Evet, bir kez daha yineliyorum:
Ülkemizin bugünkü duruma gelmesinde muhalefetin de payı vardır. Taa başından beri, olaylar karşısında muhalif partilerin eylemsiz, tepkisiz kalması AKP’yi cesaretlendirdi…
Hem de bu sessizlik, bu eylemsizlik, AKP’nin iktidar olmasının hemen ardından başladı. Şimdi soracaksınız, “Peki, Ali Eralp kanıtların var mı?” Evet var.
En baştan başlayalım:
Henüz Recep Tayyip Erdoğan siyasal yasaklı iken, Meclise bile giremezken, tüm itirazlara rağmen, Deniz Baykal onun engellerini kaldırıp, “Yürü arkadaşım, yürü bre” dedi. Meclise katılmasını sağladı.
Temel kanıt bu… Gidiş, o gidiş…
MHP ve devlet Bahçeli’nin AKP’ye yaptığı katkıları ve onunla dayanışmasını ise artık çocuklar bile biliyor. Bu nedenle, bu konuda fazla ayrıntıya girmeden, kısaca, maddeler halinde sıralayacağım:
1- Yıllar önce AKP, mecliste “Anayasa Mahkemesi’nin 367 Kararı” ile krize girmişti. O, bu krizden Devlet Bahçeli ve MHP’nin desteğiyle çıktı. Peki, nasıl oldu bu?
O dönemde, Gül’ün cumhurbaşkanı seçilebilmesi için 367 oya ihtiyaç vardı. Ama bu sayıya ulaşamıyordu. AKP ve Gül çaresizdi. Yardımına Bahçeli koştu. Mecliste oylamaya katılacaklarını açıkladı. Böylece AKP ve MHP’lilerin toplam sayısı 440’ı aştı ve Gül Köşk’e çıktı.
2- Üniversitede Türbanın serbest olması, 10 Şubat 2008’de, AKP – MHP dayanışması ile sağlandı.
3- 2012 yılında MHP, 4+4+4 uygulamasına destek vererek, türbanın ilkokula girmesinin önünü açtı.
4- 2013 yılında Bahçeli, Anayasa görüşmelerinde AKP’ye destek vererek, 48 maddenin TBMM’sinden geçmesini sağladı.
Bunlar AKP – MHP dayanışmasının sadece birkaçı. Günümüzde ise nasıl, dostça bir birlik içinde hareket ettiklerini herkes biliyor ve görüyor… Anlatmaya gerek yok…
CHP’nin ve Kılıçdaroğlu’nun AKP’ye desteğine gelince… Bu dayanışma ve birliktelik ise Kemal Bey Genel Başkan olunca ortaya çıktı.
10 Mayıs 2010’da Deniz Baykal’ın istifasının ardından Kılıçdaroğlu, 22 Mayıs 2010 tarihinde genel başkan oldu.
Aradan henüz 5 – 6 ay geçmişti ki yanlış kararlarından dolayı ben onu bir makalemde eleştirmiş, şöyle yazmıştım:
“Recep Tayyip Erdoğan’ın önündeki engellerin CHP tarafından kaldırılarak, ona Başbakanlık yolunun açılmasını Kemal Kılıçdaroğlu, bir demokrasi hareketi gibi göstermeye çalışıyor topluma. Ardından da şimdi sırada türban var, AKP ile el ele, gönül gönüle verdik mi o sorunu da çözer, böylece insan haklarında, özgürleşmede büyük bir adım atmış oluruz …” diyor.
Bunun ardından da kendisine sorulan “Laiklik tehlikede midir?” sorusuna karşılık olarak:
“Türkiye’de laikliğin tehlikede olduğunu düşünmüyorum. Ben cemaatlere saygılıyım, insanlarımız manevi dünyalarında cemaatlere yakın olabilir. Nurcu da olabilir, Süleymancı da Fethullahçı da… Yeter ki bunu siyasallaştırmasınlar. Manevi dünyayı siyasete alet etmesinler…”
Sanki Nurculuk, Süleymancılık, Fethullahçılık bir siyasal İslam hareketi değilmiş gibi…
Bu konuşmalar ve karşıdevrimci görüşler üzerine ben yine aynı yıl içerisinde “Kemal Kılıçdaroğlu’na açık mektup…” Başlıklı bir yazı kaleme aldım. O mektupta şunları söylüyordum:
“Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, hangi taşı kaldırsanız altından cemaat çıkıyor… Aziz vatanın kaleleri birer birer zapt edilirken’ siz nasıl Ben cemaatlere saygılıyım” diyebiliyorsunuz?
Türbanlılar, çarşaflılar, peçeliler kara giysileriyle, çevremizi bir kâbus gibi sarmaya devam ediyorlar. Kentlerimizi, sokaklarımızı, caddelerimizi tanıyamaz olduk.” (Günümüzde bir de bunlara mülteciler katıldı!)
Kurumlar, devlet daireleri birer birer teslim alınıyor. Resmi makamlar el değiştiriyor. Nitelik değiştiriyor. Başkalaşıyor. Siyasallaşıyor. Kan kaybediyor.
Yargı, ordu, emniyet, eğitim sessiz ve derinden yeniden düzenlenip, biçimleniyor. İstedikleri kişileri önemli mevkilere getiriyorlar, istemediklerini sokağa atıyorlar…
Atatürk’ün partisinin uğraştığı şu konulara bakın hele:
Siyasal İslamcı bir adamı Başbakanlık koltuğuna oturtmakla övünmek, türban özgürlüğünü gerçekleştirmeye çalışmak, genel af çıkarmak, şeriatçı cemaatlere saygılı olmak…”
Ben bu açık mektubu yıllar önce, 2010’lu yıllarda Kılıçdaroğlu’nun yeni başkan olmasının ardından yazmıştım. O zaman da bu söylediklerim kulak ardı edilmişti ve üstüne üstlük partide ne kadar GERÇEK ATATÜRKÇÜ varsa sokağa atılmıştı…
Bugün bile muhalif partiler, hâlâ, Diyanet İşleri Başkanının her toplantıya katılıp ona yön vermesine, orada düşünce beyan etmesine sessiz ve tepkisiz kalmaktadırlar. Sanırım, “Karşı çıkarsak, muhafazakâr oyları kaybederiz” diye düşünüyorlar. Ama bu pasif yol ve yöntemle gerçek Atatürkçüleri kaybettiklerinin farkında bile değiller.
Bütün bunları niçin yazıyorum? Amacım hedef şaşırtmak, CHP’yi zayıflatmak değil. Tam tersine onu eleştirerek daha gerçekçi, daha mücadeleci bir yola çekmek ve peşinden gelenleri(buna muhafazakar ama Atatürkçü oylar da dahil)çoğaltmak istiyorum…
Hiç olmazsa bundan sonra sonuçsuz, sessiz, etkisiz bir politika izlemeyi bırakalım.
Atatürk’ün halkçı, devrimci çizgisine dönelim ve onun şeriatçılarla yaptığı kararlı mücadeleyi örnek alarak; yıllardır sürüp gelen CHP’nin şu yüzde 20’lik oy barajını aşıp, bir an önce AKP belasından kurtulalım…
Bir yanıt yazın