Sizinde bu günlerde benim aklıma geleni düşündüğünüze inanmaktayım. Ülkemizde bu günlerde felaketlerin ardı arkası kesilmemekte. Böyle durumlarda aklımıza ilk gelen cümle ‘Burada mutlaka bir uğursuzluk var,’ veya ‘ Birisi buraya uğursuzluk getiriyor ‘. Ülkemde her şey olumsuz, olumlu bir tek Tokyo’da yapılan Olimpiyatlarda kazanılar madalyalar. Bu madalyalara daha sevinemedik. Erkeklerin Güreşte kazandıkları madalyalardan başka spor dallarında da madalya şansımızın, düzenli ve ısrarlı çalışma sonrasında elde edilen başarıyla kazanılmış değerler. Halbuki okçulukta, karatede, Tekvandoda , Jimnastikte , kadın sporcuların Boksta, Kadın Voleybol sporcuların başarılarını avuçlarımız patlayıncaya kadar alkışlamak isterdik. Olmadı .
Ülkemin üzerinde bir uğursuzluk oturduğuna inanmaktayım. Keyfi idare edilen ülkelerde , kanunlar hiçe sayılır, kurallara riayet edilmez, bir kişinin keyfine göre yayınlanan kararnamelerle ülkenin temel yapısı yıpranır.
Notlarımdan okudum 2009 yılında ICCI 2009 konferansında, enerji politikalarında Yenilenebilir Enerji başlığında Avrupa Birliği ile uyum direktifleri konulu konuşmamda, Karadeniz de Hidro-elektrik santrallarının ülkemiz için yararlı olmadığına inandığımı söyledim. Hatta HES lerde baraj oluşturmak, değişen iklim koşullarında yararlı olmayabilir, diye bir de cümle kullandığımı hatırladım.
Geçtiğimiz birkaç hafta evvel Muğla’nın güzel beldeleri olan Marmaris, Ören, Bodrum, Köyceğiz gibi doğanın, ormanla güzelleştiği yerlerde yaşadığımız orman yangınları bizi derin üzüntüye boğdu. İklim değişikliğini idrak ettik. Bu üzüntümüzün sukuta yaklaştığı bir zamanda, Karadeniz’de beklenen yağış metre kareye 310 kilo yağmur ile sel felaketi kaçınılmaz bir netice olduğunu izledik. Suların engellenemeyen vahşi akışının karşısında, insan oğlunun çaresizliğini ekranlardan seyrederken, yüreğimiz eridi. Batı Karadeniz’de oluşan bu sel felaketi, tıpkı doğu Karadeniz’de olduğu gibi, bu yağmurların Batı Karadeniz’de de sona ermeyeceği bir gerçektir.
Artık bu sahnelere kendimizi hazırlamamız gerekir. Bu sahneleri çok yaşayacağız. İklim değişikliğinin nelere sebep olacağını artık anlamamız gerekir. Anlamak yetmez. Bunun sebeplerini , neticelerini çok iyi analiz etmek gerekir. Tıpkı Orman yangınında bir meczubun söylediği gibi ‘dua edin yangın durur’ veya ‘yağmur duası ile yağmur ve bereket gelir’ demekle bu iş olmamakta. İlim ve bilgi ile yağmurların nasıl oluştuğunu çok iyi tahlil eden kurumlarımız bulunmakta. Üniversitelerimizde meteoroloji ve çevre konusunda bir çok araştırmalar yapılmakta. Yapılan bu araştırmaları devlette okuyan var mı ? Yok mu ? Bunu bilmemekle birlikte, 2011 yılında iklim değişikliğinin, engellenemeyecek neticeler çıkacağını belgeleyen araştırma raporları, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Çevre Komisyonu kütüphanesini süslemekte. Bir tanrının kulu açıp da okumadığına adım gibi inanırım. Bu araştırmalar neden yapılır ? Bilim adamları neden yüzlerce saat emek vererek araştırıp, kaleme aldıkları bu raporları neden hazırlarlar ?
Bir yetkili bir karar name ile yandaşa Hidro-Elektrik Santral kurulması için icazet vererek iklim değişikliğine neden olmasına zemin hazırlanması niye? Yoksa Aralık 1997 yılında Japonya’nın KYOTO şehrinde Çevre Protokolüne imza koymayan Türkiye’nin zaman içinde iklim değişikliği konusunda Orman Yangınları ve Sel Felaketleri ile nasıl etkileneceğini, o günlerde tahmin edemediler. Zamanın Çevre Bakanı İmren Aykut ve etrafındaki yetkililer KYOTO Protokolü seyahatinde Japonya’yı gezdiler, imzalamadan geri döndüler. Bari protokolün altına bir şerh koysalardı, ‘Biz de varız amma, ülke idaresi karbon emisyonu konusunda şüphede’ demiş olsalardı ve bu protokolün gereğini o günden yerine getirmiş olsalardı, belki bazı önlemler alınırdı diye düşünürüm.
Ancak benim gibi sizde ekranlarda sel felaketinde çarpık yapılaşmaları seyrettiniz. Dere yatağına Hastane inşa ederek, Okul yaparak, Bina inşaatı için ruhsat vererek, Yurt yaparak, ve postane açarak, küçük sanayi sitesi kurup sanayinin giderini arıtmadan dereye akıtarak doğayı tahrip ederseniz, tanrının parmağı yok ki senin gözüne sokup da ‘ Dereleri engelleyip HES ler kurmayın, Dere yatağına evler yapmayın, Derelerin önüne köprü yaparsanız yüksek kemerli köprü yapın, akışı engellemeyin, yoksa suyun intikamı acıtır’ demesini beklemekte yönetim. Hatta bu acı tecrübelerden ders bile almadıklarına inanırım. Çünkü Karadeniz bölgesinde bugün ve gelecekte böyle manzaralarla karşılaşacağımızı üzülerek ifade etmek isterim.
Bir uğursuzluk mu var ülkemin üstünde diye düşünürüm, ancak böyle felaketlerden önce aklımızı kullanmamız gerekir, attığınız her adımın kendimize ve çevreye yararlı olması gerekir, yoksa afet geldikten sonra üzülmenin felakete faydası yoktur diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.Metin Atamer ,
Bir yanıt yazın