19 yıldır bu ülke yaşamadıklarını yaşadı.
Görmediklerini gördü.
Duymadıklarını duydu.
Şu geldiğimiz günlere bir bakın hele. İnsanlar birbirlerini boğazlıyorlar. Kadınlar öldürülüyor. 24 yaşında bir genç çıkıyor, basit bir nedenle tüm aile bireylerini kurşun yağmuruna tutuyor; Azrail olup, canlarını alıyor.
Kurdu ile kuşu ile börtüsü böceği ile ormanlarımızı yakıyorlar. Taş ocakları ve maden çıkarma uğruna yeşilliklerimizi, soluk aldığımız havayı tüketiyorlar…
Bacak kadar çocuklara tecavüz ediyorlar…
Hem de bunu saçlı sakallı, sarıklı takkeli mollalar yapıyor.
Sonra da ellerini kollarını sallayarak ortalıkta dolaşıyorlar.
Önceleri bilmezdik bunları biz. Böyle olayları yaşamazdık. Bu türden pis olaylara tanık olmazdık.
Evet, yoksulluktan söz ederdik, haksızlıktan, işsizlikten, sömürüden şikâyet ederdik.
Eylemler yapardık.
Mitingler düzenlerdik.
Ama çocuklarımızı, kadınlarımızı, kızlarımızı sokağa korkusuzca salardık.
Can korkusu, saldırı korkusu olmadan yollarda özgürce yürürdük.
Amcalar, teyzeler, babalar, dedeler, abiler çocuklarımızın saçını okşardı…
Aklımıza asla bir kötülük gelmezdi.
Nereden çıktı bu kadar sapık?
Nereden çıktı bu kadar hırsız, katil? Düzenbaz?
İnsanlar birbirine düşman gibi bakıyorlar şimdi. Su içer gibi yalan söylüyorlar.
Bir gün önce “AK” dediklerine, bir gün sonra “KARA” diyorlar. Hem de sırıtarak… Hem de gözümüzün içine baka baka… Sonra da hiçbir şey olmamış gibi kaldığı yerden yollarına devam ediyorlar.
Gülmeyi unuttuk, bayramları unuttuk. Dostluğu, kardeşliği unuttuk…
İnsanlar yokluk, yoksulluk, açlıkla boğuşuyorlar. Ve çoluğuna çocuğuna ekmek götüremediği için intihar ediyorlar.
Bütün bunlar yaşanırken, bir taraftan da yazlık, kışlık saraylar yaptırılıyor ülkemizde… Trilyonluk arabalara biniliyor…
Bir zamanlar, geçmişte, bir patlamada 301 Somalı işçi, göçük altında kalmıştı. Bazıları ayağını, bazıları gözünü yitirmişti… Dün de hak arama yürüyüşünde Sendika Başkanı, trafik hazasında hayatını yitirdi.
Söz verildiği halde, 15 yıldan bu yana, tazminatları ödenmemişti. Aç, sefil, perişan oldular. Sonunda geldi öfke doruğa çıktı.
Şimdi 2 bin 800 işçi hak istiyor, tazminat hakkını istiyor. Sesini duyurabilmek, haksızlıkları protesto etmek için yürümek istiyor.
Ama buna da izin vermiyorlar.
Bölüşmeyi, paylaşmayı, dertleşmeyi, söyleşmeyi unuttuk…
Bir adam çıkıyor, koskoca bir muhalefet partisinin liderine yumruk atıyor, sonra da elini kolunu sallayarak ortalarda dolaşıyor. Bu özgürlüğe, vurdumduymazlığa bu işi yapan saldırgan bile şaşırıyor.
Üstelik korumaların, emniyet ve basın mensuplarının gözü önünde yapıyor bu eylemini.
Ama gazeteler, gazeteciler, televizyonlar, televizyoncular görmüyor olayı. Görmezlikten, duymazlıktan geliyorlar. Üç maymunları oynuyorlar.
Eleştirmiyorlar. Yazmıyorlar.
Çünkü basın, yandaş basın oldu. Gazetecilerin, yazarların büyük çoğunluğu, yandaş gazeteci, yandaş yazar oldu.
Yargı yandaş yargı oldu. Onlar sadece 9 uçaklı, 3 saraylı bir başkandan söz edip, onu anlatıyorlar. Onun övgüsünü yapıyorlar. Görülmemiş bir şey bu…
İşin daha kötü yanı; politikacısında, memurunda, görevlisinde, ülkeyi yönetenlerde utanma, sıkılma duygusu da kalmadı.
Ekmek yer, su içer gibi yalan söylüyorlar.
Yalanları ortaya çıkınca da pis pis sırıtıyorlar… Sanki o suçu onlar değil de ben işlemişim gibi. Ben utanıyorum yaptıklarından, söylediklerinden, onlar utanmıyorlar.
Çünkü adamlarda utanma, sıkılma kalmamış. Ar damarları çatlamış… Yazıları, turaları silinmiş, dümdüz olmuş…
Bir tek hedefleri var onların şimdi:
Mal mülk, para, servet sahibi olmak… Koltuklarını, makamlarını korumak…
“Ölen ölsün, kalan sağlar bizimdir” diyorlar…
Bir tek felsefeye hizmet ediyor onlar şimdi: “Devlet malı deniz, yemeyen domuz…”
Bir yanıt yazın