BİDEN VE ERDOĞAN’IN BRÜKSEL ANLAŞMASI: YENİ BİR TÜRKİYE VE BÖLGE DİZAYNIDIR. Sefa Yürükel
Bilindiği gibi, Tayyip Erdoğan kendi kişisel çıkarı için boynuna haç bile geçirebilecek veya kendi deyimi ile papaz elbisesi bile giyebilecek bir ‘kalibreye’ sahiptir.
14 Haziran’da Biden ile görüşmede mutabık kaldıkları konularda buna uymaktadır .
Anlaşma, Türkiye’nin Rusya ve Çin ile ilişkilerini soğutmasının, mevcut iktidarın ABD ile uyumlu ve NATO’cu olmasının yolunun kabulünün ve Biden’in Erdoğan’a sunduğu dosyanın tamımına Erdoğan tarafından evet denilmesinin temelini oluşturmuştur.
Bu konularda, bu yüzden de Türkiye’de, zaman zaman özellikle iç politikada, seçmen kitlesi açısından Erdoğancı bir konsolidasyon amacıyla Tayyip Erdoğan’ın bilerek ABD’ye karşı zıt demeçler vermesi, serzenişi ve esip gürlemesi Erdoğan siyaseti ile ilgili olarak vatandaşta olumlu bir düşünce oluşturması çok yanlış olacaktır.
Aynı konuda Türkiye’de yapılan resmi açıklamalarda kendi başına hiç bir şey ifade etmemektedir.
Tüm bunlar kamuoyunu Biden’le anlaşmada olduğu gibi, yeni politikalara alıştırmak ve bu konuda Erdoğan seçmen ilişkisi açısından da sadece süre kazandırmak için yapılan birer makyajdır ve psikolojik bir manevradır .
Gerçek ise tamamen resmi olarak yapılan açıklamaların zıttır.
Tayyip Erdoğan, Brüksel’de Biden’e siyasi olarak tamamen teslim olmuştur.
Afganistan’da misyon üstlenilmesi ve Polonya’ya hava polisliği için NATO adına Rusya’ya karşı savaş uçağı ve pilot göndermesi, Biden ile anlaşmaların birer ön adımıdır.
Ve Doğu Akdeniz’de ki Türk faliyetlerinin durdurulması ve araştırma gemilerin limanlara çekilmesi yada Karadeniz’e gönderilmeside hep bu yüzdendir.
Ve bundan sonra da yakın bir süre içinde yeniden bunu yaşayarak göreceğimiz gibi yeni bir PKK açılımıda yoldadır.
Bu konuda,
bu yüzden son bir aydır, terör örgütünün manevi lideri Öcalan’la üst düzey devlet yetkililerin katıldığı görüşmeler yapılmaktadır.
Bu yüzden, PKK’nın Suriye kolu olan ve doğrudan ABD denetimindeki YPG’ye de bilerek dokunulmamaktadır.
Sadece bu konuda esas dokunulan kesim, ABD’nin de Iran’la ilişkilerinden dolayı rahatsız olduğu Kandildekilerdir.
Kandildekilerin nisbeten hakim olduğu HDP’ye de mevcut durumda dokunulmaktadır.
Kuzey Irak’ta ki Türkiye’nin PKK ‘ya karşı yaptığı operasyonlarda imha ile sonuçlanan sonuç ise, Kandil’e bağlı KCK üyeleri veya PKK’nın diğer üst düzey unsurlarıdır.
Bu imha edilen unsurlar, ABD tarafından bir süredir Türkiye’ye bizzat ihbar edilen ve ABD tarafındanda rahatsızlık duyulan Kandildekilerin adamlarıdır.
Türkiye’nin yeni hedefi olan ve KANDİLDEKİLERİN hala kontrolündeki Irak’ta ki Mahmur kampı’da bunlardan birisidir.
ABD bu konuda Türkiye’ye ses çıkartmamakta ve gizliden gizliye Türkiye’nin düşmanı ama kendisininde rahatsızlık duyduğu Kandildekilere karşı yapılan Türk operasyonlarında ki başarılarladanda göründüğü gibi, Kandil’i eskisi gibi korumaya almamakta ve Kandil’e bağlı olanları Türkiye’ye kısmende olsa ezdirmektedir.
Türkiye’nin bu güne kadar ve özellikle son 3-4 yıllık operasyonlardaki başarıları ise, sadece bunları içermektedir.
Kandil’de buna karşılık kendince yeni ataklar yapmaktadır.
Bu yüzden Kandil, ABD’nin Suriye ve Irak’ta PKK içindeki en önemli adamlarından olan Sofi Nurettin’i, MİT’e ihbar edip imha ettirtmiştir.
ABD ise, konu iyi okunursa, bir şekilde, bir kaç yıldır, Kandil’i tırpanlayıp ve onlara yapılan Türk operasyonlarına sesini çıkartmayarak, kısmen Türkiye’ye destek verir gibi gözükmekte ama aynı zamanda da Kandil’de bu yolla ders verip, Kandil’i de bu şekilde izlediği stratejiyle, mümkün olduğu kadar, Iran’dan uzaklaştırmaya çalışmaktadır.
Kandil ise bunun farkındadır.
Sofi Nurettin olayıda bu anlamda Kandil’in ABD’ye karşı esasında iyi analiz edilirse çok yönlü olarak verdiği bir cevaptır.
ABD’nin ve Kandil’in frekansları bu anlamda eskisi gibi uyuşmamaktadır.
İkili arasındaki çelişkiler büyümektedir.
Türkiye’de, devlet içindeki hala var olan Milli güçler bunu iyi okumalıdır.
ABD’nin ve Kandildekilerin arasında ki çelişkilerin esasını ise, PKK üzerinde ki otorite, otorite kaybı ve kazanımı, BOP çerçevesinde izlenecek yeni konular, yollar ve bölgede ‘Büyük Kürdistan’ın ” kurulması için kimin muhattap alınıp alınmayacağı sorunu oluşturmaktadır.
ABD bu konuda özellikle Kandil’e aykırı olan faliyetlerini son iki yıldır bilerek, devamlı ve göstere göstere yapmaktadır.
PKK merkezi otoritesinin gücünü Kandil’den alıp, hiyeraşik olarak kendi kontrolündeki Doğu Suriye’ye kaydırmaya çalışmaktadır.
Bu yüzden ABD bunun göstergesi olarakta, bugüne kadar çeşitli vaatlerle Irak’ta eğitilmiş olan 11000’in üzerindeki PKK unsurunu, Suriye’de ki kendi kontrol ettiği bölgelere götürmüştür.
ABD bu şekilde Kandil’in altını fiilen boşaltmaya başlamıştır.
ABD, Kandil’le ilgili olan bu yeni stratejisini, Kandildekilerin aynı Suriye’de kiler gibi, doğrudan ve kayıtsız şartsız kendi emirine girene kadar devam ettirmeye devam edecektir.
ABD bu faliyetler ile bir süredir kesinlikle Kandil’in altını oymaya, onları yüzde yüz kendisine tabi kılmaya ve PKK üzerinde de tam hakimiyetini kurmaya çalışmaktadır. Çünkü kim ne derse desin PKK, ABD için vazgeçilemez bir konuma doğru bizzat ABD üst düzeyi tarafından evriltilmiştir.
Bu strateji, ABD’nin bölge için kendi emperyalist bir projesi olan BOP’un, bölge üzerinde daha önce sanal olarak çizilen BOP haritasına filen yerleştirilmesi açısından da ABD için büyük bir zorunluluk oluşturmaktadır.
Buna karşı, bölgede her zaman pragmatik bir yapıda hareket eden Kandil ise, Biden ve Erdoğan arasındaki olayı ve ondan sonraki gelişmeleri çok iyi okumuş ve görmüştür.
Kandil bundan dolayıda kendini korumaya almaya ve hakimiyet kurduğu yerlerde de otoritesini kaybetmemeye çalışmaktadır.
Ve varlığını sürdürmek için kendince tedbir almaktadır.
Bu yüzden yeniden Irak’ta ve Türkiye’de küçük ve orta çapta bazı eylemler yapmaktadır.
Geçen haftalarda, PKK tarafından Irak’ta Barzanicilerin öldürülmesi olayıda Kandil’in hep bu korunma, örgütte ve bölgede otoritesini kaybetmeme isteminden kaynaklanmaktadır.
Yaptığı son eylemleri ile Kandil bir şekilde, sadece Barzani’ye değil, ABD ve Erdoğan’a da belli bir cevap vermektedir.
Kandil’in bu düzlemde ki diğer faliyetlerden birisi ise, son günlerde HDP ve DBP üzerindeki kontrolünü sağlamlaştırmak için adımlar atmasıdır.
Kandil, kendi otoritesi açısından HDP ve DBP’yi tamamen ABD denetimine sokturmamaya çalışmaktadır.
Tüm bunlar Kandil’de ki üst düzey PKK yönetiminin son demeçlerindende okunabilinir.
Bunların tümü, Erdoğan iktidarı ve Öcalan arasındaki yapılan son ‘gizli’ görüşmelerde dahil, ABD ile Brüksel’de yapılan anlaşmanın sonucu ve ABD’ye uyumlu olarak yeniden yapılanan yeni Erdoğan politikaların bir yansıması olarak ele alınmalıdır.
Bu anlamda Türkiye açısından önümüzde ki süreç, ABD ile uyumlu olan yeni politikaların ve verilen tavizlerin bedellerinin ödeneceği bir dönemi de işin doğası gereği tabiki içermektedir.
Buda Tayyip Erdoğan’ın iktidar da kalmak için, ABD desteğine olan ihtiyacının bir gereği olarak karşımıza çıkmaktadır.
Tayyip Erdoğan’ın ABD’den aldığı bu destek, sonunda ‘ muhalefettede’ görünür ve istekli bir şekilde yer aldığı gibi, yeni bir tür mandacılığın Türk siyasetine etki ettiğini, siyaseti yeniden şekillendirdiğini ve dahada yerleşmesine sebep olacağını göstermektedir.
ABD ile yapılan Brüksel anlaşması tabiki Türkiye açısından yeni bir siyasi girdaptır.
Bunun Türkiye ‘ye yeni uluslararası konjektürde tabiki bedeli çok ağır olacaktır.
Bu yeni düşülen girdaptan kurtulmak için ise yol bellidir.
Bunun için yeni Milli bir siyasete, Milli programı olan kollektif bir önderlik yaratarak birlikte hareket etmeye ihtiyaç vardır.
Bunu ise, içerde korkuya teslim olmayan ve Milli eylem isteyen sokaktaki vatandaş ve milli düşünen cesur bir kollektif önderlik ancak yapabilir.
Yoksa bu yeni siyasi girdap, Türkiye’de de aynen Kuzey Irak’ta, Suriye’de ve BOP planında olduğu gibi sonuç olarak, emperyalizme göbekten bağımlı yeni bir özerk Kürdistan yerleşkesi oluşmasına neden olacaktır.
Ve bunun da ötesinde bu girdap, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’den de kovulmasına, ABD’ye sadece kağıt üzerinde değil, filende Kıbrıs, Ege ve Karadeniz’de büyük tavizler verilmesine ve Rusya, İran ve Çin ile hissedilir bir düşman olma noktasına gelinmesine sebep olacaktır.
Bu durumun oluşması her bakımdan Türkiye açısından büyük bir yıkımdır.
Bunun iç politikaya yansımalarıda, halka karşı Türkiye’de bugünkünden dahada baskıcı bir rejimin oluşmasına yol açacaktır.
Kısaca, mevcut Erdoğan iktidarı bu konuda, son 14 Haziran’da ki Biden ve Erdoğan arasında yapılan Brüksel Anlaşmasıyla da ABD yanlısı olmayı bir kez daha kabul etmiş ve bu anlamda da son tercihini yapmıştır.
Bu konuda buna karşı yapılması gereken diğer tercih ise, Milli güçlerin yapması gereken Atatürk menşeili bağımsızlıkçı bir tercih olmalıdır.
Bu tercihte de süre Milli güçler açısından, ebedi olarak ucu açık değil ve kısıtlıdır.
Milli güçler artık bundan sonra sızlanmayı, bir birini suçlamayı, bir biriyle rekabeti ve iktidardan korkmayı bırakıp, cesur olup, birlikte düşünceyi eyleme taşımak vasıtasıylada Milli bir çekim merkezi yaratıp, tercihini en makul bir zamanda bütün dünyaya göstermelidir.
Ve bunu tabiki küçüklü büyüklü grupların koordinasyonunu veya eşgüdümünü oluşturarak ve hep birlikte hareket ederek yapmalıdır.
Artık Milli muhalefet pasif düşünce üretmek pozisyonundan ve eylemci olmayan tembellikten çıkıp, iktidara gelmeyi hedefleyen akıllı eylemlerle, aktif olarak iktidar olma istemini kamuoyunda dile getirmelidir.
Bu konuda halkı seferber etmeli ve bunun hesabınıda tüm artısı ve eksisiyle de hiç beklemeden yani şimdiden yapmalıdır.
………..
Son söz olarak her zaman olduğu gibi yine:
Atatürk’le kalın
Cumhuriyetle kalın
Ve hoşçakalın!
Sefa Yürükeli
Bir yanıt yazın