Güvenli Bölge

Suriye İç Savaşında Türkiye’nin Güvenli Bölgeye Yaklaşımları

Prof. Dr. Ömer Göksel İŞYAR
Bursa Uludağ Üniversitesi

İsrail’in Suriye’ye ilişkin planlarında, genelde, birbiriyle çatışma halinde birtakım alt bölgelerin kurulması hususu mevcuttur. Bu bölgeler, çoğunlukla, Suriye’nin petrol ve doğalgaz rezervlerinin bulundukları yerlerle örtüşmüştür. Türkiye ise, doğal olarak bu planlara destek vermemiştir. Ankara, ABD yönetiminin Suriye sahasındaki Kürdistan bölgeciliği planlarından da endişe etmiştir. Bunun aksine, Suriye krizi patlak verdiğinde bu ülkenin kuzey bölgelerinde bir ‘güvenlik kuşağı’ oluşturmayı düşünmüştür. Türkiye, aynı zamanda, burada mülteciler için ‘güvenlik bölgesi’ kurmaya da çalışmıştır. Yani, insanî güvenlik amaçlı bir ‘safe haven’ için çabalamıştır. Bu, aynı zamanda rejim karşıtı muhalif güçlerin tutunabilecekleri bir ‘güvenlik şemsiyesi’ de sağlayabilirdi. Kriz başlar başlamaz Esad yönetimi, Türkiye sınırını ‘kapalı askerî bölge’ ilan etmişse de, bu teşebbüsü pek caydırıcı olamamıştır. Türkiye’nin zaman zaman, tıpkı Libya modelinde görüldüğü üzere, ‘insanî yardım koridoru’ üzerinde çalıştığı da olmuştur. Bu olası koridorun, bağımsız uluslararası gözlemciler tarafından denetim altına alınması öngörülmüştür. Bu durumda, burası aynı zamanda bir ‘uçuşa yasak bölge’ olmalıydı. Sivillerin korunması amacıyla, zorunlu hallerde bazı ‘insanî müdahaleler’ de yapılabilmeliydi. Türk Silahlı Kuvvetleri, bu çerçevede olası ‘tampon bölgeler’ veya ‘güvenlik cepleri’ için hazırlık yapmıştır. Ancak tüm bunlar, sadece birer plan olarak kaldılar. Günümüze kadar hayata geçirilemediler. Nitekim Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, bu yönde bağlayıcı bir karar alamadı. Günümüzde ise Türkiye, Fırat Nehri’nin batısında düzenlediği askerî operasyonlarla kendisi için, ‘terörden arındırılmış bölgeler’ kurdu. Münbiç ve Fırat’ın doğusunda ise, Amerika Birleşik Devletleriyle pazarlık yaparak, PYD/YPG’den arındırılmış bir ‘tampon bölge’ veya ‘güvenli bölge’ kurmaya çalışmakta ve aralarındaki problemleri çözmek için uğraş vermektedir.
Anahtar Kelimeler: Suriye Krizi, Türk Dış Politikası, Güvenli Bölge, Tampon Bölge, Uçuşa Yasak Bölge, İnsanî Bölge.

Giriş:

Türkiye, Suriye krizi başladığından beri, sınır bölgelerinin Suriye tarafını içine alacak şekilde temel iki bölgesel plan türü üzerinde çalışmıştır: Tampon Bölge ve Güvenli Bölge tezi. Bunlar tabiatıyla Türkiye sınırlarının dışında olduğundan, uluslararası nitelik arzedeceklerdir.

Uluslararası Tampon Bölge tezi, esasen çatışan iki güç arasındadır. Normalde çatışanların askeri unsurlarının giremeyeceği bölgelerdir. Bu bölgeler ya tamamıyla askersizleştirilir, ya da uluslararası koalisyon gibi güçlerin denetimine bırakılır. Fiiliyatta devletler kendileri de bu tür dışsal bölgeler kurabiliyorlar. Nitekim ABD, 2019 yılı boyunca, Fırat’ın doğusundaki olası tampon bölgeyi sağlayacak bir ABD- AB koalisyonu kurmayı önermişti.

Uluslararası Güvenli Bölge tezi ise, yine ulusal olmamak şartıyla, insanîdir; dolayısıyla insanî yardım kuruluşlarının girip faaliyette bulunmasına açıktır. Tarafsızdır; yani bu anlamda, uluslararası nitelikteki birlikler tarafından kurulması ve korunması gerekir. Sınırları net ve belli olmalıdır. Tampon bölgelere nazaran daha geniş alanlı olmaları ihtimali yüksektir. Güvende olmalıdır; kısacası kaçıp sığınmış durumdaki mültecilerin güven içinde buraya geri dönüp, güvenle yaşayabilmeleri için bir ‘safe haven’ sunmaları beklenir. Bu gibi özellikleriyle de Tampon Bölgelerden farklıdırlar.

Prof. Dr. Ömer Göksel İŞYAR Bursa Uludağ Üniversitesi - 091312 qsuriyeye askeri mudahale olabilirq 1

İlk Bölgesel Planlar:

Türkiye, Siyonist Erk’in Suriye konusundaki 4’lü bölge planını baştan beri doğal olarak desteklememiştir. Ankara yönetiminin, Suriye sınırında bir Tampon Bölge kurma amacından ilkin 23 Ekim 2011’de bahsedildi. Al Quds al Arabi gazetesinin genel yayın yönetmeni Abdül Beri Atwan, Türkiye’nin bu planından söz etmiştir. Böylelikle bu sorun giderek uluslararası hale gelmeye başlamıştır. Böyle bir bölgenin, ülkemize gelen ilk mülteciler için bir Güvenli Bölge’ye (Safe Haven) dönüştürülmesi planlanmıştır.

Türkiye sınırları içinde tesis edilen Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) ilk komutanı Riyad el Esaad’ın da sınırda bir Güvenli Bölge oluşturulması yönündeki tezi (Kasım 2011) de, Suriye Ulusal Konseyi (SUK) üyeleri tarafından (Ömer Savaf gibi) desteklenmiştir. Bu, bir bakıma Suriyeli muhalif silahlı güçler için bir Güvenli Bölge planı idi. Ankara yönetimi de bu sırada 5 kilometre derinlikli ilk resmî Güvenli Bölge planını (16 Kasım 2011) ortaya koymuştur.

Türkiye, bu arada Fransa’nın ileri sürdüğü, Libya modelinde bir İnsani Yardım Koridoru kurulması planını, bilhassa o dönemde Humus için desteklemiştir. Burada Türkiye’nin desteklediği tez; bir ‘uçuşa yasak bölge + uluslararası gözlemciler + insani müdahale’ kombinasyonu şeklinde formüle edilebilir. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ise (29 Kasım 2011) bunu, “Tampon Bölge”1 olarak ifade etmiştir. Fakat tezle ilgili olarak ABD’nin desteği alınamamıştır.

Başbakan Erdoğan (27 Şubat 2012), Birleşmiş Milletler (BM) kararına göre kurulması halinde sivilleri koruyacak Güvenli Bölgeler tezini kuvvetle savunmuştur. Bu tezi o sırada formüle eden bürokrat, esasında ABD Dışişleri Bakanlığının Planlama Dairesi eski başkanı Anne-Marie Slaughter’in kendisiydi. Slaughter’ın bu önerisi, Suriye’de Esad rejiminden kaçmak isteyen veya kaçan siviller için Güvenli Bölgeler oluşturulması istikametinde idi.2 Başbakan Erdoğan bu planı destekledi (27 Şubat 2012) ama oldukça gerçekçi bir analiz de yaptı: “Bu karar BM’de alınırsa olur; bunun için ise ABD-Rusya işbirliği gerekecektir.”3

Türk liderliği, Mart/Nisan 2012 döneminde Humus, Hama ve İdlib’de ilerleyen Suriye ordusunun yarattığı kaosa karşı bazı ‘Karma Planlar’ da önermiştir. Bunlara “Karma Plan(lar)” dememizin sebebi, ‘Tampon bölge + Güvenli bölge’ formülasyonu şeklinde düşünülen planlar olmalarındandır. Bu, ilgili bölgelerde Tampon Bölge ve/veya Güvenli Bölgelerin kurulmasını öngörüyordu. Hükümet Sözcüsü Beşir Atalay’ın da aynı vurguyu (15 Mart 2012) yaptığını görüyoruz. Kaosa da böylece çözüm bulunabilecekti. Burada düşünülen, esasında, Suriye rejiminden (onun ulaşamayacağı) Kurtarılmış Bölgeler şeklinde olacaktı.

Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ise, bu noktada hâlâ Suriye’ye askeri müdahaleyi savunuyordu. Clinton’un bölgesel formülasyonu şöyleydi: ‘Askerî Müdahale + Kurtarılmış Bölge = Güvenli Bölge X Uçuşa Yasak Bölge’. Clinton’un bu karmaşık/kompleks planları, o sırada Pentagon tarafından da desteklendi. Esasında ABD’deki şahin çevreler (Pentagon ve Dışişleri Bakanı Hillary Clinton), bu planı Obama’ya rağmen desteklemişlerdir. Planı destekleyenlerin temel düşüncesi/argümanı şuydu: bu Kurtarılmış Bölge önce bir kurulsun; ardından bu belki zamanla bir Uçuşa Yasak Güvenli Bölge’ye dönüştürülebilirdi. Düşünülen, aşamalı bir çözümdü. Türkiye’de de bu konuyla ilgili paralel planlama içine girildi. Türk Silahlı Kuvvetleri (Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Hayri Kıvrıkoğlu) 28 Mart 2012 itibarıyla planı sahiplendi ve sınıra bitişik bir Tampon Bölge tezi üzerinde çalışmalar yürüttü. Ancak bunun için bir askeri müdahale kaçınılmaz görünüyordu. Nitekim Pentagon bu yönde planlamalar da yaptı. Plana göre NATO üyesi 5 ülkenin (Türkiye dâhil) hava güçleri, operasyonu, bölgedeki 3 önemli üsse yerleşerek (İncirlik,

1 “Davutoğlu: Su Konusunda Hiçbir Kısıtlayıcı Tedbir Düşünmüyoruz”, Zaman, 29 Kasım 2011.
2 Anne-Marie Slaughter, “How to Rescue the Syrian Peace Plan”, Financial Times, 6 February 2012,

3 Zikreden, Murat Yetkin, “Afganistan, Suriye ve Askerî Müdahale”, Radikal, 17 Mart 2012.

Diyarbakır, Limasol) yürütecekti. Fakat Obama’ya bu planı kabul ettiremediler. Obama’nın tek kabulü, ancak İnsani Koridor Operasyonu oldu. Lâkin bu hususta da BM’deki Rus-Çin vetoları aşılamadı. Böyle bir operasyonu kaçınılmaz hale getirecek olan unsur, ancak belirlemiş bir bölgeye (veya bölgelere) insani akım yoğunluğunun artması olabilirdi. Fakat bu sırada böyle bir insanî akım yoğunluğu da gerçekleşmedi. Sadece 17.000 sığınmacı seviyesinde kalındı. Bu akımlar riskli de olabilirdi, nitekim gelecek kitlelerin arasına PKK-PYD’liler de sızmaya çalışabilirlerdi.

Bu aşamada Barış ve Demokrasi Partisi lideri Selahattin Demirtaş başta olmak üzere bazı ileri gelen Kürt liderler, bu planlar sayesinde Suriye’den kopabilecek parçalar olacağını erkenden fark ettiler. Dolayısıyla onlar da bu planı desteklediler. “Bağımsız Kürdistan” hayali böylelikle yeniden depreşti. Kamuoyu ise bu plandan endişe etmeye başladı.

Öte yandan Rusya da, bu planı engelleme çabalarını yoğunlaştırdı. Uçuşa Yasak Güvenli-Tampon bölge planlarına karşı, Suriye’nin hava savunma sistemini güçlendirdi. Güçlü hava savunma sistemlerini (Pantsyr-21, Buk M-2, Bastion, Yak- 130’lar) Suriye sahasında konuşlandırdığı gibi; benzer türde planlara karşı BM Güvenlik Konseyi’ndeki veto engelini de sürdürmekte kararlı davrandı. Hava sistemlerinin konuşlandırılmasının ardından da, zaten Suriye hava sahasında çalışma yapan bir Türk F-4 jeti 22 Haziran 2012 tarihinde düşürüldü.

Başbakan Erdoğan, sınırda bir Tampon Bölge kurulması önerisini Temmuz 2012’de yineledi. Hatta bu Tampon Bölge konusu, Temmuz ayında toplanan Millî Güvenlik Kurulu’na (MGK) taşındı. Tüm çabalara rağmen bu amaca bir türlü ulaşılamadı. Bunun üzerine Hatay’da (ülke toprakları içinde) fiilî bir Tampon Bölge kuruldu. CIA, bölgedeki muhaliflere zaten her türlü silah yardımını yapıyordu. Amaç, Hatay üzerinden harekete geçecek muhaliflerin Halep’i ele geçirmelerine yardımcı olmak idi.

Prof. Dr. Ömer Göksel İŞYAR Bursa Uludağ Üniversitesi - clinton hillary

Hillary Clinton, bu planını daha sonra (24 Temmuz 2012) somutlaştırdı. Clinton, “Suriye’deki muhaliflerle, daha fazla yer ele geçirmeleri için daha yakından çalışmalıyız. En sonunda Suriye içinde ‘güvenli bir bölge’ oluşturulacak ve bu sayede ‘muhalifler için bir üs sağlanmış’ olacak”4 tespitinde bulundu. Nitekim Clinton’un 11 Ağustos 2012 tarihli Türkiye ziyaretinde, çantasında Tampon Bölge Planı yer alıyordu. Plan çerçevesinde ABD, Türkiye’ye kendince şu ödülü teklif ediyordu (Kasım 2012): Kuzey Irak ve Türkiye arasında bir Nitelikli Sanayi Bölgesi’nin kurulması.

4 Zikreden, Phil Orchard, “Reconsidering Safe Areas as a Means to Protect Civilians”, The University of Queensland-Australia, Griffith University, Australian Government Department of Foreign Affairs and Trade, Asia Pasific Centre for the Responsibility to Protect, AP R2P Brief, Vol. 4, No. 4, 2014, s. 2.

Tampon Bölge konusu, iki lider arasında en üst seviyeden de ele alındı. Nitekim Güney Kore’de düzenlenen Nükleer Güvenlik Zirvesi’nde (Ağustos 2012) gerçekleşen Erdoğan-Obama görüşmesinde, taraflar Suriye’de bir Tampon Bölge oluşturulması üzerine sözel mutabakata vardılar. Ancak bu mutabakat fiilî duruma dönüştürülemedi ve daha ileri bir yola gidilemedi. Daha doğrusu bunun için uygun ortam bulunamadı.

ABD’nin tavrında Türkiye’yi rahatsız eden bir boyut da bulunmaktaydı. Obama’nın konuya sıcak bakmasının ana gerekçesi, şu şekilde formüle ediliyordu: ‘Tampon Bölge=Kürtler için Özerk Bölge tasavvuru’. Zaten PKK da durumu sezinlemişti ki, örgüt bu planlar ve gelişmelerden aldığı cesaretle yurtiçinde özerklik yönünde provalara bile başlamıştı. Şöyle ki;

⦁ Şemdinli-Dağlıca arasında kendince adeta bir Kurtarılmış Bölge teşebbüsünde bulunarak, o zamana kadarkinden farklı olarak, ‘vur-kal taktiği’ uygulamaya başladı;

⦁ Suriye’deki ‘Kürt toprakları’ için ilk kez “Rojava” ismi kullanılmaya başlandı;

⦁ SUK Başkanı Abdülbasit Seyda (21 Ağustos 2012), “ABD, Suriye’de bir
Uçuşa Yasak Bölge kurulmasının gerektiğini nihayet anladı”5 tespitinde bulundu.

Türkiye ise, bu bölgeyi hâlâ bir “Tampon Bölge” ve/veya “Güvenli Bölge” olarak telâkki ediyordu. Bu, esasında, bir tür Libya Modeli’ydi. Orada başarıyla (Bingazi Tampon Bölgesi modelinde olduğu gibi) uygulanmıştı. Peki bu, Suriye’de nasıl kurulacaktı? Askerler (kara ordusu) girmeyecekler; dolayısıyla hava operasyonlarıyla Esad/Rejim hava unsurlarının giremeyecekleri bir Korunaklı Uçuşa Yasak Bölge oluşturulacaktı. Bu anlamda Esad güçleri artık buradaki muhalifleri ezemeyecekti. Bu müdahaleci planda başrolü ise, Türkiye ve ABD oynayacaklardı. Sonuçta Türkiye ve ABD, Suriye topraklarına ayak basmaksızın Güvenlik Cepleri oluşturacaklardı. Fakat resmi bir bölge kurabilmek için BM-vetosu aşılamadı. Dolayısıyla Rusya, Libya’daki hatasını tekrarlamadı.

Bu çabalar sonuç vermeyince ABD, muhaliflere Stinger Füzeleri verdi. Bunun neticesinde ise fiilî bir Uçuşa Yasak Bölge, silahlı muhalifler yoluyla kurulmuş olacaktı. Rusya ise, Suriye’ye sinyal bozucu ‘decoy’ları gönderdi ve yaratılmaya çalışılan fiilî duruma engel olmaya çalıştı. ABD bu durumda yine geri adım atarak, Rusya’yla çatışmak istemedi. Dışişleri Bakanı Clinton yeni durumu şöyle özetledi:

5 “Seyda: We Want Urgent Solution of Syrian Problem Out of UN”, Anadolu Agency, 21 August 2012,

“Önce analiz ve planlama yapılmalıdır”6. Pentagon’un başındaki Leon Panetta da: “Uçuşa Yasak Bölge, gündemimizde değil”7 açıklamasında bulundu.

Öte yandan ABD’deki Simülasyon Oyunu ile Davutoğlu’nun Yeni Formülü (15 Ekim 2012) arasında da bir ilinti olduğu dikkat çekti. Nitekim her ikisi de, ‘Sığınmacı sayısının 100.000’i bulması halinde, Suriye içinde bir Tampon Bölge kurulması sözkonusu olabilir’ diyordu. Bunun içinse, Türkiye’nin silahlı müdahalesi kaçınılmaz görünüyordu.

Ardından Türkiye, Suriye konusunda Yeni Angajman Kurallarını kabul etti. Bu da fiilî bir Tampon Bölge için altyapıyı hazırladı. Peki, bunu nasıl yaptı? Suriye birlikleri (tüm askeri unsurları) kuzeydeki sınıra 15 kilometre kadar yaklaşamadılar; ayrıca Türkiye de, sınırda insanî operasyonlar başlattı. Bununla birlikte Türkiye-Suriye sınırının sıfır noktasında mülteciler için kamplar kuruldu. Esasında bunlar da fiili tampon bölgelerdi. Nitekim muhalifler, buradan Halep’e yüklenmeye başladılar. Türkiye ve ABD arasında (23 Ağustos 2012) bir Operasyonel Mekanizma bile kuruldu. Ancak Türkiye’deki Suriyeli sığınmacı sayısı, 80.000’e çıkabildi. Belirlenen
100.000 eşiğine ulaşılamadı.

Esad’ın da uygulanan mevcut yöntemlerle kolaylıkla gitmeyeceği/yenilemeyeceği anlaşıldı. Bunu ilk ABD dile getirdi. Nitekim Henri Barkey, “Kendimizi Esad’ın hemen gitmeyeceğine hazırlayalım”8 diyerek önemli bir tespitte bulunuyordu.

ABD’nin bu durum tespiti üzerine yaptığı yeni önerisi, Kuzey Irak Modelinde Bir Uçuşa Yasak Bölge Planı oldu. Bu sefer Türkiye, planı yeterli bulmadı. Başbakan Erdoğan Berlin’de planı şöyle değerlendirdi/eleştirdi (29 Ekim 2012): “[…] Bunun için zaten BM kararı gerekiyor. Uçuşa Yasak Bölge, bundan önce Irak’taki olaylarda çok ağır bedeller ödenmesine neden oldu. Aynı bedelleri Suriye’de de ödeyemeyiz.”9

Suriye’de devam eden çözümsüzlük karşısında, bir ABD-Rusya uzlaşmasına 4 Kasım 2012’den itibaren varıldı ve iki süper güç arasında Yeni Suriye Planı üzerinde

6 Colin Freeman, “Syria: No-Fly-Zone Moves a Step Closer as Hillary Clinton Assesses “Worst Case” Scenario of Chemical Attack”, The Telegraph, 11 August 2012,

7 “Panetta: Syria No-Fly Zone not on Front Burner”, FoxNews.com, 14 August 2012,

8 Ömer Göksel İşyar, Suriye Krizi ve Türk Dış Politikası: Uluslararası Politikanın Çözümlenemeyen Düğümü, 2. Baskı, Bursa: Sayda Yayınları, 2017, s. 210.
9 Hasan Öymez ve Cüneyt Karadağ, “Erdoğan-Merkel Ortak Basın Toplantısı”, Haberler.com, 31 Ekim 2012,

anlaşıldı. Buna göre, Suriye’de BM-Güvenlik Konseyi’ne bağlı bir Barış Gözlem Gücü’nün kurulması öngörüldü. ABD, bu uzlaşmadan itibaren şunlardan vazgeçti:

⦁ Esad’ı hedeflemekten,
⦁ Uçuşa Yasak ve Tampon Bölge planlarından…

PYD ise bu ortamda (Suriye’nin kuzeyinde), istenmemesine rağmen daha da güçlendi. Öyle ki, muhalifler bile, bu bölgeyi “Kara Şerit” olarak değerlendirdiler. Türkiye bu noktada şu öneriyi getirdi (El Menar TV-Kasım 2012): Ras el Ayn ve Amude arasında Kürt silahlı gruplarından arındırılmış bir Tampon Bölge’nin kurulması. Bu bölge, 100 kilometre uzunluğunda ve 5 kilometre derinliğinde olacaktı. Nihayet Türkiye, kendi desteklediği Suriyeli muhalif grupları şuralara yönlendirdi:

⦁ Afrin ve Ayn el Arab’a,
⦁ Halep’e doğru en kısa güzergâh olan Tel Temir’e…

Ancak ne var ki, Türkiye’nin Ceylanpınar ilçesine bombalar-şarapneller düşmeye başladı (Kasım 2012). Bunun üzerine Türkiye Hükümeti, o klâsik Uçuşa Yasak Bölge planını yeniden gündeme getirdi. Sınır boyunda sürekli F-16 uçuşları gerçekleştirildi. Türkiye’ye NATO’dan gönderilen Patriot hava savunma sistemleri yerleştirildi. Yani NATO’nun sınıra yakın bölgelerdeki işlevselliğinin artışı sözkonusu oldu. Fakat Patriotlar tam da sınıra sıfır noktaya yerleştirilmediler. Eğer yerleştirilseydi, Suriye sınırında Türkiye’nin epeydir dile getirdiği gibi de facto 25 kilometre derinlikli bir Uçuşa Yasak Bölge (mıntıka-i emine) kurulmuş olacaktı. O zaman da bir ‘Patriot etkisi’ olasılığından bahsedilebilirdi. Ancak öyle olmadı.

Hâlbuki Pentagon’un da 6 Aralık 2012 tarihinde Senato’ya sunduğu 3 Aşamalı Plan, Türkiye’nin bu ihtiyacını gidermek üzere tasarlanmıştı. Planda tespit edilen bu 3 aşama nelerdi?

⦁ Aşama: Patriotların gönderilmesi;
⦁ Aşama: Uçuşa Yasak Bölge’nin ilân edilmesi;
⦁ Aşama: Sahanın fiilen bombalanması olacaktı.

Ancak beklendiği gibi, Rusya bu plana yine engel oldu. Nitekim Suriye’ye daha modern hava savunma sistemleri göndererek, sözü edilen planı pasifize etti.

Türkiye ise yeni bir teşebbüste bulundu. 11 Şubat 2013 Cilvegözü Patlaması buna vesile oldu. Türk-Fransız işbirliğiyle Hatay-Kilis-Karkamış hattında fiili bir Tampon Bölge oluşturuldu. Muhalifler burada tutunup örgütlenmeye çalıştılar. Sınırda devletlerin varlığı (Türkiye ve Suriye’nin) ise giderek zayıfladı. PYD ise doğal olarak bu durumdan daha fazla fayda sağladı. Nihayetinde sınır hattında, PYD’nin Kantonal

Bölgesi oluşturuldu. Bu bölge, Afrin-Kamışlı-Cezire-Derik hattında netleşmeye başladı. Bahsi geçen hatta, ne Türkiye’nin ne de Suriye’nin devlet otoritesinin varlığı tespit edilebildi.

Türkiye, Erdoğan’ın Washington ziyareti öncesinde (16 Mayıs 2013) şu planları savunmaya devam etti:

⦁ Uçuşa Yasak Bölge,
⦁ Güvenli Bölge.

Fakat ABD tarafı, ziyaret sırasında bu planları desteklemedi. Her şeyden önce ABD Genelkurmayı, bu gibi planları gerçekçi bulmadı. Obama da planlara karşı direnç gösterdi. Obama’nın tercihi, daha ziyade Cenevre-2’de diplomatik pazarlık tekniğini devam ettirmek oldu. Bu ortamda en faydalı yol olarak gördüğü, “Kürt Tamponunu” pazarlamaya devam etmek oldu. Pazarlama yöntemi ise şu idi: ‘bir Kürt Tamponu, Ortadoğu’daki mezhep savaşlarının Türkiye’ye sıçramasının önünde de bir set oluşturabilirdi’.

Türk Genelkurmayı da Uçuşa Yasak Bölge fikrinin artık bu ortamda (Obama’nın planları bağlamında) pek faydalı olmayacağına hükmetmiştir. Nitekim Genelkurmay’ın Raporu (28 Mayıs 2013) bu istikamette oldu. Raporda belirtilen hususlar şunlardı:

⦁ Uçuşa Yasak Bölge, daha önce Kuzey Irak’ta tatbik edildi ve zararı görüldü. Dolayısıyla bu plan Suriye’de başta PYD olmak üzere, kontrol edilemeyen terör gruplarının işine yarayacaktır.
⦁ Bu durum ise, açıkça, Türkiye için ciddi tehlikeler doğuracaktır.
⦁ Uçuşa Yasak Bölge, Türkiye’nin komşularıyla arasını bozacaktır.
⦁ Uçuşa Yasak Bölge’nin Türkiye’ye tek yararı ise şu olabilirdi: Esad rejimi yıkılınca, ülkenin yeniden yapılanmasında belki Türkiye’nin söz hakkını güçlendirebilirdi.

Özyönetim Bölgelerinin Fiilen Tampon Bölgeye Dönüşmesi:

Dışişleri Bakanı Davutoğlu (Temmuz 2013), ABD Başkanı ve Genelkurmayı tarafından pazarlanan “Kürt Tamponu” fikrini, enteresan bir şekilde doğru bulduğunu ifade eden jestler içine girdi. Davutoğlu’na göre bu Tampon Bölge üzerinden ileride belki İnsani Yardım Koridorları da geçirilebilirdi. Hatta Suriye’ye buradan muhtemel bazı askeri operasyonlar da yapılabilirdi. Bunun içinse; Açılım Süreci’nin açıkça desteklenmesi gerekecekti.

Öte yandan Suriye Ordusu Halep istikametinde hızla ilerlemeye devam ediyordu. Fazla zaman yoktu. Şartlar Türkiye’nin aleyhinde cereyan ediyordu. Erdoğan işte tam da bu ortamda Rusya’ya Ağustos-Eylül 2013 döneminde şu öneride bulundu: Halep’in bir Tampon Bölgeye dönüştürülmesi. Başbakan Erdoğan bu konuda Başkan Putin’le 2 telefon görüşmesi yaptı. Öneriye göre, bu Tampon Bölge, hem Halep’i koruyabilir; hem de böylece Türkiye’ye yönelecek yeni bir insani akımı önleyebilirdi. Burası ileride bir Güvenli Bölge’ye de dönüştürülebilirdi. Böyle bir bölgede insani yardımlar da sürdürülebilirdi.

Öte taraftan, Erdoğan’ın Ekim 2013’teki Washington ziyareti öncesinde Suriye için Tampon Bölge ve Kara Operasyonu ihtimalleri üzerinde de çalışıldı. Türkiye, PYD’li planlara uzak durmayı tercih etti. Bu, ABD’nin beklentilerine uymuyordu. ABD ise, New York Times’ın üzerinden Türkiye’yi suçlamaya devam etti. Amerikan basınında ‘Türkiye, El Nusra gibi El Kaide türü örgütlere yardım ediyor’ haberleri sıkça görülmeye başlandı. Türkiye’nin yaptığı son plan ise gündeme gelmedi.

Türkiye, daha sonrasında, Şubat 2014’ten itibaren Suriye’de NATO şemsiyesi altında bir Tampon Bölge isteğini sürdürdü. Türkiye bundan hareketle neye ulaşmayı istiyordu? Ankara yönetimi, IŞİD’in Halep’e doğru ilerlemesinin engellenmesi amacıyla Halep ve kuzeyinde IŞİD’e karşı bir Tampon Bölgenin kurulması yönünde planlamalar yaptı. Fakat tepkisel yaklaşan PKK-PYD, bu planı, “Kürdistan’ın işgali girişimi” (Murat Karayılan’ın deyimiyle) olarak niteledi. Hatta bunu engellemek için Türkiye’yi şöyle tehdit etti: “Türkler Tampon Bölgede asker bulundurursa, Açılım ortadan kalkar.”10 Yani bu noktada Amerikalı stratejistlerin nazarında, bir kanton bölge – tampon bölge dikotomisi yaşandı. PYD’nin bakış açısına göre, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sahaya inerek kuracağı bir tamponun, Kürtlerin oluşturmaya çalıştığı kantonal bölgeyi dağıtması işten bile değildi. Zaten bu yönde BM’den yine bir onay çıkmadı. Plan veto edildi.

Her şeye rağmen Pentagon ise, Obama’ya nazaran Suriye’deki tampon bölgelere daha sıcak bakmayı sürdürdü. Dolayısıyla Davutoğlu’nun (Eylül 2014) yaklaşımı da tampon bölge arayışlarını sürdürmek istikametinde oldu. Davutoğlu’na göre;

⦁ Tampon Bölge, 30 kilometre derinlikli olmalıydı,
⦁ Dışişleri Bakanı’nın kendi sözleriyle, ‘Biz dediğimizde bir tampon bölge kurulabilseydi; IŞİD bu kadar geniş alana yayılamazdı’.

Erdoğan ise (23 Eylül 2014), IŞİD’in ortaya çıkmasından sonra Türkiye’nin bu konuda savunduğu tezi şöyle güncelledi: ‘Tampon Bölge değil; Uçuşa Yasak Bölge ve Güvenli bölge (insanî yardım esaslı olmak üzere…) savunulmalıdır’. Nitekim

10 Mahmut Hamsici, “Is Turkey’s Peace Process With The Kurds Collapsing?”, BBC News, 9 September 2013,

Suriye sahasında artık IŞİD ortaya çıkmıştı. Örgütün Suriye’deki etkinliği ise Ekim 2014’de yaşanan ‘Kobani Savaşı’ ile kendini göstermiştir. Yani Batılılar, Kürtleri IŞİD’in önüne tampon olarak ileri sürmüş oldular. Türkiye ise, IŞİD’le mücadeleye direkt olarak angaje olmak istemedi. ABD, bu ortamda Suriye sahasında bir “Kürt Koridoru” tesis etmek istedi. Türk Silahlı Kuvvetleri ise, buna bir ‘Türk Tamponu’ ile karşı koymaya çalıştı. Askerî plana göre, TSK’nın konuşlanacağı alanda, bir Tampon Bölge, Güvenli Bölge ve/veya Uçuşa Yasak Bölge oluşturulacaktı.

Tampon Bölge’den Güvenli Bölge Planlarına Yöneliş:

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin son girişimiyle Türkiye’nin Suriye’deki güvenli bölgelere ilişkin tavrı, ilk kez çok net bir şekilde PKK’ya karşı formüle edildi. Başbakan Davutoğlu, Türkiye’nin planının içeriğini 15 Ekim 2014 tarihinde şöyle netleştirdi: ‘Türkiye’nin bölge talebi, kesinlikle Askerî Tampon Bölge ile karıştırılmamalıdır. Türkiye olarak kendimiz için Askerî bir Tampon Bölge talebinde değil, sivil halk için insani gerekçelerle Güvenli Bölge talebinde bulunuyoruz.’ ABD de bu Güvenli Bölge Planına (Tampon’a nazaran) daha yakın durdu. Bu yeni plana göre, Türkler askersel değil, lojistik olarak bölgede ön planda olabilirlerdi. Bu, oldukça anlamsız bir plandı; zira askersiz bir güvenlik, acaba nasıl mümkün olabilirdi?

Türkiye, böylece, sonunda Güvenlikli Bölge Planına döndü. Bu yöndeki gelişmeler, bilhassa Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın New York temasları sonrası yapılan Üçlü Güvenlik Zirvesinin (Başbakanlık-Genelkurmay-MİT arasında) ardından yaşandı. Bu süreçte Erdoğan’ın 27 Eylül 2014 tarihinde dile getirdiği yeni sentez plan olan Uçuşa Yasak Güvenli Bölge Planı şu 3 aşamadan oluşuyordu:

⦁ Aşama: Uçuşa Yasak Bölgenin ilanı, (koalisyon tarafından güvenli bölgeyi güvenli kılacaktı),

⦁ Aşama: Güvenli Bölge’nin tesis edilmesi, (1,5 milyon mülteci bu tesis edilecek bölgeye geri götürülebilirlerdi),

⦁ Aşama: Bu bölgede Eğit-Donat’la kimlerin eğitileceğinin netleştirilmesi.

Türk Genelkurmayı da bu yeni plana adapte olabilmek için, Güvenli Bölge hususundaki kırmızıçizgilerini Eylül 2014’ten itibaren şöyle ortaya koymuştur:

⦁ Bölgedeki tüm terörist örgütlerin temizlenmesi; nitekim bunlardan hiçbiri bölgeye giremeyecekti,

⦁ Bölgenin tümüyle silahlardan arındırılması,

⦁ Bölgenin, uluslararası hukuka uygun olarak BM kararına göre tesis edilmesi,

⦁ Şam yönetiminin hassasiyetlerinin de dikkate alınması,

⦁ Operasyonların, Suriye’ye karşı değil, bilâkis onun yararına olacağı izleniminin verilmesi,

⦁ Güvenli bölge haritasının, Büyük Ortadoğu Projesi’nin Kürt Koridoru planının önünü mutlak surette kesmesi,

⦁ Güvenli bölgede çok geniş alana yayılmış bir Uçuşa Yasak Bölgeden kaçınılması; nitekim böyle bir bölge, bilâkis IŞİD ve PKK gibi örgütlere yarar sağlayabilirdi,

⦁ Bu bölgenin, teröristler için bir nevi ‘Kurtarılmış Bölgeye’ dönüştürülmemesi,

⦁ Türk Silahlı Kuvvetleri hakkında “Çekiç Güç” benzeri söylemlerin kullanılmaması ve yanlış izlenimlerin verilmemesi,

⦁ Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yaptığı ilk incelemelere göre, Türkiye-Suriye sınır bölgesinde bulunan 13 kritik noktada 13 güvenlikli bölgenin kurulması. Bunlar, hangi bölgelerdi?

⦁ Suriye ordusunun elindeki: Yayladağ-Keseb arası,
⦁ Suriye ordusunun elindeki: Girmeli-Kamışlı arası,
⦁ ÖSO’nun elindeki: Karbeyaz-Azmarin arası,
⦁ İslami Cephe’nin elindeki: Cilvegözü-Bab el Hawa arası,
⦁ İslami Cephe’nin elindeki: Öncüpınar-Esselame arası,
⦁ PYD’nin elindeki: Islahiye-Meydan-ı Ekbez arası,
⦁ PYD’nin elindeki: Mürşitpınar-Ayn el Arab arası,
⦁ PYD’nin elindeki: Ceylanpınar-Ras el Ayn arası,
⦁ PYD’nin elindeki: Şenyurt-Derbesiye arası,
⦁ PYD’nin elindeki: Cizre-Andivar arası,
⦁ IŞİD’in elindeki: Çobanbey-El Rai arası,
⦁ IŞİD’in elindeki: Karkamış-Cerablus arası,
⦁ IŞİD’in elindeki: Akçakale-Tel Abyad arası.

İlginçtir ki, burada sayılanlar, Türkiye’nin bugünkü Güvenli Bölge Planı’nın da kapsamı içinde yer alan tüm bölgeleri kapsıyordu. Türkiye’nin bu yeni yaklaşımı çerçevesinde, diğer belirtilen tüm bölgesel planların tek başlarına gerçekleştirilmek istenmesi halinde ciddi sorunlara yol açabilirdi. Şöyle ki:

⦁ Tampon Bölgede, TSK’nın olması istenmiyordu.

⦁ Uçuşa Yasak Bölgede, kara operasyonu olmayacaktı ve sadece koalisyonun hava operasyonları yapılacaktı.

⦁ Türkiye bu iki planı zaten yalnız başına düşünmüyordu; bunlar ancak birbirlerinin tamamlayıcısı olabilirlerdi.

⦁ Türkiye açısından, olası bir Tampon Bölge’de Türk-Amerikan askerî güçleri birlikte görev alabilirlerdi.

⦁ Türkiye’nin nazarında Tampon ve türevi niteliğindeki bölgeler amaçsal değil, ancak taktiksel olabilirlerdi.

⦁ Tampon ve diğer bölgelerin bir sorunu da bunların ancak anti-terör stratejileri olmalarıydı; bunların işlevi teröristleri yok etmek değil de, onları sadece güneye itmek olabilirdi.

Öte yandan Türkiye zaten TSK aracılığıyla, Yeni Angajman Kuralları üzerinden Suriye’nin kuzeyinde, de facto bir şekilde neredeyse istenmeyen tüm uçuşlara engel olunmuş bir bölge teşkil ettiğini düşünüyordu. Bundan sonra türetilecek Güvenli- Tampon Bölge planları artık, bölgeyi teröristlere karşı silahsız hale getirme işlevselliğini göstermeliydi. Bölgedeki sivillere insani yardımlar rahatça ulaştırılmalıydı.

Erdoğan (TSK’dan farklı olarak), şunun da altını çizmiştir: kurulacak bu bölge, Esad karşıtı muhaliflerin örgütlenmesi için de bir zemin oluşturmalıydı. Öncelikle ÖSO burada rahat bir hareket alanına kavuşmalıydı.

Türkiye’nin bu son bölgesel planına karşı; HDP eş genel başkanı Selahattin Demirtaş’ın da bir önerisi oldu. Demirtaş’ın 28 Eylül 2014 tarihinde ifade ettiği bu plana göre; “Türkiye, Rojava’yı bir Güvenli Bölge haline getirebilir[di]”. Yani Demirtaş, Türk Hükümeti’ne IŞİD’e karşı bölgesel bir ortaklık önerisinde bulunmuş oldu. Beraberinde IŞİD’e karşı bir Tampon Bölge de kurulabilirdi.

Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim ise, doğal olarak Türkiye’nin bu 3 Aşamalı Planı’na karşı çıktı. Muallim: “Bu planla, Türkiye İsrail’in işgalci durumuna düşecektir” tespitinde bulundu. Nitekim İsrail’in de Suriye ile arasındaki sınır bölgelerinde benzer talepleri/planları bulunmaktaydı.

Sahada pratikte yaşanan gelişmelere baktığımızda ise, Kobani Savaşı sırasında, ABD eliyle Suruç-Kobani Hattı’nda bir Kurtarılmış Bölge oluşturuldu. Türkiye de kendi topraklarından geçirdiği bir lojistik koridor oluşturarak bu hattın kurulmasına

dışarıdan destek verdi. Bu planlara Fransa’nın da katkıda bulunduğu görüldü. Ancak ABD Ekim 2014 itibarıyla, Türkiye’nin bu 3 Aşamalı Planı’na yine destek vermedi. Erdoğan ise bir pazarlık kozu olarak, ‘IŞİD’e karşı koalisyona katılmak’ ve ‘İncirlik’i koalisyona açmak’ gibi seçenekler üzerinden hareket ederek, Güvenli Bölge planını, muhataplarına kabul ettirmeye çalıştı. Yani koalisyona katılım ve İncirlik, birer koz olarak kullanıldı.

Türkiye’nin Güvenli Bölge yaklaşımı, bu aşamada Kantonal Bölge yaklaşımının ve Kobani-Kamışlı arasının bir çeşit Kurtarılmış Bölge’ye dönüştürülmesinin bir anti tezi olmuştur. Nitekim zaten bu Kanton Bölge tezi de günümüzde adeta bir ‘Karton Bölge’ye dönüşmüştür.

Bu ortamda sonuçta Türkiye ve Müttefikler arasında İncirlik Mutabakatı’na varıldı. Bu mutabakata göre, İncirlik’ten yürütülecek fiili uçuşlarla Suriye’de bir Uçuşa Yasak Bölge’nin uygulanması sözkonusu olacaktı. Ancak bunun bir Tampon-Güvenli Bölge’ye dönüştürülmesi hususunda, BM’deki veto engeli yine aşılamadı. Türkiye ise bu şekilde amacına ulaşamayınca; Kobani Savaşı’na tepkisiz kalmayı tercih etti ve olası bir “Kürt Tamponu” konusundaki itirazlarını sürdürdü.

Başbakan Davutoğlu, BM’deki veto engelini aşabilmek için “A-Planı”na yani, Güvenli Bölge fikrine yakınlaştı ama bunun için de yine bir BM kararı gerekiyordu. Ona karşı da veto uygulanmamalıydı. Hatta Dışişleri Bakanlığı bir de ‘B Planı’ üzerinde çalıştı. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Ekim 2014’te, Tampon Bölge konusunda resmen NATO genel sekreteri Jens Stoltenberg’e başvuruda bulunarak, “Tampon, NATO tarafından kurulsun” önerisinde bulundu. Türkiye, ABD’ye Tampon Bölge planını kabul ettirebilmek için koalisyona katılım konusunu bir koz olarak kullandı. Nitekim Türkiye, ABD Başkanı’nın IŞİD’le Mücadele Özel Temsilcisi Brett McGurk’la görüşmelerde, Ekim 2014’te koalisyona katılım için 3 koşul ileri sürdü. Bunlar:

1- Kara harekâtının yapılması, 2- Esad’ın hedefe konulması ve
3- Bir Tampon, Güvenli Bölge ya da Uçuşa Yasak Bölge’nin kurulması idi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD nezdinde ileri sürdüğü pekiştirici teklifi ise, burada kurulacak bölgeye 1,5 milyon mültecinin yerleştirilmesi oldu.

Pazarlıklar devam ederken Başbakan Davutoğlu, Güvenli Bölgeler Planı’nın içeriğini açıkladı (17 Ekim 2014-El Cezire TV). Peki, bu Güvenli Bölgeler nerelerde kurulacaktı? Davutoğlu bu konuda detayları şöyle vermiştir: Halep’in kuzeyinde, İdlib’in Türkiye sınırına kadar olan yerlerinde, Lazkiye’nin kuzeyinde, Haseke’nin bazı bölgelerinde, Cerablus bölgesinde, Ayn el Arab’da… Davutoğlu’nun, Güvenli Bölgeler olmasını öngördüğü bu yerler, esasında temel 2 hedefe karşı korunaklı hale

getirilecekti: IŞİD ve Esad. Zira bu iki zararlı aktör, Suriye’deki bu bölgelerde sivil halka saldırılarda bulunuyorlardı. Bu durumda, bahsi geçen bu bölgeler kim(ler) tarafından kurulacaktı? Cevap oldukça netti: Türk Silahlı Kuvvetleri ve uluslararası koalisyon tarafından ortaklaşa… Ancak ABD, bu planı da reddetti.

ABD’nin Güvenli Bölge planı ise çok daha başkaydı. Plana göre, IŞİD’in boşalttığı yerlere PYD ve Peşmerge getirilecekti. Doğal olarak Türkiye de ABD’nin bu planına itiraz etti. Erdoğan, Fransa ziyareti sırasında (2 Kasım 2014) şu yeni öneride bulundu:
⦁ Paralelin kuzeyinin, Halep’i de kapsayacak şekilde bir Güvenli Bölge haline getirilmesi ve ülkemizde bulunan 1,6 milyon sığınmacının kurulacak bu bölgeye yerleştirilmesi. Ancak bunun için, öncelikle bölgenin alt ve üst yapılarının sağlıklı bir şekilde oluşturulması gerekecekti.

Esad rejimi ise, o sırada Kobani Savaşı devam ederken, Şam ile Halep arası güzergâhı başarıyla ‘temizlemeye’ başlamıştı. Nitekim Halep şehri, 6 Kasım 2014’te rejim güçleri tarafından tamamen kuşatılmıştır. Türkiye ise, ABD’ye İncirlik’i kullandırmadan önce, bu Güvenli Bölge sorununun çözülmesini bekliyordu.

Sonuç

Donald Trump, ABD’de iktidara geldikten hemen 5 gün sonra, yani 25 Ocak 2017 tarihinde, bir ilk olarak, bu sefer Suriye’de Güvenli Bölgeler kurulması talimatını bizzat kendisi verdi. Buna göre, Suriye’nin kuzeyinde ve güneyinde (Dera ve çevresinde) toplam 4 Güvenli Bölge kurulacaktı. Fakat Türkiye bu sefer erken ve daha bağımsız davranarak, Fırat Kalkanı Harekâtı’nı yaptı ve burayı 5.000 kilometrekarelik alanda bir Güvenli Bölge oluşturdu.

Öte yandan, Erdoğan, Bahreyn’deki temasları sırasında yaptığı öneriye göre (13 Şubat 2017), IŞİD’den boşaltılacak alanlarda Güvenli/Uçuşa Yasak Bölgeler kurulması fikrini yeniden gündeme getirdi ve hatta bu amaçla Ceyş ül Vatani adlı askerî gücün nüvesi de ortaya çıkarıldı. Türkiye’nin bu yeni önerisine göre, Afrin ile Kobani arasında bir Güvenli Bölge kurulmalıydı.

PYD eşbaşkanı Salih Müslim ise, Türkiye’ninki karşısında şu önerisini dile getirdi: TSK’nın olası müdahalelerine karşı Rojava hava sahasının uçuşa yasak hale getirilmesi. Bu önerisini, 1 Mayıs 2017 tarihi itibarıyla resmîleştirdi. Ancak ABD’den beklediği karşılığı bulamadı.

Bu ortamda Türkiye’nin kabul ettiği bir başka plan ise, Erdoğan-Putin arasındaki Soçi Uzlaşması (3 Mayıs 2017) sırasında somutlaştırıldı. Plana göre, İdlib başta olmak üzere Çatışmasızlık Bölgeleri oluşturulacaktı. Bunlar 4 çatışmasızlık bölgesi olacaktı. Bu ise, aynı zamanda Rusya’nın, Trump’ın daha evvel dile getirdiği Güvenli Bölgeler yaklaşımına cevap niteliğinde olmuştur.

KAYNAKLAR

Colin Freeman, “Syria: No-Fly-Zone Moves a Step Closer as Hillary Clinton Assesses “Worst Case” Scenario of Chemical Attack”, The Telegraph, 11 August 2012, no-fly-zone-moves-a-step-closer-as-Hillary-Clinton-assesses-worst-case-scenario- of-chemical-attack.html

“Davutoğlu: Su Konusunda Hiçbir Kısıtlayıcı Tedbir Düşünmüyoruz”, Zaman, 29 Kasım 2011.

Anne-Marie Slaughter, “How to Rescue the Syrian Peace Plan”, Financial Times, 6 February 2012, 00144feabdc0.html#axzz3zh7hWnby

Hasan Öymez ve Cüneyt Karadağ, “Erdoğan-Merkel Ortak Basın Toplantısı”, Haberler.com, 31 Ekim 2012, basin-toplantisi-2-4054020-haberi/

Mahmut Hamsici, “Is Turkey’s Peace Process With The Kurds Collapsing?”, BBC News, 9 September 2013,

Murat Yetkin, “Afganistan, Suriye ve Askerî Müdahale”, Radikal, 17 Mart 2012.

Phil Orchard, “Reconsidering Safe Areas as a Means to Protect Civilians”, The University of Queensland-Australia, Griffith University, Australian Government Department of Foreign Affairs and Trade, Asia Pasific Centre for the Responsibility to Protect, AP R2P Brief, Vol. 4, No. 4, 2014, s. 2.

Ömer Göksel İşyar, Suriye Krizi ve Türk Dış Politikası: Uluslararası Politikanın Çözümlenemeyen Düğümü, 2. Baskı, Bursa: Sayda Yayınları, 2017, s. 210.

“Panetta: Syria No-Fly Zone not on Front Burner”, FoxNews.com, 14 August 2012, front-burner.html

“Seyda: We Want Urgent Solution of Syrian Problem Out of UN”, Anadolu Agency, 21 August 2012, syrian-problem-out-of-un/342489

Türkiye'nin Suriye'de Kullandığı 15 İnanılmaz Silah

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir