Öncelikle, İzmir’de depremden etkilenen herkese geçmiş olsun dileklerimi iletir, hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, kederli ailelerine sabırlar dilerim. Güncel ekonomik gelişmelerden bu hafta biraz uzaklaşalım. 2020 Nobel ödülleri birkaç hafta önce sahiplerini buldu. Alfred Nobel tarafından kurulan vakfın verdiği Nobel ödülleri, insanlığa hizmet edenleri ödüllendirmek amacını taşıyan prestijli bir ödül olup 1901’den beri verilmektedir. Bilindiği üzere ülkemizden 2006 yılında edebiyat alanında Orhan Pamuk ve sonrasında 2015’de kimya alanında Aziz Sancar bu ödüle layık görülmüşlerdir. Nobel ödülleri ile ilgili farklı konulardaki tartışmalar ise zaman zaman gündeme gelmektedir. Bu ödüle hak kazanamamış birçok başarılı yazar ve şair dururken, II. Dünya Savaşı’nın kilit siyasetçilerinden İngiltere Başbakanı Winston Churchill’ a 1953 yılında Nobel Edebiyat Ödülü verilmesi, bu ödüller ile ilgili bazı politik unsurların varlığı üzerine olan şüpheleri arttırmıştır. Yine, 2018’deki cinsel taciz skandalı ve geçen yıl Nobel Edebiyat Ödülü’nün Bosna’da yaşanan soykırımı inkâr eden Peter Handke’ye verilmesi, ödüller hakkındaki tartışmaları alevlendirmiştir.
Bakü Nobel Miras Vakfı (BNHF) başkanı Togrul Bagirov’a göre Alfred Nobel, 1896’da öldüğünde vasiyetinde ödülü finanse etmek için 265 milyon dolarlık bir bağış bırakmıştır. Bagirov, Nobel Vakfı’nı kurmak için kullanılan fonların yaklaşık % 20′ sinin Alfred Nobel’in Azerbaycan’daki petrol şirketindeki hisselerinden geldiğini söylemektedir. Bu şirketin Bakü’deki ilk yabancı şirket olduğu da yine tarihsel kaynaklarda vurgulanmakta. Ege Üniversitesi’nden Doç. Dr. Vefa Kurban, benzer duruma dikkat çekmekle birlikte bu oranın % 12 olduğunu ifade etmektedir. Yirmi ülkede faaliyet gösteren uluslararası hukuk firması GRATA International’dan Gumru Eyvazova, benzer şekilde ilgili oranın % 12 olduğunu teyit etmektedir. Nobel ailesinin iş hayatını kısaca özetlemek gerekirse, babaları Immanuel, ailesi ile birlikte Kırım Savaşı’nda (bu savaşın dikkat çekici iktisadi ve siyasal önemine bir sonraki yazımda değineceğim) kullanılmak üzere askeri teçhizat üretmek için St Petersburg’a taşınır. Savaş sona erdiğinde aile maddi sorunlarla karşılaşır ve iflas eder. İsveç’e geri dönen Alfred ve babası bir nitrogliserin fabrikası kurar ve kısa süre sonra dinamiti keşfederler. Fakat sonrasında büyük bir trajedi yaşanır; en küçük kardeş Oskar, fabrikada Alfred’in dinamitte kullanımak üzere çalıştığı nitrogliserin ile yaptığı deneydeki ani patlama sonucu yaşamını yitirir.
Diğer kardeşler Robert ve Ludwig 1879’da Bakü merkezli bir petrol şirketi kurar ve kırk beş yıl burada yaşarlar. Bu şirkette Alfred’in de payı bulunmaktadır. Robert’in, Alfred’in servetinin büyük bir kısmını Nobel Vakfı’na bırakmasına karşı çıktığını da belirtmek gerek. Şirketin petrol üretiminin, bazı kaynaklara göre o dönem dünya petrol üretiminde yaklaşık % 10’luk paya ulaştığı ifade edilmektedir. Yalnız bu coğrafyada Nobel ailesi yalnız değildir, yerel petrol üreticileri de varlıklarını sürdürmektedir. Bu tarihlerde petrol üretimin neredeyse yarısı Azerbaycan’dan gelmekte iken diğer yarısı ABD’den karşılanmaktaydı. Petrolün platformlardan rafinerilere taşınmasını kolaylaştırmak için Nobel kardeşler, aynı zamanda türünün ilk boru hatlarını inşa ederler. 1918’e gelindiğinde, Nobel ailesinin bazı üyeleri, Rusya’daki varlıklarını Bolşeviklere kaptırarak (bu dönemde tüm özel mülkler kamulaştırıldı) Stockholm’e geri döner. Villa Petrolea bölgesinde yer alan şirket merkezi şu anda, Nobel ailesine ait bir müze olarak hizmet veriyor. İlginç bir detay daha verelim. Nobel ailesi, petrol taşımacılığında kullandığı gemilerine çeşitli dini ve felsefi kişiliklerin – Zerdüşt, Hz. Muhammed, Buda, Brahma, Sokrates, Spinoza ve Darwin – isimlerini vermiştir. Nobel’lerin çalışanlar için özgür bir çalışma iklimi yarattığı ve dini inançlara son derece saygılı oldukları, çalışanlara şirket hisselerinden pay verdiğini de ifade edelim. Bolşevik Sosyalist Devrim’in çalışan haklarına bu denli saygı duyan bir şirkete el koyarak kamulaştırması ise eşitlik ve özgürlük ideali ile yola çıkan bu Bolşevik anlayışın ilginç bir paradoksu olarak betimlenebilir.
Nobel ailesinin Azerbaycan’daki hayatı ile ilgili iki yıl önce bir belgesel film çekildi. Yapımcılığı Bakü Medya Merkezi tarafından üstlenilen film, Nobel Petrol Şirketi sponsorluğunda gerçekleşti. Aralık-2018’de gösterime giren ‘Miras’ filmi Nobel kardeşlerin Azerbaycan’a gelişini ve Bakü’de küçük bir petrol rafinerisinin dünyanın en büyük petrol şirketlerinden birine ( Branobel ) dönüşmesini konu alıyor. Bu film aynı zamanda Alfred Nobel tarafından kurulan Nobel Ödül Fonu’na Azerbaycan petrolünün nasıl katkıda bulunduğunu ( filme göre % 16) anlatmakta. O dönem şirketin daha da büyümesini engelleyen önemli bir rakip de bulunmakta, bu şirket John Rockefeller’ın sahibi olduğu “Standard Oil” şirketi. Bu arada Rockefeller ve Rothschild ailelerinin petrol endüstrisinden Nobel ailesini dışlamak için Bolşevik ihtilalini fonladığına dair de önemli iddialar söz konusudur.
Nobel ödülleri ile ilgili, son olarak 1923’de İsmet İnönü ile birlikte Lozan Antlaşmasını imzalamak durumunda kalan Yunanistan Başbakanı Venizelos’un 1934’de Atatürk’ü Fransızca yaptığı bir başvuru ile Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterdiğini de belirtelim. Öncesinde, Yunan Başbakanı Venizelos 1930’da Ankara’ya gelir, 29 Ekim Cumhuriyet Balosu’na katılır. Aynı tarihte iki ülke arasında II. Dünya Savaşı öncesi dünyada sert esmeye başlayan rüzgârların arasında ‘Dostluk Antlaşması’ imzalanır. Gazeteci Özgen Acar, Atina’daki Venizelos Vakfı’nın arşivinde bu Nobel başvuru mektubuna ulaşmış olup çevirisinden kısa bir alıntıyı burada sizlerle paylaşmak isterim. “Barış arzusunu besledikleri takdirde, en tehlikeli anlaşmazlıkların ayırdığı halklar arasında anlaşma olanağı için bir örnek oluşturacak bu yakınlaşmadan, ilgili iki ülke için olduğu kadar, Yakındoğu’da barış düzeninin korunması için de yalnızca olumlu sonuçlar ortaya çıkmıştır.” Evet, ülkelerin farklı çıkarları olabilir ve bu çıkarlar birbirleri ile çatışabilir. Doğu Akdeniz konusunda da sonuna kadar haklıyız ve taleplerimiz de oldukça rasyonel. Ama aynı zamanda burada önemli olan, barış isteğini sürekli canlı/diri tutmak ve diplomasi kanallarını mümkün olduğu kadar kullanmaya gayret göstermektir.
Dr. Hamit ÖZMAN