Süleyman Çelik (scelik44@gmail.com)
“Lozan Antlaşması Timurlenk kadar hunhar, Korkunç İvan kadar sefih ve kafatasları piramidi üzerine oturan Cengiz Han kadar acımasız olan bir diktatörün zekice yürüttüğü politikasının bir sonucudur. Bu canavar, savaştan bıkmış bir dünyaya, bütün uygar uluslara onursuzluk getiren bir diplomatik antlaşmayı kabul ettirmiştir. Buna her yerde ‘Türk Zaferi’ dediler.”
Ağzından köpükler saçarak, Atatürk’ün kişiliğinde Türk ulusuna olan kinini kusan bu adam Amerikalı Senatör William David Upshaw’dır.
Bay Senatör, ABD’nin imzalamadığı antlaşmayı kabul eden Avrupalı müttefiklerini de eleştirir ve sözlerini sürdürür; “bu ülkeler parlamentolarına da antlaşmayı kabule ikna ettikten sonra, büyük sermaye grupları, soğukkanlı ticaret erbabı ve giderek güya bazı din temsilcileri bile, Türkiye’yi uygar uluslar masasında, uluslararası bir konuk durumuna yücelterek, Amerika’yı yüksek ülkülerinden uzaklaştırmada birleştiler.”
Bu sözler Türk düşmanı bir senatörün bireysel görüşleri değildi. ABD’nin “Devlet Görüşü” idi. Örneğin, Atatürk’ü “vahşi bir canavar (a brutal monster)” olarak nitelendiren ABD’nin İstanbul Eski Büyükelçisi Henry Morgenthau’ya göre de Lozan bir hezimetti ve “Antlaşmanın onaylanması ABD için onursuzluk anlamına gelecekti”. Çünkü Lozan Antlaşması ile Amerika’nın yüz yıldır yürüttüğü ve Bay Senatör’ün “yüksek ülküleri” olarak nitelediği proje çöpe atılmıştı.
Bu nedenle Amerika, “bizim projelerimiz uzun erimlidir. Eninde sonunda gerçekleştiririz” diyerek Lozan Barış Antlaşması’nı imzalamadı.
***
Aslında imzalayan Batılı ülkeler de Lozan’ı içlerine sindirememişti. Çünkü onların da projesi/ stratejisi aynıydı. Fakat taktikleri farklıydı. Bunu İngiliz delegesi Lord Curzon İsmet Paşa’ya doğrudan söyledi: “bak Genç General! Ne istediysek reddettiniz. Ama bunların hepsini cebime koydum. Ülkeniz çok yoksul; yakılmış, yıkılmış bir harabe durumunda. Halkınız hastalıktan kırılıyor. Kalkınmayı bırakın yaşamınızı sürdürmek için bile paraya gereksiniminiz var. Para da (yanında bulunan Amerikan delegesini göstererek) ikimizde var. Yarın gelip diz çökerek borç dileneceksiniz. O zaman cebimdekileri çıkarıp önünüze koyacağım ve hepsini alacağım…”
Bu projenin ne olduğunu, ABD’nin müttefiklerinin Birinci Dünya Savaşı başlarken yayımladıkları ortak bildiriden öğrenebiliriz: “Uygar dünya bilmelidir ki, müttefiklerin savaş amaçları, öncelikle Türklerin kanlı yönetimi altına girmiş ulusların kurtarılması ve Avrupa uygarlığına kesinlikle yabancı olan Türklerin geldikleri yere gönderilmesidir.” Amerika’nın “yüz yıllık ülküsü” de işte buydu ve bunu gerçekleştirmek için ittifaka katılacaktı. Aslında, Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı topraklarının paylaşımı savaşıydı ve bizim müttefiklerimiz olduğu için bildiride adları bulunmayan Almanya ve Avusturya da bu ülkü birliği içindeydi.
Avrupalılar bu ülkülerini gerçekleştirmek için, ilk Haçlı Seferi’nden bu yana bin yıldır çalışıyorlardı. Çok sonra dünyaya gelen ABD ise oyuna 100 yıl önce girdi. İşe, 1820’den itibaren Osmanlı’ya doktor, eczacı, hemşire, öğretmen, papaz, diplomat vs. kılığında on binlerce CIA ajanı misyoner göndererek başladı. Osmanlı’nın uğramadığı köylere kadar giden gezici sağlık ekipleri kurdu; dispanserler, hastaneler, eczaneler açtı. Dini konularda eğitilmiş bu sağlıkçılarla halka yönelik misyonerlik etkinliklerinde bulunurken, açtığı “Amerikan Koleji” olarak ün yapmış 2000 misyoner okulu ile de Osmanlı’nın parçalanması sonucu oluşacak devletlere yönetici kadrolar yetiştirmeye çalıştı…
Amerika ve ülküdaşları çalışmalarının ilk meyvesini Türkleri Rumeli’den atarak aldılar. Şimdi sıra, Atatürk’ün Nutuk’taki deyişiyle, “bir avuç Türk’ün barındığı ata yurdu” Anadolu’dan da atmaya gelmişti. Sevr’de amaçlarına eriştiklerini düşünüyorlardı ki karşılarına hesapta olmayan, daha 30’lu yaşlarında bir Genç Paşa çıktı. “Dünyaya yüz yılda bir, nadiren gelen büyük bir dahi” olan Genç Paşa, Türk ulusunun binlerce yıldır tutsaklığı kabul etmediğini biliyordu. “Ya Bağımsızlık Ya Ölüm” diyerek, Türk’ün ruhundaki sönmeye yüz tutmuş özgürlük ateşini canlandırdı. Şair’in deyişiyle, “önlerine düşüp, gayrık yeter*” deyince şahlanan Türk ulusu, bu kez yalnız Haçlı İttifakını değil, onunla işbirliği yapmış olan Halife Sultanı, devşirme kalıntısı Türk düşmanı Osmanlı aydınlarını, yozlaşmış/ asalak ulemayı ve Babiâli basınını da yenerek hakkındaki ölüm fermanını çöpe attı…
***
Amerika Lozan Barış Antlaşmasını imzalamayınca, İstanbul’daki Amerikan Yüksek Komiseri Amiral Bristol Washington’a, “misyonerlik faaliyetlerinin tehlikeye düşeceğini” bildirerek Türklerle bir antlaşma yapılmasını istedi. Bunun üzerine 6 Ağustos’ta Lozan’da Türk Heyeti ile Amerikan Heyeti arasında ayrı bir özel barış antlaşması imzalandı.
Antlaşma’nın geçerli olabilmesi için ABD Senatosu ve TBMM tarafından karşılıklı olarak onaylanması gerekiyordu. Ancak yeni Türk devletinin varlığını fazla sürdüremeyeceğini düşündüklerinden Amerikalılar antlaşmayı onaylamakta acele etmediler. Zaten, aynı düşüncede olan Avrupalı müttefikleri de henüz elçi atamadıkları gibi elçiliklerini Ankara’ya taşımayarak İstanbul’da bulunan işgüder (maslahatgüzar) düzeyindeki temsilcileri ile yetiniyorlardı. Bu arada, bir yandan Atatürk’e karşı olan generallerin darbe yapmasını ve iç savaş çıkmasını beklerken, bir yandan da (hala yaptıkları gibi) beşinci kol etkinliklerini sürdürerek yeni yeni iç isyanlar çıkarıyorlardı. İzmir Suikastı ve en büyük kalkışma olan Şeyh Sait İsyanı sonrası, Cumhuriyeti yıkamayacaklarını anlayınca Avrupalılar elçilikleri Ankara’ya taşımaya başladılar. ABD’de antlaşmayı onaylanması için Senato’ya gönderdi. Görüşmeler sırasında söz alan senatörler, yüz yıllık beklentilerinin yıkılmasının yarattığı hayal kırıklığı ile Atatürk’e ve Türk ulusuna kin kustular. İşte Senatör Upshaw, yukarıda alıntıladığım konuşmasını bu toplantıda yaptı ve Antlaşma onaylanmadı…
***
Sonuç olarak Lozan Barış Antlaşması ve onun tamamlayıcısı olan Montrö Boğazlar Sözleşmesi Türkler için zafer, bin yıldır Türkleri Anadolu’dan atmaya çalışan Haçlı emperyalistler için hezimettir. Ancak emperyalistler yenilgiyi hiçbir zaman kabul etmezler.Yukarıda alıntıladığım gibi, “biz projelerimizi eninde sonunda gerçekleştiririz” diyerek kendileri açıkça söylemişlerdi. George W. Bush’un, “bu bir Haçlı Seferidir” diyerek başlattığı BOP, bu projenin yeni şeklidir ve yüz yıl önce olduğu gibi bugün de Ermeni ve Kürtleri kullanarak “büyük ülkü”lerini gerçekleştirmeye çalışmaktadırlar. Büyük fotoğrafı görmeden Biden’ın konuşmasını Ermeni lobisine vs. bağlamak aymazlıktır. Parlamentolarında sözde Ermeni soykırımını kabul eden ülkelerin hepsi aynı zamanda PKK’yı da desteklemektedirler…______
*Nazım Hikmet, Türk Köylüsü, Kuvayı Milliye Destanı.
Yazıları posta kutunda oku