Hangi İslam Barış ve Kardeşlik Dinidir?
Bu ülkede Diyanet teşkilatına bağlı din adamları ve dini siyaset aracı haline getiren politikacılar başta olmak üzere; bazı kesimler, “İslam Barış ve kardeşlik dinidir” lafını ağızlarından düşürmezler.
Bu konuda “Müminler ancak kardeştir”(Hucurât/10) ayeti de dayanak noktalarıdır.
Oysa ayette açıkça görüleceği üzere; “Müslümanlar ancak kardeştir” değil, “Müminler ancak kardeştir” denilerek kardeşliğin sınırı çok daha geniş tutulmuştur.
Müminliği, Müslümanlıkla sınırlı tutsanız bile bu sefer karşımıza çıkan soru şudur; “hangi İslam barış ve kardeşlik dinidir?”
Hicri Muharrem ayı gelince Müslümanların bir kısmı, dini saiklerle ve sevap kazanma düşüncesiyle Matem Orucu tutarken, cinsel birliktelik ve et yemekleri dahil kendisine birçok dünya nimetini yasaklayarak acıya ortak olurken, bir kısmı da yine dini saiklerle ve sevap kazanma amacıyla birçok dünya nimetini bir araya getirip birbirine Aşure ziyafeti çekiyorsa, burada İslam kardeşliğinden asla söz edilemez.
Öyle ya; madem İslam barış ve kardeşlik dinidir, şu halde Afganlılar, neden küffarın uçaklarının kanadına, kuyruğuna ve tekerleklerine yapışarak ve uçak kalktıktan sonra yere düşüp ölmeyi göze alacak derecede Taliban İslamından kaçıyorlar!
Türkiye’ye gelecek olursak;
Bu ülkede doğru İslam’ı kim yorumlayacak?
“Yolsuzluk hırsızlık demek değildir” ve “Zarar-ı âmmı defiçün zarar-ı hâs ihtiyar olunur” şeklindeki Mecelle hükmünden hareketle “kamunun menfaati için özel menfaatler göz ardı edilebilir” anlamında fetvalar verdiği için tepki çeken Prof. Dr. Hayreddin Karaman mı?
“İslamın Kızları, sizin anneleriniz burnunu göstermekten bile hicap duyardı” diyerek sporcu kızlara açıklık eleştirisi yönelten İhsan Şenocak mı?
Ayasofya’nın ibadete açılış günü okuduğu hutbede Ayasofya’yı müze yapanlara “Zalim” imasında bulunduğu iddia edilen Prof. Dr. Ali Erbaş mı?
“1921 ve 24 anayasalarında devletin dini İslam’dı ve laiklik yoktu. Cumhuriyet fabrika ayarlarına dönsün” diyerek rejimle kavgalı olduğunu açık eden Prof. Dr. Mehmet Boynukalın mı?
Ne idüğü belli olmayan ve halen yürürlükte bulunan Tekke ve Zaviyeler Kanunu’na rağmen harıl harıl faaliyetlerini sürdüren ve her biri birer holding haline gelen tarikatların şeyhlerini ve cemaatlerin liderlerini saymıyorum bile!
Esasen “İslam” kelimesine getirilen tanımda bile “barış” ve “kardeşlik” kavramlarını ortadan kaldıran sakatlıklar bulunmaktadır.
Bir internet sitesinde “İslam” kelimesi şöyle tanımlanmıştır:
“İslâm, Arapça bir kelimedir. Kökü ‘barış’ anlamına gelen ‘silm (selm)’ kelimesine dayanır” denildikten sonra “Sözlükte itaat etme, boyun eğme anlamına gelir. Herhangi bir zorlama olmaksızın gönülden ve içtenlikle Allah’a itaat etmek, O’na teslim olmak, emir ve yasaklarına kayıtsız şartsız boyun eğmek demektir”(1) denilmektedir.
Zaten bütün problem de o emir ve yasakların tespiti ile onlara uyma konusunda çıkmıyor mu İslam dünyasında?
Afganistan Kardeş Ülke midir?
Taliban sözcüsü Suhail Sahahen (Yandaşlar Süheyl Şahin diyerek sevimli hale getiriyorlar) A Haber Kanalı’na bağlanarak, “Türkiye Kardeş Ülke” demiş.
Evet, Afganistan belki bizim için kardeş ülkedir.
Ancak bizimle kardeş olan Afganistan, Taliban Afganistanı değil, Amanullah Han Afganistanıdır.
Zira biz, daha yukarıda ismi geçen yerli zevatın savunduğu İslam’ı savunanlarla tam olarak kardeş olmayı başaramamışken, Taliban İslamını savunanlarla nasıl kardeş olacağız?
Çünkü aynı Suhail Shaheen’in dediğine göre: “Taliban olarak kadın haklarına saygı göstereceklermiş. Politikaları, bütün kadınların eğitime ve işe erişimi olması, hicab takması yönünde olacakmış. Burka, tek seçenek değilmiş. Kadınların evden yalnız çıkmalarına izin verilecekmiş, idam, recm veya uzuv kesme gibi katı şeriat kurallarının uygulanması mahkemelere bırakılacakmış.”
Yani, bir anlamda demek istiyor ki Taliban sözcüsü: Kafalar gelişigüzel değil, özel mezbahalarda uzman kasaplarca kesilecek!
Zira Taliban’ın kuracağı mahkemelere, çağdaş anlamda mahkeme denilebilir mi?
Biz bu zihniyet tarafından yönetilen bir ülke ile nasıl kardeş ülke olacağız peki?
Afganistan Afganistanlılarındır!
Cumhur İttifakı’nın minik ortağı Vatan Partisi’nin Genel Başkanı Dr. Doğu Perinçek “Taliban, Mustafa Kemal Paşa’nın Türkiye’de yaptığı gibi Afganistan’ın kurtuluş savaşını başardı” demiş.
Doğu Perinçek’in bu tür çıkışlarına alıştık artık.
Herkesten farklı bir şey söyleyecek ki; gündeme gelebilsin!
Evet, bize göre de Afganistan, Afganistanlılarındır.
Yönetenler Peştun olmuş, Tacik olmuş, kime ne?
Kim yönetirse yönetsin.
Bu açıdan bakınca, yani yabancı güçlerin ülkeden kovulması anlamında Perinçek haklı.
Ancak kıyaslaması ve benzetmesi yanlış.
Çünkü benzetmesinde kullandığı olaylar ve kişiler taban tabana zıttır.
Atatürk, düşmanı kovdu ve medeni bir sistem kurdu/kurmaya çalıştı.
Milletin fertlerini kul olmaktan kurtarıp en azından kağıt üzerinde de olsa eşit yurttaşlar yaptı.
Taliban ise kendi insanına zulmeden, onu asırlar gerisine götüren, kul seviyesine düşüren bir sistem inşa etmek için uğraşıyor!
Ayrıca Taliban, taşeron örgüt görüntüsü vermektedir.
Dahası BM’ye göre Taliban, bir terör örgütüdür!
Atatürk, işgalcilerle 3 yıl boyunca kelle koltukta ve milletiyle birlikte çarpışarak kurtardı ülkeyi; oysa Taliban Afganistan’ı kansız kavgasız 45 gün gibi kısa bir sürede teslim aldı ABD’den!
Bize göre Taliban, tam anlamıyla kurucusu/kurdurucusu ABD’nin güdümüne girmiş bir örgüttür artık!
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, ülkemizin menfaatleri için Taliban’la da görüşebileceklerini ve bu konuda pragmatist davranacaklarını söylüyor.
Ülkemizin menfaatleri için elbette böyle alması gerekir.
Ancak ülkemizin menfaatleri için Suudi Arabistan, Pakistan ve BAE dışında hiçbir ülkenin tanımadığı ve BM ve birçok ülke tarafından terör örgütü olarak kabul edilen(2) Taliban’la görüşmeye teşne iken, ülkemizin menfaati için, dünyaca meşruiyeti tanınmış olan Suriye’de Beşar Esat ve Mısır’da El Sisi ile görüşmeyi reddetmek bir çelişkidir diyeceğiz ama bereket versin, galiba Esat ve El Sisi yönetimleriyle alt düzeyde de olsa görüşmeler başlatılmış bulunmaktadır.
Bu iyi bir gelişmedir…
Kızma Birader!
Devletin resmi yayın organı TRT’nin ve yandaş medyanın “Abdulgani Birader” diyerek sevimli hale getirmeye çalıştığı, Doğu Perinçek’in de Atatürk’le kıyasladığı, oysa lakabı “Kasap”(3) olan Abdul Ghani Barader, 20 yıllık sürgün hayatının bir bölümünü geçirdiği Katar’dan hususi uçakla Afganistan’a dönmüş ve Taliban’ın zuhur ettiği, daha doğrusu eniştesi Molla Ömer ile birlikte Taliban’ın tohumlarını ektikleri Kandahar’da tantanalı Törenlerle karşılanmış.
Barader’e, Afganistan’ın yeni lideri ya da yeni yönetimde etkili görevlerden birisini üstlenecek kişi olarak bakılıyormuş.
Gelin şimdi bu görüntüyü hep birlikte okuyalım…
Katar dediğiniz ülke, 11.571 km. karelik yüzölçümü ile bizim Konya’nın 1/3’ünden bile küçük kıytırık bir emirlik ve bu emirlik, muhtemelen körfezdeki diğer Emirlikler gibi İngiliz derin devleti tarafından yönetilmektedir!
Çünkü bu emirlikler, İngiltere’nin 1970’li yılların başında Basra körfezinden çekilmesinden sonra oluşmuşlardır!
Bir başka söyleyişle, Basra körfezindeki şeyhlik ve emirlikler, temeli İngiltere tarafından atılan politikaların günümüzdeki uygulayıcısı ABD’nin kucağında oturan devletçiklerdir!
Katar da bu emirliklerden birisidir.
Yani ABD, isteseydi Barader’i ortadan kolayca kaldırabilirdi değil mi?
Ancak kaldırmadı!
Neden?
Nedeni şu:
Afganistan’ın geleceği ile ilgili görüşmeler nerede yapıldı?
Katar’ın başkenti Doha’da.
Demek ki; bu görüşmeler Doha’daki Taliban lideri Barader ile yapıldı ve taraflar Afganistan’ın, çatışma olmaksızın Taliban’a teslim edilmesi konusunda anlaştılar ve bu anlaşma uyarınca Taliban, hiçbir direnişle karşılaşmadan 45 gün gibi kısa bir sürede Afganistan’da yönetimi kolayca ele geçirmiş oldu!
Zaten ABD Başkanı Bıden, hatta Barader bile şaşırmış bulunuyorlar bu duruma.
Bıden, “Biz bu işin yılsonu gerçekleşmesini bekliyorduk” diyerek şaşkınlığını, Barader ise “Bu kadar kısa sürede gerçekleşmesini beklemiyordum” diyerek sevincini dile getirmiştir.
Yani, Taliban Doğu Perinçek’in dediği gibi, Afganistan’ı savaşarak değil, muvazaalı bir anlaşma ile teslim almıştır ABD’den!
Zaten açık kaynaklarda bulunan bilgiler de bu yönde(4).
“Katar’da sürgünde olan Taliban lideri Molla Abdulgani Birader 2010’da tutuklanmıştı. Ancak Eski ABD Başkanı Donald Trump’ın ricası üzerine barış müzakerelerinde yer alabilmesi için 2018’de serbest bırakılmıştı.(5)3 yıl önce Pakistan hapishanelerinden ABD isteğiyle salıverilen Abdulgani Birader, tarihler 16 Ağustos 2021’i gösterdiğinde kendini yeni kurulmuş Afganistan İslam Emirliği’nin ilk lideri olarak buldu.… Obama tutuklattı, Trump serbest bıraktırdı…Birader’in her yerinden ABD kokuları geliyor.” diyor kaynaklar(6).
*
Peki Barader’in Katar’dan Afganistan’a dönüşü size neyi hatırlatıyor?
1979 yılında Humeyni’nin sürgünde yaşadığı Paris’ten Tahran’a dönüşünü değil mi?
Yani plan, aynı plan ve bu planların tamamı batıda yapılıyor.
Bu planın tutmadığı tek ülke Türkiye oldu ve Atatürk ilke ve inkılaplarına, laik Cumhuriyete bağlı TSK unsurlarının engellemesi sayesinde FETÖ elebaşı, Pensilvanya’dan özel uçakla Ankara’ya gelemedi!
Hevesi kursağında kaldı bu dinci terörist başının!
Barader, eğer Türkiye’ye açıkça düşmanlık yapan ve Taliban’ı tanıyan üç ülkeden birisi olan BAE’de bulunuyor olsaydı, yani Abudabi’den Kandahar’a gitseydi hiçbir şey diyemezdik.
Ancak adam, sözde Türkiye’nin dostu olan ve Türkiye’de, geniş arazilerden bankacılık sektörüne ve Tank Palet fabrikasına varıncaya kadar birçok ekonomik yatırımı bulunan, Cumhurbaşkanına 450 milyon dolarlık uçak hediye eden Katar’dan Kandahar’a uçuyorsa bizim “Hımmm” diyerek biraz düşünmemiz gerekmez mi?
Üstelik “Türkiye’nin Taliban’ın inancıyla ters bir yanı yok!” özdeyişi ortadayken!
Peki sözde Afganistan’ın seçilmiş devlet başkanı Eşref Gani, iddiaya göre
çaldığı paralarla (Afganistan’ın Duşambe Büyükelçisine göre 169 milyon dolar) nereye kaçtı?
Taliban yönetimini tanıyan üç ülkeden birisi olan BAE’ne!
Yani Afganistan’ın seçilmiş meşru Cumhurbaşkanı olan ve bu sebeple Afganistan’da bizim de muhatabımız olan Eşref Gani, Taliban’ı tanıyan ve bize düşman olan BAE’ne kaçarken, bizim henüz meşruiyetini tanımadığımız Taliban yönetiminin lideri kabul edilen Abdulgani Barader, güya dostumuz Katar’da yaşıyordu ise ve Katar’dan Kandahar’a uçtu ise bizim gerek Afganistan ile ilişkilerimizde, gerekse başta Katar olmak üzere Arap ülkeleriyle olan ilişkilerimizde oturup bir kere değil, bin kere düşünmez gerekmez mi?
Arap ve İslam ülkeleriyle olan ilişkiler ortak dini inançlar ve ham hilafet hayaliyle değil, tıpkı medeni dünyanın diğer ülkeleriyle olduğu gibi karşılıklı çıkarlara dayalı olarak yürütülmek zorundadır.
Yoksa tıpkı bir asır önce olduğu gibi Türk Milleti, elindeki ekonomik ve beşeri sermayeyi yitirmiş vaziyette tığ teber şahı merdan kalır ortada.
Araplar da bize “Etrak bi İdrak” demeye devam ederler!
İslam Kardeşliğinin Emniyet Sübabı Laikliktir
Hz. Peygamber dönemi de dahil olmak üzere; devlet ve toplum yönetiminin Şeriat kurallarına göre dizayn edildiği bütün zamanlarda Müslümanlar üzüntü ve kederlere gark olmuşlardır!
Peygamberin hayatını inceleyin; hemen bütün hayatı, savaşlarla ve hüzünlere geçmiştir.
Hatta Mekke’deki hayatının bir dönemi, “Hüzün Dönemi/Hüzün Yılları” olarak adlandırılmaktadır.
Anlaşılıyor ki; İslam Peygamberi, en yakınındakilere bile İslam’ı anlatmakta ve uygulamakta sıkıntılar yaşamıştır.
Allah’ın koyduğu “Dinde zorlama yoktur” ve “Sizin dininiz size, benim dinim bana“şeklindeki temel ilkeler, Müslümanlarca yeterince idrak edilememiştir ki; bu temel ilkeler, aslında Laikliğin İslam’ın özünde zaten var olduğunu göstermektedir.
Eğer bu dediklerimiz yanlış olsaydı, Peygamberin vefatından henüz çeyrek asır bile geçmeden aralarında sahabelerin de bulunduğu 80 bini aşkın Müslüman (Cemel ve Sıffin savaşlarında) birbirini doğramaz, Peygamberin damadı Ali ile eşi Ayşe karşı karşıya gelmezdi!
Hilafet makamı, darbelerle ve oldu bittilerle ele geçirilmez, halifeler suikastlara kurban gitmezdi!
Gerçi aynı durum diğer bütün dinler için de geçerlidir ve “LAİKLİK” kavramı, zaten batıda işte bu sebeple geliştirilmiştir.
Dinsel çatışmaların önüne geçmek için laiklik önemlidir ve devlet yönetiminde bu temel ilke hiçbir şekilde yıpratılmamalıdır.
Yabancıların Atatürk’e yaptıkları övgüleri, iddiaya göre tercüme ettirmemek yerine(7), tam aksine yüksek sesle tercüme ettirmek gerekir.
Türkiye, İslam dünyasında, toplumsal çatışmalardan uzak bir şekilde hüküm sürüyorsa bunu Atatürk’e ve Laiklik başta olmak üzere; onun devlet ve toplum yönetimine egemen kıldığı ilkelere borçluyuz çünkü…
20.08.2021
____________
1-https://diyanet.nl/dinimiz/islamin-temel-sartlari/
2-
3- https://www.yenicaggazetesi.com.tr/taliban-lideri-baradar-ve-iran-dini-lideri-humeyni-arasindaki-baglanti-cok-konusulacak-469552h.htm
4- &
5- https://www.youtube.com/watch?v=llX-1pnNEkA
6-
7-