Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya
Ergene’de Balıklar ve Çevre Terör Örgütü (ÇETÖ)
Marmara’da başlayıp diğer denizlere yayılan müsilaj (deniz salyası) felaketi yıllar önce yola çıkmıştır. Bu facianın deniz yüzeyinde görülen sümük tabakalarından ibaret olduğunu zannetmek sorunun çözümsüz kalması anlamına gelmektedir. Trakya’nın kalbi Ergene zehir akmaya başlamış, balıklar sadece hatıralarda kalmış, bölge sakinlerinde kanserin her türlüsü görülmeye başlamıştır.
Bir dönem bölge insanının canı balık istediğinde bahçesinin dibindeki Ergene’ye sepet sarkar, kısmetine geleni pişirip yermiş. Halen hayatta olanlar etrafa fabrikalar kurulduğunda sevinmişler, çocuklarına iş kapısı diye yükselen bacalara selam durmuşlar. İnsanlar düzenli maaşla daha iyi kazanç sahibi olmuş, tarladaki zahmete katlanmadan birikim yapmaya başlamışlar. Hızla artan kanser vakaları sadece kenardaki paralarını değil, bazılarının evlerini, tarlalarını da alıp götürmüştür.
Marmara’yı bitiren zehir kitlesi sadece Trakya’dan değil başta Bursa, Kocaeli olmak üzere bütün çevre şehirlerinden gelen kimyasalların doğal birikimidir. Benzer felaketler Konya’dan Kütahya’ya, Bursa’ya, İzmir’e bütün tarım arazilerini ve şehirlerini kuşatmıştır. İnsanları öldüren, aç bırakan, tehdit eden terör örgütü gibi gelecekle alakalı ümitleri de tüketme aşamasına girmiştir. Tıpkı terör örgütü gibi zehire zevkle alıştırmış, her türlü karanlık yolları kullanmış, gerektiğinde rüşvetle, adam satın alamayla toplumu mahvetmiştir.
Hedef ülkede tarımı bitirmek, hayatını idame ettirme imkanlarına son vermek, insanları açlık ve hastalıkla yok etmek sömürgeci ülkelerin hedeflerindendir. Dünyanın en nadide tarım arazilerini otomobil fabrikları haline getiren firmalar, önde gelen sömürgeci ülkelerdendir. Tıpkı şeker fabrikalarını ve pancar üretimini bitirip diyabet ve kanser küpü NBŞ fabrikalarını kuran ABD menşeli şirketler gibi. Çölleşmeyi hızlandıran, havayı zehirleyen yatırımların uluslararası piyasalardan da kolayca teşvik ve kredi bulması, medyanın bu felaketler zincirini görmezden gelmesi, aynen küresel istihbarat birimleri desteğindeki terör örgütlerini hatırlatmaktadır. Bu anlamda Çevre Terör Örgütü (ÇETÖ) gerçeği ile yüzleşmekteyiz.
Marmara can çekişirken zehir kanallarını kapatmak yerine müsilaj birikintilerini toplayarak sorunun çözüleceğini zannetmek bataklık kenarında elle sivrisinek tutarak rahat uyuyacağını beklemek gibidir. Çorlu, Çerkezköy gibi sanayi merkezleri ile diğer kıyı şehirlerinden denize akıtılan zehir konusunda yıllardır uyarılar yapılmakta, tedbirler konuşulmaktadır. Belirtmek gerekir ki ulusal ve uluslararası mevzuat yeterli olup sorun uygulamadaki ÇETÖ engelleridir. Başta Çerkezköy sakinleri olmak üzere bölgedeki herkes felaketin kaynağını yıllardır yaşayarak haykırmaktadır. Feryatlarına tercüman olmak için Silivri’de konferans ve istişare toplantılarına katıldım. “Ergene ve Marmara Sadece Bizim Değil!” başlıklı yazılarım Şubat 2015 tarihlidir.
Sanayide atıkları filitrelemek yasal zorunluluktur. Denetimler mesai saatiyle sınırlı tutulmuş, hatta mesai saatinde dahi randevuyla denetime gidilmiştir. “Kaynakta çözüm”, “kirleten öder” evrensel ilkelerdir. Öncelikle hangi fabrikaların son yıllarda ne kadar zehir bıraktığının, yasal filtrelemeyi ne kadar es geçtiğinin tespitinin yolları olup bu kapsamda işlemler yapılmalıdır. Bu kapsamdaki ÇETÖ mensupları tespit edilmeli, bu terördeki payına göre kesinlikle cezalandırılmalıdır.
2015 toplantısında, fabrikaların ekonomik olsun diye filtreleme yerine zehirlerini doğrudan dereye bırakmalarının yasal hale getirilmesi, ilgili bakanlığın nehirdeki atıkları toptan “biraz” temizleyerek Marmara derinliklerine vermesi, derin drenaj projesinin yanlışlığı dile getirildi. Her tesisin atık boşaltılmadan filtre işlemlerini yapmasının gerekliliği, atık nehire bırakıldıktan sonra toptan işlemden geçirilse dahi etkili olamaycağı, böyle bir projenin Marmara için felaket olacağı haykırıldı. Ancak derin drenaj projesi törenle faaliyete geçti, zehirli sular biraz filtreyle Marmara’ya havale edildi.
Başarı zannedilen drenaj tesisi açılması haber bültenlerinden duyuruldu. Bu tesislerin zehir deryasını taşıyamaması üzerine filtreleme sistemleri patladı, zehirli atıklar olduğu gibi denize verildi. Bunu sadece Çerkezköy’dekiler bildi, gelecek felaketin haberlerini ancak bizlere duyurabildirler. Benzer ihanet hemen bütün Marmara kıyılarında devam etti ve bugünlere gelindi. “Ergene’yi kurtarmak için Marmara feda edildi” haberleri gerçek dışı olup Trakya’nın incisinden akan zehir hergün artmıştır. Müsilaj felaketine giden yolda özellikle bazı tesislerin büyük çapta atık bıraktıklarına dair iddialar henüz araştırılmamış, soruşturulmamıştır.
Belirtmek gerekir ki sanayileşmenin de bir faturası vardır. Ancak çevreyi kirletme faturası artık gerilerde kalmıştır. Mesela Çerkezköy’de çok daha büyük Güney Kore ve Japon firmalarının kuruluş aşamasında gerekli yatırımları yaparak çevreyi korudukları bilinmektedir. Yerli firmaların üç kuruş daha fazla kazanma hırsları, devletin daha fazla vergi toplama hesapları anlamsızdır. Bilfarz bugün yaşadığımız müsilaj fealketi olmasaydı dahi bölgede görülen hastalıklar için Sosyal Güvenlik bütçesinin giderleri, zehirli yatırımların getirisinden kat kat fazladır. Üstelik insan hayatı sözkonusudur.
Konya civarında olduğu gibi bu bölgede sanayi tesisleri yeraltı sularını kullanmakta, bazen 200 metreye inmektedir. Nehirlerden atıklar, yeraltı sularını da zehirlemiş olup Trakya tarım ürünleri daha fazla toksin madde taşımaya başlamıştır. Bunun sonuçları ise Covid-19’dan çok daha etkili ve kalıcıdır.
Roma Kulübü’nün dünya nüfusunu azaltma projesinin Türkiye’de de hayata geçirildiği görülmektedir. Daha uygun şartlarda, temiz sanayi tesislerini, uygun yerlerde kurmak varken bu süreçteki ihmal ve ihanetler zinciri, ÇETÖ gerçeğini doğrulamaktadır. Ne pahasına olursa olsun fabrikalar sıfır zararlı atıkla çalışabilmeli, gerekirse kapatılarak temiz teknolojiyle çalışanlar kurulmalıdır. Çevre konusundaki ilkelerden biri de ihtiyat olup çevreye zarar verme ihtimali olan yatırımların dahi önlenmesi esastır. Zira felaket ortaya çıktıktan sonra telafisi çok daha ağır ve masraflıdır.
Tıpkı kanser gibi salya faciası da bir günde ortaya çıkmadığı gibi kısa sürede çözülecek bir sorun değildir. Sorunun kaynağına inilip gerekli maliyet ödenmelidir. Derin drenajla denize zehir pompalama projeleri bütünüyle durdurulmalıdır. Belirtmek gerekirki bu tür projelerden sadece bazı müteahhitlerin kazandığı iddiası yanlış olup onların çocukları da zehirli bir dünyada yaşamak zorunda kalacaklardır. Hatta günümüz çevre bilinci kapsamında Marmara’daki felaketin eninde sonunda ABD’de yaşayanları da etkileyeceği kabul edilmektedir. Konuyla ilgili sıradan vatandaştan yatırımcılara, yöneticilere herkes bilinçlendirilmelidir. Acı reçeteler konusunda milli mutabakat sağlanmalıdır. Ergene, Nilüfer ırmakları ile Marmara’ya akan diğer sularda balıkları tekrar görmeye başladığımızda müsilaj faciası da bitmiş olacaktır.
Öncevatan, 15.06.2021
alaeddinyalcinkaya@gmail.com