HUKUK SİYASETİN NESİDİR ?
Geçenlerde, hangi tarihte olduğunu bilmediğim bir tartışmayı izledim.
Hukuçulardan biri, ‘Hukuk siyasetin eşşeğidir’ dedi diye öbürü şiddetle karşı çıktı.
Bu tanımlama yanılmıyorsam Hasan Yalçın’a aittir.
Ve bir ölçüde doğrudur.
Daha doğrusu, hukukun tanınmadığı ülkelerde doğrudur.
Sözgelimi ‘Şahsım Devlet’lerinde tam da böyledir.
Oysa bir de ‘Hukuk Devleti’ diye bir tanımlama var, değil mi ama?
İşte gerçek bir ‘Hukuk Devleti’nde, ‘Siyaset hukukun köpeği’ olmak durumundadır.
Tam da bu nedenle, gerçek bir ‘Hukuk Devleti’nde, ‘Siyasetin yüceliği’nden falan sözetmek, sözcüğün tam anlamıyla ‘abesle iştigal’dir olacaktır.
Peki ama bu ‘Hukuk’ ve ‘Siyaset’ arasındaki ilişki ne zamandan beri sorgulanmaktadır?
Ya da ne zamandan beri ‘felsefî’ olarak temellendirilmeye çalışılmıştır?
Hegel’den buyana desek, abartmış sayılmayız.
Ve hemen ardından, 1843’lerden itibaren Hegel’in hukuk felsefesi’nin eleştirisi ile geliştirilmiştir.
‘Bilimsel’ olarak temellendirilmiştir de denilebilir.
Sorunun özü ‘Devlet’ ve ‘Toplum’ arasındaki ilişkinin temellendirilmesinden başka bir şey değildir.
‘Devlet’ ve ‘Ulus’ arasındaki ilişki demek daha yerinde olacaktır.
Ancak ve ne varki, ‘Devlet’i anlata anlata bitiremiyoruz, ‘Ulus’u bir türlü anlatamıyoruz, ‘Siyaset’in ne demek olduğunu kavratamıyoruz; şimdi bir de ‘hukuk’un yerini saptamak durumunda kalıyoruz.
‘Ulvî’ bir şey midir, yoksa şunun bunun ‘köpeği’ ya da ‘eşşeği’ midir?
Eğer ‘diyalektik’ bir akılyürütmeyle çözümleyecek olursak, her ikisidir diyebilirz.
Yani ‘hukuk’ hem ‘yüce’ bir şeydir ve hem de sırtına binilip istenildiği yere götürmesini sağlayan bir şeydir.
Kimi yazılarımızda ‘Devlet’in fethi’ diye bir olgudan sözedegelmekteyiz.
İşte, o sıkça gönderme yapılan ‘Fransız Devrimi’ var ya, ki asla ve kat’a anlaşılamamıştır, yukarıdan beri anılan tüm ‘kavram’larda bir ‘Devrim’ yapmıştır.
‘Devlet’e de, ‘Ulus’a da, ‘Siyaset’e de ve ‘Hukuk’a da yepyeni bir ‘çerçeve’ çizmiştir.
‘Çerçeve’den öte bir ‘çevren’ açmıştır, bir ‘ufuk’ açmıştır.
Hikmet Gökalp’ın deyimiyle ‘at değil deve değildir’.
Yani çok basittir.
Değil mi ki ‘bilim’ de insanların en kolay biçimde anlayabilecekleri yalınlık demektir.
Öyle çok cafcaflı felsefî tezlere kesinlikle gerek yok.
Evet ‘Fransız Devrimi’ni de ‘yasama erki’ yapmıştır, yani ‘Siyaset’.
Ancak Marx’ın deyimiyle ‘yasama erki’, ‘eski anayasa’nın yerine ‘yeni anayasa’ koymakla ‘Devrim’ yapmış değildir, bizzat ‘Anayasa’ya karşı bir ‘Devrim’ yapmıştır.
Burada ‘Devrim’, gerçek anlamda ‘Politika’ ve ‘Toplum’un biribirlerinden tamamen ayrılmalarına, bir başka deyişle ‘Devlet’ ile ‘Ulus’un biribirlerinden ayrışmasına ve fakat ‘Devlet’in ‘ulus’la bütünleşmesine yol açmıştır.
“C’est seulement la Révolution française qui a achevé la transformation des état politiques en états sociaux; elle fit des différences, des états de la société civile, des différences seulement sociales, des différences de la vie privée qui sont sans signification dans la vie politique. Ainsi était accomplie la séparation de la vie politique et de la société civile-bourheoise”.
İşte böylece ‘Devlet-Ulus’ aşamasına geçilmiş olmaktadır.
Artık Devlet, Hegel’in ele aldığı biçimiyle, ilkçağdan buyana ‘doğal’ ve insanların ‘gereksinme’leri sonucu ortaya çıkmış ve sonsuza değin öyle kalacak bir ‘şey’ (état) değildir.
O artık bir ‘örgüt’ (organisation) bile değildir, sadece keyfi bir oluşum (une formation arbitraire) dur.
Demek ki, istenildiği zaman ‘Ulus’ tarafından ele geçirilebilecek (fethedilebilecek) sıradan bir ‘şey’dir.
Yeter ki, onu ele geçirebilecek rüştünü ispat etmiş bir ‘ulus’ olsun.
İşte tam o zaman ‘Ulusal Devlet’ten sözedilecektir.
Ve işte tam da o zaman ‘Hukuk siyasetin eşşeği’ olabilecektir.
Oysa, yine Fransız Devrimi ile, özellikle Napolyon ile birlikte, Devlet, ‘para’ ve ‘kültür’ün iki temel ‘ölçüt’ oluşturduğu ve köhne ‘bürokrasi’nin elinde, ‘Şiddet tekelini elinde bulunduran’ bir ‘makina’ya dönüşmüş oldu.
Ve ‘Hukuk yine siyasetin eşşeği’ konumundadır, ama topluma karşı, yani ‘sivil toplum’a karşı ve yine ‘Ulus’a karşı kullanılan ‘şiddet öge’si olarak…
Bitirirken altını çizelim: kim ki, günümüzde varolan haliyle ‘Hukuk’un ‘siyasetin eşşeği’ olmasını isteyip savunmaktadır, o eşşeklerin en büyüğüdür.