19 yıldır AKP, ülkenin başına bir karabulut gibi çöktü.
Uygar, çağdaş, bilimsel olan ne varsa, üzerinden bir silindir gibi geçti…
Ezdi. Yok etti… Ülkeyi Ortaçağ karanlığına gömdü.
Sağlam, işe yarayan, etkin; yönlendirici, topluma güzel görüşler sunan ne varsa, altından girip, üstünden çıktı. Geride hiçbir şey bırakmadı.
Bu 19 yıllık dönemde eğitimi, kültürü, toplumu yoz, yobaz düşünceler temelinde yeniden şekillendirdi.
Bu değişiklikleri yapmak zorundaydı.
Çünkü onlar, bir takım hurafelerle, boş inançlarla ancak yığınları kendilerine bağlayabiliyor, gerici düşünceler ve öteki dünya vaatleri ile halk üzerinde egemenlik kurabiliyorlardı.
AKP’nin ezici çoğunlukla oy aldığı bölgelere ve şeriatla yönetilen, geri kalmış siyasal İslam ülkelerine baktığımız zaman bu gerçeği açık seçik görebilirsiniz.
Bu durum, iki kere iki, dört kadar kesindir.
İşte bu nedenlerle yobazlar, geçmişte, Köy Enstitülerini kapatıp, köylünün bilinçlenmesini engellediler. Halkımızın okumasını, eğitim yapmasını istemediler?
Günümüzde de çağdaş eğitim kurumları yerine bu yüzden Kuran kursları açıyorlar durmadan…
İktidar sağlıktan, Milli Eğitimden önce, en büyük bütçeyi diyanet işlerine ayırıyor. Binlerce öğretmen işsiz güçsüz gezerken, çocuklarımız çağdaş okullar beklerken, her mahalleye bir imam hatip okulu konduruyor; Atatürk adını okullardan silmek istiyor.
Çünkü Atatürk aydınlanmanın, çağdaşlaşmanın en etkili öncüsüdür. Gericiliğin, yobazlığın, dinciliğin baş düşmanıdır. Bu nedenle ondan korkuyorlar. Onu sevmiyorlar.
Cumhurbaşkanlığı tercümanı, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’la ortak basın toplantısı düzenleyen Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmet’in konuşmasında geçen Mustafa Kemal Atatürk adını işte bunun için gizliyor. Sansürlüyor.
Bu sansürleme olayı, bir öç alma duygusunun, Atatürk düşmanlığının dışa vurumudur ve Cumhuriyet tarihimizde ilk kez gerçekleşiyor.
Şeyh Sait’lerin, Said Nursi’lerin, Derviş Mehmet’lerin, Derviş Vahdeti’lerin torunları, bugün muhalefetin güçsüzlüğünden de yararlanıp, “fırsat bu fırsat” diyerek Cumhuriyete, cumhuriyet kurumlarına savaş açmıştır.
Uygarlığa, bilime karşı çıkmak ve yabancılarla ülkesi aleyhine işbirliği yapmak onların genel yapısında, mayasında zaten eskiden beri vardı…
Çünkü halk düşünmeye, kendi mantığı ile olayları yorumlamaya, gerçekleri ve sahtekârların gerçek yüzünü görmeye başladığı zaman işleri bitmiş demektir.
Osmanlının son dönemlerinden bu yana, şeriatçı çeteler tarafından bu görev aksatılmadan günümüze değin eksiksiz yerine getirilmiştir.
Çağ dışı din bezirgânları için Mustafa Kemal şunları söyler:
”Bizi yanlış yola sevk eden habisler (soysuzlar), çok kere din perdesine bürünmüşlerdir. Tarihimizi okuyunuz, görürsünüz ki milleti mahveden, esir eden, harap eden fenalıklar hep bu din kisvesi altındaki küfür ve melanetten(kötülükten) gelmiştir.”
Bir gerici molla, bu sözleri söyleyen ilerici, çağdaş bir önderi niçin sevsin, niçin saysın? Elbette ondan “Öcü”den korkar gibi korkacaktır.
Atatürk’e göre “En gerçek, en doğru tarikat, uygarlık tarikatı”dır. Dinsel tarikatçılık, ülkeleri ”Yanlış yollara sevk eder”, çıkmazlara götürür. Dinlerin egemenlik kurduğu, şeriatla yönetilen toplumlarda akıldan, bilimden söz edilemez, ilerleme sağlanamaz.
Bilim çağdaşlık, yenilik demektir; değişim, gelecek demektir. Şeriatçıların en büyük düşmanı ise değişimdir, yenileşmedir.
Çünkü değişimin, yenileşmenin olduğu yerde ne hurafe vardır, ne üfürükçülük ne muska…
Bilimin temel dayanağı akıldır, dincilerin ise inançtır.
Gerçekleri ve doğruları sadece kutsal kitaplarda arayan, sorunların çözümünü göklerden bekleyen bir siyasal yönetim, ilerlemeyi gerçekleştirip, çağdaş uygarlığı yakalayabilir mi, bu mümkün müdür?
Atatürk bu konuda şöyle der:
”Biz ilhamlarımızı gökten ve gaibden (görünmeyen âlem) değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz. Bizim yolumuzu çizen, içinde yaşadığımız yurt, bağrından çıktığımız Türk ulusu ve bir de uluslar tarihinin bin bir facia ve ıstırap kaydeden yapraklarından çıkardığımız sonuçlardır.”
İşte siyasal İslamcılar Atatürk’ü bu yüzden sevmezler. Yani “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir” dediği için sevmezler ve onu unutturmak isterler.
Dinin mekânı vicdanlardır. Kul ile Allah arasında kimsenin işi olamaz.
Tarikatlar da cemaatler de İslam dinine aykırıdır.
Atatürk büyüdükçe, kökleştikçe, sevildikçe mollaların geçim kaynakları yok olmakta, makamlarını yitirmektedirler.
Çıkarlarına darbe vurulmaktadır…
Onlar işte bu nedenle Atatürk’ten öcüden korkar gibi korkarlar. Onu tarihten silmek isterler.
Ama boşuna çaba….
(alieralp37@gmail.com)