Biden Erdoğan görüşmesi öncesinde Walter Russell Mead’in 8 Haziran’da WSJ’da yayınlanan yorumu dikkat çekicidir.
Türkiye, Amerika’nın en önemli müttefiklerinden biri, ancak ABD’ye diğer NATO üyelerinden daha fazla zorluk çıkarıyor. Soğuk Savaş yıllarının laik, Batılılaşan, kararlı bir şekilde Sovyet karşıtı Türkiye’si şimdi popülist bir İslamcı tarafından yönetiliyor. Yakın zamanda Biden yönetimi tarafından Yahudi aleyhtarı sözleri nedeniyle azarlanan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Libya ve Suriye’den Azerbaycan’a askeri müdahalelerde bulunuyor, birçok demokratik ve Avrupa değerinden uzaklaşıyor gibi görünüyor ve Amerikan yaptırımlarına karşı Rusya’dan silah satın alıyor. Başkan Biden, bu ayın sonlarında Erdoğan ile ikili görüşmeye hazırlanırken, bu önemli ilişki hakkında yeni bir düşünme biçimi geliştirmesi gerekiyor.
Türkler de mutlu değil. Bunu üst düzey Türk yetkililerle yaptığım bir dizi görüşmede öğrendim. Sadece Türkiye’nin Rusya’dan S-400 uçaksavar sistemi satın almasına yönelik Amerikan yaptırımları ya da ABD’nin 1915’te Osmanlı Ermenilerine yönelik saldırılarını soykırım olarak adlandırma kararı değil. Türkler, kuzeydoğu ve kuzey-orta Suriye’de yarı bağımsız bir Kürt bölgesi inşa ederken IŞİD’in belini kıran Suriyeli Kürt güçlerine ABD’nin desteğine şiddetli bir şekilde karşı çıkıyor. Türkler, Suriyeli Kürtleri, yıllardır Türkiye’de binlerce ölümden sorumlu olan terör örgütü PKK’nın müttefiki olarak görüyor. Türkiye cumhurbaşkanına yakın bazı milliyetçiler ve İslamcılar, 2016’da Erdoğan hükümetini sarsan ve 251 Türk’ün ölümüne neden olan darbe girişimini ABD’nin desteklemiş olabileceğine veya en azından sempati duyabileceğine inanıyor.
Hem Türkler hem de Amerikalılar uzun şikayet listeleri üretebilir, ancak ittifakın önündeki gerçek zorluklar yapısaldır. Türkiye ve çevresi, ABD-Türkiye ilişkilerini hem daha önemli hem de daha karmaşık hale getirecek şekilde değişti, ancak Washington henüz yeni bir ortaklığın nasıl çalışabileceğine dair bir vizyon geliştirmedi.
Türkiye’nin etrafındaki bölge, Soğuk Savaş’tan bu yana kökten değişti. Rusya, Vladimir Putin’in tüm çabalarına rağmen, eski Sovyetler Birliği’nden çok daha zayıf bir güç olmaya devam ediyor. Ankara hâlâ Moskova’nın hırslarından endişe duysa da, Rusya’nın düşüşü, Türkiye’nin kuzeydeki eski düşmandan daha az baskı hissetmesi ve Amerika’ya daha az yakınlaşması anlamına geliyor.
Ancak Ankara’nın hesaplarını değiştiren tek bölgesel güç Rusya değil. İran ekonomik yaptırımlar altında eziliyor. Arap dünyası düşüşte. Libya, Irak ve Suriye zayıf ve parçalanmış durumda. Mısır artık ciddi bir bölgesel güç gibi görünmüyor. Buna Washington’dan gelen, ABD’nin Ortadoğu’daki varlığını azalttığına dair davul sesleri de eklendiğinde, Türkiye’nin neden doğusuna ve güneyine açılan güç boşlukları tarafından hem cezbedildiği hem de tehdit edildiği anlaşılabilir.
Bu arada Ankara’nın Avrupa ile ilişkisi değişti. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik kapısı kilitlendi. Türkler, Rum ve Kıbrıs’ın AB üyeliği göz önüne alındığında Brüksel’in Türkiye’ye karşı kalıcı olarak önyargılı olacağını düşünüyor. Ancak AB etkili bir bölgesel aktör haline gelemedi ve mülteciler gibi konularda Türkiye’nin baskısına karşı savunmasız görünüyor.
Ankara’nın yeni dünyası güllük gülistanlık değil. Rusya, Türkiye’nin vazgeçemeyeceği güçlü bir varlık olmaya devam ediyor. Suriye iç savaşı Türkiye için bir felaket oldu, ekonomisine zarar verdi ve milyonlarca çaresiz mülteciyi sınırlarının ötesine getirdi. AB bölgede etkin bir şekilde hareket edemeyecek kadar zayıf ve bölünmüş durumda, ancak sayın Erdoğan’ın popülist ekonomik içgüdüleri ülkesini dış ekonomik baskıya karşı savunmasız bıraktı. Türkiye Avrupa blokunu üstlenmeyi göze alamaz.
Şu anki yabancılaşmalarına rağmen Amerika ve Türkiye’nin ortak çıkarları var. Her iki ülke de Libya, Suriye ve Irak’ta barış ve düzen görmek istiyor. Her ikisi de İran’ın etkisinin azaltılmasını istiyor. Her ikisi de Rusya’nın Ortadoğu, Karadeniz ve Kafkasya’daki gücünü sınırlamak istiyor. Ve Orta Asya’nın uçsuz bucaksız topraklarında hem Ankara hem de Washington, Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan gibi ülkelerin Rus ve Çin’in onları yeniden canlandırılan emperyal sistemlere katma girişimlerine direndiğini görmek istiyor.
Sayın Erdoğan’a ve önderliğindeki İslamcı harekete ne olursa olsun, Türkiye daha modern ve umarız daha demokratik olmaya devam edecektir. Ama mutlaka daha Batılı olmayacak. Ankara’nın dış politikası daha bağımsız ve daha az öngörülebilir olmaya devam edecek. Washington, Türkiye’nin Hollanda, Norveç veya İspanya gibi davranmasını beklerse, ilişki her iki tarafı da hayal kırıklığına uğratır. Ancak Beyaz Saray, Türkiye hakkında Vietnam ve Hindistan gibi ortaklar hakkında düşündüğü gibi düşünmeye başlayabilirse, politika yapıcılar hem Ankara’nın gerçek jeopolitik değerini takdir edebilecek hem de kaçınılmaz olarak ortaya çıkacak gerilimleri daha ustaca yönetebilecekler. Sayın Biden’ın Sayın Erdoğan ile yapacağı görüşmedeki işi, eski ABD-Türkiye ittifakını kurtarmak değil, yeni bir ittifakın temelini atmak.