Yıllardır sakallılar, sarıklılar, cübbeliler, takkeliler, şalvarlılar, yani tahsilsiz, eğitimsiz bir cahiller topluluğu yönetiyor bizi.
19 yıldır şeyhlerle, Şıhlarla, tacizlerle, tecavüzlerle, tarikatlarla iç içe yaşıyoruz. Sapıklar, sapıklıklar çığ gibi büyüyor.
Bir grup yobaz takımı denize nazır köşklerde, yalılarda, dağ havalı saraylarda yaşıyor. Altlarında son model otomobiller, kasalarında trilyonlar, altınlar; ziynet eşyaları, binalar, arsalar; yanlarında yüzlerce koruma
Halkımız açlık, sefillik içinde debelenirken, bu nedenle intiharlar olurken; ülkemizde 2 – 3 maaş alan bürokratlar, AKP yandaşı yüksek memurlar var…
Ve onlara sürekli arka çıkan, onları kollayan bir iktidar…
Ve bu yandaşları sorgusuz sualsiz destekleyen, bu dünyadan elini eteğini çekmiş, sadece öteki dünyanın nimetlerine, cennetine, hurilerine inanmış, inandırılmış milyonlarca aç, sefil, işsiz – güçsüz insan var…
Ve 12 yaşındaki küçücük kızları taciz edip de bu yüzden hapis yatan şeyhler, şıhlar ve bu rezil ilişkilerden, pisliklerden sonra bile hâlâ “Biz şeyhimizin arkasındayız” diyen müritler var…
Sadece İstanbul’da 445 tekke ve tüm yurt yüzeyinde 800’den fazla medrese var. Buralarda 5-6 yaşında çocuklar dinci eğitim alıyor, yetiştiriliyorlar.
Bu tarikat ve cemaatler iktidar tarafından destekleniyor. Bu gericilik, şeriatçılık yuvalarına milyarlar akıtılıyor. Onlar, bu ülkeye hiçbir üretim, katkı yapmadan trilyonlar denizinde keyifli bir ömür sürüyorlar.
Bu geri düzen, bu çark, Osmanlının zamanında da vardı. Bugün olduğu gibi o yıllarda da saray, bu yobazları destekliyordu. Osmanlı bir din devletiydi ve Şeriat yasalarına göre yönetilirdi. Varlığını sürdürebilmesi mollaların desteği ile oluyordu.
Tarikatlar, tekkeler, medreseler hurafelerle, safsatalarla halkı yönlendirerek, onların sırtından geçiniyorlardı.
Osmanlı düzeni kör topal devam ederken bir Mustafa Kemal çıktı ve önce emperyalist devletleri ülkemizden kovdu. Sonra da “Ey Efendiler ve ey millet, biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olamaz. En doğru ve en hakiki tarikat, medeniyet (uygarlık) tarikatıdır…” dedi; 30 Kasım 1925 yılında çıkardığı bir devrim yasası ile tarikat, tekke ve medreselerin varlığına son verdi.
AKP iktidarının Cumhuriyete, Atatürk’e beslediği nefret işte buradan kaynaklanmaktadır.
Günümüzde bilim, eğitim yuvalarının, askeri okulların birer birer kapatılmasının temelinde işte bu neden vardır. Türk’e ve Türklüğe duyulan kinin ve Osmanlıya duyulan hayranlığın kökeninde işte bu şeriat devleti sevgisi yatmaktadır.
Kapatılan bu kurumların yerine kuran kurslarının, imam hatiplerin, tarikatların, tekkelerin açılmasının, hem de yerden biter gibi açılmasının nedeni işte budur.
Bu yüzden özgürlüğümüz elimizden alındı. Bu yüzden söz söyleme, konuşma, eleştirme hakkımız elimizden alındı. Bu yüzden yazanlar, çizenler, geri düzene, yobazlara, haksız – hukuksuz uygulamalara karşı çıkanlar hemen dört duvar arasına atılıyor. Yıllarca zindanlara kapatılıyorlar
Bu yüzden gencecik kızlar parti binalarında kurşunlanıyorlar… Bu yüzden hak, hukuk, adalet ve demokrasi ayaklar altında…
Amaç, toplumun bilinçlenmesini, aydınlanmasını önlemek, gerçekleri görmemesini sağlamaktır. Mollaların, şeyhlerin, şıhların ve onunla birlikte iktidarı yönetenlerin bir eli yağda, bir eli balda yaşayabilmesi için onlara kara cahil bir toplum gerekmektedir.
Ancak bu kara cahil halkın çoğalması ve onları sorgusuz sualsiz desteklemesi ile bu cennet yaşantılarını sürdürebilirler…
Aydınlara, hak – hukuk arayanlara baskı, şiddet, işkence uygulamaları işte bu nedenle yapılmaktadır.
Bir yerde baskı, zulüm, şiddet varsa orada mutlaka haksızlık, hukuksuzluk da vardır
Yazıyı annemin sık sık anlattığı ve benim de çok güldüğüm bir fıkra ile bitireyim.
Ramazan geçmiş Kurban Bayramı gelmiştir. Müslümanlar kurban kesmektedirler.
Bir Hristiyan aile, yani anne ve baba da çocuklar “Mahrum kalmasın, biz de komşulara uyalım” diye kurban kesmeye karar verirler.
Evin reisi gidip bir kurbanlık alıp gelir ve kesmeye girişir. Ne var ki Hristiyan baba deneyim sahibi olmadığı için bu işi beceremez. Kurbanı elinden kaçırır. Hayvan debelenmeye başlar.
Evin hanımı: “Tez bi Müslüman bul gel, onlar tecrübelidirler. Koyunu o kessin ve çırpınmaktan, çile çekmekten kurtarsın bu zavallıyı…”
Adam, elinde kanlı bir bıçakla, her tarafı kanlar içinde, yakınlardaki bir Müslüman kahvehanesine dalar hemen. “İçinizde Müslüman olan var mı” diye sorar.
Kahvehanedekiler adamı kanlar içinde ve elinde kanlı bir bıçakla görünce korkuya kapılırlar. “Burda böyle birisi yok, ama az ileride bir cami var. Onun hocası Müslümandır” derler.
Adam bu kez son sürat, camiye dalar ve karşısında duran sarıklı, sakallı adama “Müslüman sen misin” der.
Hoca efendi, karşısında yüzü gözü kanlar içinde, elinde kanlı bıçak bulunan birisini görünce şaşırır, korkar:
“Yok, kardeşim, yok… Kim söyledi bunu sana? Şurada iki rekât namaz kıldırdık diye Müslüman mı olduk?”
Bir yanıt yazın