Atatürk ve Tatar Aydınları

Prof. Dr. İlyas KEMALOĞLU

Prof. Dr. İlyas KEMALOĞLU - tatar aydinlar

Kazan Tatarları, Rusya Federasyonu içerisinde yaşayan yüzden fazla etnik grup arasında sayı bakımından Ruslardan sonra ikinci sırada yer almaktadırlar. 2010 yılında yapılan nüfus sayımı sonuçlarına göre Rusya Federasyonu’nda 5.310.000 Tatar yaşa­maktadır. Bunlardan 2.000.000’u Rusya Federasyonu’na bağlı Tataristan Özerk Cumhuriyeti’nde, geriye kalan kısmı da Rusya Federasyonu’nun diğer bölgelerinde kayıtlıdır.

Yurt dışındaki Tatarların sayımı ayrıca yapılmadığından bütün dünyadaki Tatarların toplam nüfusu hakkında kesin bir ra­kam vermek güçtür. Ancak tahminen BDT coğrafyası da dâhil ol­mak üzere Rusya dışında bir milyondan fazla Tatarın yaşadığı dü­şünülmektedir. BDT ülkelerinin yanı sıra Tatarların yaşadıkları ülkelerin başında Çin, Finlandiya, ABD, Litvanya, Polonya, Japon­ya gibi ülkeler gelmektedir. En kalabalık Kazan Tatarı nüfusunun bulunduğu ülkelerden biri de Türkiye’dir.

Türkiye’ye diğer ülkelerden farklı olarak birkaç kez göç dalgası oldu.[1] İlk toplu göçler XIX. yüzyılın ikinci yarısında ger­çekleşti. Kazan ile Astrahan hanlıkları ele geçirildikten hemen son­ra Ruslar, bölgede Hristiyanlaştırma ve Ruslaştırma politikasını başlattılar. Ayrıca Ruslar, Hac yolunu da gerek Kafkasya gerekse İdil-Ural Müslümanları için kapattılar.[2] Rusların dinî ve sosyo­ekonomik alanlardaki baskısı gittikçe arttı. Bu husus Tatarların asırlardır bağlantı içerisinde oldukları Osmanlı Devleti’ne göç et­meye başlamasına neden oldu. Bu tarihte göç eden Tatarların hatı­ralarındaki satırlar göç nedenini açıkça ortaya koymaktadır: “Çarlık Hükümeti’nin Müslümanların mektep ve medreselerini kapatacağını, Kuran-ı Kerim’deki “kâfir” kelimelerinin çıkartılıp yeniden bastıracağını duyduk… ”[3] Bu tarihlerde gelenlerin çoğu din adamı veya dinî müesseselerde eğitim görmek isteyen öğrencilerdi. İslamiyet’i serbest bir şekilde yaşayabilmek ve din eğitimi almak iste­yen bu tarihteki muhacirlerin çoğu Mekke, Medine, Şam, Dobruca gibi Osmanlı eyaletleri ile Anadolu’nun çeşitli şehirlerine yerleşti.[4] Osmanlı’nın “yeni vatan” olarak seçilmesinin nedenlerinden biri de ortak tarihî ve kültürel mirasın yanı sıra İdil-Ural Müslümanlarının Hac yolunun Osmanlı topraklarından geçmesi sebebiyle bu toprak­ları ve dolayısıyla da devleti iyi tanımalarıydı.[5] 1890’da Rusya Dışişleri Bakanlığı’nın Rusya Müslümanlarının dinî nedenlerden dolayı yurtdışına göç edebileceklerini ilan etmesi, 1892’de ise II. Abdülhamit’in Rusya’dan birkaç bin Müslüman’ın Osmanlı toprak­larına göç etmelerine izin vermesi,[6] bu dönemdeki göç sürecinin daha kolay yaşanmasını sağladı.

1897 tarihindeki nüfus sayımı da Tatarların Osmanlı Devleti’ne göç etmelerine neden oldu. Tatarlar, bu nüfus sayımının bir bahane olduğunu ve asıl amacın Müslümanları Hristiyanlaştırmak olduğunu düşünüyorlardı ki, bu tarihte göç edenlerin sayısı arttı.[7] 1891 yılında Rusya’da yaşanan kıtlık da göç edenlerin sayısının artmasına neden oldu. Bu tarihte özellikle Samara, Ufa, Orenburg ve Kazan şehir ve köy halkı göç etti. İdil-Ural bölgesinden Türki­ye’ye yapılan göçler konusunu çalışan Arzu Kılınç Ocaklı, sadece XIX. yüzyılın ikinci yarısında bölgeden Türkiye’ye 10.000’den fazla insanın göç ettiğini yazmaktadır.[8] Bu sayı şüphesiz yalnızca kaydı tutulan ve toplu göçleri içeren göçmenlerin sayısını yansıt­maktadır. Bu göçler aslında çok büyük sosyal bir mesele olup bir­çok roman ve hikâyeye de konu oldu. Örneğin Tatar yazarı Galiaskar Gafurov (1867-1942) Tutam adlı hikâyesinde 1894 yılında Osmanlı’ya göç etme nedenlerini muhacirlere yılda iki defa ürün alı­nan bereketli toprakların verilmesi, toprağı sürmek için saban ve hayvan, ev yapmak için de ağaç yardımının yapılması ve göçmen­lerin askere alınmaması gibi haberlerin halk arasında yayılması olarak göstermektedir. Bir başka Tatar yazarı Mahmut Galeu ise Muhacirler adlı tarihî romanında 1897 nüfus sayımını konu almak­ta ve bu sayımın göçlere neden olduğunu yazmaktadır.[9]

Bu dönemde Osmanlı’ya göç eden Tatarların bir kısmı Eskişehir ve civarına yerleşirken, geriye kalanlar Kütahya yakınlarına Efendiköprü adında bir yerleşim yeri kurma hakkını elde ettiler. Her iki bölgede Tatarların bugün de yaşadıkları bilinmektedir. 1954 tarihinde Efendiköprü köyünden[10] birkaç aile Manisa yakınlarına Karaköy köyünü kurdular. Bu köylerde Tatarlar arasında 1917 yılı­na kadar hâkim olan cemaat içi ilişkiler, eski türküler ve çeşitli merasimler o zamandan bugüne aynen uygulanmaktadır.[11] Ankara ile Konya arasındaki Böğrüdelik köyünün nüfusunu da ilk göç dal­gasıyla gelen Sibirya Tatarları oluşturmaktadır. Böğrüdelik, Türki­ye’deki en büyük Tatar köyü olup, yaklaşık 1.100 kişilik bir nüfusa sahiptir. Köyde 400 ev, bir okul ve cami bulunmaktadır ki, bu cami 1908 yılında Omsk yakınlarındaki Karakul, Yelanlı, Yanaul köyle­rinde yaşayan Sibirya Tatarlarının desteğiyle inşâ edildi.[12]

Tatarların Anadolu’ya göçleri XX. yüzyılda da devam etti. XX. yüzyılın başında yaklaşık 2.000 Tatarın göç ettiği bilinmekte­dir. İdil-Ural Türklerine yönelik siyasî ve dinî baskının devam et­mesi, 1917 İhtilâli ve SSCB’nin kurulmasından sonra söz konusu baskının artması, Türkiye’deki Tatarların Anadolu’daki akrabala­rıyla yazışmaları ve akrabalarının Anadolu’da sürdükleri hayattan övgüyle bahsetmeleri, bu dönemdeki göçlerin başlıca sebepleriydi. XIX. yüzyılın ortalarında Şam ve Hicaz vilayetine yerleşen Tatar­lar, I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin yenilmesinden sonra Türklerle birlikte bu topraklardan ayrıldılar. Gelen göçmenler ge­nellikle Eskişehir, Kütahya, Manisa, Ankara, İstanbul, Malatya gibi şehir ve köylere yerleştirildiler.

1950 ve 1960’lı yılların başlarında ise Türkiye, Tatarların yeni göçüyle karşılaştı. Bu tarihte Türkiye’ye gelen göçmenler Çin’deki Tatarlar’dır. Çin’de Komünistlerin iş başına geçmeleriyle birlikte Müslümanlara karşı baskı uygulanmaya başlandı. Bu da Tatarların Türkiye’ye göç etmelerine neden oldu. Yeni göçmenler, başta İstanbul ve Ankara olmak üzere genellikle büyük şehirlere yerleşti.

Göçler sırasında, özellikle de ikinci dalgayla çok sayıda Ta­tar aydını Türkiye’ye geldi. Bunların bazıları Mustafa Kemal Ata­türk’ün yanında Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda önemli rol oynadı ve Türk tarihinde derin izler bıraktılar.

1892 yılında Harbiye Okulu’nda meşhur Tatar yazarı Musa Akyiğitzade (Mehmet Musa 1864-1923) hocalığa başladı. Musa Akyiğitzade’nin Rusça ve ekonomi dersleri verdiği bu okulda bi­lindiği gibi Mustafa Kemal de eğitim aldı (1899-1902). Musa Akyiğitzade’nin genç Mustafa Kemal ile karşılaşıp karşılaşmadığı bilinmemekle birlikte ekonomi derslerini Akyiğitzade’nin yazdığı kitaplardan (İktisat Yahut İlmi Servet ve Avrupa Medeniyetinin Esasına Bir Nazar) okumuş olması ihtimal dâhilindedir. Akyiğitzade, millî ekonomi doktrininin Türkiye’deki ilk temsilcilerindendir ve himayeci bir gümrük politikası izlemek gerektiğini savunmuştur.[13]

Mustafa Kemal Atatürk’ün değer verdiği Tatar aydınlarının başında Yusuf Akçura (1876-1935) gelmektedir. 1876 yılında Rus­ya’nın Ulyanovsk ilinde doğan Yusuf Akçura, babasının ölümü üzerine annesi tarafından İstanbul’a getirildi (1833) ve Harbiye Okulu’nu bitirdi. Ancak Jön Türk hareketine katıldığından dolayı 1899’da Fransa’ya kaçmak zorunda kaldı. 1903’te Paris Siyasal Bilgiler Okulu’ndan mezun olduktan sonra Kazan’a döndü ve meş­hur Üç Tarz-ı Siyaset (Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük)[14] maka­lesini kaleme aldı (1904’te yayımlandı). Kazan’da çıkan ilk Türkçe gazetelerden Kazan Muhbiri‘nin yayın kurulunda yer alan Akçura ayrıca bir teşkilatçı olduğu için Türk boylarını bir araya toplamak gayesiyle arkadaşları ile birlikte “Rusya Müslüman İttifakı” adlı büyük siyasî partinin kuruluşunda önemli rol üstlendi. Bunun üze­rine takibe alınan Akçura, 1908’de Meşrutiyet’in ilanından sonra yeniden İstanbul’a geldi ve Harp Akademisi ile Darülfünun’da siyasî tarih dersleri verdi. 1931’de Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’nin (Daha sonra Türk Tarih Kurumu adını aldı) kuruluş çalışmalarında görevlendirildi, 1932’de de cemiyetin başkanlığına seçildi.[15] 1935’te ölen Akçura, ayrıca Türk Derneği ve Türk Ocağı’nın kurucuları arasında yer aldı, Türk Yurdu‘nun baş­yazarı ve editörü oldu. Bu faaliyetlerinin yanı sıra Akçura çok sayı­da eser kaleme aldı.

Atatürk’ün sıkça görüştüğü bir başka Tatar aydını da Sadri Maksudi Arsal (1880-1857) idi. 1880’de Kazan’ın Taşsu Köyü’nde doğan Sadri Maksudi Arsal Rusya’daki eğitimini tamamladıktan sonra 1902’de Paris’te Hukuk Fakültesi’ne kaydoldu. 1906’da Rusya’ya dönen Arsal, politika ile ilgilenmeye başladı ve genç yaşta olmasına rağmen II. Duma’ya üye seçildi. 1918’de yurt dışına çıkmak zorunda kalan ve 1924’te Fransa’dan Türkiye’ye konfe­ranslar vermek için gelen Maksudi’nin “Türk Birliği”, “Türk Tari­hine Bakış”, “Dillerin Gelişiminde Akademilerin Rolü” başlıklı konuşmaları, Türkiye’de büyük ilgi gördü. Sadri Maksudi’ye Tür­kiye’de kalması için teklif yapıldı ve 1925’te Sadri Maksudi, Tür­kiye’ye gelip yerleşti.[16] Akçura gibi Sadri Maksudi’nin de Türki­ye’ye büyük hizmetleri oldu. Türk Tarih Kurumu’nun kuruluşunda yer alan Arsal (1930 kurultayında Tarih Heyeti’nin kuruluşunu teklif etti), İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Türk Hukuk Tarihi dersi (bu dersi veren ilk hocalardan) ve aynı zamanda Tarih Bölümü’nde İskitlerle Sakalara dair dersler verdi.[17] Mustafa Kemal, onu sık sık yanına çağırır ve onunla ülke meselelerini istişare eder­di. Araştırmacılar yüzden fazla görüşmenin yapıldığını yazmakta ve bundan dolayı Sadri Maksudi’yi Atatürk’ün gayriresmî danış­manı olarak adlandırmaktadırlar. Sadri Maksudi 1930’dan 1938’e kadar ve 1950’de milletvekilliği de yaptı, ancak üniversitelerle bağını koparmadı ve Ankara Hukuk Fakültesi’nde ders vermeye başladı. Sadri Maksudi, Türkçe’nin sadeleştirilmesi, Arapça ve Farsça kelimelerden arındırılması tezini de ortaya koydu. Türk dilinde yapılan değişikliklerde onun büyük etkisinin olduğunu söy­lemek mümkündür. Türk Dili İçin adlı kitabının da Atatürk tarafın­dan takdir gördüğü bilinmektedir.

Mustafa Kemal Atatürk ile görüşen bir diğer Tatar ilim adamı – arkeolog ve etnolog Hamit Zubeyr Koşay (1897-1984) idi. 1909’da Osmanlı Devleti’ne ailesi ile birlikte göç eden Hamit Zubeyr, Selanik’teki medresede eğitim gördü, ardından Macaristan ile Almanya’daki şarkiyat enstitülerinde eğitim aldı. Türk Tarih Ku­rumu ile Türk Dil Kurumu’nun kuruluşunda önemli rol alan Koşay, Etnografya Müzesi’nin de kurucularındandır.[18]

Türkiye’de en fazla tanınan Tatar aydınlarından biri de Akdes Nimet Kurat’tır. 1903’te Tataristan’ın Yana Çeşme şehrinin Berkete köyünde bir molla ailesinde dünyaya gelen Akdes Nimet Kurat, 1920’de liseyi bitirdi ve yurt dışında tahsil yapmayı düşündüyse de, Rusya’da bilhassa Tataristan’da açlık ve sıkıntı yıllarının (1920-1921) başlaması onun hayallerinin gerçekleşmesine izin vermedi. Ancak, 1924 yılında Türkiye’ye sığınarak İstanbul Darül­fünunu Edebiyat Fakültesi’ne kaydolarak önce felsefe, sonra tarih bölümünde eğitimine devam etti. 1925’te Profesör Fuat Köprülü, Akdes Nimet’i asistan olarak yanına aldı ve Türkiyat Enstitüsü çalışmalarında görevlendirdi. 1928 yılında Tarih Bölümü’nden mezun olduktan sonra Almanya’ya gönderildi. 1933 yılında Bizans sahasında bir tez hazırlayarak doktor unvanını aldı ve bu tarihten sonra İstanbul Üniversitesi ve Ankara Üniversitesi’nde görev yaptı.[19] Akdes Nimet Kurat’ın en büyük hizmeti, hiç şüphesiz kaleme aldığı çalışmalardır. Prut Seferi ve Barışı, Rusya Tarihi, Türk-İngiliz Münasebetlerinin Başlangıcı ve Gelişmesi (1553-1610), Türkiye ve İdil Boyu, Türkiye ve Rusya, IV-XVIII. Yüzyıllarda Ka­radeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, Peçenek Tarihi adlı eserleri günümüzde de üniversitelerde ders kitabı olarak oku­tulmaya devam edilmektedir.

Mustafa Kemal Atatürk’ün üniversite reformu ve Avru­pa’daki profesörleri Türkiye’ye davet etme siyaseti çerçevesinde Türkiye’ye gelen bir başka Kazanlı ilim adamı da Reşit Rahmeti Arat’tır. 1900 yılında Kazan’ın Eski Ücüm kasabasında dünyaya gelen Reşit Rahmeti Arat, orta eğitimini tamamladıktan sonra 1922 yılında gittiği Berlin’de Mukayeseli Türk Dili Araştırmaları Kürsüsü’nün kurucusu Prof. Dr. W. Bang-Kaup’un öğrencisi ve yardım­cısı oldu. 1927’de doktorasını tamamlayıp 1931 yılında doçent olan Reşit Rahmeti Arat, 1933 yılında Türkiye’ye Maarif Vekâleti tara­fından davet edildi ve 33 yaşındayken İstanbul Üniversitesi Edebi­yat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Kürsüsü’ne profesör tayin edildi. Reşit Rahmeti Arat, Türk Tarih Kurumu üyesi, Türk Dil Kurumu üyesi, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü kurucu üyesi ve Milletlerarası Şark Tetkikleri Cemiyeti sekreteriydi. O da Türki­ye’ye gelen diğer Tatar bilim adamları gibi umumî Türk tarihine dair çok sayıda eser verdi.[20]

Atatürk döneminde Türkiye’ye gelenler arasında Ahmet Temir’i de zikretmek gerekmektedir. 1929 yılında 17 yaşındayken Ahmet Temir Volga, Hazar Denizi ve Kafkasya üzerinden Batum’a gelip Türkiye’ye geçti ve Trabzon Muallim Mektebi ile İstan­bul’daki Haydarpaşa Lisesi’nde eğitim aldı. Doktorasını Alman­ya’da yaptıktan sonra tekrar Türkiye’ye dönen Ahmet Temir, Tür­kiye’de Mongolistik çalışmaları başlatan ilk bilim adamı oldu ve bu alanda çok sayıda eser verdi. Moğolca üzerine yaptığı çalışmalarla hem dünyada hem de Türkiye’de çok önemli bir yer edinen Ahmet Temir’in bu alandaki en önemli katkılarından biri de Moğolların Gizli Tarihi‘ni Türkçe’ye kazandırmasıdır. 1962’de Ankara’da kurulan Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, bizzat kaleme aldığı tüzük ile onun kurduğu bir merkezdir.[21]

Atatürk döneminde Türkiye’ye gelen ilim adamlarından bi­ri de Abdullah Battal Taymas’dır. 1883 doğumlu Abdullah Battal, 1925 yılında Türkiye’ye gelerek Türkiyat Enstitüsü Müdürü mer­hum Ord. Prof. Fuat Köprülü’nün isteği üzerine Rusça’dan birkaç eser çevirdi. Dışişleri Bakanlığı’nda da görev yaptı, aynı zamanda bazı gazete ve dergilere yazılar yazdı. Atatürk’ün emri ile Türk­çe’ye çevrilen Yakut Dili Sözlüğü’nün tercümesine de katıldı. İbn-i Mühenna Lügatı ile Büyük Kırgız Sözlüğü gibi çalışmaları daha sonra Türk Dil Kurumu adını alan Türk Dili Tetkik Cemiyeti tara­fından basıldı.[22]

Tatar kökenli bir başka siyaset ve bilim adamı Ayaz İshakî ise Türkiye’ye ancak 1939’da geldi. Daha 18 yaşındayken ilk eseri (Taallümde Saadet) yayımlanan İshakî, 1902’de Hürriyet dergisini neşretmeye başladı. 1905’te Tan Yıldızı gazetesi ile Tan dergisini çıkarttı. Ancak yayınlar, Çarlık Hükümeti tarafından kapatıldığı gibi İshakî de hapse atıldı. Daha sonraki tarihlerde Tavış, İl, Söz gibi gazeteleri yayımlayarak millî mücadeleyi sürdürdü. Türkiye’ye geldikten sonra Türk Yurdu mecmuasında çalıştı, makaleler yazma­ya devam etti, Züleyha adlı romanını da Türkiye Türkçesi’ne çevir­di. Ondan fazla gazete ve dergi, 50’ye yakın da ilmî ve edebî eser neşretti.[23]

Mustafa Kemal Atatürk döneminden önce ve ondan sonra da çok sayıda Tatar ilim adamı Türkiye’ye gelip yerleşti. Türki­ye’ye göç eden Tatar aydınları çeşitli alanlarda büyük hizmetlerde bulunup önemli müesseselerin kuruluş süreçlerine katıldılar. Ancak Tatar aydınlarının en önemli özellikleri, ilmî faaliyetlerinin ötesin­de Mustafa Kemal Atatürk’ün yanında Yeni Türkiye’nin oluşumu­na önemli katkılarda bulunmaları oldu.

Prof. Dr. İlyas KEMALOĞLU - tatar aydinlar

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir