Ermenilerin söylediği YALANLARI, ters-yüz ederek her melâneti İNKÂRA devam ettiklerini bilmekteyiz. YALANLARI iddialarına dayanak yaparak, ortaya koydukları genel idraksizlik; güya 1915 TEHCİR hadisesinde SÖZDE SOYKIRIMINA uğramaları ve de Anadolu’dan kovulmalarından ibarettir. İşte bu iddiaları içerisine ABD’ye göç etmelerini de bu sözde iddialarının içine sığdırmağa çalışmaktadırlar. Ermenilerin bu soysuzca söyledikleri YALANI çok uzun olmasına rağmen ABD tarihi içerisinde kronolojik çerçevede bölümler halinde anlatmaya çalışacağım. Bunları sizlere aktarırken, asıl üzerinde önemle durulması, düşünülmesi gereken hususun, iki rakip hatta düşman egemen gücün (ABD-RUSYA) Ermeniler-Ermenistan üzerinde her yönde etkinliklerini sürdürürken, hiçbir çatışmaya girmemelerinin manidarlığına cevap arayacağım…
İşte 1.540.000 Ermeni nüfusunu barındıran, Ermeni DİASPORASINI maşa olarak kullanarak, Ermenistan ve de Ermenilere maddi ve manevi her türlü desteği veren devlet… İşte Amerika Birleşik Devletleri ve Ermeniler… Böylece Ermeni Diasporasının ŞAKLABANLIKLARINI dile getirmek üzere, sizlerin çok kıymetli zamanlarınızı alarak, iyi anlaşılması için oldukça uzun bir yazı serisi içerisinde ABD ve Ermenileri yazmaya çalıştım. Bundan sonraki yazımda ise kendi değerlendirmemi sizlerle paylaşacağım…
1960
Siyahlar işe kendileri el koydular. Renkli Halkın İlerlemesi Ulusal Derneği (NAACP), Plessy-Ferguson davası sonunda Yüksek Mahkeme’nin 1896 yılında kabul ettiği yasal doktrini tersine çevirmekte kararlıydı; söz konusu doktrine göre, eğer “ayrı fakat eşit” tesisler sağlanıyorsa, okullarda beyaz ve siyah öğrencilerin birbirlerinden ayrılmaları anayasaya aykırı değildi. Koşulların, var olsa bile, ender durumlarda eşit oranda sağlandığı Güney’de, bu karar yıllar boyunca çok sert bir ayırımcılık yapılmasına izin vermişti.
Eisonhower tarafından atanan Earl Warren’in başkanlığındaki Yüksek Mahkeme 1954’te Brown-Eğitim Yönetim Kurulu davasındaki kararıyla Plessy kararını tersine çevirince, siyahlar amaçlarına eriştiler. Mahkeme, “ayrı tesislerin doğal olarak eşitsizlik yaratacağını” oybirliğiyle açıkladı ve “ayrı fakat eşit” doktrininin artık devlet okullarında uygulanamayacağına karar verdi. Yüksek Mahkeme bir yıl sonra da, yerel okul yönetim kurullarının bu kararı “elden gelen en hızlı biçimde” uygulamalarını talep etti.
Eisonhower, Güney’in hızlı bir dönüşüm nedeniyle karşılaşacağı gereksinimlere hoşgörüyle bakmakla birlikte, yasanın bir an evvel uygulanması için harekete geçti. Washington, D.C.’deki okullarda, ülkenin diğer bölgelerine örnek olması amacıyla, ayırımcılığa son verilmesini emretti ve diğer alanlarda da ayırımcılığın sona erdirilmesine çalıştı.
Arkansas’ın Little Rock kentinde 1957’de büyük bir sorunla karşılaştı. Evvelce sadece beyazlara açık bir liseye dokuz siyah öğrencinin alınmasına yönelik bir ayırımcılığı önleme planın uygulanmasına başlanmadan hemen önce, eyalet valisi, şiddet tehdidi olduğu gerekçesiyle Arkansas Ulusal Muhafızları’nı okulun önünde görevlendirdi ve barışı sağlamak için siyah öğrencileri geriye döndürdü. Bir federal mahkeme birliklerin geri çekilmesine karar verince öğrenciler okula geldiler; fakat alaycı sözlü saldırılara hedef oldular. Toplanan kalabalık giderek daha düşmanca davranınca siyah öğrenciler okuldan ayrıldılar.
Eisenhower bu gelişme karşısında, Ulusal Muhafızları federal kumanda altına alıp Litlle Rock’a geri dönmelerini emretti. Yeniden Yapılanma yıllarından beri federal birlikler siyahların haklarını korumak amacıyla kullanılmadığı için Başkan bu yolu seçmekte pek hevesli olmamakla birlikte başka seçeneği de yoktu. Askerler hukukun üstünlüğünü sağlamak için sınıflarda nöbet tuttular ve böylece ayırımcılığın kaldırılmasına başlandı.
Vatandaşlık hakları hareketinde bir başka dönüm noktasına da 1955’de Alabama’nın Montgomery kentinde erişildi. Aynı zamanda NACCP’nin eyalet sekreteri de olan Rosa Parks adında 42 yaşındaki bir dikişçi kadın, bir otobüsün geleneksel ve yasal olarak beyazlara ayrılmış bulunan ön bölümünde oturdu. Arkaya geçmesi istenildiğinde bunu yapmayı reddetti. Polis geldi ve onu ayırımcılık yasalarını ihlal etmek suçuyla tutukladı. Böyle bir olay çıkmasını beklemekte olan siyah liderler otobüs şirketine karşı boykot düzenlediler. Siyahların toplandıkları Baptist kilisesinde genç bir rahip olan Martin Luther King Jr. protestonun sözcülüğünü üstlendi. “Bir zaman gelecek ve insanlar… baskının acımasız ayağı tarafından tekmelenmekten bıkacaklar” diyordu. King, bundan sonra da defalarca olacağı gibi, tutuklandı; fakat Montgomery’deki siyahlar boykotlarını sürdürdüler ve otobüs şirketinin gayrı safi geliri yüzde 65 azaldı. Yüksek Mahkeme yaklaşık bir yıl sonra, okullardaki ayırımcılık gibi, otobüslerde yapılan ayırımcılığın da anayasaya aykırı olduğuna karar verdi. Boykot sona erdi. Vatandaşlık hakları hareketi önemli bir zafer kazanmış ve en güçlü, düşünceli ve iyi konuşmacı liderini, yani Martin Luther King Jr.’yi keşfetmişti.
Afrikalı Amerikalılar oy kullanma hakkı kazanmak için de çalıştılar. 15. Anayasa Değişikliği oy kullanma hakkını güvence altına almakla birlikte pek çok eyalette yasalara uymamak için, seçim (kelle) vergisi ya da okur-yazarlık sınavı gibi yollara başvuruluyordu. Eisenhower, Senato çoğunluk lideri Lyndon B.Johnson’la birlikte çalışarak, oy hakkını güvence altına almaya yönelik Kongre çabalarına destek verdi. Siyahların oy kullanmalarının engellendiği durumlarda federal hükümetin müdahale etmesine yetki veren 1957 tarihli Vatandaşlık Hakları Yasası, 82 yıldır bu yönde alınan ilk önlemi ve atılan ilk adımı oluşturuyordu. Yine de yasada boşluklar kalmıştı; bu nedenle de, hareketin başını çekenler 1960 tarihli Vatandaşlık Hakları Yasası’nı kabul ettirerek, oy kullanmayı engelleyenlere karşı daha ağır cezalar verilmesini sağladılarsa da, federal yetkililere siyahları seçim kütüğüne kaydetme yetkisi verdiremediler.
Siyah Amerikalıların kendi çabalarına da dayanan vatandaşlık hakları hareketi savaş sonrası yıllarında ivme kazandı. Vatandaşlık hakları savunucuları, Yüksek Mahkeme ve Kongre’den de yararlanarak, 1960’larda daha yaygın atılımlar yapılması için temel hazırladılar. (217)
1960
“Benim bir düşüm var: Günün birinde, Georgia’nın kızıl tepelerinde, eski kölelerin oğullarıyla eski köle sahiplerinin oğulları kardeşlik masasında birarada oturabilecekler.”
Martin Luther King, Jr. – 1963 (218)
1960
1960 yılına gelindiğinde hükümet vatandaşların yaşamında giderek büyüyen bir güç olmuştu. 1930’lar boyunca Beyaz Saray, Büyük Bunalım’ın yarattığı yaraları sarmak için yeni yasalar önermiş ve Kongre ile yakın işbirliği yapmıştı. Amerika’daki yaşamın pek çok yönü ile ilgilenmeleri için yeni kamu kuruluşları yaratılmıştı. İkinci Dünya Savaşı sırasında federal hükümetin görevlendirdiği sivil sayısı 1 milyondan 3,8 milyona yükseldi, 1950’lerde de 2,5 milyon dolayında sabitleşti. 1929’da 3,1 milyar dolar olan federal harcamalar,1953’te 75 milyar dolara yükseldi ve 1960’larda da 150 milyar doları aştı.
Pek çok Amerikalı, hükümetin artan rolünü kabullenmekle birlikte bunun ne dereceye kadar genişleyeceği konusunda anlaşmazlığa düştü. Demokratlar, hükümetin gücünü büyüme ve istikrarı güvence altına almak için kullanmasını istiyorlardı. Eğitim, sağlık ve sosyal yardım konularında hükümet katkısının arttırılmasından yanaydılar. Cumhuriyetçiler ise, hükümetin temel ve gerekli sorumluluğunu kabul ediyor; buna karşılık, harcamaların sınırlanmasını ve bireysel girişimlerin yeniden canlandırılmasını istiyorlardı. (219)
1965
Çin Hindi de Soğuk Savaş’taki çatışma alanlarından biriydi. Fransa Vietnam’ı XIX. yüzyılın ortalarına kadar egemenliği altında tutmuş, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yerini Japonya’ya bırakmıştı. Bu sırada, Vietnamlı bir komünist olan Ho Chi Minh, ülkesini sömürge yönetiminden kurtarma hareketi başlatmış ve Amerikan Özgürlük Savaşı’nı kendisine örnek almıştı. Müttefikler 1945’te Japonya’yı yendikten sonra, bu kez de Ho Chi Minh’le uğraşmak zorunda kaldılar.
Yeniden büyük-güç konumuna gelmek isteyen Fransa, Vietnem’a dönmek konusunda ısrarlıydı. Ho geri çekilmeyi reddedince bağımsızlık savaşı sürdü. Avrupa’daki çevreleme politikası nedeniyle Fransa’nın desteğini devam ettirmesinde istekli olan Amerika Birleşik Devletleri, Vitetnam çatışması için gerekli kaynakların kullanılabilmesi amacıyla ona ekonomik yardımda bulundu ise de Fransa’nın 1954’te yenilmesini önleyemedi. Cenevre’de toplanan bir uluslararası konferansta Vietnam ikiye ayrıldı; Kuzey’de Ho iktidara gelirken, nüfusunun çoğunluğu Budist olan Güney’de Katolik ve antikomünist Ngo Dinh Diem hükümetin başına geçti. İki yıl sonra da ülkeyi birleştirmek için seçimler yapılacaktı.
Vietnam düşerse bunun Birmanya, Tayland ve Endonezya’nın da düşmesine yol açacağına inanan Eisenhower, Diem’in 1956’da seçime gitmeyi reddetmesini destekledi ve yapılan ekonomik ve askeri yardımı arttırdı. Kennedy de yardımı çoğalttı ve sınırlı sayıda askeri danışman göndermeye başladıysa da Kuzey ile Güney arasındaki çatışmalar sürdü. Halk tarafından tutulmayan Diem 1963’te görevden atıldı ve öldürüldü.
Durum öncekinden çok daha istikrarsız olmuştu. Viet Kong diye bilinen Güneyli gerillalar bazan gizliden gizliye, bazan da siyasal kolları olan Ulusal Kurtuluş Cephesi (NLF) aracılığıyla Güney Vietnam hükümetine meydan okudular. Kuzey Vietnam’ın da yardımıyla, özellikle kırsal bölgelerdeki köylülerden sağladıkları desteği arttırdılar. Güney Vietnam’daki komünist ilerlemesini durdurmaya kararlı olan Johnson Vietnam Savaşı’nı sahiplendi. Kuzey Vietnamlıların iki Amerikan destroyerine saldırmaları üzerine Johnson 7 Ağustos 1964’te Kongre’den Tonkin Körfezi kararını çıkarmayı başardı; anılan kararla başkana, “Amerika Birleşik Devletleri güçlerine karşı girişilecek her saldırıyı defetmek ve ilerideki saldırıları engellemek için gerekli tüm önlemleri alma” yetkisi veriliyordu. Kasım 1964’te yeniden seçilmesinden sonra da bir tırmandırma politikası başlattı. 1965 başlarında 25.000 olan gönüllü ve silahaltına alınmış asker sayısı 1968’de 500.000’e yükseldi. Yoğun bir bombardıman harekâtı hem Kuzey hem de Güney Vietnam’ın altını üstüne getirdi.
Kanlı çatışmaları televizyonda izleyen Amerikalılar ülkelerinin savaşa katılmasını protesto etmeye başladılar. George Kennan gibi dış politika uzmanları A.B.D. politikasını hatalı buldular. Diğer bazıları da, A.B.D.’nin savaşı sona erdirmeye yönelik bir stratejisi bulunmadığını ileri sürdüler. Amerikalılar, yoğun askeri kampanyanın savaşın gidişini etkilemiyormuş gibi göründüğünü izlediler. Halkın ve özellikler gençlerin A.B.D. politikası karşısındaki tepkilerinin yarattığı baskı sonucu Johnson barış müzakereleri başlattı.
Savaş karşıtı eğilimler, Johnson’un 1968 seçimlerine katılmak niyetinde olmadığını açıklamasına yol açtı. Illinois’in Chicago kentinde yapılan Demokrat Parti Ulusal Kongresi toplantısı sırasında protestocular sokaklarda polisle çatıştılar. Özellikle, Robert Kennedy’nin Haziran ayında öldürülmesinden sonra Demokrat Parti içinde bir karışıklık yaşanması; 1960’larda alınan vatandaşlık hakları önlemlerine beyazların muhalefet etmeleri; Alabama Valisi George Wallace’nin üçüncü aday olarak ortaya çıkıp kendi eyaletinin yanı sıra Mississippi, Arkansas, Louisiana ve Georgia’da seçimi kazanması, Amerika Birleşik Devletleri’ni savaştan çekip çıkarmak ve ülkede “kamu düzeni”ni güçlendirmek planı ileri süren Cumhuriyetçi Richard Nixon’un seçimi kazanmasına yardım etti…
Nixon, bir yandan Amerikan askerlerini yavaş yavaş ülkeye geri getirirken, bir yandan da savaştaki en korkunç bombardımanın yapılmasını emretti. Ayrıca 1970’te, Kuzey Vietnamlıların silah ve malzeme taşıdıkları yolları kesmek amacıyla, Güney Vietnam’a giden bu yolların geçtiği Kamboçya’yı da işgal etti. Bu gelişme yeni protestolara ve gösterilere yol açtı ve pek çok üniversitede öğrenciler sokaklara döküldüler. Anılan gösterilerden birinin yapıldığı, Ohio’daki Kent State Üniversitesi’nde kamu düzenini korumak için görevlendirilen ulusal muhafız birliklerinin paniğe kapılıp ateş açmaları üzerine dört öğrenci öldü.
Amerika Birleşik Devletleri adına Nixon’un ulusal güvenlik danışmanı Henry Kissinger’in yürüttüğü müzakereler sonucu 1973’te ateşkes anlaşması imzalandı. Amerikan birliklerinin ayrılmasına karşılık, Kuzey Vietnam’ın tüm ülkede kontrolü ele geçirmesi nedeniyle çatışmalar 1975 ilkbaharına kadar sürdü.
Savaşın bedeli çok yüksek oldu. Vietnam harap edildi, milyonlarca kişi öldü ya da sakat kaldı, Amerika Birleşik Devletleri sonuçsuz bir çaba için 150 milyar dolar harcadı, 58.000 Amerikalı can verdi. Savaş ayrıca Soğuk Savaş politikasına ilişkin oydaşmayı (konsensüs) da sona erdirdi. Halk, bazı Amerikan askeri birliklerinin Vietnam’da gaddarlık yaptıklarını ve 1964’te Tonkin Körfezi olayına ilişkin gelişmeler konusunda hükümetin yalan söylediğini öğrendi. Pek çok Amerikalı Kamboçya’nın işgal edilmesinden dehşete kapıldı. Savaş ayrıca çok sayıda gencin, kendi hükümetlerinin davranışlarını ve korumaya çalıştığı değer yargılarını şüpheyle karşılamalarına neden oldu. (220)
1966
1960 seçimlerinde başarılı olan Demokrat partili 43 yaşındaki John F. Kennedy, başkanlığı kazanan en genç kişiydi. Rakibi Richard Nixon’la televizyonda yaptığı tartışmalar sırasında, yetenekli, iyi konuşan ve enerjik bir aday olarak görülmüştü. Seçim kampanyası sırasında, “istesek de istemesek de Yeni Sınır burada” olduğu için yeni yıllara atak bir biçimde girilmesi gereğinden söz ediyordu. And içme töreni sırasında yaptığı konuşmayı güzel bir biçimde dile getirdiği bir istekle bitirmişti: “Ülkenizin sizin için ne yapabileceğini değil, sizin ülkeniz için ne yapabileceğinizi sorgulayın.” Kısa süren başkanlığı boyunca Kennedy, sahip olduğu zarafet, espri anlayışı ve davranış biçimi sayesinde kendisini sevdirmeyi başarmış ve geleceğin politikacılarını etkilemişti.
Kennedy tüm vatandaşlara ekonomik yardımda bulunmak için güçlü bir önder gibi davranmayı istemişse de seçimi kıl payı kazandığı için bu arzusu sınırlanmıştı. Demokrat Parti Kongre’deki her iki mecliste de çoğunluğa sahip olmakla birlikte, Güneyli muhafazakârlar eğitime federal yardım yapılmasına, yaşlılara sağlık sigortası sağlanmasına ve bir Kent İşleri Bakanlığı yaratılmasına direndiler. Bu nedenle de, tüm açıklamalarına karşın Kennedy politikasını uygulamada çok kez sınırlı kaldı ve zorlandı.
Önceliklerden biri ekonomik gerilemeyi durdurmak ve büyümeyi başlatmaktı; fakat 1962’de hükümetin çelik endüstrisindeki fiyat artışlarını aşırı bulması üzerine bunu geri aldırmaya çalışan Kennedy iş alanındaki liderlerin güvenini yitirdi. Amacına erişmekle birlikte önemli bir destek kaynağını küstürdü. Daha sonraları, sermaye yaratmak ve ekonomiyi canlandırmak amacıyla büyük vergi kısıntıları yapılmasını isteyince, Kongre’deki muhafazakâr muhalefet bu önlemin kabulüne ilişkin tüm umutları yok etti.
Kennedy yönetiminin genel yasama sicili pek parlak olmadı. Başkan, vatandaşlık hakları hareketi önderlerine yönelik belirli davranışlar sergilediyse de, anılan hareketin amaçlarını tümüyle sağlamasını hemen hemen başkanlığının son günlerine kadar başaramadı. Devlet okullarına yardım yapılmasında ve yaşlılara sağlık sigortası sağlanmasında başarısız oldu. Asgari ücrette çok küçük bir artış elde edebildi. Bunlara karşın, uzay programı için ödenek kopardı ve gelişmekte olan ülkelerin kendi gereksinimlerini kendilerinin karşılamasına yardım edecek görevlilerin gönderilmesi için Barış Gönüllüleri örgütünü kurdu. Kennedy görev süresinin son yılı için çok iddialı bir yasama programı hazırlamıştı; fakat 23 Kasım 1963’te Texas’ın Dallas kentine yaptığı ziyaret sırasında üstü açık bir otomobilde iken öldürüldü. Daha önceki bir kuşak Franklin Roosevelt’in ölümünden nasıl etkilendiyse, bu olay da belirleyici bir an oluşturdu ve etkisini bir kuşak boyunca sürdürdü.
Geriye bakıldığında, Kennedy’nin bir liberal olarak ünlenmesinin, politikasını uygulayabilmesinden daha çok ideallerinden ve davranışlarından kaynaklandığı görülür. Buna karşın, başkanlığının son yılında başlattığı gündem 1964-1966 yıllarında yasallaştırıldığı için, ölümünden sonra, değişiklik yaratan bir liberal güç olarak tanımlanmıştır. (221)
1966
Kızılderililer 1950’lerde hükümetin onları özel yerleşim birimlerinden çıkarıp asimile etmek amacıyla kentlere yerleştirme politikasına karşı çaba gösterdiler. Kızılderililer sadece topraklarını yitirmekle kalmıyorlar, yerlerinden edilenlerin çoğu kent yaşamına ayak uydurmakta zorlanıyorlardı. 1961 yılında bu politikaya son verildiğinde Amerika Birleşik Devletleri Vatandaşlık Hakları Komisyonu, Kızılderililer’de “yoksulluğun ve yokluğun ortak bir durum ” olduğuna dikkat çekti.
1960’larda ve 1970’lerde Üçüncü Dünya milliyetçiliğini ve vatandaşlık hakları hareketinin elde ettiği başarıları izleyen Kızılderililer, kendi haklarını kazanmak amacıyla daha yoğun baskı uygulamaya başladılar. Yeni bir kuşakta yetişen liderler, kabile arazilerden geriye kalanını korumak ya da eskiden çok kez yasa dışı yollardan el konulmuş olan toprakları geri almak için mahkemeye başvurmaya başladılar. Eyaletlerde, antlaşma ihlallerine birbiri ardından meydan okudular ve 1967’de de uzun süredir kötüye kullanılmış olan arazi ve su haklarını güvence altına alan ilk zaferi kazandılar. 1968’de kurulan Amerikan Kızılderili Hareketi (American Indian Movement – AIM) örgütü, hükümet fonlarının Kızılderililerin yönetimindeki kuruluşlara yönlendirilmesini ve kentlerde ihmale uğrayan Kızılderililere yardım edilmesini sağladı.
Karşı koyma eylemleri giderek olağan hale geldi. 1969’da 78 Kızılderili San Fransisko Körfezi’ndeki Alcatraz adasını işgal etti ve 1971’de federal yetkililer onları çıkarıncaya kadar ellerinde tuttu. AIM 1973’te, XIX. Yüzyıl sonlarında askerlerin büyük bir Kızılderili katliamı yapmış oldukları South Dakota’nın Yaralı Diz köyünü işgal etti. Militanlar, köyü çevreleyen özel yerleşim biriminde perişan yaşam koşulları bulunduğunu, ailelerin yarısının sosyal yardım aldıklarını ve alkolikliğin yaygın olduğunu vurgulamayı umuyorlardı. Bir Kızılderili öldürülüp biri de yaralandıktan sonra serüven sona erdi; hükümetin antlaşma haklarını yeniden gözden geçirmesi için anlaşmaya varıldı; fakat bundan sonra pek az şey yapıldı.
Yine de Kızılderili eylemleri belirli sonuçlar sağladı. Diğer Amerikalılar Kızılderililerin gereksinimlerinin daha çok farkına vardılar. Hükümetin her kesimindeki yetkililer, eşit işlem yapılması yolundaki baskılara çoktandır olması gereken biçimde karşılık vermeye başladılar. 1992’de seçilen Coloradolu Ben Nighthouse Campbell Senato’daki ilk Kızılderili üye oldu. (222)
Kenan Mutlu Gürses