Osmanlıların Harb-i Umumî”, Avrupalıların “Büyük Savaş” dedikleri I. Dünya Savaşı, 1815’ten itibaren Avrupa’da var olan “yüzyıllık barışı” sona erdiren modern tarihin ilk büyük savaşı idi. Bu savaş, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi Avrupalı devletlerce kıyasıya devam ettirilen sömürgecilik mü-cadelesi ve bu mücadele için gerekli görülen hızlı silahlanma sonucunda çıkmıştı.
Öyle ki söz konusu savaş, kapsadığı alan, kullanılan silahların çeşitliliği, milyonlarca insan kayıpları bakımından büyük bir felaketti. Hatta bu savaş, İngiliz tarihçi Eric Hobsbawn’a göre Avrupa için II. Dünya Savaşı’na kadar süren bir felaketler çağının başlangıcıydı.
Sonunda Avrupa, II. Dünya Savaşı sonrası dönemde, özellikle Alman-Fransız barışını sağlamakla kalmadı, Avrupa Birliği idealini gerçekleştirmeye koyuldu. Oysa Avrupa dışı dünya için bu felaketler çağı sona ermemiş; sömürge sonrası bağımsızlık ve ulus-devletler kurma sürecinde, Asya, Afrika ve özellikle Ortadoğu askeri darbeler başta olmak üzere iç karışıklıklar ve ulus-devletler arası savaşlara sahne olmuştu.
Sadece, son 50 yıllık dönemde İran-Irak Savaşı, I. ve II. Körfez Savaşları, Irak’ın işgali, kronik Filistin meselesi, 2011’den beri siyasi istikrara kavuşamamış Libya ve 4-5 yıllık süreçte Suriye’deki siyasi ve askeri olaylara bakmak yeterlidir.
Peşinen kabul edelim ki, Ortadoğu, Yakındoğu ve Uzakdoğu gibi kavramlar, objektif bir coğrafi tanımlama olmayıp Avrupa merkezli Londra merkezli subjektiflik içeren jeostratejik tanımlamalardır. Ahmet Davutoğlu’ndan ödünç alarak söylersek, Avrupalılar, kendi asli mekânlarından hareketle bir dünya algılaması oluşturarak kendi dışındaki coğrafyayı kendi çıkarlarına göre tanımlamışlar ve dünyaya kabul ettirmişlerdir.