Prof Dr. Bengül Güngörmez
İstanbul
Nobel ödülü, İsveçli kimyager Alfred Nobel’in kurduğu bir dernek tarafından insanlığa hizmet eden bürokrat, sanatçı, bilim insanı ve yazarlara 1901’den bu yana verilen ve Batı’da sembolik önemi büyük olan bir ödüldür.
Ülkemizde bir bilim insanı ve bir edebiyatçı olmak üzere söz konusu ödül Aziz Sancar ve Orhan Pamuk’a verilmiştir. Zaman zaman Aziz Sancar gibi önemli buluşlar gerçekleştiren bilim insanlarına verilse de Nobel ödülü, aslında genelde ideolojik ve siyasi saiklerle verilmektedir. Söz gelimi, 1973’te ABD’li siyasetçi Henry Kissinger’ın, 1991’de Myanmar lideri Aung San Suu Çii’nin, 2004’te Afrikalı Wangari Maathai’nin, 2009’da Eski ABD Başkanı Barack Obama’nın Nobel Barış Ödülü’ne layık görülmesi, 2012’de Avrupa Birliği’ne (AB) ve son olarak da ödülün Srebrenitsa Soykırımı’nı inkâr eden Avusturyalı yazar Peter Handke’ye verilmesini örnek gösterebiliriz. Peter Handke bir edebiyatçı olarak mazlumları ya da hakikati değil savaş suçlularını savunmuştu.
Nobel ödülünün ideolojik arka planı bizi Doğu-Batı meselesine, oryantalizm meselesine, daha doğru bir deyişle de Avrupa merkezciliğe götürmelidir. Doğu-Batı ayrımı coğrafi bir ayrım değil, kültürel bir ayrımdır. Doğulular hiçbir zaman Batılıları sömürmemişlerdir. Batılılar, oryantalizm sayesinde Thierry Hentsch’in söylediği gibi “hayali bir Doğu” yaratmışlardır. Doğuya gitmese bile kafasında ürettiğini ya da hayal ettiğini yazan seyyahların da katkıda bulunduğu oryantalist literatür sömürgeciliğin keşif koludur.
Batılılar kendileri dışındaki toplumları tarif ederken kendilerinde olmadığını düşündükleri şeyleri onlara yüklediler ve kendi modern, uygar kimliklerini oluşturdular. Kendilerinde olmayan ne varsa Doğu’ya ya da kendilerinin dışındaki “ilkel” dedikleri topluluklara atfettiler. Söz gelimi Doğu “geri”, kendileri “ileri” idi. Doğu ya da kendileri dışındaki halklar “irrasyonel”, kendileri “rasyoneldi.” Kendileri “medeni”, ötekiler ise “barbardı”. Kendileri “modern”, diğerleri “geleneksel”, “feodal” idi. Kendileri “eril”, diğerleri “dişildi”. Doğulular “pasif ve itaatkâr”, kendileri “aktif ve girişkendi”. Bütün bu sınıflamalar, Batı’nın kendileri dışındaki topluluklara bir tür “güç/iktidar” uygulama biçimidir. Sınıflandırmak, güç/iktidar uygulamaktır.
Batılıların Nobel ödülünü, özellikle ait oldukları toplumları eleştiren yazarlara vermeleri, self oryantalist metinleri ödüllendirmeleri sırf bu yüzdendir. Öteki toplumların muhaliflerini ödüllendirmek, böylece öteki toplumları kendi içinde bölmek, ayrıştırmak ve kutuplaştırmak, Batılı güç odaklarının en iyi bildiği şeylerden birisidir. Nobel ödülünün büyük tartışmalara yol açacak şekilde Srebrenitsa Soykırımı’nı inkâr eden Avusturyalı yazar Peter Handke’ye verildiğini biliyoruz. Peki Yahudi Soykırımı’nı inkâr eden bir yazara ya da edebiyatçıya bu ödülün verildiğini bugüne kadar hiç duyduk mu?
Tüm bu gerçeklerin ışığında yine de şunu söylemek durumundayız: Cedlerimiz, özellikle de Osmanlı İmparatorluğu’nu yöneten cedlerimiz, Batılılaşmayı tercih ettiler ve bu yönde siyasi, sosyolojik ve ekonomik girişimlerde bulundular. Nobel ödülü Batı’dan gelen başka pek çok şey gibi ne kadar ideolojik de olsa ödülü alıp almadığımıza ilişkin tartışmalar bizim modernleşme serüvenimizle ilgilidir.
Orhan Pamuk ve Aziz Sancar’ın üstün başarı ödülüne layık görülmesi gençlerimiz için hem model olmaları hem de emeğe saygının gösterilmesi bakımından önemlidir. Neticede Türk halkı gururlanmıştır. Bu insanların yaptıkları, yazdıkları uluslararası tanınırlık ve başarı elde etmiştir. Böylece Türkiye’deki gençlerin uluslararası başarı elde etme iştiyakı güçlenmiştir. Toplumca sürekli yenilme psikozundan bir süreliğine kurtulmuş olduk. Bazen bir şeyin işlevi onun ideolojik altyapısını işlevsiz kılar veya gizleyebilir. Bu yüzden Nobel’i almak iyidir ancak ne olduğunu bilerek almak çok daha iyidir.
Bir yanıt yazın