir Plâncısı/ Turkish forum –
Abdullah Türer Yener
Millî mücadelenin kırılma noktası Sakarya Meydan Muharebesi’dir. Bu zaferi sadece bizler değil bütün Türk coğrafyası da çoşkuyla karşılamıştır. Artık herkes bir taarruz beklemektedir.
İşte tam bu noktada Üç Kılınç’ın hikâyesi de başlar.
Buhara’dan Ankara’ya bir heyet gelir ve 7 Ocak 1922’de Gazi Mustafa Kemal Paşa’yı ziyaret eder. Türkistanlı Kardeşlerimiz Sakarya zaferinin coşkusunu paylaşırlar, direnme gücümüzü artırmak, yüreklendirmek için desteklerini sunarlar. Heyet Buhara’dan boş gelmemiştir: Buhara Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Osman Hoca (Kocaoğlu)’nun yolladığı Timur Han’a ait el yazması bir Kur’an-ı Kerimi, ve üç adet altın işlemeli kılıncı Mustafa Kemal’e takdim ederler.
Kılınçlardan ilki Başkomutan Mustafa Kemal’e, ikincisi Batı Cephesi komutanı İsmet Paşa’ya takdim edilir. Buhara Heyeti’nin temsilcisinin Mustafa Kemal Paşa’dan bir ricası vardır: Üçüncü kılınç İzmir’e girecek ilk komutanın olmalıdır. Enver Behnan Şapolyo’ya göre İzmir fatihine verilecek olan bu kılınç büyük Türk Emiri Timur’a aittir. Bu kılıncın, Timur tarafından İzmir’i alışında -doğru olup olmadığı bilinmemekle birlikte- üzerinde taşıdığı kılıç olduğu varsayılmaktadır. Ve Kemal Arı’ya göre bu kılıç -bir iddiaya göre- Buhara hazinesinden Enver Paşa tarafından seçilmiştir.
Sakarya Zaferini tebrik amacıyla gönderilen bu hediyeler karşısında müteessir olan Mustafa Kemal Paşa, meclis kürsüsünden Hakimiyeti Milliye gazetesinde yayınlanan duygu dolu konuşmayı yapar.
“… Bu emanetleri elinizden alırken, kalbim heyecan ile doldu. Halkımız ve ordumuz, uzaklardaki kardeşlerimizden gelen teşebbüsat ve tebrikat nişanelerinden şüphesiz çok mütehassis ve mesrur (duygulu ve mutlu) olacaklardır. Dindaş ve karındaş Buhara halkının arzusunu yerine getirerek, bu kitab-ı mükaddesi millete, seyf-i muazzezi (kutsal kılıcı) de İzmir fatihine teslim edeceğim. Allahın inayeti ile İnönü, ve Sakarya muzafferiyetlerini kazanan millî ordumuz, inşallah pek yakında bu kılıncı da kazanmış olacaktır…” (Hakimiyeti Milliye, 8 Ocak 1922).
Emîr Timur’un yüzyıllar önce aldığı, Türk dünyasına vatan eylediği İzmir, düşman işgali altındadır. Timur İzmir’i Hospitalier Şövalyeleri’nin elinden Aralık 1402’de almıştır. 1422 yılında ise II. Murat İzmir Osmanlı İmparatorluğu’na katmıştır. Yani İzmir yüzyıllar boyu hep Türklerindir. Taa 15 Mayıs 1915’e kadar. Emir Timur İzmir’i geri istemektedir. İzmir’i kurtaracak kılıncını yollamıştır.
Yani İzmir’in kurtarılması yalnız bizim için değil, tüm Türk dünyası için bir “Kızıl Elma”dır aslında.
26 Ağustos sabahı Kocatepe’den başlayıp Afyon’a, oradan Dumlupınar’a, Uşak’a ve nihayetinde İzmir’e ulaşan Türk askerleri şehre girmek için sabırsızdır. Nasıl olmasınlar ki!!! Hepsinin yüreğinde Buhara Cumhuriyeti’nin İzmir’e ilk giren komutana verilmek için Mustafa Kemal Paşa’ya teslim edilen kılınca sahip olma arzusu vardır. Bu şeref Yüzbaşı Şerafettin Bey’e nasip olacaktır.
9 Eylül sabahı Yüzbaşı Şerafettin ilk olarak müfrezesinin başında Bornova’ya giren birliklere komuta eder. Bornova-Halkapınar üzerinden İzmir’e akarken Tuzakoğlu Un Fabrikası’nın önlerine geldiklerinde, yüzbaşının bölüğü yoğun bir ateş altında kalır. Ama ne gam. Hedef Akdeniz’dir.
Bornova’dan sonra Punto (Alsancak) üzerinden İzmir’e girmeye karar verir. Seksen kişilik bir kuvvetle ilerlerken Punta İstasyonu’nda Yunan kuvvetleri ile kısa bir çatışmadan sonra düşmanı yenilgiye uğratır. 9 Eylül gününün saat 10.30’unda olan bu çatışmadan sonra, artık Türk askerleri İzmir şehrine fiilen ayak basmıştır.
Mükemmel bir zindelik içinde, Kolordu Komutanı Fahrettin Paşa’nın ifadesiyle, Türk asaletinin parlak bir örneği olarak yürüyen bir avuç süvari adım adım İzmir’i denetimleri altına almaktadır.
Süvariler Kordonboyu’ndan Pasaport İskelesi’ne geldiklerinde bir Rum’un attığı bomba Yüzbaşı Şerafettin’in atının önünde patlar. Omzuna ve koluna şarapnel parçaları isabet eden Yüzbaşı, parçalanan atını değiştirerek, yoluna devam eder. Şerafettin Bey’in yanında emir subayı Mülazım Hamdi (Yurteri) Efendi ve dördüncü alaydan Mülazım Ali Rıza (Akıncı) Efendiler vardır.
Hükümet Konağı’nın önüne gelindiğinde Şerafettin Bey, bir gencin uzattığı Türk Bayrağı’nı alır, göğsüne sokar. Yaralıdır. “Yaraları kim düşünür, ölsem ne gam. İzmir’i kurtarmıştık ya. Bu şerefin öncüleri biz olmuştuk ya” diye anlatır kendisi o kutsal anı. Bir elinde kılıncı, öteki elinde silâhı binaya dalar, ve vazifesini tamamlar. Hükümet Konağı’ndaki Yunan bayrağını indirir ve koynundan çıkardığı Türk bayrağını arkadaşlarıyla birlikte göndere çeker.
Böylece üçüncü kılıcın sahibi olmaya hak kazanır. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa üçüncü kılıncı 15 Eylül günü düzenlenen törenle Yüzbaşı Şerafettin’e verir. Soyadı yasası çıkınca da Yüzbaşıya İzmir soyadını lâyık görür.
Savaşan Anadolu Türkleriyle birlikte kalbi İzmir İzmir diye çarpan Buhara Türkleri bu kılınclarla yanımızdadır. Bu kılınclar Türk dünyasının dayanışmasıdır. İzmirde bayrağı göndere çeken Yüzbaşı Tatar Şerafettin de Kırım Türklerindendir.
İzmir’in 3 yıl, 3 ay, 25 gün süren düşman işgalinden kurtuluşu sadece tarihsel bir olay değildir. İzmir’in kurtuluşu hem Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızın simge olaylarından biridir hem de Türkiye’nin emperyalizme karşı savaşındaki zafer simgesidir.
Peki Şerafettin Bey’e ne olur? Unutulur. Çok çabuk unutulur.
Şerafettin Bey İzmir’in kurtuluşu sırasında aldığı yaranın nüksetmesi sonucunda albaylık rütbesinde iken malulen emekli olmak zorunda kalır. Emekliliği döneminde bir taraftan hastalıkları, öte yandan ekonomik zorluklar nedeniyle zor günler yaşar. Hatta Org. Fahrettin Altay’ın, radyodaki bir programında kendisiyle ilgili “İzmir’e ilk kez olarak giren Yüzbaşı Şerafettin Bey çoktan vefat etmiş olmalı” sözlerini kulaklarıyla duyar. Kahraman yüzbaşının hikayesini “Üçüncü Kılıç” adıyla kitaplaştıran Kemal Arı “Kendisinin ölmediğini ve yaşadığını Fahrettin Paşa’ya iletmesini önerenlere itibar bile etmedi”ğini yazar.
Yüzbaşı Şerafettin’in zorluklar içinde hastanede yaşadığı duyulunca “İzmir Bayraktarına Sahip Çıkmalı” diyen İzmir Belediyesi Yüzbaşı Şerafettin Bey’i hasta yatağında ziyaret eder. Kendisine para ve ev armağan etmek ister. Ancak O, bu armağanları “Herkes namus görevini yerine getirmekten başka bir şey yapmadı!” diyerek kibarca reddeder.
Eşini de kaybeden İzmir fatihi, sancaktarı, pişdarı, bütün dünyaya İzmir’in, ve dolayısıyla Türkiye’nin kurtuluşunu ilân eden bu mütevazı kahraman çok sade bir törenle küçük bir askeri birliğin omuzları üzerinde, eşi Siret Hanım’ın İstanbul Yahya Efendi Kabristanı’ndaki mezarının yanına defnedilir. Tarih: 6 Kasım 1951.
Peki Emir Timur’un kılıncına ne olur? Kaybolur.
Albay Şerafettin İzmir, İzmir Belediyesi’nin bir inkılap müzesi kurmak girişiminde olduğunu haber alır. O çok zor günlerinde bile satmayı düşünmediği, üzerinde son derece değerli taşlar bulunan kılıncının, açılması planlanan İnkılap Müzesi´ne yer almasını ister. Kılınç müzeye verilmek üzere eşi tarafından İstanbul Valiliği’ne teslim edilir. Ancak kılıçtan o günden bu yana hiçbir haber alınamaz.
Kılıcı gibi bu büyük kahramanın adı maalesef hafızalardan silinmeye çalışılmaktadır.
Kılıç günün birinde yurt dışında zengin birinin koleksiyonunda ortaya çıkabilir. Ya da bir müzede.
Son cümle: Bu yazı sadece anma, hatırlama, hatırlatma notudur. Bu toprakları vatan yapanları yad ederek vefa borcunu ifa etmeye çabalayan biri internet bilgisinden yararlanarak bu notu derlemiştir. Maalesef bir kütüphane çalışması değildir.
Oya Erişen
Dr. Şehir Plâncısı