Ülkemiz, karşıt kamplara bölündü… Savaş meydanına döndü ortalık.
Herkes birbirine düşman…
Alevi Sünni’ye, Sünni Alevi’ye, Kürt Türk’e, Türk Kürt’e… Yurdumuzda ayrılıklar, kutuplaşmalar, gruplaşmalar yaşanıyor. Okul, üniversite açılışlarında dualar okunuyor…
Herkes birbirinden çekiniyor. Herkes birbirine kuşkuyla, korkuyla bakıyor.
Kimse kimseye güvenmiyor. Güvenemiyor.
Bu çekişmeler, geçmiş yıllarda da az çok vardı. Ama AKP döneminde doruğa çıktı.
Çünkü sevgiden, dostluktan, kardeşlikten uzak duygular, düşünceler bizzat devlet adamları tarafından topluma aşılanmakta, enjekte edilmekte…
Bu adamların bir tek sorunu var: Din. İman. İbadet. Bir de makamlarını korumak. Yani siyasal İslamcı bir düzen kurmak…
Yokluk, yoksulluk, enflasyon, geçim sıkıntısı, eğitim, ekonomi onların umurunda bile değil…
Varsa yoksa din, din adamı, imam hatip, tarikat, tekke, Kuran kursu… Başka dertleri kalmamış gibi.
Yüz binlerce öğretmen işsiz güçsüz, parasız pulsuz dolaşırken, köylerde çocuklar eğitimci beklerken, din adamları 3-5 kişiye namaz kıldırıyor.
İşsiz imam yok.
Oysa köy okulları bakımsızlıktan, ilgisizlikten çürümeğe, yıkılmaya terk edilmiş durumda… Ardı ardına kapanıyor.
Çocukların geleceği, kaderi köylerdeki imamlara bırakıldı.
Bu, bilinçli bir eğitim politikası. AKP kendine oy deposu oluşturuyor…
Eğitimsiz, tahsilsiz Urfa, Yozgat, Kilis gibi illerden yüzde 60’ların, 70’lerin üstünde oy çıkıyor bu partiye.
Ama yüzbinlerce öğretmen açıkta ve hâlâ atanmayı bekliyor…
Artık, “Yargıtay Yeni Hizmet Binasının” açılış törenine Cumhurbaşkanının yanı sıra diyanet işleri başkanı da katılmakta ve Yargıtay Başkanı ile birlikte ellerini gökyüzüne açarak birlikte dua etmektedirler.
Son zamanlarda bu dua işlemi hemen hemen her toplantıda, her resmi törende bir gelenek haline dönüştürüldü. Bir moda haline geldi.
Bu açılışlarda kendilerine karşıt görüşlü din düşüncesine sahip kişilerin varlığı önemsenmiyor bile.
Peki, Aleviler çıkıp dese ki “Siz bizi temsil etmiyorsunuz.” Ne yanıt vereceksiniz o zaman?
Zaten Diyanet işlerinin protokol sıralamasındaki yeri de 55.ci dereceden 12.ci dereceye yükseltildi. Böylece, Genel Kurmay başkanı bile onun iki derece gerisine düşürülmüş oldu.
Oysa politikacılar göreve başlarken, dinsel açıdan tarafsız kalacaklarına, “Laik, demokratik, sosyal” bir toplumun kurallarına uyacaklarına ant içerler…
Çünkü devletin dini olmaz.
Herkes inancında özgürdür. Din anlayışında özgürdür. Hristiyan olur, Müslüman olur, Musevi olur, ateist olur.
Kimse kimseye müdahale edemez. Kimse kimseye dini görüşünü, inancını zorla kabul ettiremez.
Dinler ve inançlar vicdanlarda, kalplerde, beyinlerde yaşar.
Ülke bütünlüğü, toplumsal barış ancak bu yolla, bu yöntemle sağlanabilir. Gerçekleşebilir.
Laiklik ilkesi, demokratik, sosyal, eşitlikçi toplumun “Olmazsa olmazıdır.” Temelidir. Yapı taşıdır. Onu çektiğin zaman toplumsal barış zedelenir, bina yıkılır. Ülke parçalanır…
83 milyon insanın yaşadığı bir ülkede sen çıkıp, “Taliban’la inanç noktasında farklılığımız yok” diyemezsin.
Kendi kişisel görüşünü tüm topluma kabul ettiremezsin.
“Ben istiyorum” diye tüm gençleri imam – hatipli yapamazsın.
İnsanları giyim tarzına göre, örneğin türban giyip giymediğine bakıp işe alamazsın.
Bu düşünce biçimi laikleri, çeşitli dinsel görüşlere sahip insanları temsil etmez. Edemez.
Bu yolla, bu yöntemle toplumsal birlik, bütünlük yok edilir. Araya nifak girer.
Ülke paramparça olur…
Atatürk, Kurtuluş Savaşının ardından 1922’de saltanatı kaldırdı, 1923 yılında cumhuriyeti ilan etti. 1924’te hilafeti kaldırdı. 1928’de “Devletin dini İslam’dır” maddesini anayasadan çıkardı. 1937’de laikliği anayasaya koydu, laik Türkiye Cumhuriyetini kurdu.
“Laiklik” maddesi bugünkü anayasamızda da vardır. Onunla oynamak, değiştirmek, yok etmek açık bir suçtur.
Anayasamızdaki “Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti” yerine Afgan, Arabistan tarzı şeriatçı bir siyasal İslam devleti kurmaya çalışmak suçtur. Hem de açık bir suçtur.
Bu suçun hesabı bugün olmazsa yarın, yarın olmazsa öbür gün mutlaka sorulur.
Sorulacaktır…
Bir yanıt yazın