TÜRK – ÇİN İLİŞKİLERİ VE UYGUR GERÇEĞİ Sürgündeki Doğu Türkistan Hükümeti’nin Başbakanı ve Avrasya Türk Dernekleri Federasyonu Başkanı İsmail Cengiz İLE RÖPORTAJ
Uygur Türkleri Sorununun (Tarihi) Kökeni Nedir? Türklerin anayurdu olan Türkistan coğrafyasının doğusunda yer alan;stratejik, jeopolitik konumu nedeniyle her zaman büyük devletlere merkezlik eden Doğu Türkistan (Uygur Özeerk Bölgesi);1756 yılından…
14 Haziran 2021, 01:13 Dr. Servet AVŞAR
TÜRK – ÇİN İLİŞKİLERİ VE UYGUR GERÇEĞİ Sürgündeki Doğu Türkistan Hükümeti’nin Başbakanı ve Avrasya Türk Dernekleri Federasyonu Başkanı İsmail Cengiz ile “Türk – Çin İlişkileri ve Uygur Gerçeği”ni Konuştuk.
Uygur Türkleri Sorununun (Tarihi) Kökeni Nedir?
Türklerin anayurdu olan Türkistan coğrafyasının doğusunda yer alan;stratejik, jeopolitik konumu nedeniyle her zaman büyük devletlere merkezlik eden Doğu Türkistan (Uygur Özeerk Bölgesi);1756 yılından itibaren Çinlilerin saldırı ve tecavüzlerine maruz kalmıştır.
İlk şehir hayatı, ilk içme ve sulama kanalı, ilk orkestra, ilk kağıt, ilk turfanda tarımcılığı gibi medeniyetin izlerini barındıran Doğu Türkistan; Divan-ı Lügat-it Türk”ün yazarı Kaşgarlı Mahmut, “KutatguBilig”in yazarı Yusuf Has Hacip gibi değerlerin yetiştiği ata topraklarının merkezinde yer alır. Yaklaşık 30 milyon Müslüman Türkün (Uygurlar %90, Kazak ve diğer halklar %10) yaşadığı Doğu Türkistan’da 1863-1876 döneminde Osmanlı Devleti’ne tabi olan Kaşgarya Devleti, 1933-34 döneminde ve son olarak 1944-1946 dönemlerinde Doğu Türkistan Cumhuriyetleri olmak üzere üç defa bağımsız devlet kurulmuş, ancak her üç devlet de Rus ve Çin’in ortak girişimi ile yıkılmıştır.
1.828.418 km2 genişliğindeki bu Türk yurdunun tarihi ismi, “yeni ilhak edilen toprak” anlamına gelen “Sincang” olarak değiştirilmiştir. 1949 yılında Komünist Çin tarafından işgal edildikten sonra özerk bölge statüsü verilerek, “Sincang Uygur Özerk Bölgesi” olarak adlandırılmış; “Doğu Türkistan” adı, ayrılıkçı güçlerin söylemi olarak kabul edilmiştir.
Doğu Türkistan 1756’dan itibaren yaklaşık 250 yıldır Çinliler ile sorun yaşamaktadır. Bu sorunun iki sebebinden biri, bölgenin oldukça zengin yeraltı ve yerüstü kaynaklardan oluşması, diğeri de bölgenin, Çin’in karadan Avrasya coğrafyasına ve Batı’ya açılan tek kapısı olmasıdır.
Çin, Doğu Türkistan’a (Uygur Özerk Bölgesi’ne) Neden Önem Veriyor?
Bölgedeki petrol, doğal gaz, altın, volfram, uranyum, tungsten, kömür gibi oldukça zengin kaynaklar sebebiyle Doğu Türkistan, Çin için vazgeçilmez bir toprak parçasıdır. Doğu Türkistan, Çin’in karadan Orta Asya coğrafyasına, Batı’ya açılan tek kapısıdır. Batı tarafından gelecek saldırılara karşı “askeri üs” konumundadır. Çin’i besleyen enerji kaynaklarının geçiş güzergahı üzerindedir. Batı’ya, Avrasya coğrafyasına, Batı’dan Uzak Asya’ya uzanan ticari yolların güzergahı üstündedir. Tarihi İpek Yolu’nun merkezi konumundadır. Günümüzde Çin Hükümeti’nin başlattığı 65 ülkeyi kapsayan “Bir Kuşak-Bir Yol Demir İpek Yolu Projesi”nin merkezini teşkil eden Doğu Türkistan Rusya ile Çin arasında, Batı ile Doğu arasında, Avrasya ile Uzakdoğu arasında köprü vazifesini ifa etmektedir. Türk ve İslam Dünyasının Asya’daki hür olmayan tek ülkesidir. Türkiye, Özbekistan ve Güney Azerbaycan’dan sonra dinamik Müslüman Türk nüfusunu barındıran üçüncü ülkedir.
Mevcut kaynakları ile bütün Çin’in yüzde 25’ni besleyen Doğu Türkistan, açılmayan yeraltı kaynakları ile 500 milyon nüfusu besleyecek kapasiteye sahip zengin bir bölgedir. Çin’de tespit edilen 171 maden çeşidinin 148‘i Doğu Türkistan’dadır. Çin’i yakın gelecekte Dış Moğolistan’a, Kazakistan’a, Kırgızistan ve Tacikistan’a taşıyacak olan bölge, Doğu Türkistan’dır. Atom ve Nükleer Deneme Merkezi Doğu Türkistan’ın Lop-Nor bölgesindedir. Bütün bu veriler, Doğu Türkistan’ın Çin için “vazgeçilmez toprak” olduğunu ve Çin’in, Amerika, Japonya ve İngiltere’nin neden bu bölge ile yakından ilgilendiğini açıkça ortaya koymaktadır.
Doğu Türkistan Uygur Özerk Bölgesi’nde ve Toplama Kampları’ndaNeler Yaşanıyor? Çocuklara ve Kadınlara İşkence Yapıldığı İddiaları Doğru mu?
Çin Hükümeti 72 yıldır egemenliği altında bulundurduğu Doğu Türkistan’da komünist rejimin prensiplerini ve sosyalist yaşam tarzını uygulamaktadır. İnsan Hakları kuruluşlarının ve uluslararası gözlemcilerin ifadelerine ve değerlendirmelerine göre, hayatın her alanında fütursuzca uygulanan “insan hakları ihlalleri” politikası ile 30 milyon Müslüman Türk’ün ve bu tarihi Türk yurdunun Çinlileştirilmesi hedeflenmektedir.
Bölgeden çeşitli kaynaklar aracılığı ile gelen haberlere göre; diasporadaki Uygurların aileleri ile iletişimlerinin kesildiğini, BM verilerine göre yaklaşık bir milyon insanın dönüşümlü olarak “yeniden eğitim merkezleri” adı verilen kamplara alındıklarını, çocukların da bu süreçte anne ve babalarından alınarak çocuk kamplarında tutulduklarını, küçük yaşta çocukların Çin’in iç kesimlerine gönderilerek karın tokluğuna çalıştırıldıklarını, eşleri kampta olan kadınların yol yapımı ve pamuk tarlalarında çalışmaya zorlandıklarını duyuyoruz.
Uzmanlar, medya mensupları, bölgede tamamen “kapalı devre bir yaşam sürdürüldüğü” konusunda hem fikir oldukları anlaşılmaktadır.
Bölge, dünyada en sıkı kontrol edilen yerlerden biri durumundadır. Her sokakta, her kapalı alanda yüz tanıma sistemine sahip yüzlerce kameralar monte edilmiştir. Markete girerken dahi gereken dijital kartlar kullanılmaktadır. Bıçaklarınüzerinde dahi QR takip kodları bulunuyor. Kasaplardaki satırlar dahi zincire bağlanmış. Cep telefonları ve bilgisayarlara zorunlu takip programları yüklenmiş durumda. The Washington Post’tan, TheGuardian’a, CNN’den, The Wall Street Journal’a kadar birçok gazete son aylarda Çin’in, DoğuTürkistan’ı bir “gözaltılaboratuvarı”naçevirdiğini vurgulamaktadır.
Bölgeye her yıl planlı şekilde “Çinli göçmenler” yerleştirilmek suretiyle bölgenin nüfus yapısı değiştirilmek istenmektedir. (1949’da %7 olan Çinli nüfusu göçmen politikası neticesinde %45’e ulaşmıştır.)
Komünist Partisi ilkelerine aykırı davrananlar, geleneksel hayatı yaşayanlar ve dini inançlarına göre yaşamakta ısrar edenler beyinleri zehirlenmiş olduğu gerekçesi ve “karşı devrimci” suçlamasıyla cezalandırılmakta, zorunlu şekilde ceza ve toplama kamplarına sevk edilmektedirler.
Kamp hayatını yaşadıktan sonra bir şekilde yurt dışına çıkabilen az sayıdaki insanların anlattıklarına göre kamplarda çeşitli psikolojik baskılar yapılmaktadır. BBC’de yayınlanan habere göre kamplarda kadınlara taciz ve tecavüzlerde bulunulmaktadır. Çeşitli işkencelerin yapıldığı görgü tanıklarınca ifade edilmektedir.
Bu ve benzeri etnik aşağılamaya yönelik psikolojik baskı ve ihlallerin yoğun şekilde yaşandığı kamplarda, özetle rejime bağlılığı hedefleyen ideolojik eğitim verildiği belirtilmektedir. Kamplarda yaşananların ne boyutta olduğunu Pekin yönetimi dış dünya ile paylaşmamıştır. Bir an evvel insan hakları örgütleri ve basın mensuplarının bölgeyi ziyaret etmeleri ve kampları görmeleri sağlanmalıdır.
Bölge ile ilgili tüm bu olumsuz haber ve bilgilerin hangisinin doğru olup olmadığı, bu iddiaların abartıdan ibaret olup olmadığı konusunda Pekin yönetimi kamuoyunu aydınlatmakla sorumludur. “Bu benim iç meselem” diyerek, dünyaya kapılarını kapatamaz. Çünkü insan hakları ihlalleri veya canlıları ilgilendiren meseleler, bütün dünyanın ortak sorunlarıdır.Dolayısıyla Çin yönetimi, bölgenin kapısını uluslararası medya mensuplarına açmak durumundadır. İnsan Hakları örgütlerinin bölgeyi ziyaret etmesine imkan tanımalıdır. Belki bütün bu iddialar abartıdan ibarettir. Belki iftira atılıyor. Belki Amerika ülkeleri tahrik ediyordur. Bunu öğrenmenin tek yolu, bölgede huzur ve istikrarı sağlamak ve gazetecilerin ve insan hakları gözlemcilerinin de bölgeyi ziyaret etmesine imkan tanıyarak bu ortamı görmelerini temin etmektir.
Çinli Yetkililer, Çin’in Yürüttüğü Politikaların Masum İnsanları Etkilemediğini, Sadece Terör Faaliyetlerine Karşı Baskı Politikası Yürüttüklerini Söylüyorlar. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Pekin yönetimi 2017 yılından bu yana yürütülen politikaların, sadece teröristlere, radikal İslami ve ayrılıkçı güçlere karşı uygulandığını söylüyorlar. 5 milyon insanın hepsinin terörist olması veya radikal ayrılıkçı düşünceye mensup olması doğru mudur? Eğer doğru ise yani kamplara kapatılan 5 milyon insan bu düşüncelere mensup kişilerden oluşuyorsa eğer, o zaman bölgede daha ciddi tehlikeler var demektir.
Kampa alınanlar arasında yer alan Çin genelinde ünlü PopstarAblajanAyup, Devlet sanatçısı AbdurrehimHeyit, Sincan Üniversitesi akademisyenleri Dr. GülgineTaşmehmet, Prof. Abdulkadir Celalettin, Dr. Ekber Ömer, Dr. Muhtar Abdugaffar, Dr. Gülnar Abdullah, Sincan Üniv. Eski Rektörü Prof. TaşpolatTeyip, Prof. Abdurrahman Beg, Prof. Azat Sultan, Prof. Köreş Tahir, ünlü Matematikçi Prof. Ahat, dünyaca ünlü Tıp Profesörü Halmurat Gafur, Prof. Gayretcan Osman, Prof. Dr. GayretcanBarat, ünlü sosyolog Doç. Rahile Davut ve Çin Süper Ligi’nde top koşturan Uygur futbolcu İrfan Hezim… gibi onlarca akademisyenin, binlerce öğretmenin, yüzlerce sanatçının terörle ne bağlantısı var? Çinceyi Çinlilerden daha iyi bilen, onlarca eseri yayınlanmış olan, on binlerce kişiye eğitim vermiş olan bu kişilerin kamplarda eğitilmeye sizce ihtiyacı var mı? Bu örneklemeler Çin’in, kamplarda uygulamaya çalıştığı baskı politikasındaki niyetini ortaya koymaktadır.
Doğu Türkistan konumu ve zengin kaynakları itibariyle Çin’in küresel lider olmasını sağlayacak ilk atlama taşıdır. Dolayısıyla Pekin yönetiminin, 1949 yılından bu yana egemenliği altında bulundurduğu Müslüman-Türk yurdunu Çinlileştirerek, bu bölgedeki 30 milyon Müslüman Türkü mankurtlaştırmak suretiyle etkisiz hale getirmeyi hedeflediğini söylersek abartmış olmayız diye düşünüyorum. Eğer abartıyor isek, o zaman Pekin Yönetimi hem bölgenin hem de kampların kapısını gözlemcilere, basın mensuplarına ve bizlere açmalıdır…
Çin, Müslüman Azınlığa Asimilasyon ve Baskı Uyguluyorsa Müslüman Ülkeler Yerine Neden Batı Ülkeleri Bu Konuya Daha Çok Ses Çıkarıyor?
Bölgede Müslüman Türk nüfusuna yönelik baskı ve asimilasyon uygulandığını ortadadır. Müslüman ülkelerin bu baskılar karşısında sessiz kalmasının tek sebebi, Çin Hükümeti ile olan maddi kazanç ilişkisidir. Sudan, Libya, Irak, Suriye, Filistin, Mısır… bu Müslüman ülkelerin kendilerine faydası yok ki, diğer Müslümanlara olsun. İnsan Haklarının uygulanmadığı Müslüman Arap ülkelerinden, insan haklarına duyarlı olmalarını beklemek mümkün mü, elbette değil. Burunların dibindeki Filistin’de, Suriye’de, Irak’ta Yemen’de olanlara ses çıkarmayanlardan, Uygurlara destek vermeleri beklenir mi?
Bu ülkelerin hepsi, Müslüman kardeşlerinin feryadına kulak tıkayarak, zulme seyirci kalarak dinen günah işliyorlar!!! Batı ülkeleri ise elbette temelde kendi çıkarları olsa da, konuya tamamen insani açıdan yaklaşıyorlar. Amerika, Kanada, Hollanda ve Belçika parlamentoları “Uygur Soykırımı”nı resmen tanıyarak zulme tepki gösterdiler. Çin’i bu şekilde köşeye sıkıştırmak elbette Amerika’nın işine geliyor. İslam Dünyası da, dindaşlarına, en azından sözle de olsa sahip çıksalardı, keşke… Üç kuruş petrol satışına, üç kuruş yatırım karşılığında Müslüman’a yapılan baskıyı duymazdan, görmezden geliyorlar maalesef…
Burada bir soru daha yöneltmek istiyorum. Doğu Türkistan bölgesinde soykırım tanımına uygun hak ihlalleri gerçekten var mı? Soykırım suçunun işlendiğine dair örnekler verebilir miyiz?
İnsan Hakları Örgütleri’nin raporlarına göre, Çin Hükümeti’nin, Uygur Bölgesi’nde, BM Soykırım Sözleşmesi’ndeki tüm maddeleri ihlal ettiği örneklerle belirtilmiştir. Batı ülkeleri de uluslararası hukukun belirlediği standartlara göre, Çin’i Uygurlara yönelik soykırım politikası ile suçlamaktadır.
Bölgenin tarihi ismi “Doğu Türkistan” yerine “Sincang/Xinjiang” ismini konulması soykırımın bir göstergesidr. “İbrahim” adını “Yibulayin” şeklinde Çince telaffuzu ile söylenmesi dahi “suç”tur. “Tanrıdağı”nın dahi adı dahi Çince “Tiyanshan” olarak değiştirilmiş olup, bu isim değişiklikleri bile tek başına asimilasyon göstergesi değil midir?
Uluslararası hukuka göre “Soykırım”ın tanımı ve içeriği bellidir.“Soykırım/Genocide suçu”; etnik, dini, ulusal ya da ırksal bir grubun tamamını veya bir kısmını yok etmeyi amaçlayan ve sözleşmede belirtilen birtakım eylemleri ifade eder. Suçunoluşabilmesiiçin herhangi bir sayı şartı da yoktur. Önemli olan soykırım amacını taşımaktır. Bu amaç ile hareket edilmişse, örneğin bir tek kişininöldürülmesi bile soykırım suçunuoluşturabilir; yeter ki soykırım kastı ispatlanabilsin.
Peki ABD başta olmak üzere Batılı Ülkelerin Çin’e Karşıtlığını Nasıl Değerlendiriyorsunuz?
Yukarıdaki tanımdan hareketle Amerika, Kanada ve Hollanda Parlamentoları Çin’in Doğu Türkistan’da yapılanları soykırım olarak nitelendirmişlerdir.Belçika ve Hollanda’nın insani açıdan yaklaşımda bulunduğunu düşünüyorum. Kanada’nın ise Amerika’nın yönlendirmesi ile karar verdiğini düşünüyorum. Burada Amerika’nın, rakip olarak gördüğü Çin’i yıpratmak için, Uygurların mağduriyetini Çin karşıtı olarak kullandığını söyleyebilirim. Her bakımdan ve her zaman çıkarlarını ön planda tutan Amerika’nın yaklaşımın samimi olduğunu düşünmediğimi rahatlıkla ifade edebilirim. Çin’in iç içişlerine karışarak, Çin’i zayıflatmak, Çin’in içinde kargaşa çıkarmak ve bunların devamında; Çin karşıtı eylemleri organize ederek “Bir Kuşak / Bir Yol” adı verilen “Karadan İpek Yolu” projesini baltalamayı planlamaktadır. Dolayısıyla Çin’in Uygur Türkleri’ne ve Tibetlilere uyguladıkları baskıları bahane ederek, içişlerine müdahale etmek istediklerini de söyleyebiliriz.
Türkiye’nin Uygur Türkleri Politikasını Nasıl Değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’nin Uygur Türkleri ile ilgili yeterli ve arzu edilen düzeyde, çözüm odaklı politikalar üretmediği görülmektedir. Genelde bu konuyla ilgili kalıcı belirlenmiş milli bir siyasetin belirlenmediği görülmektedir. Vakit geçirilmeden kısa, orta ve uzun vadeli ve kalıcı politikalar üretilmelidir. Yüzyıllardır ilişkilerimizin olduğu Çin ile yine yüzyıllar boyunca her alanda temas kurmaya devam edeceğiz. Özellikle küresel güç olmayı ve ürünlerini sorunsuz pazarlamayı hedefleyen Çin Hükümeti’nin birçok bakımdan Türk Cumhuriyetlerine özellikle Türkiye’ye ihtiyacı olduğu dikkate alınarak, Uygur Türklerini de içinde alan bir milli siyaset geliştirilmelidir.
Eleştirildiği Üzere Sizce Türkiye, Çin’e Yeterli Tepkiyi Göstermiyor mu?
Amerika, Kanada, Hollanda gibi dini ve milli açıdan hiçbir bağımızın olmadığı ülkeler, Uygur Türkleri’ne yapılanları “soykırım” olarak nitelerken, Fransa, Belçika, Avustralya, Japonya gibi onlarca Batı ülkesi, Uygurlar reva görülen baskıdan söz ederken, Türkiye’nin kamuoyu önünde yeterli tepkiyi gösterdiğini söylemek zor. Ancak Türkiye’nin Çinli yöneticilerle yaptıkları ikili görüşmelerde Uygur meselesinin süreli gündeme taşıdıklarını biliyoruz. Soruna çözüm arayışı içinde olduklarını düşünüyoruz.
Çin İle İmzalanan Suçluları İade Antlaşması Sizce Uygurları Nasıl Etkileyecek? Türkiye ParlamentosuBu Antlaşmayı Onaylayacak mı?
Suçluları İade Antlaşması, ülkeler arasında imzalanan rutin bir hukuki belgedir. Anlaşmanın maddelerine bakıldığında Uygurların iade edilmesi hukuken çok zor görünüyor. Ancak uluslararası hukuku Komünist Parti’nin ve Konfüçyus felsefesinin prensiplerine göre yorumlayan Pekin Yönetimi, bu anlaşmayı bahane ederek, Türkiye’ye sığınan Uygurları sürekli taciz edecek ve psikolojik baskı kurmaya çalışacaktır. Her iki ülke lideri bu antlaşmayı imzalamıştır. Çin Parlamentosu da onaylamıştır. Uygun bir zamanda herhangi bir siyasi değişiklik olmaz ise, TBMM’nde bu anlaşma onaylanarak yürürlüğe gireceğini varsayıyorum. Arzumuz anlaşmanın askıya alınması veya bu iade anlaşmasından etkilenmemeleri için Türkiye’ye sığınan Uygurlara Türk Vatandaşlığının verilerek koruma altına alınmasıdır.
Sizce Bu Sorunun Akibetinin Nasıl Sonuçlanacağını Düşünüyorsunuz? Öngörünüz Nedir?
Uygur Türkleri ve diğer Türk unsurlara (Kazak, Kırgız, Özbek, Nogay, Tatar, Salar) uygulanan zulmün sona ermesi, Türk-İslam dünyasının özellikle Türkiye’nin kararlı bir duruş sergilemesine bağlıdır.
İslam ülkelerinin uygulayacağı ekonomik ambargo, Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan gibi ülkelerin Çin’e enerji kaynaklarını aktarmayı durdurmasına bağlıdır.
Ve özellikle Türkiye’nin diplomasi masasında Uygurların her zaman yanında olduğunu kararlı bir şekilde dillendirmesi halinde zulüm son bulacaktır. Çünkü, hangi açıdan bakarsak bakalım, Çin, Türkiye’ye muhtaç durumdadır. Türkiye, Çin’in bu durumunu değerlendirmeli ve Doğu Türkistan için de Pekin yönetimine “oneminute” demelidir. İşte o zaman zulüm, son bulacaktır!
Tabii ki, bu noktada OİC, NATO, HABITAT, AGİT gibi uluslararası kurumların; Amerika, İngiltere, Hindistan, Endenozya, Malezya, Japonya, Almanya gibi ülkelerin Çin’e yönelik sergileyecekleri kararlı duruş, ambargo ve benzeri önlemler, Çin Hükümeti’ni geri adım atmaya zorlayacaktır kanaatindeyim.
Ayrıca şu noktayı da dikkatinize sunmak isterim ki, Doğu Türkistan davası Amerika’nın, Hıristiyan dünyasının insafına terk edilemeyecek kadar Türk-İslam dünyasının dini ve mili bir davasıdır.
Özellikle Amerika’nın Uygurlara sahip çıkmasının gerisinde, Uygurlara sahip çıkma duygusu kesinlikle yoktur. Amerika’nın milli çıkarları karşısında, Uygurların en küçük bir değeri dahi yoktur. Kanada ve AB ülkelerin bir kısmı gelişmelere “insani” açıdan yaklaşıyor olsa da, Amerika’nın yaklaşımı tamamen çıkarları gereğidir. Çin’i kendisine rakip olarak gören ABD, Demir İpek Yolu Projesi’ni de çıkarlarına uygun görmediğinden AB ve diğer ülkeleri Çin karşısında tavır almaya davet etmektedir. Bu şekilde Çin’i abluka altına almayı hedefleyen ABD, menfaatleri gereği, Uygurları ön cephede kullanarak, Çin’i rahatsız etmeye devam edecektir.
Türkiye bu meselede devrede olmak durumundadır. Türkiye’nin bu mesele ile yakından ilgilenme mecburiyeti ve hakkı vardır. Cumhurbaşkanlığı Forsu’nda yer alan Uygur Devleti ve Karahanlılar Devleti bayrakları, Türkiye Cumhuriyeti olarak Uygurların mirasçısı olduğumuzun hukuki belgesidir.
Türkiye, Çin ile ilişkilerini geliştirirken Uygur meselesini sürekli gündemde tutmalı, Uygurların hak ve hukukunun sağlanmasını, huzur ve istikrar içinde yaşamasını temin edecek önlemler almaya Pekin Hükümeti’ni zorlamalıdır. Uygurların, Türk- Çin ilişkilerinde her alanda “köprü rolünü” oynaması sağlanmalı, aksi halde ilişkilerin sağlıklı yürüyemeyeceği diplomatik lisanla Çin yönetimine aktarılmalıdır.
-İsmail bey, siz diasporada uzun yıllardır bu davayı temsil eden birisiniz. 1978’den itibaren bu mücadelenin içinde olduğunuzu varsayarsak tam 43 yıldır, dile kolay 43 yıldır bu davaya her kademede hizmet ettiniz. Bugün hem sembolik de olsa hem Sürgünde Hükümeti temsil ediyorsunuz hem de 15 köklü soydaş derneğin bağlı olduğu Avrasya Türk Dernekleri Federasyonu’nu yönetiyorsunuz. Bu sorunu çözmek için fedakarlık yapmak gerekmez mi?
Bu sorunu çözecek olan iki ülke var; biri Çin Halk Cumhuriyeti, diğeri ise Türkiye’dir. Her iki ülke elini taşın altına koymalı; Asya, Avrupa ve Ortadoğu üçgeninde “kazan-kazan” sistemine uygun kurulacak siyasi, ekonomik ve sosyal iş birlikleri ile “yeni dünya düzeni”nin temeli atılmalıdır.
Çin tarafı; içişlerinde serbest, dışişlerinde Pekin’e bağlı yeni bir sistem oluşturabilir… Pekin, Şanghay, Hong Kong, Guanchchu’daki sosyal yaşamı Doğu Türkistan’a taşıyabilir….Bölgenin asıl sahibi olan Uygurlara (Kazak, Kırgız, Özbek, Tatarlara) hayatın her alanında “öncelikler” tanıyabilir… Dini ve milli kimliklerin, ritüellerin özgürce uygulanmasına imkan tanıyarak Batılı emperyalistlerin ağzını tıkayabilir… Bölgede Türkiye, Pakistan, Suudi Arabistan, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Azerbaycan gibi ülkelerin diplomatik temsilciliklerinin açılmasına imkan verebilir.
Eğer böyle bir düzenleme yapılırsa, bölgede huzur ve istikrar sağlanırsa Pekin-Ürümçi-Almaatı-Taşkent-Moskova-Bakü-Tahran-Ankara-İstanbul-Balkanlar güzergahında müthiş bir “ekonomik kazanç” ortaya çıkar.
Türkiye ve Çin’in el ele verdiği birlikteliğe Moskova ve Tahran’ın, İslamabad ve Yeni Delhi’nin dahil olduğu bir resmi hayal edin lütfen. Türk ve İslam dünyasının da dahil olduğu bu “yeni dünya düzeni”ne dahil olan tüm ülkeler eşit ve dengeli kazanç elde edecektir. Bu kazancın anahtarlarından biri de “Uygurlar”dır… Doğu Türkistan Türkleridir.
Türkiye ve Çin bu resim için anlaşırsa, örneğin İsmail Cengiz, Türkiye’nin Doğu Türkistan’daki ilk konsolosu olmak ister. Ben şunu sizin aracılığınızla kamuoyu ile paylaşabilirim; sayın Cumhurbaşkanımız içimizden birini Çin ve Doğu Türkistan konusunda “Baş Danışman” olarak görevlendirebilir. Veya içimizden birini “Gezici Büyükelçi” olarak tayin eder, Çin tarafı da kabul eder ise mesela ben bu göreve talip olabilirim… Tabii ki hoşgörüye dayalı her iki başkent tarafından “yetki ve inisiyatifler” verilmek şartıyla…
Doğu Türkistan Türklerinin önünde şu an için tek yol tek hedef var, o da; dini ve milli kimliklerini korumak, yaşamak ve gelecek nesile aktarmak. Bunun için tek yol savaşmaktır. Bu noktada yol ikiye ayrılıyor; Diplomatik Savaş veya Silahlı Savaş… Ben 2009’dan bu yana diplomatik mücadeleyi tercih ettim. 12 yıldır Ankara ve Pekin’in Uygur meselesinin çözümü için samimi ve kararlı adım atmasını bekliyorum. Yani halkımızın geleceği için fedakarlık yapmaya hazırız
Bir yanıt yazın