Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya
Almanya’nın Namibya, Fransa’nın Ruanda Soykırımları
Güney Batı Afrika Cumhuriyeti, Namibya’da Alman sömürge yönetimi 1904-1908 yılları arasında, soykırım tanımına giren suçları işlemiştir. 1948 Sözleşmesinin 13. Maddesi gereği, 20. onay veya katılma belgesi, 1951’de BM’ye gönderilince bu tarihten itibaren sözleşme hükümleri yürürlüğe girmiştir. Bundan dolayı Almanya, Namibyalı soykırım mağdurlarının girişimlerine karşı, yakın zamana kadar “o tarihte soykırım yoktu” şeklinde kendisini savunmuştur. 6 yıllık müzakerelerden sonra Almanya Dışişleri Bakanlığı, görevli korgenarlin emriyle işlenenlerin soykırım olarak tanınması konusunda anlaşmaya varıldığını duyurmuştur. Tarihinin en karanlık bölümüyle yüzleştiklerini, mağduriyetin telafisi için yatırım yanında soykırıma uğrayanların torunlarına 30 yılda 1.1 milyar Avroluk fon oluşturacaklarını söylemiştir. Bir anlamda özür ve tanıma beyanına sıkıştırılan ayrıntı ise katliamı Almanya değil de oradaki korgeneralin yaptığı iddiasıdır. Bundan sonraki süreçlerde de ülkenin sorumluluğunun olmayacağının altyapısı kurularak Alman yönetiminin Holocost itirafındaki hataya düşülmemesine özen gösterilmiştir.
Namibya çöllerle kaplı olup sömürgeci Alman yönetimi kıyı bölgelerini Almanlaştırmak istiyordu. Buradaki yerlileri yüzlerce kilometrelik çölden geçirerek orta bölgelere yerleştirme kararı gereği silah zoruyla evlerinden çıkarılanlar aç susuz ölüme terkedildi. Mağdur kabile mensuplarından hayatta kalanların torunları bunun telafisi için yıllardır mücadele etmektedirler. Almanya’nın son açıklamaları üzerine ülkesinin yaptığı sözleşmeyi kesinlikle yeterli bulmadığını söyleyen Namibyalı kabile mensupları, belirtilen rakamların ve kullanılan ifadelerin havada kaldığını, mücadeleye devam edeceklerini ilan etmişlerdir. Esasen şimdiye kadarki mücadeleye Namibya yönetimi destek vermemiş, konuyu kabile temsilcileri Milletlerarası Adalet Divanı’na götürmek zorunda kalmıştır. Divan ise, bu mahkemeye sadece devletlerin müracaat edebileceğini belirterek usulden reddetmiştir.
Ermeni soykırım iddilarına karşın, 1948 öncesi soykırım suçu olmadığını, dolayısıyla Almanya’nın o dönemdeki resmi beyanları da emsal kabul edilerek 1915 olayları için böyle bir suçlama yapılamayacağı, bir dönem Türk diplomasisinin hareket noktası olmuştu. Suçlarda ve cezalarda geriye yürümezlik ilkesi evrensel olup hukuken bu savunmada problem bulunmamaktadır. Bununla beraber böyle bir ilke dikkate alınmadan da 1915 ve öncesinde Rusya ve batı destekli Ermeni çetelerinin Müslümanlara karşı soykırım suçu işlediğine dair yığınla belge ve şahit olduğu, konuyla yüzleşmeye, gerekirse yargıya gitmeye hazır olunduğu dile getirilmiştir. Belirtmek gerekir ki soykırım iddiaları sözkonusu olduğunda devletlerden birinin, yani sadece bu iddiayı gündeme getiren Ermenistan’ın yargıya başvurabileceği, sözleşme hükümlerindendir.
Öte yandan Macron, son yılların en büyük soykırımının Fransa tarafından gerçekleştirildiği Ruanda’yı ziyaret ederek, soykırımda sorumluluklarının olduğunu, fakat bu suçu kendilerinin işlemediği türünden laflar söylemiştir. Tutsilere karşı Hutu hükümetinin soykırım yapacaklarını bildikleri halde zamanında gerekli tedbirleri almadıklarını, ancak 1994’deki korkunç soykırımda Fransa’nın rolü olmadığını, buna karşın Ruanda’nın kalkınması, sanayileşmesi ve işbirliği için hazır oldukları türünden başı ile sonu çelişen cümleler eklemiştir.
Ruanda, Belçika sömürgesi iken halk yapay bir şekilde Tutsiler ve Hutular diye bölünmüş, kimlik kartlarının rengi ile bu ayrılık tescil edilmiştir. Azınlıktaki Tutsiler sürekli desteklenmiş, korunmuş, yönetim onlara teslim edilmiş, Katolik kilisesince takdis edilmiştir. Ülkenin bağımsızlığından sonra Fransa projesi çerçevesinde çoğunluktaki Hutular, Tutsilere karşı bilenmiş, kendisi de Hutu olan devlet başkanının, uçağının düşürülmesi sonucu ölmesi üzerine önceden hazırlıkları yapılan Tutsi katliamı başlamıştır. Hazırlık sürecinde Fransız stratejistler, bölgedeki sömürünün kökleşmesi için taraflar arasında kan davasının kabartılması gereğini duymuşlardır. Dönemin cumhurbaşkanı Mitterand’ın deyimiyle “o ülkelerde bir soykırımın yaşanması o kadar da önemli bir şey değil” mantığına rağmen muhtemel hukuki sorumluluklara karşı soykırımın ateşli silahlar yerine tarımsal araçlarla yapılmasına karar verilmiştir. Fransa’nın verdiği krediyle Çin’e, tarihin en büyük ilkel tarım araçları kazma, kürek, tırmık, balta siparişi verilmiş ve uçak kazasından sonra senaryo yürürlüğe girmiştir. Baltalarla, kazmalarla, tırmıklarla bir milyona yakın Tutsi öldürülmüştür. Yollar anne-babalarının kanlı cesetleri üzerine ağlaşan bebelerden, çocuklardan geçilmez olmuştur. Dört aylık katliam süresince de Fransa ve Belçika Hutuları kışkırtmış, bir şekilde desteklemiştir. Macron’un karıştırdığı husus, 1948 Sözleşmesine göre, sadece öldürenlerin değil, buna yardımcı olanlar, destek olanlar, kışkırtanların da soykırım suçu işledikleridir ki Fransa’nın bütün bu aşamalarda bu maddeler açısından da eli kanlıdır.
Ruanda soykırımı ile ilgili halen ad hoc (geçici) uluslararası mahkeme, yargılamaları sürdürdüğü halde, önde gelen sorumluları Fransa saklamaya devam etmektedir. Nitekim Macron’un 15 yıldır görev yapan uluslararası mahkemeye yardımcı olacaklarına dair sözü, bugüne kadar engel olduklarının itirafıdır. Soykırım liderlerinden biri, vicdan azabı duyan çocuklarının ihbarıyla Paris’te yakalanarak mahkemeye teslim edilmiştir. Macron’un açıklamasını soykırım elebaşısının itiraflarıyla muhtemel suçlamalara karşı ön savunma stratejisi olarak okuyabiliriz. 1948 sonrası bir Fransa soykırımı daha var: Cezayir! Elbette bunun da raflardan indirilmesi, tazminat sürecinin başlanması beklenmektedir.
Ermeni soykırım iddialarını kızıştıran bu ülkelerin “geçmişle yüzleşme” stratejilerinin arkasında Türkiye’yi sıkıştırma hevesleri elbette olacaktır. Soykırımcıların bu çarpıtmalarını normal karşılayacağız. Ancak ihanet derecesinde gaflet ve cehalet içindekilerin “Türkiye de yüzleşsin” safsatalarına hazır olmak gerek. Öncelikle “1915 şartlarında soykırım olmasa dahi” ile başlayan hususları tekrar hatırlatalım: Gerek Almanya’nın gerekse Fransa’nın bu ülkelerdeki icraatları soykırım tanımındaki eylemlerle birebir örtüşmektedir. Türkiye, geçmişiyle yüzleşme konusunda on yıllardır taraflara çağrıda bulunmuş, 2005 Viyana platformunda olduğu gibi yüzleşme başladıktan sonra Ermenistan “masadan kaçmıştır”.
Türkiye’nin uluslararası nitelikte soykırım araştırmaları merkezi kurarak öncelikle 1951’den günümüze Cezayir, Kıbrıs Rumlarının Akritas Planı, Filistin, Hocalı, Srebrenitza, Doğu Türkistan ve Myanmar ile Kızılderililerden, Afrika’ya, Kafkasya’ya, Rumeli’ye uzanan soykırımlarının incelenmesine bir an önce başlanmalıdır. Soykırım mağduru olarak iftiralarla kin, nefret ve düşmanlık eken çevrelere karşı haklarımızı savunmak üzere hukuki çalışmalar ve girişimler stratejisi ve kurumları oluşturulmalıdır.
Öncevatan, 03.06.2021
alaeddin.yalcinkaya@marmara.edu.tr