“Her şey Türkiye sahillerinde pansiyon kültürünün sona ermesiyle başladı. Önce, sakız çarşaflı, tavandan vantilatörlü, öyle dümdüz ama tertemiz hatta duşa kabinsiz pansiyonları beğenmez olduk. Arkasından da tahta iskemlesinde oturup çoban salatayla sardalya yediğimiz balıkçıları.
Sonra bir zamanlar havlumuzu serip girdiğimiz plajları beğenmemeye başladık. Bir kokteyl olsa fena mı olurdu? “Ayyy orda duş bile yok”tu, otopark yoktu da o koyda” arabamız güneşten yanıyordu”! ya da “Öff bu insanlarla aynı yerden denize girilir miydi?”
Herkesin güneye yerleşip lokanta, biiç, otel açması ve kimsenin buna ses çıkarmaması da başka bir felaket oldu. Oysa ki sadece çok bunaldığımız işimizden, büyük şehirdeki keşmekeşten kaçıp güzel bir şeyler yapmak istemiştik. Kendimizi eleman bulamadığımız ve üstelik dünya kadar borca battığımız bir işletmenin sahibi olarak bulduk. Üstelik dükkan da kiraydı, otel de!
Ardından köylüsünü köyleri adam etmeye geldi sıra. Kasabıyla, bakkalıyla, teyzesiyle, amcasıyla, nalburuyla, namusuyla yaşayıp giden köylülerin aklını çeldik, adamın at damına 1 trilyon verip o caanım köyü 6 bin kişilik “meyhaneye” (başka bir şey demeye dilim varmıyor) çevirdik.
Şimdi tüm bu yitirdiklerimizi bulmak için Yunan adalarına gidiyoruz. 10 yıl önce gitmeye başladığım, 4 yıldır gitmediğim kendimi tekrar yollarında bulduğum Samos, gram değişmemiş. Mesta’ya el yapımı makrome 1 çantacı, Doğu kıyısına da 1 girişi serbest beach açılmış hepsi bu. Açan çocuk adalı olmasına rağmen 3, 5 yıl izinlerle uğraşmış, kiralık koya çiçek gibi yer yapmış, otopark, duş, kabin, şezlong bedava!
Biz hiç bir yerde mutlu olamadık ki memleketimizde olalım. Bir zamanlar burun kıvırdığımız pansiyonlar butik olunca 100 euro’ya çıkmış geceliği! Ee, bunu sen istemedin mi güzel kardeşim? Şimdi neye kızıyorsun?
Yani diyorum ki suçu birbirimizde arayacağımıza (işletmecisinden misafirine) önce kendimizde mi arasak? Gerçi artık geçmişler ola! “
Bir yanıt yazın