UMUDUMUZ…
En çaresiz kaldığımız günlerde bile, bütün olumsuzlukları sıraladıktan sonra « Ama umudumuzu yitirmiyelim » diye biritiriz, değil mi?
Bu ‘kalu (galü) bela’dan beri böyledir sanıyorum.
Bela’dan buyana demek.
Ne var ki, beladan öteye geçtiğimiz de görülmemiştir.
Kim ki, geleceğimizin daha iyi olacağını söyler, biliniz ki ‘geçmiş’ini hep özlemle anmaktadır.
Bilimin değil ama ‘teknoloji’nin insanlığa mutluluk getirdiğini, getireceğini söyleyenler de yanılmaktadırlar.
Geçerken, özellikle Türkiye’de ‘bilim’le ‘teknoloji’nin biribirlerine karıştırıldığını, biribirleri yerine kullanıldığını belirteyim.
Tam da bu nedenle Türkiye’de ‘bilim’ gerçek anlamıyla hiçbir zaman kavranılamamaktadır, deyip parantezi kapatıyorum.
Kaldı ki, ne kadar anlatsam boş.
Çünkü ‘temel’i yok.
Gelelim ‘umud’umuza..
Ozan ne diyordu; ‘motorları maviliklere süreceğiz çocuklar’.
Ya da ‘Güneşi zaptedeceğiz, güneşin zaptı yakın’.
Sene kırklar mıdır, elliler mi ne?
Elliler olsa, yetmiş yıldır ‘Güneşi zaptedemedik’ gitti.
Bendeniz altmışbuçuklardan buyana, ‘umudumuzu yitirmeyelim’ teranesiyle yaşayageldim.
Yetmişbirde, ortaokul ve lise öğretmenlerim tutuklandı.
Seksenüçte bu ülkede ‘bilim yapılamaz’ diyerek istifa ettim.
Doksanbirde Fransa’daydım artık.
İkibinikiden itibaren Türkiye’ye giriş yapamadım.
İkibinonbirlerde, bu Alaca Karanlık Partisi’nin gideceği izlemine kapıldım.
Suriye’ye saldırının Türkiye’yi ‘Suriye’den beter’ edeceğini görüyordum.
Geldik ikibinyirmibir’e.
Ortalık habire ‘gitti gidiyor edebiyatı’yla çalkalanıyor.
Evet gideceklerini adım gibi biliyorum.
Amma geleceğe nedense ‘umut’la bakamıyorum.
Yine, o ‘sözde’ Meclis, Alaca Karanlık Partili sözde ‘milletvekilleri’ ile dolacak.
Milletin hâlâ, bütün bu yolsuzluk, alçaklık ve namussuzlukla yoğrulmuş heriflere ‘sayın bilmem neyim’ diye hitap edeceklerini biliyorum.
Bütün bu alçaklık ve namussuzlukla yoğrulmuş, gırtlaklarına kadar haram ve hileye batmış bu ‘herif’ler, eski Başbakan, eski Bakan, eski Milletvekili, eski bilmem ne Genel Müdürü, eski bilmem ne Komutanı, eski bilmem ne sorumlusu diye anılacaklar.
Oysa bir Sedat Peker, bir organize suç örgütü lideri çıkıp, yüzbilmem kaç CHP milletvekilinden, kırk bilmem kaç İYİ parti milletvekilinden, bir o kadar HDP mileltvekilinden daha fazla, daha sağlam ve daha etkin bir ‘muhalefet’ ortya koydu.
Şimdi şu seksenbilmem kaç milyon adamın yeri-göğü inletmeleri gerekmez miydi?
Ama tıss yok.
‘Biz zaten biliyorduk’ da demezler mi?
İnsanın ‘cici gibi çatlayası geliyor’!
Yani ağustos böceği gibi bağırarak can vermeleri gibi bir şey.
Sonra, o sözde en akıllılarımız, o arada ‘siyaset bilimci’lerimiz falan, ‘sakın umudumuzu yitirmeyelim’ diyeceklerdir.
Seksen sene sonra yine aynı palavra.
Ya da ‘bilim’ ve ‘sağduyu’dan sapmama önerileri.
Oysa bu ülkeye gerçek bir ‘solduyu’ gerekiyor, ‘solduyu’.
Hırsız ve namussuzun boğazına yapışıp soluksuz bırakması yani.
İlla ‘zor kullanmak’ gerekmiyor ama.
Milyonların sokaklara çıkıp ‘sessiz ve vakur’, dimdik ve onurlu bir şekilde yürüyerek, başta o sözde ‘Meclis’i feshetmeleri gerekiyor.
Buna ‘Devlet’in fethi’ de denilebilir.
Ki, o anlı şanlı ‘siyaset bilimci’ler ve ‘sosyal bilimciler’ ‘Devlet’in fethi’ ne demektir bilmezler.
Çünkü ‘bilim’den haberleri yok.
Türkiye’den haberleri nasıl ola ki?
Bir yanıt yazın