Soykırım İddialarında Türkiye’nin Sorunu

Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya

Soykırım İddialarında Türkiye’nin Sorunu

Biden’ın Ermeni soykırım iddialarını açıklamasına karşı tepkiler, gaz alma mesajlarıyla sınırlı kalmamalıdır. Bir devletin tanıma kararının, Soykırım Hukuku açısından anlamı yoktur, çünkü soykırım olup olmadığı konusunda ancak mahkemeler karar verebilir. Bugüne kadarki ulusal ve uluslararası mahkeme kararları iddiaları zaten çürütmüştür. Bununla beraber sözkonusu ülke ABD olunca durumun rengi değişmektedir. Çünkü bu ülke dünya ticaretini kontrol eden önemli mekanizmalara sahiptir. Biden’ın tanıma anlamındaki açıklamasından sonra hangi yaptırım kararları alınacağı belli olmaz. Hukukun yerine siyasetin daha etkili olduğu zemin sözkonusu.

Öncelikle ABD Kongresi’nin her iki kanadının da oybirliği ile soykırım iddialarını tanıma kararları sürecinde yapılanları sorgulamak gerekmektedir. 2019 sonundaki kararlar, “nasıl olsa başkan bunu dikkate almaz” beklentisiyle geçiştirilmişti. Halbuki daha önceki kararlar oy çokluğuyla alınmıştı, Kongrede daha önce kararlara karşı çıkan Türk dostları vardı. İki meclisin de oybirliği ile Türkiye aleyhine bu kararları almasında, Türk diplomasisinin ve ABD’deki Türkiye lobisinin “başarısı” son derece önemlidir.

Gerek Kongre aşamaları olgunlaşırken gerekse 24 Nisan öncesi süreç için şunlar sorulmalıdır:

  • Bu ülkedeki diplomatlarımız kaç Konge üyesi veya Beyaz Saray görevlisi ile görüştü, diplomatik usuller çerçevesinde hangi kitapları, kaynakları sundu?
  • Hemen her eyaletteki konsoloslarımız, birçok eyaletteki başkonsoloslarımız, vali, eyalet meclisi üyeleri, önde gelen sivil toplum temsilcileri benzeri kimleri ziyaret etti, konuyla ilgili bir kitap paketi hediye etti mi?
  • Türkiye’nin ciddi bütçe ayırdığı lobi faaliyetleri kapsamında neler yapıldı?…

Benzer soruları hemen her ülkedeki diplomatik görevlilerimiz ve diğer yetkililer için sormak gerekmektedir. Bu alandaki kadroların ciddi derecede cehalet veya umursamazlıklarından önce şu bilgiyi verelim: Bazı görevlilerimiz bir diplomatın yapması gereken mesaiyi fazlasıyla harcamış, yetkililerle temas kurmuş, gerekli kitap, belge ve bilgilerden oluşan kaynakları iletmiş ve o ülkede programa alınan tanıma kararını önlemiştir. Hatta daha önce soykırım iddialarını tanıyan bir ülkede bu kararı geri alma başarısı gösterilmiştir. Sayıları az da olsa bu diplomatlarımızı kutluyoruz.

Belirtmek gerekir ki mesela ABD aydınının takriben yüzde 20’si soykırım iddiaları konusunda ne yaparsanız yapın fikrini değiştirmez, bazı gerçekleri çok iyi bildiği halde bir takım çıkar hesapları, baskıların veya bağnazlıkların esiridir. Geriye kalanın önemli bir kısmına doyurucu bilgiler ve kaynaklar ulaştırıldığında fikirlerini değiştirdiğinin birçok örneği vardır. Asıl önemli olan ise bu insanlar okuyorlar!

Konuyla ilgili gerçekleri, Biden veya Kongre üyelerine anlatma mekanizmalarını harekete geçirmeden önce yapılması gerekenler vardır: Başta diplomatik görevlilerimizin, her kademedeki yöneticilerimizin, aydınlarımızın, her akşam profesörlerle program yaparken cümlelerinden cehalet fışkıran gazetecilermizin, alanı ne olursa olsun akademisyenlerimizin, yurt dışına gönderilen öğrenci ve araştırmacılarımızın bu gerçeklerle ilgili bilgilendirilmesi gerekmektedir. Ermeni lobisi soykırım yalanlarını ana okulundaki çocukların zihinlerine kazırken, Türk eğitim sisteminde lise, üniversite seviyesinde dahi gerçekleri öğretme programı yoktur. Kişisel inisiyatifle bu görevini yapanlar hariç. Mesela 20 yıl önce böyle bir program yapılmış olsaydı bugün önde gelen kadrolar konuya hakim olduğu için sorun çok daha kolay çözüm yoluna girecekti.

İtiraf etmek gerekir ki mevcut eğitim kadroları da yeterli bilgiye sahip değildir. Türkiye’nin imkanlarıyla yurt dışına giden akademisyen veya araştırmacılırımız “senin deden kaç Ermeni öldürdü” sorusuyla karşılaştığında boyunu bükmekte veya “Osmanlı döneminde olmuş, biz cumhuriyetiz” gibi saçmalıklarda bulunmaktadır. Biden’ın sadece Osmanlı’yı suçlama kurnazlığından dolayı rahatlayan ufuksuz aydınlarımız veya görevlilerimiz de bulunmaktadır.

Yalanlara karşı doğruyu anlatma faaliyetlerinin “Türkün Türke propagandası” olarak küçümsenmesinin arkasında kötü niyet değilse bilgisizlik, çapsızlık bulunmaktadır. Eğer kendi halkınıza öğretemezseniz diğerlerini (dost-tarafsız-düşman) ikna mümkün değildir. Akıllı politikalarla düşman ülke halkı dahi yanlışlara inandırılırken işi oluruna bırakanlar kendi halkını gerçeklerden mahrum bırakmaktadırlar. Doğruları öğrenen bugünkü her öğrenci yarının diplomatıdır, iş adamıdır, gazetecisidir. Halbuki soykırım yalancıları nice dost ülkeler yanında ülkemizde de önemli başarılar elde etmişlerdir. Türkiye’nin dev bütçeli bir yurt dışı üniversitesinde masada, soykırım yalanlarıyla dolu lisanasüstü tezi görünce danışmana böyle bir tezi nasıl kabul ettiniz diye çıkıştım. “Hocam, kütüphanemizdeki bütün kaynaklar soykırım iddialarını savunuyor, gerçekleri anlatan kaynak yok” mazeretiyle irkildim.

Kritik görevlere alınırken ve diğer aşamalarda, Türkiye’nin başını ağrıtan bu konuyla ilgili bir anlamda bilgilendirme veya sınav usulü getirilmelidir. Görevin niteliğine ve seviyeye göre tarihi ve hukuksal gerçekleri öğretici broşürler, makaleler, kitaplar, dijital kaynaklar sunulmalıdır. Siyasal bilimler öğrencilerimizin dahi önemli bir kısmı yalan propagandalarının kurbanıdır. Terör örgütleriyle bağlantılı kadroların etkisi sanıldan çok daha güçlüdür. Bu konuda önerilerimizi sunduğumuz başta hariciyedekiler olmak üzere yetkili ve sorumlu mevkidekiler, yapılacaklar konusunda istişare etmek yerine soykırımın sadece iddia olduğu yönünde bizi ikna etmeye kalkmışlardır.

Soykırım iddiaları, öncelikle tarih ve hukuk alanının konusu olup dört T (Terör-Tanıma-Tazminat-Toprak) kapsamında ekonomiye de uzanacaktır. Bu süreçte bilim, siyaset tarafından esir alınmaktadır. Siyasetin temelinde ise tanıtım, propaganda, kulis, enformasyon-dezenformasyon gibi hususlar bulunmaktadır. Bunların başarıyla yürütülmesi için akademisyenler ve diğer araştırmacıların yeterli kaynağı hazırlaması şarttır.

Ermeni soykırım iddialarının hiçbir dayanağı olmadığı, aksine Rusya ve diğer batılı destekli Taşnakların Müslümanlara karşı soykırım uyguladığı, hukuken de bu iddiaların geçersiz olduğuna dair önemli araştırmalar yapılmıştır. Akademisyenler birçok engellemelere rağmen görevlerini yapmışlardır, yapmaya devam etmektedirler. Üzerinde çalışılması gereken daha birçok alan bulunmaktadır. Mesela McCarthy, dört milyon Müslüman’ın Ermeni çeteleri tarafından öldürüldüğünü tespit ederken Türk akademisyenlerin niçin bu konuda çalışmadığına hayret etmiştir. Ancak marifetin iltifata tabi olduğu da unutulmamalıdır. Anadolu’nun her köşesinde, Türke, Kürde yönelik Taşnak, Hınçak katliamlarıyla ilgili birçok çalışma olduğu halde kapsayıcı bir araştırma henüz yapılmamıştır. Bu konudaki en kapsamlı çalışma yıllardır mahkemelerde sürünmekteydi. Biden’ın çıkışından sonra işin yoluna girdiği, yayın sürecinin başladığı bilgisi geldi.

Belirtmek gerekir ki soykırım iddiları konusunda yerli ve yabancı arşivlerde çalışan, eserler ortaya koyan, kafa yoranların önemli bir kısmı bir şekilde cezalandırılmış, görevden alınmış, tenzil-i rütbeye maruz kalmıştır. Çalışmalar genellikle saman kağıdı kitaplar halinde basılabilmiştir. Fedakarlık gösteren yayıncıları ve destekçileri şükranla anıyoruz. Mesela ABD arşiv belglerine dayanan merhum Şükrü Server Aya’nın kitapları zamanında, diplomatik usul ve nezaket çerçevesinde Kongre üyelerine ulaştırılsaydı, kesinlikle bu sonuç yaşanmazdı. Fakat zaten sorumlular bunlardan habersiz, bilgisiz! Okumadığı, haberdar olmadığı kitabı kime verecek? Hatta resmi olarak soykırım iddialarına karşı çıktığı halde başbaşa kalındığında yalan propagandaların esiri olduğu, tarihi ve hukuki gerçekler konusunda tam cahil olanlar görüldü.

I.Dünya Savaşı ve öncesinde milyonlarca vatandaşı Ermeni teröristlerin kurbanı olmuş, mağdur iken mahkum edilen bir toplum olarak savunma yerine saldırıya geçmek konusunda oldukça geç kalınmıştır. Önde gelen araştırmacılar ve diplomatlarla 2015’de düzenlediğimiz “Ermeni Soykırım İddiaları ve Uluslararası Hukuk” çalıştayımızda (Astana Yayınları, 2016) dile getirilen, bir devlete, halka yöneltilen hakaret, iftira, nefret suçuna karşı ulusal ve uluslararası hukuk yollarına başvurunun gerekli olduğuna dair beyanların gündeme gelmesi ümit verici olmuştur.

Öncevatan, 05.05.2021

alaeddinyalcinkaya@marmara.edu.tr


Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir