İSTANBUL’UN KURTULUŞU: 6 EKİM 1923
NEDEN Mİ ÇEKİLDİLER?
Sinan MEYDAN
“İngiltere, Kemalistlerin hem Irak’ta hem de Boğazlarda yarattıkları tehlikeye askeri açıdan karşı koyacak durumda değildir.” (Rumbold’tan Curzon’a gizli telgraf, 14.9.1922)
Bu gün 6 Ekim, İstanbul’un kurtuluş günü; eskiden 6 Ekim’ler “kurtuluş bayramı” olarak kutlanırdı. İstanbul, fethinden tam 465 yıl sonra, 13 Kasım 1918’de fiilen, 16 Mart 1920’de de resmen işgal edildi. 5 yıl kadar işgal altında kan ağlayan İstanbul, 6 Ekim 1923’te kurtarılıp yeniden vatan yapıldı.
Bugün, Atatürk ve Cumhuriyet karşıtlarının, “İngilizler tek kurşun atmadan İstanbul’dan niye çekildiler!” sorusuna cevap vereceğim; neden “geldikleri gibi gittiklerini” anlatacağım.
İKİNCİ HEDEF: TRAKYA VE İSTANBUL
Atatürk’ün zafer kazanmış muzaffer orduları, 9 Eylül 1922’de İzmir’e girdi. Anadolu düşmandan temizlendi, ama İstanbul, Boğazlar ve Trakya hâlâ işgal altındaydı. Başkomutan Atatürk, “İlk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri” demiş, Türk orduları İzmir’e çıkmıştı. Şimdi, “İkinci hedefiniz Trakya’dır, ileri” diyebilir ve muzaffer Türk orduları Trakya üzerine yürüyebilirdi. Ancak Türk ordularının Trakya’ya ulaşmaları için İngiliz işgali altındaki Çanakkale Boğazı’ndan geçmeleri gerekiyordu. Bu durumda Türklerle İngilizlerin karşı karşıya gelmesi kaçınılmazdı. Nitekim öyle de oldu.
İzmir’deki İngiliz Konsolosu Lamb, 12 Eylül 1922’de Atatürk’e, “Siz İngiltere’ye savaş mı ilan ediyorsunuz?” diye sordu. Atatürk bu soruya şöyle cevap verdi: “Yunan ordusunu Anadolu’ya çıkartan siz değil misiniz? Yunan ordularını mağlup ederek topraklarımızdan dışarı atan ve vatanı kurtaran ise biziz. Durum böyle olunca karar vermek bize değil size düşer!”
Atatürk, daha sonra basına verdiği demeçte “barıştan yana olduğunu” söyledi. Amiral Brock’a da İngiltere ile Türkiye arasında siyasal ilişkilerin yeniden başlamasını istediğini iletti.
Fransa ve İtalya artık Türklerle savaşmak istemiyordu. Bu nedenle Çanakkale Boğazı’na doğru ilerleyen Türk ordularının karşısında sadece 8000 İngiliz piyadesi ile 28 İngiliz topu vardı. Bu durum İngiltere’yi çok telaşlandırdı.
İNGİLTERE BÖYLE YALNIZ KALDI
7 Eylül 1922’de toplanan İngiliz parlamentosu, İstanbul ve Boğazları savunmaya karar verdi. İstanbul’daki İşgal Kuvvetleri Komutanı General Harington, 9 Eylül 1922’den itibaren Çanakkale’ye yığınak yapmaya başladı.
15 Eylül 1922’de İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Sir Horace Rumbold, Londra’daki Lord Curzon’a gönderdiği telgrafta şöyle diyordu: “Mustafa Kemal istediklerini diplomatik kanaldan sağlayıp sağlayamayacağını görmek için bir hafta bekleyecektir. Aksi halde askerlerinin şu anki coşkusundan yararlanarak İstanbul ve Boğazlara yürüyecektir. Bağlaşıklar vakit geçirmeden bir konferans düzenlemezlerse Mustafa Kemal’le savaşı göze almalıdırlar. Bağlaşık Yüksek Komiserleri en erken vakitte konferans düzenlenmesini öneriyorlar.” (Salahi R. Sonyel, Mustafa Kemal Atatürk ve Kurtuluş Savaşı, C.III, s. 1675).
15 Eylül 1922’de İngiliz parlamentosu bir kere daha toplandı. Lloyd George’un başkanlık ettiği toplantıda Sömürgeler Bakanı Winston Churchill, İngiliz sömürgelerinden yardım istenilmesini önerdi. Başbakan Lloyd George, “Mustafa Kemal’in önünden çekilmek niyetinde olmadığını” belirtti; Yunanistan, Romanya, Çekoslovakya ve Sırbistan’ın kendilerine yardım edebileceğini umduğunu söyledi. Churchill, bunlara Bulgaristan’ı da ekledi. (David Walder, Çanakkale Olayı, s. 210-214).
16 Eylül 1922’de İngiliz Sömürgeler Bakanı Churchill, Müttefiklerden, Balkan ülkelerinden ve sömürgelerden yardım istedi. Ancak Fransa, İtalya, Romanya, Yugoslavya ve tüm sömürgeler -Yeni Zelanda hariç- İngiltere’nin yardım isteğini reddettiler.
18 Eylül 1922’de İtalya ve Fransa, Çanakkale’deki tüm birliklerini Avrupa yakasına aldılar. Fransa Başbakanı Raymond Poincare, Paris’teki İngiliz Büyükelçisi Lord Harding’e, “Kemalist tehdidin gerçek olduğunu; Fransız askerlerinin hayatlarını tehlikeye atamayacağını” söyledi. (Sonyel, s. 1682)
19 Eylül 1922’de İstanbul’daki Fransız Yüksek Komiseri General Pelle, İzmir’e giderek Atatürk’le görüştü. Pelle, Atatürk’e “Çanakkale’deki tarafsız bölgeye girmemesini” söyleyince Atatürk, “Tarafsız bölgeyi tanımadığını, Türk ordularını daha fazla tutamayacağını, Yunan işgalindeki Trakya’yı kurtarmak için Çanakkale’ye gireceğini” söyledi. General Pelle, İstanbul’a döndüğünde İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold’a, Atatürk’ün çok kararlı olduğunu anlattı.
19 Eylül 1922’de Fransa Başbakanı Poincare, Fransız parlamentosunda yaptığı konuşmada Fransa’nın Türkiye ile savaşa girmeyeceğini, Fransa kamuoyunun savaş istemediğini açıkladı. İtalyanlar da Türklerle savaşmak istemediklerini belirttiler. Sadece Fransa ve İtalya değil, İngiltere kamuoyunda da -Daily Mail gazetesi ve İşçi Partisi başta olmak üzere- savaş karşıtları çoktu.
Hindistan Müslümanları ve Sovyet Rusya da Türkiye’den yana tavır aldı. 19 Eylül 1922’de Hindistan Merkezi Hilafet Komitesi, Türkiye’nin Paris temsilciliğine gönderdiği telgrafta şöyle diyordu: “İngiltere Türkiye’ye karşı savaş açarsa Hindistan Müslümanları kitle halinde Türk ulusal ordusunun saflarında yer alacak ve İslam’ın onurunu ve saygınlığını silahla koruyacaktır.”(Bilal N. Şimşir, Doğu’nun Kahramanı Atatürk, s. 66).
Moskova Komünist Enternasyonali de İngilizlere karşı zehir zemberek bir bildiri yayınladı. Bildiri, şöyle sona eriyordu: “İşçiler; İngiliz, Fransız, İtalyan, Sırp ve Romen işçileri! Sizin kutsal göreviniz Müttefiklerin Boğazları ele geçirmelerine ve yeni savaş açmalarına engel olmaktır. Kahrolsun İtilaf emperyalizmi! Kahrolsun yeni emperyalist savaşlar! Türk halkına barış ve özgürlük!” (Şimşir, s. 67) O günlerde Rusya Dışişleri Komiseri Çiçerin, bir Alman gazetesine verdiği demeçte şöyle demişti: “Rusya, özgürlüğü için savaşan yeni Türkiye’yi içten dostluk duygularıyla karşılar… İstanbul’un yeniden Türkiye’nin başkenti olması konusunda kararlıyız.” (Sonyel, s. 1691)
Lord Curzon’un gözyaşları
Atatürk, Misakı Milli çerçevesinde Doğu Trakya’nın boşaltılıp Türkiye’ye verilmesini istiyordu. İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold, durumun ciddiyetinin farkındaydı. Curzon’a gönderdiği telgrafta şöyle diyordu: “Durumun askıda kalmasına izin verirsek Kemal rahat durmayacak; görüşmeler bir an önce başlamazsa İstanbul ve Çanakkale yoluyla Trakya’ya geçmeye çalışacaktır. İngiltere, Kemalistlerin hem Irak’ta hem de Boğazlarda yarattıkları tehlikeye askeri açıdan karşı koyacak durumda değildir.” (Sonyel, s. 1684.)
19 Eylül 1922’de İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon, Fransa Başbakanı Raymond Poincare ve İtalya’nın Paris Büyükelçisi Kont Carlo Sforza, Paris’te bir araya geldiler. 5 gün süren görüşmede tansiyon çok yükseldi. Fransız Başbakanı Poincare öfkeyle, “Artık Türklerle savaşmayacağız!” diye bağırdı. “Mustafa Kemal’in isteklerini kabul etmekten başka çare yoktur. Trakya’yı kayıtsız şartsız Türklere vermek gerekir” dedi. İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon bu teklifi reddedince, “Fransız Başbakanı, İngiliz Dışişleri Bakanı’nın ağzını açmasına izin vermeden suçlu öğrencisini paylayan kızgın bir öğretmen gibi konuştu; bağırdı, İngilizleri suçladı.” Bunun üzerine Lord Curzon toplantıyı terk etti. Curzon, “Şimdiye kadar böyle bir şey görmediğini söylüyor ve ağlıyordu.” (Walder, s. 277-280). Belgelere yansıdığı şekliyle, “Bu hakarete dayanamayan İngiliz Lordu, bir kez görüşme salonundan adeta ağlayarak dışarıya çıkmış ve koridorda pantolonunun arka cebinde taşıdığı küçük bir şişeden konyak yudumlayarak hıçkırıklarını boğmaya çalışmıştı.” Sonra Poincare özür diledi. Ortam biraz yatıştı. (Sonyel, s. 1684-1686)
Müttefikler, 5 günün sonunda, Paris’te aldıkları kararları, 23 Eylül 1922’de bir notayla Atatürk’e bildirdiler. Buna göre bir konferansın yapılmasına karar veriliyor, Türklerin tarafsız bölgeye girmemeleri şartıyla Trakya’nın boşaltılıp Türklere geri verilmesi kabul ediliyordu. Böylece üç büyük devlet Atatürk’ün isteklerini büyük oranda kabul etmiş oluyordu.
Çanakkale olayı, Mudanya Mütarekesi, İstanbul’un kurtuluşu
23 Eylül 1922’de Türk orduları, Çanakkale’de Müttefiklerin “tarafsız bölge” kabul ettikleri yere girdi. Türk süvari birliği ile İngiliz süvari birliği burun buruna geldi. Ancak Türk birlikleri –barıştan yana olduklarını göstermek istercesine- tüfeklerinin namlularını yere çevirmişlerdi. İngiliz birlikleri geri çekildi. Türk birlikleri Çanakkale’nin 15 km. güneyindeki Erenköy’ü işgal etti. Bu sırada Fransız politikacı Franklin-Bouillon, 25 Eylül 1922’de Atatürk’le İzmir’de görüştü. Doğu Trakya’nın Türkiye’ye bırakılacağını söyledi; Türk ordularının ilerleyişini durdurmasını istedi. Bu sırada Harington ile Atatürk arasında da bazı yazışmalar oldu. 25 Eylül 1922’de Çanakkale’de tel örgülere kadar dayanan Türk birliği, 27 Eylül 1922’de Biga-Bayramiç-Ezine çizgisinde durdu.
29 Eylül 1922’de toplanan İngiliz kabinesi, Çanakkale’de tarafsız bölgeye giren Türk birliklerinin gerekirse silah kullanılarak bölgeden çıkarılması için General Harington’a emir verdi. Ancak General Harington bu emri uygulamadı. Harington, 1 Ekim 1922’de Londra’ya gönderdiği raporda “O sırada ateş emri vermesinin barut fıçısına ateşe etmek” anlamına geldiğini yazdı. Barış görüşmelerinin başlayacağı sırada savaş çıkarmanın anlamsız olduğunu belirtti.
Atatürk, 23 Eylül 1922 tarihli Müttefik notasına 29 Eylül 1922’de cevap verdi. İki temel şartı vardı: Meriç’in batısına kadar Trakya’nın hemen boşaltılıp Türkiye bırakılması… 3 Eylül 1922’de Mudanya’da ateşkes görüşmelerine başlanması… Müttefikler bu istekleri kabul ettiler. Lord Curzon, barış imzalanmadan Doğu Trakya’nın Türklere verilmesine karşı çıkan Yunan Başbakanı Venizelos’a şöyle dedi: “İstanbul’a girmeye can atan Mustafa Kemal’in, Doğu Trakya sınırındaki Yunan itirazlarını fırsat bilerek Avrupa’ya dalmasını ve Trakya’yı ateşe ve kılıca tutmasını kim önleyebilir?” (Sonyel, s. 1700, 1701,1702)
3 Ekim 1922’de Türkiye, İngiltere, Fransa ve İtalya’nın katılımıyla Mudanya Konferansı toplandı. Yunanistan konferansa doğrudan katılmadı. Doğu Trakya’nın teslimi konusundaki görüş ayrılıkları nedeniyle 5 Ekim’de konferans çıkmaza girdi. Bunun üzerine Atatürk, İsmet Paşa’ya bir telgraf çekerek “Trakya, 6 Ekim 1922, öğleden sonra saat 6’ya kadar TBMM hükümetine teslim edilmediği takdirde 6/7 Ekim’de Türk kuvvetlerinin İstanbul’a yürümelerini” emretti. General Pelle ve Franklin Bouillon’un araya girmesiyle Atatürk verdiği emri birkaç gün erteledi. Sonunda 11 Ekim 1922’de imzalanan Mudanya Mütarekesi ile Trakya’nın boşaltılıp Türkiye’ye verilmesi kabul edildi. Böylece savaş yapılmadan başarılı diplomasiyle Doğu Trakya kurtarıldı. Ancak İstanbul ve Boğazlar hâlâ işgal altındaydı. Mudanya Mütarekesi’ne göre Türk birlikleri barış antlaşması imzalanıncaya kadar İstanbul’a giremeyecekti.
İşte o koşullarda Atatürk, barış antlaşmasını beklemeden bir oldubitti ile İstanbul’un yönetimini fiilen ele geçirmeyi denedi. Doğu Trakya’yı teslim almakla görevlendirilen Refet Paşa, Trakya’ya geçerken 19 Ekim-25 Aralık 1922 arasında İstanbul’da kaldı. 4 Kasım 1922’de İstanbul Saray Hükümeti’nin istifa etmesinden sonra TBMM adına İstanbul’un yönetimini fiilen ele geçirmek için çalışmaya başladı. Başarılı da oldu. İngilizler, her geçen gün İstanbul’daki otoritelerini kaybettiler.
Lozan görüşmeleri sırasında bir tahliye protokolü imzalandı: Buna göre Lozan Barış Antlaşması’nın TBMM tarafından onaylanmasından sonra 6 hafta içinde İstanbul boşaltılacaktı. TBMM, 23 Ağustos 1923’te Lozan Barış Antlaşması’nı onayladı. İtilaf devletlerinin son birlikleri 2 Ekim 1923’te Türk bayrağını selamlayarak İstanbul’dan ayrıldı. 6 Ekim 1923’te Şükrü Naili Paşa komutasındaki 3. Kolordu birlikleri halkın sevgi gösterileri arasında İstanbul’a girdi.
İngilizler geldikleri gibi gittiler, çünkü; Yunanistan’ın yenilmesi, Fransa ve İtalya’nın çekilmesi, sömürgelerin ve Balkan ülkelerinin yardım etmemesi, kamuoyunun savaş istememesi nedeniyle İngilizler İstanbul’da yalnız kaldılar. Hint Müslümanlarının ve Sovyet Rusya’nın desteğini alan Atatürk’ün muzaffer ordularının karşısında yalnız başlarına, az sayıda kuvvetle savaşı göze alamadılar.
Saygilarimla
Selen Atasoy
Bayrakları bayrak yapan üzerindeki kandır.
Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır.
Bir yanıt yazın