ENERJİ SAVAŞLARI
Öğr. Gör. Emine KILIÇASLAN
GİRİŞ
Fransız Devrimi ve Sanayi Devrimi’nin önemi eski siyasal aktörlerin yerine dünya sahnesine yeni siyasal aktörleri taşımasından kaynaklanmaktadır. Bu yeni siyasal aktörler yaptıkları devrimlerin ışığında dünyada siyasi, ekonomik ve kültürel açıdan kendi ideolojilerini yaygınlaştırarak egemen güç olmayı hedeflemişlerdir. Dünyanın bu yeni ekonomik sisteminin gücü sanayilerin kurulması ve bu sanayilerde üretimin sürmesi için gereken hammaddenin yanında makinaların çalışması için gerekli olan enerji kaynaklarına dayanmaktaydı.
Bu bağlamda Batı için sanayileşme; kömür, petrol, doğal gaz gibi temel enerji kaynaklarına sahip olmak güçlü ve zengin bir ülke olmanın önkoşulu olarak görülmektedir. Buradaki en derin çelişki ise bu kaynaklara sahip yoksul, gelişmemiş ve zayıf ülkelerin bu nedenle saldırıya, savaşa ve işgale uğrayarak gelişememesi ve kendi kaynaklarını üretim için kullanamamasında yatmaktadır.
Sanayi Devrimi’nden bugüne kadar hiç değişmeyen şey ise enerji kaynaklarınca zengin olunan bölgelerde çok yoğun yaşanan savaş, çatışma ve krizlerin hiç bitmeden yenilenerek sürmesidir. Çünkü sanayileşmiş Batılı ülkeler dünyada varolan enerji kaynaklarına sahip olabilmek için kıyasıya rekabet içine girmişlerdir. Bu rekabet pek çok durumda Batılı ülkelerin hem kendi aralarında hem de başka ülkelerle çatışmasına neden olmuştur. Aslında bakılınca bu savaşların asıl amacının enerji kaynaklarına sahip olarak ya da bu kaynakları kontrol ederek, dünyanın güçlü ve lider ülkesi ya da lideri olmak anlamına geldiği de görülmektedir.
Bu çalışmada, dünyada yaşanmış olan savaş, çatışma ve krizlerin, enerji kaynakları ile olan ilişkisi kurulacaktır. Ayrıca bu savaşların görünen sebepleri ile arka planda görünmeyen sebepleri karşılaştırılarak güçlü ülkelerin enerjiye ulaşmak için söylemsel ve eylemsel olarak yarattıkları çatışma, kriz ve savaşlar anlatılacaktır. Bu bağlamda enerji kaynaklarına sahip olan ülkelerin tarihsel süreçte yaşadığı savaşlar ve enerji kaynakları ile bağlantısı kurularak tek tek ele alınıp bütünle ilişkisi oluşturulacaktır.
TARİHSEL SÜREÇTE ENERJİ SAVAŞLARI
Savaşlar her zaman insanlık tarihinin en acı izler bırakan dönemleri olmuştur. Bu dönemlere ilişkin, destanlar, romanlar, öyküler, şiirler yazılmış filmler çekilmiştir. Bilimsel alanda teorisyenler barış kuramlarından ya da ideal bir dünyadan bahsetmişler bunun oluşması için teoriler oluşturmuşlardır. İnsan topluluklarının neden savaştığına dair antropolojik kuramlar ortaya atılmıştır. Yine de savaşların önüne geçilememiştir. Çünkü her savaşın, pek çok çıkar grubu ya da bu tür organizasyonlara hizmet ettiği görülmektedir. Burada çatışmanın amacı var olan maddi koşulların korunması, iyileştirilmesi ya da tüm zenginliklere tek başına sahip olmak olarak tanımlanabilir. Nihai amaç güç oluşturarak egemenlik kurmaktır.
Burada asıl önemli olan nokta dünya da bu çatışmaların, savaşların, krizlerin yaşandığı bölgelerin harita da genelde aynı yerlerde yoğunlaşmasıdır. Bu yoğunlaşmanın nedenleri arasında ise bu bölgelerin çok zengin, kömür, petrol, doğal gaz gibi enerji kaynaklarına sahip olmasının da etken olduğu görülmektedir.
Sanayi Devrimi ve Enerjinin Öneminin Ortaya Çıkması
Fransız Devrimi ve Sanayi Devrimi ile Avrupa feodalitenin kapalı siyasal ve ekonomik yapısından kurtulmuştur. Özellikle Sanayi Devrimi ile birlikte geleneksel üretim tarzından modern üretim tarzına geçilmiştir. Devrim ilk olarak İngiltere’de ortaya çıkmıştır. Ardından kıta Avrupa’sına sıçramıştır. Kıta Avrupasında özellikle iki ülke arasında Fransa ve Almanya’nın tarihsel süreçte süren düşmanlıklarının devamını da sağlamıştır. Bu iki birbirine düşman komşu ülke geçmişte de dini ve siyasi pek çok sebeple savaşlar yaşamıştır. Ancak Sanayi Devrimi sonrası bu iki ülke arasında yaşanan savaşlar ağırlıklı olarak enerji kaynaklarına sahip olma ya da kontrol etme nedeniyle olmuştur.
Almanya ve Fransa bu dönemde hızla sanayileşmeye ve üretim miktarlarını sürekli artırmaya başlamışlardır. Dönemin en önemli enerji ve hammadde kaynağı olan demir ve kömür üzerinde üretilen malların satış ve pazarlanmasında yürüttükleri rekabet politikası bu iki ülkeyi çatışma ve savaşlara sürüklemiştir. Sonrasında bu savaşlar bütün Avrupa ve çevre ülkelere de sıçramıştır.
I. Dünya Savaşı 1914-1918, II. Dünya Savaşı 1939-1945 tarihleri arasında yapılmıştır. II. Dünya Savaşı sadece Almanya ve Fransa ile sınırlı kalmamıştır. Dünya daki diğer pek çok devlettte bu savaşlara katılmışlardır. I. ve II. Dünya savaşlarında 100 milyon civarında insan ölmüş, yaralanmış ve sakat kalmıştır. Bu savaşlar sonucunda o dönemin en gelişmiş sanayi ülkeleri olan, İngiltere, Fransa ve Almanya üretim güçlerinin dörtte üçünü savaş sonunda kaybetmişlerdir.
I. Dünya Savaşı ve Enerji Kaynaklarının Önemi
Dünya da yaşanan savaşlar ve enerji ilişkisinde referans noktası olarak I. Dünya Savaşı’nı ele alırsak onu hazırlayan koşullardan en önemlisinin artan üretim miktarı ve buna bağlı olarak ihtiyaç duyulan pazar arayışı olduğunu görürüz. I. Dünya Savaşı öncesi Avrupa’da yaşanan hızlı sanayileşme Avrupa’nın gelecekte şekillenmesinde önemli rol oynamıştır. Sanayinin işlemesi için hammadde ve enerji kaynaklarına duyulan ihtiyaç gelecekte dünyanın belirli bölgelerinde yaşanacak olan kriz, savaş ya da çatışmaların temel habercisi niteliğindedir. Bu durum Avrupa devletlerini kendi aralarında sömürge bulma yarışına sürüklemiştir. Dolayısıyla da, bu devletler arasında yaşanan çıkar çatışmaları ve ekonomik rekabet savaşlara kadar gidebilecek çeşitli krizleri ortaya çıkarmıştır. Sander’e göre Sanayi Devriminin sonucu olarak, artan üretimin yeni pazarlar, biriken sermayenin yeni yatırım alanları, sürekli üretimde bulunan fabrikaların hammadde ihtiyacıve aynı zamanda bu hammaddelerin işlendiği fabrikaların en temel ihtiyacı olan şey enerjidir. Bu enerjinin sağlanması ise enerji kaynaklarına sahip olmaktan geçmektedir.
Özellikle Almanya’nın tekrar birliğini kazanması ve sanayi alanın da gelişme göstermesi I. Dünya savaşının çıkmasında belirleyici sebep olmuştur. Fransa, 1871 yılında Almanya’ya yenilmiştir. Bu yenilgi, Alsace-Lorraine bölgesini kaybetmesine yol açmıştır. Bu yenilgi ve bölgenin önemli bir kömür madeni zenginliğine sahip olmasının yarattığı çatışma durumu I. Dünya Savaşı’nın temel nedenleri arasında gösterilmektedir.
Bilindiği gibi Sanayi Devrimi ve sonrasında kömür en önemli enerji kaynağı haline gelmiştir. I. Dünya Savaşına giden süreçte 1900-1914 yılları arasında kömür üretimi ani bir yükseliş göstermiş ve 750 milyon ton iken iki kat artarak 1500 milyon tona ulaşmıştır. Falvin ve Lenssen ortaya çıkan yüksek üretim artışının enerji ihtiyacını doğurduğunu bu durumun 1870’li yıllardan itibaren başta İngiltere’de olmak üzere Avrupa’da görülen sanayileşmenin ihtiyaç duyduğu enerjiyi karşılamak için gerçekleşmiş olan sömürge ve pazar bulma yarışlarının ise savaşlara neden olduğunu söylemektedir.
Almanya’nın, I. Dünya Savaşı’ndan önce ürettiği kömür, 121.298.167 ton, Fransa’nın ise 35.869.497 ton olarak kalmıştır. Alsace-Lorraine bölgesinin 1871 Sedan Savaşı’ndan sonra Almanya’nın eline geçmesi orada bulunan zengin kömür ve demir yataklarına da sahip olmak anlamına gelmektedir. Fransa bu yenilgi, kaybediş ve üretim azlığını sindirmediği için bu bölgeyi Almanya’dan geri almaya çalışmıştır. Sanayi Devrimi ve sonrasında kömür sanayileşme için en önemli enerji kaynağıdır. Ayrıca Almanya, İngiltere’nin başta kömür ve kısmen petrol olmak üzere hammadde kaynaklarını ele geçirip kendi hegemonyasını kurmak istemesi savaşın diğer temel sebeplerindendir.
Bu nedenle Osmanlı Devleti ile İngiltere ve Fransa arasında Sykes – Picot Anlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşmaya göre Osmanlı Devleti’nin Orta Doğu toprakları, İngiliz hükümeti adına Mark Sykes ile Fransa hükümeti adına Georges Picot tarafından 16 Mayıs 1916 tarihli gizli antlaşma ile paylaşılmıştır. Buna göre Suriye, Lübnan ve Kilikya bölgelerini Fransa; Ürdün, Irak ve Kuzey Filistin’i İngiltere alacaktır. Bu paylaşımda Orta Doğu topraklarının sahip olduğu zengin enerji kaynakları temel belirleyici olmuştur. Artık Orta Doğu’da yaşanan ve yaşanacak olan savaş ya da krizlerin en temel sebebi ortaya çıkmış bulunmaktadır. Geçmişten bugüne hala Orta Doğu topraklarında savaş, kriz ve çatışmalar sürmektedir.
İki Dünya Savaşı Arasında Ekonomik, Siyasi ve Tarihi Düşmanlık ve Çatışmalar
Bu dönemin en belirgin özelliği 1922’de İtalya’da Benito Mussolini’nin iktidara gelmesi ve Büyük İtalya’yı kurma hayalidir. Almanya’da ise Alman Nasyonel Sosyalist İşçi Partisi (NAZİ) güçlenmeye başlamıştır ve 1933 yılında Adolf Hitler Başbakan olmuştur.
1930’lu yıllara gelindiğinde sanayi de kömür yerini yavaş yavaş petrole bırakmaya başlamıştır. Dünyadaki zengin petrol kaynakları keşfedildikçe o bölgeler üzerinde hesaplar yapılmaya başlanması dikkat çekmektedir. Özellikle İngiltere kendi donanmasının yakıtını bile kendisine sömürge yaptığı ülkelerden karşılamakta İngiltere adasında bulunan kömür madenlerine hiç dokunmama stratejisi gütmektedir. Bu durum Uluğbay’a göre daha fazla güç, daha fazla hız ve daha yüksek ateş gücü gereksinimi olarak ifade edilmektedir.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, 1930’lardan itibaren dünya petrol üretimi yükseliş göstermeye başlamıştır. 1920’de 900 milyon varil olan üretim 1930’da 1700 milyon varile, 1935’te 2000 milyon varilden 1940 yılında yaklaşık 2350 milyon varile ulaşmıştır. 1945 yılında savaş bittiğinde ise 3000 milyon varile çıkmıştır. I. Dünya Savaşı ve II. Dünya Savaşı arası dönem de kömür üretimi 1.500 ton iken petrol üretimi 1.600 milyon varil olarak kömürün önüne geçmiştir. Tam 5 yıl sonra 1940’da ise petrol üretimi 2.400 milyon varile yükselirken, SSCB’nin maden kömürü üretimi artışına rağmen dünya kömür üretimi önemli ölçüde gerilemiştir.
II. Dünya Savaşı ve Enerji Kaynaklarına Sahip Olma Mücadelesi
I. Dünya Savaşı sonunda galip devletler, yenilen devletlere ağır ekonomik, siyasi ve askerî yükler getirmişlerdir. Ayrıca savaşın sonunda Osmanlı Devleti, Rus Çarlığı, Avusturya – Macaristan İmparatorluğu yıkılmıştır. 1925 Locarno Antlaşması ve 1928 Briand – Kellogg Paktı ile uluslararası politikada yumuşama ve iş birliği esas alınmış barışın korunması ve sürekliliği için uğraşılmıştır. 1929 Dünya Ekonomik Krizi ve 1931’de Japonya’nın Mançurya’yı işgal etmesi yeni bir savaşın habercisi olmuştur. Japonya’nın amacı Mançurya’da bulunan enerji kaynaklarını ele geçirmek ve oradan Çin’e saldırmak ve Çin’i sömürerek kendisi için büyük bir pazar haline getirmekti.
I. Dünya savaşının bitiminde galip devletler, Almanya’ya çok ağır ekonomik, siyasi, askeri hükümler uygulamaya çalışmıştır. Almanya’ya uygulanan bu hükümler daha sonrasında Almanya’nın uygulanan ağır hükümlerin etkilerine karşı tepkiler geliştirmesinde önemli rol oynamıştır. Örneğin; Versailles Antlaşması; siyasi, ekonomik ve askeri konularda ağır cezalandırıcı hükümler içeriyordu. Almanlar, Doğu Fransa’nın işgali sırasında buradaki kömür ocaklarını tahrip etmeleri nedeniyle Fransa’ya tazminat olarak büyük miktarlarda kömür tazminatı ödemeyi ve Alman denizaltılar tarafından batırılan gemilere karşılık İngiltere’ye Alman ticaret filosunun büyük kısmını vermeyi kabul etmişlerdi. Yine bu antlaşmayla Almanya’nın yedi milyar doları bulan dış varlıklarına el konulmuş, Almanya’nın belli başlı nehirleri uluslararası statüye kavuşturularak, gümrük tarifelerini yükseltme hakkı sınırlandırılmıştır.
Almanya II. Dünya Savaşı başlar başlamaz, I. Dünya Savaşı’nda kaybettiği Alsace-Lorraine’ni ele geçirmek için işgal etmiştir. Bu sayede savaş boyunca ihtiyacı olan enerjiyi burada bulunan demir ve kömür madenlerinden almıştır. Almanya ardından, yine savaşı sürdürebilmek için gereken yakıtı Bakü’yü ele geçirerek sağlamayı planlamış ancak başarılı olamayınca doğu muharebelerini, müteakiben tüm savaşı kaybetmiştir. Yani enerji kaynakları birçok devletin kaderinde en etkili aktör konumuna dönüşmüştür.
Müttefik devletler ise Almanya’nın güç kaybetmesini istiyorlardı. Bu nedenle Almanya’ya Norveç’ten giden İsveç kömür cevherinin durdurulması için uğraşmışlardır.
Almanya Doğu cephesinde Moskova’ya saldırmıştır. Oradan güney yönüne saldırıya geçerek Kafkaslar’dan İran’ı almayı planlamıştır. Bu şekilde buradaki petrol kaynakları Alman’ların eline geçecektir. Alman ordusu 1942 Mayıs ayında Kırım’ı almış ve Maikop Petrol Bölgesi ile SSCB Kimya Endüstrisinin 1/3’ünü ve kömür ve elektrik kaynaklarının yarısını ele geçirmiştir. SSCB orduları Stalingrad’a çekilmiş ve Stalingrad ‘da mücadele üç ay sürmüştür. Almanlar, Stalingrad’ı ele geçirip buradan Bakü Petrollerine ulaşmayı hedeflemiştir.
Sonuç olarak II. Dünya Savaşı da petrol paylaşım savaşı olarak tarihteki yerini almıştır. Kömür çıkarımı sorunları ile petrol kullanımının ve taşınmasının kömüre göre kolaylığı, petrolü önplana çıkarmaya başlamış ve bu durum, petrol kaynaklarına sahip olmayan ülkeleri endişelendirerek petrol bölgelerine sahip olma eğilimini arttırmıştır. Bu bağlamda yukarıda yeralan harita da görüleceği gibi II. Dünya Savaşı’ında Almanya’nın ana hedefi petrol bölgelerini ele geçirerek egemenlik kurmak buradan güçlenerek egemen devlet olmaktır.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra, dünya petrol üretimi olağanüstü yükselerek, 1945’de yıllık 3.000 milyon varile ulaşmıştır. Petrol üretiminin bu gelişimine, doğal gaz ve nükleer enerji üretiminin ilk ürünleri de eklenmiş ve böylelikle enerji kaynakları çeşitlenmiştir. Ancak petrol daha stratejik bir unsur haline gelmiştir.
SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ DÜNYA ENERJİ SAVAŞLARI VE KRİZLERİ
İran Krizi ve Soğuk Savaşa Giden Yol
Soğuk savaşı hazırlayan olaylar arasında İran’da yaşanan gelişmeler oldukça önemlidir. İngiltere ve SSCB, İranı işgal etmiş olan iki ülkedir. 1942 yılında her iki ülkede İran’da bulunan birliklerini İran’dan çekme kararı almışlardır. Birlikleri çekme zamanı geldiğinde İngiltere İran petrollerinin olduğu bölge dışında kalan yerlerden çekilmiştir ama SSCB’ne ait birlikler, İran’ın kuzeyinden çekilmemişlerdir. Kısaca her iki ülkede çekilme kararına tam olarak uymamıştır.
İran bu sorun karşısında SSCB ve İngiltere hakkında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine “baskıyla petrol ayrıcalıklarını elde etmeye çalıştıkları ve Azerbaycan’daki özerklik hareketlerini destekledikleri” için şikâyette bulunmuştur. Güvenlik Konsey’i tarafların karşılıklı görüşerek anlaşmasını uygun bulmuştur. Görüşmeler sonunda Sovyetler Birliği, İran’ın Kuzey bölgesinden petrol ayrıcalığı ve Azerbaycan’ın özerklik hareketini tanıması karşılığında askerlerini çekeceği sözünü vermiştir. Fakat İran Başbakanı Musaddık bu anlaşmaya uymamış ve yabancı ülkelere hiçbir ayrıcalık tanınmayacağı konusunda bir yasa çıkartarak petrol ayrıcalıklarını kaldırmış ve Azerbaycan’daki özerklik hareketlerini de bastırmıştır.
Bu durum İran için uzun soluklu bir çatışma dönemi yaratmıştır. İran SSCB ile problemlerini çözmüştür ama İngiltere ile çözememiştir. Bunun nedeni İran petrolünü İngiliz petrol şirketi BP işlemekteydi. İngiltere herzaman bunu siyasi arenada İran’ın aleyhine bir baskı aracı olarak kullanmıştır. İngiltere ve BP ile yaşanan gerilimler ülkede iç siyasi karışıklıkları da tetiklemiştir. O dönemde Başbakan olan Musaddık petrol endüstrisini devletleştirmiştir. Bu durum bütün Batı’nın İran’ı karşısına almasına neden olmuştur.
Başbakan Musaddık petrolü devletleştirme yasası ile İngiliz şirketi olan BP’yi feshettmiştir. İngiltere bu fesihi tanımama kararı almıştır. Musaddık bu süreçte İran’da o dönem güçlü olan komünistlerden ve dışarda da SSCB’den güç alarak İran’ın iç ve dış siyasetini sürdürmüştür. Batı devletleri Musaddık’ı devirmek için işbirliğini yapmışlardır. Bu gelişmelerin sonucunda Musaddık hükümeti büyük bir ekonomik güçlük içine düşmüştür. 1954 yılında Şah’ın yönetimi tekrar ele almasıyla İngiltere ile yeni bir petrol anlaşması imzalanmıştır. Sekiz yabancı şirketin konsorsiyum hisselerinin % 40’ı, İngiltere’ye, % 60’ıda öteki şirketlere verilmiştir.
Başbakan Musaddık’tan sonra İran’da kurulan şahlık rejimi ABD ile dostluk ilişkileri kurmuştur. Fakat sonrasında Şahlık rejimi de, enerji politikalarında millileştirme çabalarına girişince 1979 yılında yıkılmıştır. İslam Devrimi ile yıkılan Şahlık Rejimi yerine İran İslam Cumhuriyeti kurulmuştur.
Orta Doğu Petrolleri ve Süveyş Krizi
Orta Doğu Bölgesi stratejik konumu nedeniyle tarih boyunca birçok devletin dikkatini çekmiş, uluslararası çekişmelerin nedeni ve uluslararası güçlerin güç dağılımında etkili olmuştur. İnsanlık tarihinin ve uygarlığın adeta beşiği olan Orta Doğu, daha önceki asırlarda olduğu gibi, XX. yüzyılda da dünyanın en önemli bölgelerinden biri olma özelliğini sürdürmüştür. Ortadoğu’nun XX. yüzyılda önemli olmasında dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahip olması da rol oynamıştır. Ayrıca çıkarılan petrolün kaliteli ve maliyetinin ucuz olması bu önemi perçinlemiştir.
II. Dünya savaşından sonra ABD, Orta Doğu’da ağırlığını hissettirmeye başlamıştır. Savaş bittikten sonra da, ABD ve SSCB’nin rekabeti Orta Doğu politikalarını etkilemiştir. Soğuk Savaş döneminde, SSCB’nin Orta Doğu üzerinde etkinliğini engelleyecek, özellikle Orta Doğu petrollerinin güvenli ve uygun fiyatlarla akmasını sağlayacak politikalar ABD’nin bölgedeki yaklaşımının temelini oluşturmuştur. İki süper güç arasındaki mücadele, politikaları etkileyerek Orta Doğuda bölgesel “soğuk savaş” yaşanmasına sebep olmuştur.
Ortadoğu bölgesinde İsrail devleti kurulduktan sonra en büyük kriz Süveyş Kanalının millileştirilmesi olmuştur. Süveyş Kanalı Asya ile Afrika’yı birbirine bağladığı için Batı açısından son derece önemli stratejik bir konuma sahiptir. Dolayısıyla Nasır, Süveyş Kanalını millileştirerek Batı emperyalizmine karşı meydan okumuştur. İngiltere aynı İran krizinde olduğu gibi bu durumu kabul etmemiştir. Bu nedenle Nasır’a karşı bir askeri harekât planlamıştır. Bu harekâtta İsrail 26 Ekim 1956’da Mısır’a karşı saldırıya geçmiştir. İngiltere ve Fransa Mısır’a bir nota vererek her iki tarafın kanaldan 10 mil geri çekilmesini istediler. Kanalı korumak içinde stratejik mevkileri işgale başladılar. ABD saldırı karşısında Sovyetler Birliği ile birlikte hareket etmiştir. ABD ve SSCB’nin amacı İngiltere’nin Ortadoğu üzerindeki gücünü kırmak ve Ortadoğu enerji kaynakları üzerinde söz sahibi olmaktır.
Mısır’ın saldırıya uğraması Arap dünyasında yoğun tepkilere ve Pan-Arabizmin canlanmasına neden olmuştur. Savaşın başından beri devam eden gösteriler anti Batıcı bir merkeze otururken Bağdat Paktına üye olan Irak’ın Arap davasına ihanet ettiği sık sık gündeme gelmekteydi. Ayrıca Nuri Sait Paşa da gösterilerin baş hedefi haline geldi. Mısır ve diğer Arap ülkelerinde batı karşıtı milliyetçi gösteriler yapılmıştır.
Bu süreçte, Suriye’de, Kerkük-Tropoli petrol boru hattına sabotaj yapılmıştır. Bu bölge İngiltere’nin kontrolünde olduğu için İngiltere zararını Irak’a ödetmiştir. Irak petrol gelirlerinden mahrum kaldığı için ekonomik kriz yaşamıştır.
Süveyş krizi İngiltere’nin bölgeden çekilmesine onun yerine ABD’nin bölgeye egemen olmasına neden olmuştur. Bir tarafta ABD yardımını kabul etmeyen Suriye-Mısır, diğer tarafta komünist bir tehditten korkan ve Batıyla ekonomik bağları olan devletlerdi. Bu durumu görüşmek üzere Şubat 1957 yılında Suudi Arabistan kralı İbni Suud Washington’da Irak veliahdı ile buluştu. Bu buluşma iki rakip devlet arasında işbirliğine gidileceğinin bir göstergesiydi. Burada Suudi Arabistan ile Irak arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi ve bu devletin Bağdat paktına daha olumlu yaklaşması Suudilerden istenmiştir.
Bu süreçte Başkan Eisenhovver, Ortadoğu ülkelerine askeri, ekonomik yardımlar sağlamak, yardım edilen dost ülkelere komünist bloktan bir saldırı gelmesi halinde silahlı kuvvetleri devreye sokmak amacıyla bir doktrin yayınlamıştır. Suudi Arabistan Başkan Eisenhovver tarafından oluşturulan doktrine olumlu yaklaşmış ve Dhahran üssünün kullanım süresini uzatmıştır. Mısır’ın ve Arap ülkelerinin lideri olarak kabul edilen Nasır’a karşı yeni bir blok kurma girişimi başlamıştır. Bu blokta Lübnan, Sudan, Fas, Tunus ve Libya yer almıştır. Suriye ve Mısır iyice yalnızlığa itilmiştir. 1957 Haziran’ında Suud Kralı, Amman’a, Kral Hüseyin’de Bağdat’a giderken bu Arap dünyasında yeni bir arayışın başlangıcını sembolize etmekteydi.
Ülkeler | Rezerv (Milyar Ton) | Dünya Toplam Rezervine Oranı (%) |
Suudi Arabistan | 36.3 | 19.8 |
İran | 18.9 | 10.3 |
Irak | 15.5 | 8.6 |
Kuveyt | 14 | 7.6 |
Birleşik Arap Emirlikleri | 13 | 7.3 |
Libya | 5.8 | 3.3 |
Katar | 2.8 | 2 |
Cezayir | 1.5 | 0.9 |
ABD’nin Orta Doğu’ya girmesi uluslararası rekabetin artmasına neden olmuştur.Suudi Arabistan’daki petrol araştırma ve üretim amacıyla kurulmuş olan ilk ABD’li petrol şirketi CASOC olup bu şirket 1944’de ARAMCO adını almıştır. O dönemde Suudi Arabistan’da yapılan petrol rezervi araştırma çalışmaları sonucunda 16 milyar ton petrol rezervine sahip Ghawar kaynağı, Kuveyt bölgesinde 8 milyar ton petrol rezervine sahip Burgan kaynağı ve 4 milyar ton petrol rezervine sahip Safiniye kaynağı keşfedilmiştir. Söz konusu bu rezervler halen küresel ölçekte en büyük petrol rezervleri arasında yer almaktadır. Suudi Arabistan bölgesinde üretilen petrolün ABD’de üretilen petrole göre önemli oranda maliyet avantajı bulunmaktadır. Varil başına petrol üretim maliyeti ABD’de ortalama 10 $ civarındayken Suudi Arabistan bölgesinde petrol üretim maliyetleri 0,5 ile 2 $ arasında değişmektedir.
İngiltere 75 yıl boyunca kontrol ettiği Süveyş Kanalı, Mısır’a geçince başta İngiltere olmak üzere Batı, en önemli petrol yolunu kaybetmiştir. Bu kriz İngiltere’nin enerji temin maliyetlerinin artması ve dış borçlarının ödenemez hale gelmesi ile sonuçlanmıştır.
Krizden sonra Batı Avrupalı devletler dünya egemenliklerini kesin olarak ABD’ye kaptırmış ve Amerika’nın desteği olmadan enerji bölgelerinde hareket edemeyeceklerini anlamışlardır.
Ortadoğu bölgesi, II. Dünya Savaşında itibaren Türkiye’den İsrail’e, Mısır’dan, Suudi Arabistan’a kadar dünya politikasında önemli rol oynamıştır. Bölge Sanayi Devrimi sonrası Avrupa devletlerinin ana sömürge merkezi olurken dünyanın hegemon devleti olmak isteyen devletler içinde önemi artmıştır. Ayrıca bölgenin dünyanın en fazla petrol rezervine sahip olması da Ortadoğu üzerinde gerçekleşen mücadelelerin sürmesini şiddetlendirmiş bölgenin dünya ekonomi politikasında belirleyici olmasını sağlamıştır.
Buradaki çelişki dünyanın en fazla petrol üreten bölgelerinin en az petrol tüketen ve gelişimleri çok zayıf seyreden yoksulluğun yüksek olduğu yerler olmasıdır. Bu çelişki ve çatışma Orta Doğu bölgesi için hala devam etmektedir. Dünya Petrolünün % 70’ini üreten Orta Doğu ve Afrikadır fakat yalnızca % 4’ünü tüketmekte, % 10’unu üreten Kuzey Amerika, Batı Avrupa ve Japonya % 75’ini tüketmektedir. Bu ülkeler Orta Doğu ve Afrika petrollerine bağımlıdır.
ARAP İSRAİL SAVAŞLARI VE ENERJİ SORUNU
Orta Doğu’da yaşanan çatışmalarda en temel çelişki dini ya da etnik farklılıklar olarak görülsede aslında enerji kaynaklarının yaratacağı zenginlik ve gücü ele geçirmek daha da önemlidir. Özellikle Filistin’de kurulacak olan yeni bir Yahudi devleti Orta Doğuda yaşanacak olan yeni çatışma ve savaşların habercisi niteliğinde olmuştur. İsrail Devleti’nin ilan edildiği 1948 yılından itibaren Orta Doğu’da savaşlar ve krizler hiç ara vermeden bugüne kadar devam etmiştir. İsrail Devleti, 1947 yılında Birleşmiş Mİlletler Taksim Planıyla Filistinlilere bırakılmış olan Batı Şeria Ürdün’e, Gazze şeridi ise Mısıra verilmiştir. İsrail’in kuruluşu ve ardından yaşanan Arap-İsrail Savaşı ise çok sayıda Filistinlinin ölmesine ve yurtlarından edilmelerine yol açmıştır.
İngiltere II. Dünya Savaşı’ndan önce Filistin’de yürüttüğü “manda” yönetimi konusunda ikileme düşmüştür. Bu ikilem bir yanda I. Dünya Savaşı içinde Yahudilere verilen bir yurt sözü ve diğer yandan o bölgede yürüttükleri petrol çıkarları ve bölgenin bu nedenle stratejik önemi yürüttüğü politikalarda önüne engel koyabiliyordu. 14 Mayıs 1948 de Tel-Aviv’de toplanan Yahudi Milli Konseyi yayınladığı bildiriyle Yahudi Devletinin kuruluşunu ilan etmiştir. Bunun hemen akabinde Amerika Birleşik Devletleri ve daha sonra Sovyetler Birliği bu devleti tanıdığını bütün dünyaya ilan etti. Bu gelişmelerin hemen öncesinde İngiliz birlikleri bölgeyi terk etmeye başlamışlardı.
1967 Arap-İsrail Savaşları
1967 Savaşı’na giden süreçte artan Arap milliyetçiliği ve bu milliyetçiliğin önderi olan Mısır ve Suriye’nin İsrail’e karşı tutumları da rol oynamıştır. 1967 Savaşı yerel, küçük çaplı ve daha çok su kaynakları için yapılan çatışmaların yol açtığı bir savaş olarak tarihteki yerini almıştır. Savaşa götüren nedenlere bakılırsa; 1949 ateşkes anlaşması ile Galile Gölünün kuzeyindeki stratejik toprakları elinde bulunduran Suriye ve İsrail’in bir güvenlik darboğazına girdiği görülmektedir.
Orta Doğu’daki su sorunu açısından bakıldığında Golan’ın en önemli özelliği bölgenin Suriye, Lübnan ve Ürdün’ün yüksekliklerinden kaynaklanan nehirlere sahip oluşudur. Bu nehirler ve Golan tepeleri İsrail’in su ihtiyacını karşıladığı Galile Gölü’ne kadar uzanmaktadır. İsrail’in yıllık su tüketiminin yüzde 15’i bu bölgeden karşılanmaktadır.
Arap- İsrail savaşları ilk olarak 1948 yılında yaşanmıştır. Daha sonrasında, 1967’de 6 Gün Savaşı, 1973’de Yom Kippur Savaşı, 2006 yılında Lübnan-İsrail Savaşı ve en son 2008’de Gazze çatışmaları şeklinde süregelmiştir. Bu savaşlarda ABD, İsrail’e herzaman tam destek vermiştir. Bunun nedeni ise Orta Doğu topraklarında bulunan petrol rezervlerini kontol altında tutmaktır. Bu nedenle İsrail ABD’nin Orta Doğu’daki petrol rezervlerinin koruyucusudur.
Kocaoğlu’na göre, bu savaşların en belirgin sonuçları, İsrail’in sürekli Arap topraklarını kendi ülkesine katmasıdır. 1967 yılında yaşanan 6 Gün Savaşı sonucu İsrail topraklarını dört katına çıkarmıştır. 1973 tarihindeki Arap-İsrail Savaşı ise petrolün silah olarak kullanıldığı savaş olarak tarihe geçmiştir. OPEC üyesi ülkelerin ambargosu neticesinde petrol fiyatları yaklaşık % 400 civarı artmıştır. Daha sonra ortaya çıkan Lübnan ve Gazze Çatışmaları da İsrail’in hegemonyasını güçlendirmek için yaptığı girişimler olarak değerlendirilirken, petrol fiyatları 95 dolar civarına çıkmıştır.
Arap-İsrail sorunu II. Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan, enerji kaynağı bölgelerine yönelik bir sorun olup, henüz bir çözüme ulaşılmamıştır. Bu sorun, genel kaynaklarda İsrail ve Filistin’in varolma mücadelesi olarak algılanırken, aslında ABD için Orta Doğu’da petrol kaynaklarının “Bekçilik” ve “İleri Karakol” görevinin İsrail tarafından icrasından ibaret olduğu görülmektedir.
KÜBA KRİZİ VE ABD, SSCB ÇATIŞMASI
Başkan Eisenhower dönemi, ABD için Soğuk Savaş yıllarının başladığı ABD’nin dünyanın hâkim gücü olmak için çaba sarfettiği ve dünyada hala dengelerin oturmadığı bir dönemdir. Özellikle 1957 yılında Sovyetlerin ilk yapma uydu Sputnik’i uzaya fırlatması ve kıtalararası füzelere sahip olması (ICBM) kaydettikleri bilimsel ve teknolojik ilerlemeler ABD için endişe kaynağı olmuştur. Ayrıca SSCB’nin yayılmacı politikalarının Avrupa’yı korkutması nedeniyle Avrupa’ya ABD orta menzilli füzeler ”Jüpiter” ve “Thor” füzelerini konuşlandırmaya karar vermiştir. ABD’nin bu kararını İngiltere, İtalya ve Türkiye olumlu karşılamıştır. İngiltere’ye 60 Thor füzesi konuşlandırırken, İtalya ve Türkiye’ye toplam 45 adet Jüpiter füzesi gönderilecekti. Türkiye’ye 15 adet Jüpiter füzesi konuşlandırılmasına ilişkin Türk-ABD antlaşması 28 Ekim 1959’da imzalandı. Küba krizinde, Sovyetler Birliğine ve diğerlerine göre coğrafi yakınlığından olsa gerek Türkiye’ye yerleştirilen bu Jüpiterler daha çok gündeme gelecekti.
Jüpiter füzeleri, Küba krizinin nedenlerindendir ama füzelerin asıl rolleri krizin sonuçlandırılmasında ortaya çıkmıştır. Sovyet füze rampalarının Küba’da hava fotoğraflarıyla saptanması ile 6 Ekim 1962’de kriz patlak vermiştir. Krizin hemen öncesinde Türkiye’deki Jüpiter füzelerinin Sovyetler ve Küba’yla giderek artan askeri ilişkilerde ve silah yardımında bir örnek teşkil edeceği buna bağlı olarak da füzelerin Sovyetlerce bir pazarlık konusu yapılabileceği ABD yönetiminde giderek artan ölçüde tartışılıyordu.
Jüpiterler konusunda bir karara varılmamıştı ki, Küba’da SSCB füzelerinin varlığı tesbit edildi ve bir dünya krizi patlak verdi.1961’de yaşanan Küba krizininde Paktların birbirini çevrelemesi ve enerji taşıma yollarının kontrolü amaçlı bir kriz olduğu söylenebilir. 1960 yılına kadar ABD, şeker ithalatının %83’ünü, Küba’dan karşılarken, SSCB de 1991 yılına kadar petrol ile şeker takası yapmıştır. Küba Krizinin ardından ABD enerji güvenliğini temin için, asıl hedefi Orta Doğu bölgesi olan, Çevik Kuvvet uygulamasını başlatmıştır.
KONGO KRİZİ VE KONGO’NUN ZENGİN MADEN YATAKLARI
Kongo Orta Afrika’da oldukça verimli topraklara ve zengin doğal kaynaklara sahip bölgedir. Bu bölgenin Fransız sömürgesi haline gelmiş bölümü günümüzde Kongo Cumhuriyeti olarak anılmaktadır.
Afrika’nın en büyük ve en fakir ülkelerinden biri olan Demokratik Kongo Cumhuriyeti, bağımsızlığının ardından iç ve dış çatışmaların odağında yer almıştır. Ruanda, Somali ya da Sudan gibi Afrika’nın eski sömürge ülkelerindeki çatışmalar uluslararası krize dönüşürken; Kongo’daki çatışmalar ülkenin tüm komşularını taraf haline getiren bir iç savaşa dönüşmesine rağmen, uluslararası medyada diğer bölgesel krizler kadar yer bulamamıştır. Zengin doğal kaynakları, karışık etnik yapısı, yüzölçümünün büyüklüğü ve kıtanın ortasındaki stratejik konumu ile Demokratik Kongo Cumhuriyeti ya da eski adıyla Zaire, 1960 yılında bağımsızlığını kazanmasından beri değişen süreçlerde düşük ya da yüksek yoğunluklu pek çok çatışma yaşamıştır.
I. Dünya Savaşı’nın ardından Ruanda ve Urundi’nin de Belçika mandası altına girmesiyle Kongo, Afrika’nın en geniş ve sahip olduğu kaynaklar ile en zengin sömürgesi halini almıştır. Bu durum bölgede pek çok ayrılıkçı grubun ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu gruplar farklı etnik yapı ya da din adına ayrılıkçı faaliyetler yürütmeye başlamıştır. Bu ayrılıkçı hareketlerin güçlenmesinde bir diğer önemli unsur da bölgede ekonomik faaliyetler yürüten şirketlerin desteğidir; örneğin Katanga bölgesinin bağımsızlığı için hareket eden gruplar Union Miniere du Haute-Katanga, Campaigne du Katanga, Societe Minirale de Belgique gibi şirketlerden yardım almışlardır.
Kongo yaşanan kriz zamanla uluslararasılaşmıştır ve Birleşmiş Milletler krize müdahale etmiştir. Bu süreçte, yeni bağımsızlığına kavuşan bu ülkede sosyalist bir rejim kurulmasını destekleyen Sovyetler Birliği, komünizmin yayılmasını durdurmak isteyen ve Batı’nın ekonomik çıkarlarını destekleyen ABD ile sorunun yeni bağımsızlığını kazanmış komşu ülkelere yayılmasından korkan eski sömürgeci güçlerin de olaya taraf olması ortamın daha da karışmasında etkili olmuştur.
Demokratik Kongo Cumhuriyeti Orta Afrika’ya hâkim stratejik konumu ile özellikle ABD’nin önemli kaynaklara ulaşım, ticaret yollarının kontrolü ve politik çıkarları açısından dikkatini çekmiştir. Bu nedenle ABD ülkenin kontrolünde ve güvenliğinde etkili olmak istediği için yolsuzluklara, ekonomik istikrarsızlığa ve insan hakları ihlallerine rağmen 1960’lı yıllarda iktidara gelmesini sağladığı Mobutu’yu desteklemeye devam etmiş, 400 milyon dolarlık silah ve askeri yardımda bulunmuştur.
Bunun yanında, illegal madencilik faaliyetleri ve halktan zorla alınan vergiler durumu daha da zorlaştırmıştır. Bu süreçte, Hizbullah ve başka terörist grupların Kongo elmaslarının, altının ve uranyumunun ticaretinden yararlandığı yönünde iddialar dahi ortaya atılmıştır. Kongo krizi’nin önemi; komşu ülkeler, uluslararası kuruluşlar, çok-uluslu şirketler ve terör örgütlerinin karıştığı bir kriz olmasında yatmaktadır. Bunun nedeni ise Kongo’da bulunan zengin enerji kaynakları ve madenlerin bulunmasıdır. Bu bağlamda ülkenin doğal kaynakları, özellikle de maden kaynakları üzerindeki mücadele, Kongo’daki çatışmaların krize dönüşmesine neden olmaktadır. Kongo’daki çatışma alanlarının önemli madenlerin çıkarıldığı bölgeler olması dikkat çekicidir.
Özellikle, 1990’lı yıllarda Kongo’da başlayan iç savaş özellikle doğu eyaletlerini karışıklıkların merkezi konumuna getirmiştir çünkü bu eyaletlerde elmas ve altın madenleri bulunmaktadır. Bu eyaletlerden Kasai ve Kivu zengin elmas ve altın madenlerine sahipken, Ituri eyaletinde zengin petrol yatakları, Katanga eyaletinde ise elmas, altın, tantalum, demir, manganez, kömür ve bakır madenleri bulunmaktadır.
Kongo’da Mobutu, iktidara geldiğinde devletleştirdiği ve kişisel çıkarı için kullandığı madencilik faaliyetlerini, özel sektöre de açmaya başlamıştır. Öte yandan farklı eyaletlerdeki yerel maden işletmeleri giderek güçlenerek, üretimi tekellerine almaya başlamıştır. Örneğin doğu eyaletindeki işletme, yerel otoritesini sağlamlaştıracak polis gücüne sahip, yazılı olmayan kendi kurallarını uygulayan, devlet içinde küçük bir devlet konumuna gelmiştir.
Kongo’daki madenler, yalnızca ülke içindeki güç mücadelesinin odak noktasında yer alan unsurlardan biri değildir. Kongo krizine komşu devletler olan Uganda ve Ruanda, Kongo’nun doğusundaki maden kaynaklarından (elmas, tantalum ve altın) gelir elde etmektedirler. Örneğin Ruanda ordusunun 1999-2000 yılları arasında tantalum ticaretinden ayda yaklaşık 20 milyon $ kazandığı tahmin edilmektedir. Yasadışı olarak yürütülen bu ticaret aynı zamanda savaşan güçleri finanse de etmektedir. Bu çatışmalardan doğan istikrarsızlık ve otorite boşluğu, yasadışı faaliyetleri daha da güçlendirmektedir.
VİETNAM SAVAŞI
II. Dünya savaşı sırasında Vietnam, Japon’ların eline geçmiştir ve bu savaşta Japonlar yenileceklerini anlayınca, ülkede milliyetçi duyguları körükleyerek bölge halkını silahlandırmıştır. Sonra da İmparator Bao Dai’nin yönetimine bırakarak çekilmiştir. Savaş bittiğinde ise ülke Fransız’lar ve İngiliz’ler tarafından işgal edilmiştir. Bu nedenle Çin ve ABD Viet Minh ve önderi Ho Şi Minh’i destekliyorlardı. Viet Minh ülkedeki en güçlü milliyetçi örgütlerden biriydi Fransa ile yaşanan çatışmalar sonucu Vietnam 17. Enlem çizgisinden ikiye bölünmüştür.
ABD Vietnam ilişkileri II. Dünya Savaşında Vietnama verilen destekle başlamıştır ama Başkan Truman döneminde bu ilişkinin boyutu değişmiştir. Çünkü ABD dünya üzerindeki rolünü değiştirmeye başlamıştır ve ABD’nin politikalarında “Demir Perde” ve “Çevreleme” gibi kavramlar belirleyici olmaya başlamıştır. Başkan Truman Avrupa’daki çevreleme politikasını Vietnam’ıda içine alacak şekilde genişletmek istemiştir.
Başkan Eisenhower döneminde ise ABD, Fransa’ya Vietnam’daki iç savaşta yardım etmeye başlamıştır çünkü Çin’in Kuzey Vietnam’a yapacağı yardım ve destek ABD’yi korkutmuştur. ABD ve Vietnam arasındaki gerginlik 1954-1956 arasında tırmanmaya başlamıştır. Ho Şi Minh’in Moskova ve Pekin’le yaptığı dostluk antlaşması da ABD’yi telaşlandırmıştır.
ABD ve Vietnam ile daha öncesinde de Vietnam ve Fransa ile yaşanan savaş, dünyanın güç dönüşümün habercisi olmuştur. Bu bağlamda Paktların birbirini çevreleme ve enerji bölgelerinin/nakil hatlarının kontrol edilmesine yönelik bir savaş olması nedeniyle oldukça önemlidir. Kuzey Vietnam, SSCB ve Çin desteğinde, Güney Vietnam ise ABD ve diğer kapitalist devletlerin desteğinde olan devletler olmuştur. ABD’den çok uzak olan bu ülkede yapılan savaşın nedeni, aslında petrol tankerlerinin güvenliği olarak bakılmalıdır. Vietnam bugün Asya-Pasifik bölgesinin üçüncü petrol rezervine sahip ülkesidir.
KIBRIS KRİZİ
Kıbrıs krizi, uluslararası bir uyuşmazlık olarak, 1955 yılından bu yana Türk dış politikasının ana konularından birini oluşturmaktadır. Türkiye’nin Kıbrıs krizine taraf olmasının temel nedenleri; Ada’nın geçmişte Türk hâkimiyetinde ve Ada’nın, Türkiye’nin Akdeniz kıyılarına yakınlığı nedeniyle jeopolitik/jeostratejik açıdanönemli olmasından kaynaklanmaktadır.
Osmanlı’dan bugünlere problemlerin bitmediği Ada da İngilizler hâkim olmaya başlayınca self-determinasyon ilkesi uygulanmaya çalışmıştır, 1956-1958 yılları arasında sorunun çözümü için çeşitli planlar ortaya konmuşherhangi bir sonuca varılamamıştır.
Ayrıca, 1963 “Kanlı Noel Olayları” olarak tarihe geçen silahlı şiddet eylemleri de 1963-1964 “Kıbrıs Krizi”nin başlangıcını oluşturmuştur. Türkiye ve Yunanistan’ın NATO üyesi olması ve ilişkilerinin gerginleşmesinin NATO’nun güneydoğu kanadında yarattığı/yaratacağı çatlak karşında ABD devreye girerek sorunun çözümü için ağırlığını ortaya koymuştur.
Kıbrıs Adası, Orta Doğu, Kafkaslar ve Orta Asya’daki enerji kaynaklarının dış dünyaya açılan yolunun üstünde yer alan bu bağlamda stratejik olarak oldukça önemli bir ada üs konumundadır. Bu yolda, Cebelitarık, Süveyş ve Karadeniz üzerinden işleyen deniz ticaretinin kontrolünün yapılması ve aynı zamanda Orta Doğu’daki petrol merkezlerine ulaşma ve orada kriz bölgelerine kolay müdahale edebilmek için önemli bir askeri üs görevi de görmektedir. Bu nedenle, İngiltere, Kıbrıs’tan vazgeçmemektedir ve buradaki üslerini kapatmamaktadır.
Kıbrıs adası Türkiye içinde, güneyden Akdeniz’e emniyetli çıkış imkânı sağlaması ve bölgedeki deniz ulaştırma hatlarını kontrol altında tutması açısından önem taşımaktadır. Bu bağlamda Kerkük-Yumurtalık ve Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hatlarının İskenderun körfezine açılması ve yeni planlanan petrol ve doğal gaz hatlarının da İskenderun Körfezi’ne kadar uzanacak olması, Kıbrıs’ın Türkiye için stratejik önemini bir kat daha arttırmıştır. Enerjinin ve endüstri ürünlerinin dünya pazarlarına İskenderun ve Mersin limanlarından ihraç edilmeye başlandığı dikkate alındığında, İskenderun Körfezi’nin bir enerji terminali ve bir ticaret merkezi durumuna geldiği görülmektedir.
Sonuç olarak Kıbrıs Türkiye için neden önemlidir diye baktığımızda Ada, Akdeniz’in ortasında ve sabit bir uçak gemisi şeklindedir. Kıbrıs’ın asıl önemi, enerji bölgeleri ve enerji hatlarının Akdeniz’deki kontrol merkezi olmasından kaynaklanmaktadır. Kıbrıs Adası’nın, Doğu Akdeniz, Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının birleştiği bir konumda bulunması ona geniş bir coğrafyayı kontrol etme imkânı da sağlamaktadır. Özellikle Hazar Havzası, Süveyş Kanalı, Karadeniz ve Boğazlar, Irak, Cezayir’den gelen ve Ada’nın güneyinde tespit edilen petrol ve doğal gazın naklinin güvenliği için Kıbrıs oldukça stratejik önemdedir. Bu nedenle enerjiye en çok gereksinim duyan ABD, İngiltere ve Rusya gibi güçlü ülkelerin gözbebeği durumundadır. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin AB üyeliğine girmesi Kıbrıs’ın enerji-politiği açısından Türkiye’yi olumsuz etkilemiştir. Yunanistan ve Mısır’la birlikte Doğu Akdeniz havzasındaki doğalgazın çıkarılması konusunda anlaşan Kıbrıs Rum Yönetimi “Türkiye bu havzada doğalgaz arayamaz” demiştir. Bu durum Türkiye açısından oldukça sıkıntı yaratıcı bir süreç olarak gözükmektedir.
İRAN – IRAK SAVAŞI
Dicle ve Fırat nehirlerinin modern Irak’ın güneyinde yer alan Kurna mevkiinde birleştikleri noktadan Basra Körfezine kadar uzanan yatağa Şattül-Arap nehri adı verilir. Şattü’l-Arap bölgesini önemli kılan faktörlerden biri buradaki Şattü’l-Arap ve Karun nehirlerinin gemi ulaşımı açısından elverişli olmasıdır. Bu gemi ulaşımı hem ticari hem de askeri olarak Basra Körfezi’ne ve oradan da dünyanın farklı noktalarına ulaşım demektir. Şattü’l-Arap nehrinin ulaşım açısından sağladığı bu kolaylık bölgedeki çatışmanın nedenlerinden bir tanesidir.
Şattü’l-Arap’ın stratejik önemi 20. yüzyılın başında bölgede petrolün bulunmasıyla bir kat daha artmıştır. Şattü’l-Arap ve Karun nehirlerinin gemi taşımacılığına elverişli olması 20. yüzyıl başında bölgede ciddi anlamda petrol arama çalışmalarının başlamasına sebep olmuştur
Bölgede 1901 tarihinde başlayan petrol arama çalışmaları nihayet 1908’de meyvesini vermiş ve Huzistan eyaletinde yer alan Mescid-i Süleyman’da bulunan geniş petrol kaynakları sonucu 1909 yılında “Anglo-Persian Oil Company Limited” kurulmuştur. Mescid-i Süleyman’da petrolün keşfinden sonra bu petrolün taşınma ve pazarlanma süreçleri gündeme gelmeye başlamış ve petrolün buradan denize taşınması için boru hatları inşa projesi başlatılarak üç sene içerisinde bitirilmiştir. Bunun yanı sıra şirket kurulduğu sene, Abadan adasında rafineri inşa etmiştir. Petrol arama çalışmaları ve petrol üretimindeki hızlı artış, ulaştırma sorununu ön plana çıkarmış ve böylece Şattü’l Arap ve Karun nehirlerindeki gemi ulaşımı daha da önem kazanmaya başlamıştır. Şirketin 1914 yılında İngiliz Deniz Kuvvetleri ile bu kurumun petrol ihtiyacını karşılamak üzere yaptığı anlaşma sonucu İngiliz Deniz Kuvvetleri yakıt kullanımında kömürden petrole geçmiş bölge bu nedenle İngiltere için vazgeçilemez olmuştur. 1921 yılında İngiltere mandası altında olmak üzere Irak Haşimi Krallığı kurulmuştur. Bölgede güçlü ve köklü bir devlet olan İran modern Irak Devletini 1929 yılına kadar tanımamıştır. İki devlet arasındaki anlaşmazlıklar 1932’de Irak’ın bağımsızlığını kazanmasıyla yeniden alevlenmiş ve 1934 yılında Irak, 1914’de imzalanan İstanbul Protokolünü dayanak göstererek İran’nın gösterdiği hasmane fiillerden dolayı Milletler Cemiyeti’ne şikâyet etmiştir. Bunun üzerine İran 1913 İstanbul Protokolünün onaylanmadığını iddia ederek anlaşmanın geçersiz olduğunu ilan etmiştir.
İran-Irak arasında bir süre durulan siyasi ortam 1954 yılında petrol üretimindeki artışla nedeniyle tekrar alevlenmeye başlamıştır. İran gemilerden geçiş için alınan vergiyi Basra Gümrüğü’ne ödemeyi reddediyordu. Yaşanan gerilim 1974’de Cezayir’in arabuluculuğuyla 13 Haziran 1975 tarihinde anlaşmayla sonuçlanmıştır. Cezayir Anlaşması olarak da bilinen bu anlaşmayla Irak, İran’ın talepleri doğrultusunda tüm Şattü’l-Arap nehri üzerinde sınırın Talweg prensibine göre belirlenmesini kabul ediyordu. Anlaşma uzun sürmemiş ve 1979’da İran’da meydana gelen İslam Devrimi neticesinde iki ülke ilişkileri tekrar kötüleşmiştir. 1980 yılında ise İran-Irak savaşı patlak vermiştir.
İran-Irak Savaşı, görünürde sınır anlaşmazlığı, yani Şattü’l- Arab’ın paylaşımı gibi sebeplerden kaynaklanmıştır ama bu savaş enerji kaynağı bölgesi ülkelerin birbirleri ile savaşması ve petrole yön vermede hegemonya mücadelesi olarak tanımlanabilir. Irak’ın 1980 yılında İran’a saldırması sonucu çıkan savaşla birlikte petrol üretimi %10 düşmüştür. Fiyatlar 14 $’dan 35 $’a yükselmiştir. Hem Irak hem de İran bu durumdan çok etkilenmiştir. Savaşın Irak açısından en stratejik hedefleri İran’ın petrol tankerleri iken, İran da Irak’ın nakil tesislerini hedef almıştır. Ancak Basra her iki ülke için de petrol nakli açısından çok önemli bir çıkış kapısıydı Bölge de yaşanan kaos ABD’nin işine yaramıştır ve ABD bölgeye müdahale ederek kontrolü ele geçirmiştir. ABD’nin bölgede güç elde etmesiyle birlikte bölgedeki kaos ve çatışma ortamı hiç durmamıştır ve günümüze kadar devam etmiştir.
SSCB’DEN – ABD’YE AFGANİSTAN VE ORTA ASYA ENERJİ KAYNAKLARI
Afganistan Enerji Kaynakları Çatışmaları
Doğal kaynaklar açısından Basra Körfezi’nden sonra, dünyanın en zengin bölgesi olarak Hazar havzası gösterilmektedir. Hazar havzasının bu önemi, XIX. yüzyılın hemen başlarında Afganistan’ın, İngiltere ve Rusya arasında bir çekişme merkezi olmasında rol oynamıştır.
ABD, Afganistan ile 1979 yılından itibaren ilgilenmeye başlamıştır. Sovyet Birliği’nin Afganistan’ı işgal etmesi, ABD’nin dikkatini bu bölgeye yöneltmesine yol açmıştır. SSCB’nin işgal sebeblerinden en önemlisi ise Afganistan üzerinden Basra Körfezi’ne ve dolayısıyla Hint Okyanusu’na inme hayalleridir. Bu durum, ABD için de bölgenin önemini ortaya çıkarmıştır. Bu nedenle ABD, İslamcı Afgan direniş gruplarına Suudi Arabistan ve Pakistan ile birlikte askeri ve finansal yardımlar yapmıştır.
SSCB’nin Afganistan’ı işgali Aralık 1979 ile Şubat 1989’a kadar on yıl sürmüştür. ABD, bu dönemde geleceğe yönelik enerji nakil hatları açısından kilit konumdaki Afganistan’ın kontrolünün Sovyetlere geçmemesi için Afganistan’da savaşan İslamcı terörist gruplara askeri ve ekonomik desteğini sürdürmüştür. Bu destek 1990’ların sonuna kadar devam etmiştir. ABD için Hazar havzası’ndaki enerji rezervlerinin dünya pazarlarına taşınması ve kendi bölgesel çıkarları açısından en kilit devlet Afganistan olmuştur. ABD ve SSCB arasında Afganistan üzerinden süren bu çatışma ve kriz ortamı Afganistan halkını yoksulluk, şiddet ve göçe zorlarken Afganistan devlet’i de müdahaleye açık ve istikrarsız bir ülke durumuna düşmüştür.
ABD bu bölgeyi önce Afganistan, Hindistan ve bazı Orta Asya devletlerinden oluşan müttefikler bloğu aracılığıyla kontrol altında tutmak istemiştir. Bu bağlamda Afganistan’daki istikrarsızlığı kontrol altında tutarak, Hazar havzası üzerinden Orta Asya’daki cumhuriyetleri de kontrolü altında olacaktır. Orta Asya’daki cumhuriyetlerin ABD etkisi altına girmeleri, ABD’nin Afganistan’daki askeri varlığını bölgeye yayması, böylece hem Afganistan’da, hem de bölgede daha rahat hareket edebilmesi açısından da önemlidir. Bu politika doğrultusunda ABD, Özbekistan ile askeri temelli Stratejik İşbirliği Antlaşması imzalamıştır.
Afganistan’ın işgali, Özbekistan ve Türkmenistan’la yakın ilişkileri ve Hazar enerji kaynaklarının Batıya taşınması ile ilgili projelerdeki müdahaleci rolü ile ABD, Rusya’nın nüfuz alanı olarak gördüğü bölgeyi hedef almıştır.
Bu bağlamda, ABD, 1990’ların başından itibaren CIA, Ulusal Güvenlik Konseyi ve Enerji ve Ticaret Bürosu’ndan önemli destekler alarak Türkmen doğal gazını, Afganistan, Pakistan ve hatta Hindistan güzergâhı ile önce Basra Körfezi’ne, sonra da dış pazarlara taşıyacak boru hattı projesini uygulamaya geçirmek istemiştir. 1993 yılında söz konusu proje için başkanlığını Teksas’lı petrol şirketi UNOCAL’in üstlendiği bir konsorsiyum oluşturulmuştur. 1997 yılında, dönemin AMOCO şirketi danışmanı Brzezinski, UNOCAL’in danışmanlarından Henry Kissenger ve Halliburton’un danışmanı Dick Cheney’nin bölgede süregelen girişimleri sonuç vermiş, Pakistan ve Türkmenistan arasında uzlaşma sağlandıktan sonra, 1993 yılında oluşturulan konsorsiyum ve Taliban yönetimi arasında Orta Asya Doğal Gaz Boru Hattı (Central Asia Gas Pipeline) olarak da tanımlanan Türkmenistan-Afganistan-Pakistan doğal gaz hattı projesinin hayata geçirilmesine yönelik bir anlaşma imzalanmıştır Bu anlaşmalar hayata geçirilememiştir çünkü bir süre sonra, ABD-Taliban ilişkisi 1998 yılında çıkmaza girmiştir. Bu nedenle UNOCAL, Aralık 1998’de Orta Asya doğal gaz boru hattı’nın Afganistan bölümündeki tüm faaliyetlerini durdurmuştur. 11 Eylül saldırılarının ardından Afganistan’a, NATO müdahalesi sonrasında ABD ve UNOCAL şirketi tekrar faaliyetlerini başlatmıştır ama doğal gaz ya da petrol boru hattının bölgedeki istikrarsızlık ve isyanı daha da fazla ateşleme olasılığı mutlaka gözönünde bulundurulmalıdır.
Aynı SSCB’iği gibi ABD’de, Afganistan’da başarısızlığa uğramıştır. Afganistan’da uğranılan bu başarısızlık, bölgenin enerji kaynakları ve bunların sevkiyatına yönelik çıkarlarını da doğrudan etkilemiştir. ABD’nin Türkmen doğal gazının Afganistan üzerinden, Hindistan’ı da kapsayacak şekilde, Pakistan’a, Basra Körfezi’ne ve buradan da dünya pazarlarına ulaştırılması amacı sıkıntılı bir sürece girmiştir.
Orta Asya Enerji Kaynakları
Orta Asya bölgesi, Soğuk Savaş boyunca ve SSCB dağıldıktan sonra ABD için çok önemli olmamıştır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Hazar Denizi’nin hukuki statüsü ile ilgili krizler ortaya çıkmıştır. Bu krizlerin en önemli nedeni, Hazar’a kıyısı olan ülkeler Rusya ve İran Hazar’ın bir göl olduğunu iddia ederken, Azerbaycan ve Kazakistan deniz olarak kabul etmektedir. Türkmenistan’ın tutumu ise burada belirsizdir.
ABD, Orta Asya’daki çıkarlarını önplana almış ve bölge ile daha yakından ilgilenmeye başlamıştır. Özellikle ABD’nin ulusal güvenlik stratejileri açısından bu bölgenin önemi artmaktadır. 11 Eylül 2001 saldırısının ardından, ABD, Orta Asya cumhuriyetleriyle daha yakın işbirliği yapmaya çalışmaktadır.
Orta Asya cumhuriyetlerinden olan Kazakistan’da petrol hem deniz dibi (offshore), hem de karasal (onshore) rezervuarlardan üretilmektedir. Sovyetler’in yıkılmasından sonra, Kazakistan Cumhuriyeti’nin Hazar denizine bakan kıyılarının uzunluğu 2.320 km’yi bulmaktadır. Hazar petrolünün önemli miktarına sahip olan Kazakistan’da, şimdiye kadar 160 hidrokarbon yatağı keşfedilmiştir
Özbekistan ise dünyanın en büyük 8’inci doğal gaz üreticisidir. Petrol üretimini kendi tüketimini karşılayacak kadar yapmaktadır.
Özbekistan’ın 600 milyon-1.5 milyar varillik kanıtlanmış petrol rezervi bulunmaktadır. Fakat bu rakamların kısa sürede daha da yükseleceği düşünülmektedir. 190 adet petrol ve gaz sahası vardır (2004). Bunların % 60’ı Buhara-Kiva bölgesindedir ve Özbekistan petrol üretiminin % 70’i buradan gelir.
Türkmenistan’da doğal gaz rezervleri bakımından dünyanın sayılı ülkelerinden biridir. Türkmenistan’da 0.5 milyar varil ispatlanmış petrol, 80 milyon varil ise olası petrol rezervi ayrıca 101 tcf ispatlanmış, 159 tcf ise olası doğal gaz rezervi olduğu tahmin edilmektedir.
Brzezinski’nin yön verdiği yeni Amerikan ulusal çıkar anlayışına göre, Orta Doğu, Hazar Havzası ve Orta Asya enerji kaynakları ve bu kaynakların uluslararası pazarlara taşınma güzergâhları, Avrasya’nın çatışma alanlarıdır. Dünyaya hâkim olabilmek için, söz konusu enerji kaynakları ve güzergâhları kontrol edilmeli ve bu bölgelerdeki çatışma alanları üzerinde tam denetim sağlanmalıdır.
Orta Asya enerji savaşlarında ana aktörler; ABD, Rusya ve Çin’in de üyesi bulunduğu (ŞİÖ) Şanghay İşbirliği Örgütü olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu güçler arasındaki etkileşim Orta Asya üzerinde ikinci büyük oyun olarak adlandırılmaktadır.
ABD’nin bu bölgede etkin olmayı istemesinin tarihi bir önemi de vardır. İlk defa Avrasya dışı bir güç, Avrasya’da öncü olmayı hedeflemektedir. Ancak Orta Asya’ya asıl etkisi Afganistan’da terör ile savaşma bahanesiyle rejimi devirerek buraya yerleşmesi ve komşu ülkelerden özellikle Özbekistan’da üs kazanmasıydı. Ancak bugüne gelindiğinde Orta Asya ülkeleri ABD’ye sırt çevirerek birer birer Rusya’ya yaklaşırlarken, diğer taraftan da Afganistan’daki karmaşa biteceğine artmaya başlamıştır.
Orta Asya’yı Rusya açısından önemli kılan faktörler, doğal gaz, petrol ve stratejik derinliktir. Rusya’nın bölgeye yönelik dış politikasının temel hedefi istikrar, sınır güvenliği ve işbirliği olmuştur.
Ekonomik kalkınmanın temelinde enerji olduğunu düşünen Rusya, enerji konusunda önemli bir yeri olan Orta Asya’da ayrılıkçılığa dayalı bölünme tehdidi algıladığı için ŞİÖ’nü etkin bir güvenlik örgütü olarak kullanmak istemektedir. ŞİÖ, bölgesel güvenlik kapsamında
2005’teki toplantısında ABD’nin Orta Asya’dan çekilmesi için de takvim istemiştir.
Bu bölgede Pakistan ile Hindistan gibi iki büyük ve nükleer güce sahip ülke arasındaki Keşmir sorunu da önemli çatışma sinyalleri vermektedir. Ayrıca, Tibet’te meydana gelen karışıklıklar, bu bölgenin Çin’in Orta Asya yolundaki geçişi açısında sorun teşkil edecek gibi görünmektedir. Eğer, Tibet, Çin’den ayrılır da ABD ile işbirliği yaparsa Çin’in Orta Asya ülkeleri ve İran bağlantısı kesilecektir. Bu da Çin için çok olumsuz bir durum demektir çünkü Çin’in batıya açılımı tarih boyunca Orta Asya üzerinden olmuştur.
Orta Asya Bölgesi’nin önemini artıran faktör sadece enerji kaynaklarına sahip olmak değildir ayrıca enerji güvenliği de ABD, Rusya, Avrupa, Çin gibi güçlü devletler için önemlidir. Bu nedenle bu bölge hedef olma özeliği taşımakta olup, bu sebeple güç savaşlarının odağında bulunmaktadır. NATO ve Rusya’nın bölgedeki ülkelerde üs kurma yarışı, bazı projeler kapsamında dolaylı olarak ittifak içine alınmaları, renkli devrimlere sahne olmaları bu güç savaşının göstergeleridir.
Orta Asya bölgesi, dünyanın en eski petrol çıkarma alanlarından biri olarak kabul edilmektedir. Fakat petrole ilişkin öncelik Orta Doğu bölgesine verildiği için bu bölge şimdilik biraz daha ikincil planda gözükmektedir. Bölge cumhuriyetleri, 1991 yılına kadar SSCB’nin egemenliği altındaydı. Yeni kurulan cumhuriyetler, kaynaklarının envanteri ve kullanımı konusunda ciddi bir bocalama devresinden geçmişlerdir.
Kafkasya ve Orta Asya, dünya petrollerinin % 1.5-4 kadarına, dünya gaz rezervlerinin ise % 6’sına sahip gözükmektedir. Bazı kaynaklar, örneğin The Observer, sadece Azerbaycan, Türkmenistan ve Kazakistan’ın dünya petrollerinin % 10’una sahip olduğunu tahmin etmektedir.
Fakat en önemli sorun olarak nakliye görülmektedir. Orta Asya’nın, denizlere çıkışının olmaması ve bu çıkış için çok uzun boru hatları döşenmesi gerekmektedir. Çıkış yolları Rusya, Türkiye, İran, Afganistan-Pakistan, Çin olarak gözükmektedir. Bu saydığımız her bir çıkış yolu da 1000 km’den fazla boru hattı döşenmesini gerektirmektedir. Ayrıca Afganistan ve Pakistan hatları bölgedeki karışıklık ve terör olayları nedeniyle son derece riskli kabul edilmektedir.
KAFKASYA BÖLGESİ ÇATIŞMALARI
Kafkasya Bölgesi Rusya Devleti için Avrupa ile Orta Asya arasında bir geçiş köprüsü durumundadır. Ayrıca, Karadeniz ve Hazar denizine kıyısının olması sebebiyle Rusya’nın Karadeniz, Boğazlar, Akdeniz yolu ile Süveyş Kanalına inebilmesine olanak sağlaması yönünden de, Rusya’nın stratejik çıkarları açısından da oldukça önemlidir.
Bölgenin ekonomik zenginliği ve enerji kaynakları ile zengin maden yatakları ABD’nin iştahını kabartmaktadır. Kafkasya Bölge’sinin bakir yeraltı zenginlikleri hem Batı ülkeleri, ABD, hem de Rusya Federasyonu için oldukça önemli olmuştur. Bu ülkelerin hepsi emperyalist eğilimleri sonucu bölgedeki petrol ve yeraltı kaynaklarına egemen olmak ve kontrol etmek istemektedirler. Ayrıca Kafkasya, petrol ve doğal gaz rezervleri açısından hem Rusya hem de ABD için, Hazar petrollerinin batıya ulaştırılma yolu olması nedeniyle de önemlidir.
Kafkas ülkelerinden Çeçenistan Kafkas Dağları’nın kuzey tarafında bulunmaktadır. Ülke ekonomisinde petrol sanayi önemlidir. Petrol çıkarma tesisleri daha çok Grozni ile Gudermes arasındaki Sunja ile Terek Dağları’nda yer alır. 1980’lerde 4 milyon ton olan petrol üretimi, 2003’de yılda 1.5 milyon ton (veya günde 30 bin varil) olmuştur. Sanayi ve ziraat orta düzeyde gelişme göstermiştir.
Gürcistan ise değerli metaller, petrol, doğal gaz rezervleri, mermer, dolomite, kabuk kireçtaşı gibi yeraltı zenginlikleri olan önemli bir ülkedir. Malgobekte bulunan ve 60 milyon ton civarında olduğu tahmin edilen petrol rezervi 1915ten beri işletilmektedir.
Osetya, çinko, kurşun, bakır ve gümüşü içeren dolomite ve polymetallic maden cevherleri bulunması açısından önem taşır. Adigey ekonomisi ise doğal gaz rezervlerine bağlıdır. Abhazya’nın ekonomisi, petrol, kömür, torf, barit, dolomit, mineral- termal suları, mermer, kireç ve alçıtaşı gibi yeraltı kaynaklarına bağlıdır. Ülke bol manganez ocakları, çeşitli maden filizleri ve tabii inşaat malzemelerine sahiptir. Aynı zamanda nehirlerinden de elektrik enerjisi elde edilmektedir. Neft, manganez, bakır, maden kömürü, kükürt önemli miktarda üretim ve ihraç edilmektedir. Aynı zamanda çok miktarda maden suyu ve kaplıca kaynakları bulunmaktadır. Deniz sahil şehirlerinde ve akarsularda yapılan balıkçılık ile deniz ticaret filosunun ekonomiye önemli katısı vardır.
Azerbaycan ise bölgenin en önemli ülkesidir, doğal gaz, petrol ve demir cevheri bakımından zengin kaynaklara sahiptir. Petrolün ilk üretim yeri Bakü ve çevresidir. Bölgedeki en önemli merkez olma konumunu sürdürmektedir.
Enerji Kaynağı | 2009 | 2010 | 2012 |
Doğal Gaz (milyar m³) | 584 | 649 | 669 |
Ham Petrol (milyon ton) | 494 | 505 | 509 |
Kömür (milyon ton) | 298 | 317 | 320 |
Kafkasya petrol kaynaklarından dolayı 20.yy başlarından itibaren ilgi odağı olmuştur. 20. yy sonlarında Hazar Denizi ve Orta Asya’da yeni petrol ve doğal gaz yataklarının bulunması ve Avrupa ülkelerinde enerji talebinin hızla artması, Kafkasya’nın enerji iletiminde de stratejik önemini arttırmıştır. Ayrıca, zengin doğal gaz ve petrol kaynaklarının yanı sıra, kömür, alüminyum, bakır, demir, elmas, altın, gümüş ve orman kaynakları ile halen dünya hammadde ihracatında önde gelen bölgelerdendir.
Ayrıca Bakû – Tiflis – Ceyhan boru hattının Samtske – Cevaheti’ye ait Borjomi bölgesinden geçmesi ve buradan geçme kararının alınması, bölgede genel olarak bir toplumsal huzursuzluğa da sebep olmuştur.
1990’lı yıllar boyunca, Çeçenistan’da organize suçlar daha çok petrol ve petrol ürünleri üzerinde yoğunlaşmış ve fidye için veya siyasî nedenlerle Çeçen olmayanlar kaçırılmıştır. Aslında petrol Kafkasya’da doğrudan bir kriz kaynağı gibi görünmemektedir ama çok güçlü bağlantısı vardır. Örneğin; 1993’te Çeçenistan’da, yerel otorite ile Bakû – Novorosisk boru hattının başlangıçta geçtiği toprakların fizikî kontrolü konusunda orada bulunan çeşitli gruplar arasında çatışmalar çıkmış ve mevcut hükümet devrilmiştir.
Ayrıca, Hazar denizinden mavnalarla Bakû’ye ulaşan Kazakistan petrolü Azerbaycan’da demir yolu katarlarına yüklenerek satış ve aktarma için Gürcistan üzerinden Acaristan’ın başkenti Batum’a taşınmaktadır. Bakû’den gelen petrol, Karadeniz sahilinin birkaç mil açığında bulunan ve Tiflis’in kontrolü altındaki Supsa limanına, aynı zamanda Grozni çevresinde Dağıstan’dan geçen bir demir yolunun inşa edilmesinden sonra Novorosisk’e gitmektedir.
Sonuç olarak Kafkasya bölgesi çatışmaları Azerbaycan-Ermenistan Çatışması (Karabağ Meselesi), Çeçenistan, Abhazya ve Acaristan olayları şeklinde isimlendirilebilir. Dağlık Karabağ Azerbaycan, Ermenistan ve İran’ı kontrol edebilen oldukça stratejik bir bölgede yer almaktadır. Çeçenistan çok önemli petrol nakil hatları üzerinde bulunmakta ve Rusya ve Batı’nın petrol politikalarının çok önemli bir unsuru durumundadır. Azerbaycan petrolünün tek yolu Rusya’nın Karadeniz’deki Novorovski Limanı’na sadece Çeçenistan’dan ve Kuzey Kafkasya’nın diğer yerlerinden geçen mevcut boru hatları ile nakledilmesi gerekmektedir. Rusya bu petrolden geçiş geliri elde etmek ve Azerbaycan’a karşı siyasi bir koz olarak kullanmak istiyorsa mutlaka Çeçenistan’ı kontrol altına almak zorundadırAcara ile Abhazya topraklarında bulunan Batum, Poki ve Sukhimi Limanları nakil hatlarının son durakları konumundadır bu nedenle bu limanların kontrolleri oldukça önemlidir. Bu bölgede yaşanan çatışmalar hem petrol kaynaklarının hem de enerji nakil yollarının kontrolünü açısından yaşanmaktadır. Yukarı Karabağ sorunu her nekadar Azerbaycan ve Ermenistan arasında yaşanmış siyasi, etnik ve dini bir problem gibi görülse de petrol burada da belirleyici problemlerden olmuştur. Bu bağlamda Türkiye, Azerbaycan’ın talepleri çerçevesinde Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı ve Bakü-Tiflis-Kars Demiryolu Projeleri’nde Ermenistan’a Dağlık Karabağ sorunundaki tutumundan ötürü yer vermemiştir.
ENDONEZYA VE DOĞU TİMOR’UN KRİZİ
Doğu Timor etnik sorunu 19. yüzyıl sonundan itibaren ülkenin temel iç sorunudur. Timor Adası ile Avustralya arasında denizde petrol rezervi bulunması ile birlikte bu etnik sorun 1990’lı yıllardan sonra dünya gündeminde önem kazanmaya başlamıştır. Ayrıca Ada önemli bir nakil hattı üzerinde yer almaktadır. İç çatışmaların ardından BM müdahale ederek Endonezya’da yönetimin değişmesine sebep olmuştur.
Doğu Timor 1975 yılında bağımsızlığını ilan edince Endonezya tarafından işgale uğramıştır. 1975 tarihinden 1999 yılındaki olaylara kadar Endonezya’nın vilayeti olarak kalmıştır. 1999 yılında BM tarafından yürütülen oylamada Doğu Timor halkının bağımsızlıktan yana olmasısorunu doruk noktasına taşımıştır. Endonezya Doğu Timor’u kendi topraklarının bir parçası olarak kabul etmiştir. Birleşmiş Milletler’in oylama sonucunun sonuçlarını kabul etmeye yanaşmamıştır. Doğu Timor’un bağımsızlaşmasından yana olmasını kabul etmemiştir. Doğu Timor’da ayaklanmalara neden olmuş ve Endonezya hükümeti de bu ayaklanmaları bastırmak için şiddete başvurmuştur. BMGK’nın (Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi) aldığı 1264 Sayılı karar ile ‘Uluslararası Doğu Timor Kuvvetleri (INTERFET)’ tesis edilmiş ve bölgeye gönderilmiştir. Akabinde ‘Doğu Timor Birleşmiş Milletler Geçici Yönetimi (UNTAET)’ kurulmuş ve Doğu Timor’un yönetimini geçici olarak devralmıştır. Endonezya ise özellikle ABD tarafından BM’nin barış gücü ve geçici yönetimini kabul etmesi yolunda ikna edilmiştir. UNTAET 2002 yılında Doğu Timor bağımsızlığını ilan edene kadar yönetimi sürdürmüştür.
ABD – IRAK SAVAŞI
Irak, Ortadoğu’nun zengin doğal kaynaklara sahip ülkelerinden bir tanesidir. Irak bağımsızlığını kazandıktan sonra, önce İngiltere sonra ABD’nin etkisi altına girmiştir. ABD ve Irak arasındaki I. Körfez krizi, Irak’ın Kuveyt’i işgali ile başlamıştır. Bu dönemde ABD ekonomisi ciddi bir durgunluk içindeydi ABD tarafından Körfez bölgesine yapılan askeri yığınak ve Irak ile Kuveyt petrolüne uygulanan ambargo ABD ekonomisini hızlandırmıştır.
Irak’taki, zengin petrol ve doğal gaz kaynakları da büyük petrol şirketleri ile ABD gibi devletlerin iştahını kabartmaktadır. Irak savaşının ABD’nin enerji kaynakları üzerinde hâkimiyet kurma arzusuyla yakından ilişkili olduğu ileri sürülmüştür. Savaş öncesinde Amerika’daki bazı muhafazakâr çevreler tarafından yapılan açıklamalar, örneğin Başkan Yardımcısı Dick Cheney’nin Saddam’ın “dünya enerji arzının çoğunu denetimine almak için” kitle imha silahlarından devasa bir cephanelik oluşturduğunu söylemesi, savaşın ana nedeninin enerji kaynaklarının kontrolü olduğuna inananların sayısını arttırmıştır. Her ne kadar enerji arzını kesintisiz sürdürmesinin Amerika’nın öncelikleri arasında olduğunu kabul etmek gerekmekle birlikte, Irak Savaşı’nın başlangıcının tek nedeninin bu öncelik olduğunu söylemek yanlış olur. ABD savaşmadan da büyük ölçüde dünya enerji piyasaları ve fiyatlarına hâkim olabilmektedir.
Irak’ın 2 Ağustos 1990’da Kuveyt’e saldırmasıyla birlikte ABD, Irak’tan yapılacak petrol ithalatına 14 yıl sürecek ambargo koymuştur ve 17 Ağustos 1991’de Irak’a savaş açmıştır. 1991’de, ABD-Irak Savaşı’nda, önemli bir enerji ülkesi olan Irak, diğer bir enerji ülkesi olan Kuveyt’e girmiş ve işgal gerekçesi olarak sadece mevcut petrol üretimini arttırmak ve böylece Arap Dünyasının lideri konumuna gelmek olduğu anlaşılmıştır. Bu savaş dünya enerji sisteminde yeni bir dönemin de başlangıcı olmuştur. ABD olaya doğrudan müdahale ederek, dünyanın en önemli enerji bölgesine ilişkin yapılan bir harekâtı müttefik orduları ile birlikte gerçekleştirebilmiştir. Bu harekât enerji üretim bölgesine yapılan en açık müdahaledir.
2003 tarihli II. Körfez Savaşı’ndaki ABD-Irak çatışması da tıpkı birincisinde olduğu gibi, ABD’nin Orta Doğu enerji kaynaklarına sahip olabilmek için tasarladığı bir harekâttır. Bu operasyonda en temel gerekçe olan Irak’taki kitle imha silahlarının varlığı ve teröre verdiği destek düşüncesinin daha sonraki yıllarda gerçek olmadığı anlaşılmıştır. Bu yüzden büyük güçlerin enerji politikalarına uygun davranışlar sergilemeyen Irak yönetiminin ve Irak’taki rejimin değiştirilmesi, enerji kaynağı bölgesine yapılmış önemli bir açık harekât niteliğindedir.
Musul –Kerkük Sorunu
Musul sorunu da aynı diğer sorunlar gibi, petrole sahip olma, petrol alanları üzerinde söz sahibi olma ile ilgilidir. Bu yüzyılın başında dünyanın şekillenmesinde önemli rol oynayan İngiltere, Musul’u Irak toprakları içerisine dâhil ettirmeye çalışmıştır. Bu önemli petrol bölgesi üzerinde bu şekilde söz sahibi olmuştur.
Osmanlı Devleti, 1888-1918 yılları arasında Almanya ile yakınlaşma içerisine girmiştir. Bu dönemde Almanlara, Irak’ta petrol arama imtiyazı verilmiştir. İngilizler, Irak’ta Alman’lardan bu imtiyazı kendilerine almak için imtiyaza sahip olabilmek için İstanbul’da Osmanlı devleti temsilcileri ile görüşmüştür.
Lozan Konferansı’nda da üzerinde en fazla görüşülen konular arasındadır. Lozan’da İsmet İnönü, Türk tezini etnografik, hukuki, tarihi, coğrafi, ekonomik, askeri ve stratejik açılardan ele almış, bilimsel ve akılcı delillere dayandırmak suretiyle konuyu izah etmiştir. İsmet Paşa görüşmelerde, etnografik açıdan Musul vilayetinde yerleşik nüfusun son resmi istatistiklere göre 500.000 olduğunu vurgulamıştır. Tarihsel olarak Musul’un XI. yüzyıldan beri Türk egemenliğinde olduğunu savunan İsmet Paşa, Musul’un coğrafi açıdan Anadolu’nun uzantısı olduğunu belirtmiş, ekonomik bakımdan da Musul’un Diyarbakır’a ve Akdeniz limanlarına bağlı olduğunu açıklamıştır.
Musul-Kerkük krizine ayrıca IŞİD terör örgütünün faaliyetleri açısından da bakmalıyız. IŞİD sadece, Şii-Sünni çatışması değildir. Musul’da etkili olan IŞİD, Kerkük’e doğru ilerlemektedir. Ayrıca IŞİD, kontrol edilemezse uzun vadede o bölgedeki tüm enerji denklemini değiştirebilir. Şu an Irak topraklarında kalan ve önemli bir petrol üretim merkezi olan Kerkük’e yönelik IŞİD’den gelebilecek herhangi bir tehdit özellikle orada yaşayan Türkler üzerinden, Türkiye’yi zor durumda bırakacaktır.
Sonuç olarak IŞİD o bölgelerde petrol kaynakları ve petrol boru hatlarının geçmesi nedeniyle çok ciddi bir sorun olarak gözükmektedir. Eğer IŞİD, Kerkük petrol boru hatlarını kontrol ederse, enerji alanında ciddi krizler yaşanacaktır.
ARAP BAHARI VE ENERJİ SAVAŞLARI
Arap Baharı 2011 yılında Tunus, Mısır ve Libya’da başlayıp Suriye’de çıkmaza giren bir kriz ve çatışma sürecidir. Bu süreçte Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki istikrarsız ortam nedeniyle petrol fiyatlarında ciddi artışlar olmuştur. 2010 yılı Haziran-Aralık dönemindeki ortalama petrol fiyatı varil başına 75-85 $ seviyelerinde seyrederken, Tunus’ta ki olayların başladığı gün 90 $’a, Libya’da ki olayların başladığı gün 100 $’a yükselmiş ve olayların üçüncü ayında yani Mart 2011’de ise 114 $ seviyesine çıkmıştır.
İtalya ve Fransa Libya’nın petrol ve doğal gaz açısından en büyük müşterileri durumundadır. İtalya ve Libya arasında 520 km uzunluğundaki yeşil akım doğal gaz boru hattı ile Libya doğal gazı İtalya’ya taşınmaktadır. İtalya, Libya’da krizin başlamasıyla birlikte Rusya, Norveç ve Cezayir’den almış olduğu doğal gaz miktarını artırma yoluna girmiştir.
Libya’daki günlük petrol üretimi kriz öncesi dönemde 1,8 milyon varil düzeyindeydi. Libya’daki neredeyse tüm petrol ve doğal gaz üretim tesisleri kara bölgelerinde-onshore- üretim yapmaktadır. Bu durum üretim maliyetlerini düşürürken söz konusu tesislerin bölgesel siyasi istikrarsızlıklardan doğrudan etkilenmesine neden olmaktadır. 2011 yılındaki Libya’daki siyasi iktidarsızlık enerji sektöründe en çok Avrupa ‘da ki petrol rafinerilerini ve dolayısıyla da Brent petrol fiyatını olumsuz olarak etkilemiştir. Libya petrolü küresel petrol arzı içinde sadece %2’lik bir orana sahiptir.
Bu sebeple Libya’daki kriz nedeniyle ortaya çıkan Libya petrol arzındaki kesinti Avrupa’daki petrol fiyatlarını-Brent petrol fiyatı- olumsuz olarak etkilenmesine ve büyük bir hızla yükselmesine neden olmuştur. Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da ki siyasi istikrarsızlık sonucunda petrol ithal eden ülkelerin ve petrol şirketlerinin dikkatlerini Hazar Bölgesine ve Rus petrol kaynaklarına yöneltmesi beklenmektedir.
Libya’ya kıyasla Suriye, enerji kaynakları bakımından çok daha zayıftır. Petrol ve doğal gaz kaynaklarının çok azını ihraç etmektedir. Enerji kaynakları bakımından zengin olan bu bölgede İran ile Suriye yakın müttefiktir. Çünkü Suriye İran’ın Akdeniz sahiline ulaşması için önemli bir ülkedir.
Irak, Lübnan ve Suriye’deki giderek daha fazla kutuplaşan siyasi ortam bölgedeki enerji kaynaklarının geleceği bakımından önemli ölçüde istikrarsızlığa ve endişeye yol açmaktadır.
NİJERYA ENERJİ KAYNAKLARI VE TERÖR
Nijerya, 2012 verilerine göre, Afrika’nın en büyük petrol üreticisidir. Ayrıca, Nijerya 510 milyar dolar civarındaki GSMH’sı ile Afrika’nın en büyük ekonomisine sahiptir. Nijerya, 37,2 milyar varil kanıtlanmış petrol rezervi ile Afrika’da, Libya’nın ardından en fazla petrol rezervine sahip ikinci ülke durumundadır. Afrika’daki kanıtlanmış en büyük doğal gaz rezervlerine sahip olan ülke olarak dünyada dokuzuncu sırada yeralmaktadır. Günlük 36 milyar metreküplük bir doğal gaz üretimi ile dünyanın en büyük yirmi beşinci doğal gaz üreticisi konumundadır.
Nijerya’nın güneydoğusunda 1950’lerde bulunan petrol, bölgenin geleceğini şekillendiren en önemli öğe oldu. Bu tarihten itibaren, başta Shell, ChevronTexaco, ExxonMobil, TotalFinalElf gibi pek çok uluslararası şirket bölgeden petrol çıkartmaya ve işlemeye başlamıştır.
David Emanuel’e göre, Nijerya petrolleri dünya ve de özellikle ABD ekonomisi için oldukça önemlidir. “Yaklaşık 170 milyonluk nüfusuyla Nijerya’nın Washington’un en büyük Afrika pazarı ve ABD petrolünün beşinci büyük sağlayıcısı” olduğuna işaret etmektedir.
“Washington’un böyle hayati bir stratejik çıkarı güvenceye almak için hemen her şeyi yapacağına inandığını” söylemektedir. Nijerya’nın, Afrika”nın en büyük petrol üreticisi olduğuna vurgu yapan Emmanuel, bu ülkedeki petrol ve doğal gaz rezervlerinin zenginliğine de dikkat çekmektedir.
Yakın zamana kadar Nijerya’daki terör faaliyetlerinin çoğu Nijer Nehri Deltasındaki petrol çıkarma ve petrolden yararlanma ile ilişkilendirilmekteydi. Bu dönemde en aktif terör örgütü de Nijer Deltasının Bağımsızlığı Hareketi idi (Movement for the Emancipation of the Niger Delta) adlı bir örgüttür. Bu örgüt, 12 Mayıs 2006 yılında Lagos şehrine yakın Atlas Creek Adasında petrol borularını patlatarak bir erör faaliyeti gerçekleştirmiştir. Bu terör saldırısında 200 kişinin ölümüne neden olmuştur.
Nijerya’da petrol kavgası üzerinden yürüyen terör eylemleri, son zamanlarda ortaya çıkan dinsel terör sonucunda ikinci planda kalmıştır. Geçtiğimiz yıllarda ülkenin kuzey-kuzeydoğusunda faaliyet gösteren radikal İslamcı militan örgüt Boko Haram öne çıkmıştır.
Boko Haram örgütü ortaya çıkmadan yıllar önce, Mayıs 2005’te ABD Ulusal İstihbarat Konseyi, “Sahraaltı Afrika’nın Geleceğinin Haritasını Çıkarmak” başlıklı bir rapor hazırlattırmıştır. Nijerya’nın 2015’te “bütünüyle çökeceği” tahmininde bulunduğu söylenen bir grup uzmanın hazırladığı raporda bu tahminler, yoksulluk, yolsuzluk ve sivil halkın kitlesel hayal kırıklıkları gibi sorunlar nedeniyle daha da sertleşmesine ilişkin bazı göstergelere dayandırılımıştır.
Sonuç olarak Bkok Haram gibi örgütlerin ABD tarafından oluşturulduğu iddiası vardır. Bu şekilde bölgede yaşanan istikrarsızlık ortamı bölgenin kontrolü açısından daha iyi olacaktır.
KAYNAKÇA
Acun Niyazi, Dünya Petrol Tarihi ve Türk Petrolü, İstanbul, Saka Matbaası, 1949.
Açma Bülent, Yenişen Kübra, Kafkasya’nın Ekonomik Potansiyeli ve Dönüşümü İçin Politika ve Stratejiler, , (Saat 15:53, 1.05.2015).
Armaoğlu, F., 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914-1980, C.I., Türk.İş.Bank.Yay., Ankara, 1994, s.45-46.
Asal Yasin, Uğur, Dağlık Karabağ Sorunu’nun Çatışma Çözümü Perspektifinden Analizi, (Saat, 23:54, 30.04.2015).
Atvur, Senem, “Kongo Krizi Hakkında Bir Değerlendirme”, Stratejik Araştırmalar Dergisi / Journal of Strategic Studies 1 (3), 2009,126-146
Atay, Mehmet, 21. YY’ın Başlarında Türkiye Ve Orta Asya’nın Yeni Jeopolitik Konumu, Jeopolitik, Yıl:1 Sayı:2, Bahar-2002, s.37-38. 13 a.e., s.44.
Baram, Amatzia, “Shatt Al-Arab”, EI Leiden 1996, IX, 368; J. V. Harrison, “The Shatt-el-Arab”, Asian Affairs, Germany 1942, c. XXIX.
Brett, Alexander “The Caspian Basin Also Contains A Sea of Oil”, The Observer Londra, 11.12.2005.
Cheney Dick, The White House, Office of Press Secretary, 103rd National Convention”,26.08. 2002, .
Cotton, James, “Against the Grain: The East Timor” Intervention1 Survival, Vol. 43, No. 1, 2001.
Çakmak, Mehmet Ali, İki dünya Savaşı Arasında Ortadoğu, . (Erişim, 05.05.2015).
Çolakoğlu, Selçuk, “Şanghay İşbirliği Örgütü’nün Geleceği Ve Çin”, Uluslararası İlişkiler, Cilt:1 Sayı:1, Bahar 2004, s.177.
Dobbins, J. v.d., Congo, 5-28, “UN’s Role in Nation-Building: From the Congo to Iraq, The Rand Corporation”, (Santa Monica, 2004). ).”DR Congo: Humanitarian Crisis Deepens as Peace Process Falters”, , (Erişim,10.04.2015).
Duroselle, J., B., Kaspi, J., A., Histoire des Relations Internationales de 1945 a nos jours, Armand Colin, Paris, 2002.
Edmonds C., J., “The Iraqı-Persian Frontier: 1639-1938”, Journal of the Royal Society for Asian Affairs, c.VI, 1975.
Emsen Ö. Selçuk, Orta Asya ve Kafkasya Ekonomilerine Bir Bakış, Siyasal Kitapevi, Ankara, 2011.
Falvin Christopher ve Lenssen Nicholas, Enerjide Arayışlar-Yaklaşan Enerji Devriminin El Kitabı, İstanbul, TEMA Vakfı Yayınları. 1994.
Ferguson Brian R., “Materialist Cultural and Biological Theories on Why Yanomami Make War”, Anthropological Theory 1,2001.
Güngörmüş Kona Gamze Türkiye-Orta Asya İşbirliği Stratejileri Ve Gelecek Senaryoları, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2002.
Henriques, Z., “The Invisible Conflicts in the Democratic Republic of the Congo (DRC)”, 129-143, Journal of Ethnicity in Criminal Justice, Vol 4 (1/2), (2006), s.135-136.
Institute for Economics and Peace, 2012 Global Terrorism Index Report (Aralık 4 2012), internet erişimi: Vision of Humanity (erişim tarihi 28 Mayıs 2013) [“2012 Global Terrorism Index Report”], sf.19. “Boko Haram Still Holding Nigerian Girls Captive,” .
İnat, K., Gieler, W., Kongo Demokratik Cumhuriyeti (Zaire): “Birinci Afrika Dünya Savaşı”, 419-432, Dünya Çatışma Bölgeleri (ed.: K. İnat- B. Duran- M. Ataman), Nobel Yayıncılık, Ankara, 2007.
Kerr, Malcolm, The Arab Cold War: Gamal ABD-al Nasir and His Rivals, 1958-1970, London, New York, Published for the Royal Institute of International Affairs by Oxford University Press, 1971’den Meliha B. Altunışık, “Ortadoğu ve ABD: Yeni Bir Döneme Girilirken”, Ortadoğu Etütleri, Cilt 1, Sayı 1 (Temmuz, 2009), (Erişim 22. 04.2015).
Kinzer,Stephen, İpek Yolu’nda Kara Altın, içinde Mustafa Erdem Sakınç (ed.), 11 Eylül’den Afganistan’a ABD İmparatorluğu, Ütopya Yayınevi, Ankara, 2004.
Kissinger, Henry, Diplomasi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 11. Basım. 2012.
Klevman, Lutz, Yeni Büyük Oyun-Orta Asya’da Kan ve Petrol, Çev. Hür Güldü, İstanbul, Everest Yayınları, 2004.
Kocaoğlu, Mehmet, Uluslar Arası İlişkiler Işığında Ortadoğu; Parçalanmak İstenen Topraklar ve İstismar Edilen İnsanlar, Genel Kurmay, Ankara 1995.
Kocaoğlu, Mehmet, Petro-Strateji, İstanbul, Harp Akademileri Basım Evi, 1996.
Melamid, A., “The Shatt Al-Arab Boundary Dispute”, The Middle East Journal, c.XXII/3, 1968.
Lacoste, Y., Büyük Oyunu Anlamak, Jeopolitik: Bugünün Uzun Tarihi. İstanbul. NTV Yayınları, 2008.
Laçiner, Sedat, Irak Savaşı: Nedenleri ve Sonuçları Üzerine Bir Deneme, USAK Stratejik Gündem, .
Laçiner, Sedat, Hazar Enerji Kaynakları ve Enerji Siyaset İlişkisi, 10:44, 1.05.2015)
Lieber, R., J., Iraq and the World Oil Market:Oil and Power After the Gulf War, Amatzia Baram ve Barry Rubin (der.), Iraq’s Road To War, New York, St.Martin’s Press, 1993.
Mirbagheri, F., Historical Dictionary of Cyprus, Scarecrow Press, Inc., pp. XXI-XXXVIII, XLII-LV, USA 2010.
McDougall, D., “Intervening in the Neighbourhood: Comparing Australia’s Role in East Timor and the Southwest Pacific”, International Journal, Sonbahar, 2007.
McLachlan, Keith, “The Iran-Iraq Boundary Question”, The Iranian Journal of International Affairs, c.III-IV, (1993) s.94.
Olçar Kemal, “ Uluslararası Çatışmaların Enerji Politik Analizi” http://dergipark.ulakbim.gov.tr/guvenlikstrtj/article/view/(Erişim, 11.05.2015)
Özpek Bilgehan Burak, “Şangay İşbirliği Örgütü Ve Rusya”, Global Strateji, Yıl:2 Sayı:6, Yaz 2006.
Pamir, Necdet “Avrasya Boru Hatları, Enerji Güvenliği ve Türkiye”, Jeopolitik Dergisi, Sayı 4, İstanbul, 2003.
Podeh, E., “The Struggle över Arap Hegemony After the Suez Crisis”, Middle Eastern Studies, Vol.29, No.l.
Sander Oral, Siyasi Tarih, İmge Kitapevi, Ankara, 2009.
Sander, Oral, Siyasi Tarih İlkçağlardan – 1918, İmge Kitapevi, Ankara, 1989.
Serik Ömer, T. Kasenov, “Orta Asya’da Tehdit Algılamaları ve Bölgesel Güvenlik”, Stratejik Analiz, Cilt:1 Sayı:1, Mayıs 2000.
Shah, A., “The Democratic Republic of Congo”, (erişim tarihi: 10.04.2015).
Süer Berna, Atmaca Ömür Ayşe, Arap-İsrail Uyuşmazlığı, Ankara, ODTÜ G. V. Yayınları, 2007.
Sönmezoğlu, Faruk, Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, 3. Baskı, İstanbul: Filiz Kitabevi, 2000.
Taymaz Erol, Kafkasya’da Ekonomik Dönüşüm ve Kalkınma, TEPAV Yayınları No:55, Ankara, 2011.
Tonwe, Daniel A., Godwin Uyi Ojo, Iro Aghedo, “Greed and Grievance: The Changing Contours of Environmentalism in Nigeria’s Niger Delta Region,” Journal of the Historical Society of Nigeria, N.20 2011.
Trachtenberg, D., “Finding The Forest Among The Trees: The Bush Administration’s National Security Policy Successes”, Comparative Strategy, Cilt. 23, No. 1, 2004.
Tugendhat Christopher, Oil The Biggest Business, London, Eyre-Spottiswoode, 1968.
Uluğbay, Hikmet, İmparatorluktan CumhuriyetePetropolitik, Ankara, Turkish Daily News Yayınları, 1995.
Wallerstein, Immanuel U.S. Weakness and the Struggle for Hegemony, ; 19:19, 05.05.2015.
Willame, J., C., “Insécurité, Violences et Ressources Naturelles au Congo-Zaire”, 20070601_9230.doc (erişim, 15.04.2015).
Veysel, Ayhan, İmparatorluk Yolu: Orta Doğu ve Petrol, Bursa: Dora Yayınevi,2009.
Yergin Daniel Yergin, Petrol-Para ve Güç Çatışmasının Epik Öyküsü, Çev. Kamuran Tuncay, Ankara, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1995.
Yıldız Dursun, “Golan Tepeleri ve Hidro Strateji”Cumhuriyet Strateji Dergisi, Ekim 2009.
Zbigniew Brzezinski, The Grand Chessboard. American Primacy And Its Geostrategic Imperatives, New York: Basic Books, 1997.
neic/speeches/Caruso061305.pdf).( 28.04.2015).
30.04.2015)
. aspx?ArticleID=6120. (24.04.2015).
(24.04.2015)
www.academia.edu/4871881/Suriye_Krizi_ve_İranın_Enerji_AkışıÜzerinde_Hakimiyet_Kurmaİsteği 826.04.2015.
http://www.hurriyet.com.tr/dunya/26384222.asp(Erişim:12.05.2015).
(Erişim: 12.05.2015).
www.academia.edu/4871881/Suriye_Krizi_ve_İranın_Enerji_AkışıÜzerinde_Hakimiyet_Kurmaİsteği (Erişim; 26.04.2015)., .
http://blog.milliyet.com.tr/nijerya–boko-haram-ve-petrol/Blog/?BlogNo=464538(Erişim: 12.05.2015).
TİKA, Kazakistan Ülke Raporu, 1995,s. 31
U.N. Security Council Resolution, S/RES/1264 (1999).
Rusya Ülke Raporu, KASİAD, 2012: 11
Newsweek, 24 Aralık;1990 s.11.
Oil & Gas Journal (OGJ) 2012
The Times, 4 April 1955.
Ayın Tarihi, Kasım 1956, No..276, s.41.
Forum Dergisi, C.6, S.64, 15 Kasım 1956.
News Voice of America, 2007.