Site icon Turkish Forum

KİBRİN ERDEMİNDE VAR OLUŞA SÜRÜKLENEBİLMEK

Kadın, bu günlerde insanlara gülerek ve biraz daha kibirle bakıyordu. Çünkü irdelediği yaşamında, kuru bir ekmek parçasıyla da aylarca doğada var olabilmeyi öğrenmişti. Yıllarca karanlık bir ormanda susuz ve elektriksiz yaşamış biri olarak “Var oluş” yolunun ne olduğunu, “Hiç” ‘liğe gidip te dönüşün nasıl olabileceğini biliyordu.Aylarca tacizci gözler arasında karanlıkta bir kadının nasıl karalanabileceğini öğrenmişti. Bir kadın olarak çırılçıplak bırakılan gözlerde zayıf düşmesini bekleyen aç kurtların arasında kalmış, onların düşüncelerindeki ziyafet sofralarında kendini hayal ettiklerini görmüş ve kendini “ bir Hiç”, “ HİÇKİMSE” olarak hissetmeye başlamıştı.Kadın, “ bir hiç” olarak daldığı o karanlık orman yollarında, bazen titreyerek bazen cesurca o tacizci insan kalabalığına karşı bir direnişle içindeki kor ateşi harlayarak küllerinden yeniden doğmaya başladığında, onu kirli duygusal baskılarıyla yeniden “ Var oluş” ’a sürükleyen bu kirli gözlere, karanlık ruhlara teşekkür etti. Bazen insanoğlu çöktüğü bir anda yaşamın son ince dalına tutulurken, yaşamın değerini, anlamını fark eder ve bir çırpınışla kimliğini, “Kim olduğunu” fark edebilirdi.İşte kadın geldiği bu noktada, yaşadıklarından dolayı hayata ve kendine biraz daha kibirle bakmaya başladığında, genç bir yazarın sert eleştirileriyle karşılaştı. Kadın, Genç yazarın kendi ego’su içinde biraz daha kendini beğenmişlikle önüne sunduğu “BEN EGOSU” örneğiyle biraz daha kendini irdelemeye başladı.Genç yazar; Siz diyordu,“ Çekmiş olduğunuz sıkıntıları, boynunuzu eğmeniz ve mesleki kibrinizden arınmanız için size verilmiş bir imtihan olarak da düşünebilirsiniz. Çekmiş halinizde dahi böylesine öğretici bir üslup benimsemiş iseniz, çekmemiş halinizde, nasıl bir edaya sahip olduğunuzu tahmin dahi edemiyorum. İnsanlar, başlarına gelen felaketlerden dolayı bazen de kendilerini yargılamalılar. Bunun trajedik bir iletişim olduğunu rahatlıkla ifade edebilirim. Bağlanıp da üzülmek, ümit edip de düş kırıklığına uğramak elbette ki insanı acıtıyor. Ancak, yapacak pek bir şey yok. Siz, kendinize eziyet eden bir kimseyi bile, yarın koruyup ve karşı cepheye geçecek bir yapısınız. Yumuşak ama kibirli bir yapıya sahipsiniz. Kibrinizi, sevdiğiniz insanlara karşı değil, aslanlara kurtlara karşı yapmanız daha doğru olur. Üzücü ama gerçekler maalesef bu.”Kadın, felsefi bir şekilde sanki Sartre öğretisinden ders almış bir öğrenci edası ile onu eleştiren bu genç yazara eleştirisinden dolayı saygı duyuyordu.Kadın, “Ya kibrim, evet, çok düşündüm… Yıllar öncesinin Hiç” ‘liğin de bir ormanda yaşayıp, yeniden “Var Oluş” ‘ a gidiş, değişim, yargı, yeni yapıtlar oluşturmak, eleştirilebilmek ve tüm bunların altında saldırılarda dik kalabilmek. Aslında genç arkadaşımın fark edemediği, kibrimi tam tersi kurtlara, aslanlara karşı kullanıyorum hep. “ diyordu.Yazılarını ve fikirlerini yaşına göre olgun bulduğu, arada tartıştığı, fikirsel anlamda zıtlıklarda olsa felsefede anlaştığı ve onu anladığını gerçekten hissettiği bu genç yazarın söyledikleri önceleri onu fazlasıyla etkiledi.Her eleştiri yeni bir değişimin habercisiydi. Kadın kendine başkalarının gözünden bakması gerektiğini, öz eleştiri yapması gerektiğini öğrenmeye başlıyordu.Galiba herkesin yapması gereken de bu değil miydi?Herkesin kendini irdelemesi, parçalaması, nerede hata yaptım, neden bu kadar yargılanıyorum, neden bütün bunlar benim başıma geliyor? Demesi gerekmiyor muydu?Evet, iyi niyet bir yere kadardı. Ama aptallık derecesinde iyi niyette karşılaştığımız sorunlarda ve haksızlıklarda yargılayabileceğimiz tek kişi kendimiz olmalıydık. Hala üzülmekten yorulmadıysak vicdanımızın doruklarında iyi niyetli olmaya devam edelim. Tanrı korkusu, kırmama korkusu, bıkkınlıklarımız ve iyilikten dönme kötüye yakalanma içgüdüsü…Bizi alıp vicdansızların önüne attığında suçlu tabi ki duygularımızı törpüleyemeyen bizlerdik.Jean Sartre, "İnsanın kendisiyle kibirlenmesi için zeki, güzel ya da güçlü olduğunu sanması gerekmez. İnsan hem aptal olduğuna inanıp hem de kendisiyle kibirlenebilir. Kibir kendi kendini besleyen bir eğilimdir. Fakat kayda değer bir zihinsel inançla desteklenmeyen kibir, alınganlık, çekingenlik, kötülük verir." Demişti…Kadının genç bir yazar tarafından eleştirilmesi onu küçülteceğine aslında biraz daha büyütmüştü…Her yeni eleştiri, yaşadığı her yeni acı, hayatındaki eksiler, kadını “HİÇ”’liğe götürdüğünü sandığı dürtülerde aslında yeni bir “ Var Oluş” ışığına, mücadelesin sürüklüyor ve yaşamın tohumlarından yeni filizlerle yeniden yeşeriyordu.Herkes gibi, tüm kadınlar gibi, o da yeni bir “Var Oluş” çabası içindeydi. “Var oluş” çabası, kibri, içinde bulunduğu toplumu korumayı amaçlarken mumyaya dönmüş insanlar, anlamadığı sevgi kelimelerinde dolaşan, sahte sevgi gösterileri içindeki insanlar arasında, “Sevgi Var Oluşu” ‘nu gerçekten bulmuş birilerini arıyordu. Birbirini seven ve insanlık adına gerçekten bir şey yapmak isteyenlerle, yeni yapıtlarda gelecek nesillere bırakabileceği eserlerde, hataları ve eksikleri ile yaşamı irdeleyerek oluşturacağı sürrealist eserlerde bilinçaltının ve bilinç üstünün gizemlerine, sırlarına ulaşmaya çalışıyordu.Kadın, o çok bilgiç, yırtılmış insanlar ordusu arasından kurtulup, gerçekten bilen üreten, gerçek yazar ve araştırmacılarla, “Very Important Person” “ Çok Önemli İnsan” gruplarının arasından sıyrılmak istiyordu. Kabzımalların, bu ülkeyi tanımayan ve bir çember içinde halkı uyutarak kendi cepleri için çalışan etçil beslenen insanların arasından geçip ülkesini sömürenlere karşı korumak, yazılarında ve yapıtlarında “Var Oluş” mücadelesini gelecek nesillere anlatabilmeyi umuyordu.Ve karanlık bulutların dolaştığı, negatif varlıkların, duyguların ortamı sardığı, “Korana Kapanı” ‘nın etrafa hastalık yaydığı bu günlerde;“Ey Ülkemin İnsanları, Ey ülkemin kadınları, Ey Gençler uyanın, Ey canlar okuyun, öğrenin. Gerçek bilginin Işık olduğunu bilerek, dededen kalma şöhretimizin, arkamızın, çevremizin, zenginliğimizin olmadığı bu dünyada yarınlara ancak ve ancak bilinçli beyinlerde ve bilinçli öğretilerle ulaşabileceğimizi ve tek başımıza sürdürdüğümüz yaşam mücadelemiz de, dik durarak, tekilleşmiş gururumuz ve kibrimizle bir “BEN” olup var olabileceğimizi unutmayalım diyordu.”Kadın kibrinin erdemine ancak hedefindeki eylemleri uygulamalarla gerçekleştirdiğinde ulaşacaktı. Tek başına bir “Hiç” ‘likte, hiçbir şey olmadan, adsız, ünsüz yollarda yürürken her şeye rağmen kalbinin kırmızı kor ateşiyle etrafına ışık saçarak bir “Var Oluş” ‘a yol arıyordu. Kendisi öğrenirken bilinçsiz beyinlere bilinci aşılamaya ve bilgi, Işık, İnanç akıl, mantık olgularıyla “KİBRİ” ‘nin erdemine tüm onun gibi düşünen kadınlar ile beraber ulaşmaya çalışıyordu. - FB IMG 1579060824279
UZAKLARDA HİSSETTİKLERİMİZ İÇİMİZDEKİ ÖZGÜVEN VE ÖZDEŞLEŞİM İLE DAHA BÜYÜK GÜÇLERDE BİR IŞIK OLUR.

Kadın, bu günlerde insanlara gülerek ve biraz daha kibirle bakıyordu. Çünkü irdelediği yaşamında, kuru bir ekmek parçasıyla da aylarca doğada var olabilmeyi öğrenmişti. Yıllarca karanlık bir ormanda susuz ve elektriksiz yaşamış biri olarak “Var oluş” yolunun ne olduğunu, “Hiç” ‘liğe gidip te dönüşün nasıl olabileceğini biliyordu.
Aylarca tacizci gözler arasında karanlıkta bir kadının nasıl karalanabileceğini öğrenmişti. Bir kadın olarak çırılçıplak bırakılan gözlerde zayıf düşmesini bekleyen aç kurtların arasında kalmış, onların düşüncelerindeki ziyafet sofralarında kendini hayal ettiklerini görmüş ve kendini “ bir Hiç”, “ HİÇKİMSE” olarak hissetmeye başlamıştı.
Kadın, “ bir hiç” olarak daldığı o karanlık orman yollarında, bazen titreyerek bazen cesurca o tacizci insan kalabalığına karşı bir direnişle içindeki kor ateşi harlayarak küllerinden yeniden doğmaya başladığında, onu kirli duygusal baskılarıyla yeniden “ Var oluş” ’a sürükleyen bu kirli gözlere, karanlık ruhlara teşekkür etti. Bazen insanoğlu çöktüğü bir anda yaşamın son ince dalına tutulurken, yaşamın değerini, anlamını fark eder ve bir çırpınışla kimliğini, “Kim olduğunu” fark edebilirdi.
İşte kadın geldiği bu noktada, yaşadıklarından dolayı hayata ve kendine biraz daha kibirle bakmaya başladığında, genç bir yazarın sert eleştirileriyle karşılaştı. Kadın, Genç yazarın kendi ego’su içinde biraz daha kendini beğenmişlikle önüne sunduğu “BEN EGOSU” örneğiyle biraz daha kendini irdelemeye başladı.
Genç yazar; Siz diyordu,
“ Çekmiş olduğunuz sıkıntıları, boynunuzu eğmeniz ve mesleki kibrinizden arınmanız için size verilmiş bir imtihan olarak da düşünebilirsiniz. Çekmiş halinizde dahi böylesine öğretici bir üslup benimsemiş iseniz, çekmemiş halinizde, nasıl bir edaya sahip olduğunuzu tahmin dahi edemiyorum. İnsanlar, başlarına gelen felaketlerden dolayı bazen de kendilerini yargılamalılar. Bunun trajedik bir iletişim olduğunu rahatlıkla ifade edebilirim. Bağlanıp da üzülmek, ümit edip de düş kırıklığına uğramak elbette ki insanı acıtıyor. Ancak, yapacak pek bir şey yok. Siz, kendinize eziyet eden bir kimseyi bile, yarın koruyup ve karşı cepheye geçecek bir yapısınız. Yumuşak ama kibirli bir yapıya sahipsiniz. Kibrinizi, sevdiğiniz insanlara karşı değil, aslanlara kurtlara karşı yapmanız daha doğru olur. Üzücü ama gerçekler maalesef bu.”
Kadın, felsefi bir şekilde sanki Sartre öğretisinden ders almış bir öğrenci edası ile onu eleştiren bu genç yazara eleştirisinden dolayı saygı duyuyordu.
Kadın, “Ya kibrim, evet, çok düşündüm… Yıllar öncesinin Hiç” ‘liğin de bir ormanda yaşayıp, yeniden “Var Oluş” ‘ a gidiş, değişim, yargı, yeni yapıtlar oluşturmak, eleştirilebilmek ve tüm bunların altında saldırılarda dik kalabilmek. Aslında genç arkadaşımın fark edemediği, kibrimi tam tersi kurtlara, aslanlara karşı kullanıyorum hep. “ diyordu.
Yazılarını ve fikirlerini yaşına göre olgun bulduğu, arada tartıştığı, fikirsel anlamda zıtlıklarda olsa felsefede anlaştığı ve onu anladığını gerçekten hissettiği bu genç yazarın söyledikleri önceleri onu fazlasıyla etkiledi.
Her eleştiri yeni bir değişimin habercisiydi. Kadın kendine başkalarının gözünden bakması gerektiğini, öz eleştiri yapması gerektiğini öğrenmeye başlıyordu.
Galiba herkesin yapması gereken de bu değil miydi?
Herkesin kendini irdelemesi, parçalaması, nerede hata yaptım, neden bu kadar yargılanıyorum, neden bütün bunlar benim başıma geliyor? Demesi gerekmiyor muydu?
Evet, iyi niyet bir yere kadardı. Ama aptallık derecesinde iyi niyette karşılaştığımız sorunlarda ve haksızlıklarda yargılayabileceğimiz tek kişi kendimiz olmalıydık. Hala üzülmekten yorulmadıysak vicdanımızın doruklarında iyi niyetli olmaya devam edelim. Tanrı korkusu, kırmama korkusu, bıkkınlıklarımız ve iyilikten dönme kötüye yakalanma içgüdüsü…
Bizi alıp vicdansızların önüne attığında suçlu tabi ki duygularımızı törpüleyemeyen bizlerdik.
Jean Sartre, “İnsanın kendisiyle kibirlenmesi için zeki, güzel ya da güçlü olduğunu sanması gerekmez. İnsan hem aptal olduğuna inanıp hem de kendisiyle kibirlenebilir. Kibir kendi kendini besleyen bir eğilimdir. Fakat kayda değer bir zihinsel inançla desteklenmeyen kibir, alınganlık, çekingenlik, kötülük verir.” Demişti…
Kadının genç bir yazar tarafından eleştirilmesi onu küçülteceğine aslında biraz daha büyütmüştü…
Her yeni eleştiri, yaşadığı her yeni acı, hayatındaki eksiler, kadını “HİÇ”’liğe götürdüğünü sandığı dürtülerde aslında yeni bir “ Var Oluş” ışığına, mücadelesin sürüklüyor ve yaşamın tohumlarından yeni filizlerle yeniden yeşeriyordu.
Herkes gibi, tüm kadınlar gibi, o da yeni bir “Var Oluş” çabası içindeydi. “Var oluş” çabası, kibri, içinde bulunduğu toplumu korumayı amaçlarken mumyaya dönmüş insanlar, anlamadığı sevgi kelimelerinde dolaşan, sahte sevgi gösterileri içindeki insanlar arasında, “Sevgi Var Oluşu” ‘nu gerçekten bulmuş birilerini arıyordu. Birbirini seven ve insanlık adına gerçekten bir şey yapmak isteyenlerle, yeni yapıtlarda gelecek nesillere bırakabileceği eserlerde, hataları ve eksikleri ile yaşamı irdeleyerek oluşturacağı sürrealist eserlerde bilinçaltının ve bilinç üstünün gizemlerine, sırlarına ulaşmaya çalışıyordu.
Kadın, o çok bilgiç, yırtılmış insanlar ordusu arasından kurtulup, gerçekten bilen üreten, gerçek yazar ve araştırmacılarla, “Very Important Person” “ Çok Önemli İnsan” gruplarının arasından sıyrılmak istiyordu. Kabzımalların, bu ülkeyi tanımayan ve bir çember içinde halkı uyutarak kendi cepleri için çalışan etçil beslenen insanların arasından geçip ülkesini sömürenlere karşı korumak, yazılarında ve yapıtlarında “Var Oluş” mücadelesini gelecek nesillere anlatabilmeyi umuyordu.
Ve karanlık bulutların dolaştığı, negatif varlıkların, duyguların ortamı sardığı, “Korana Kapanı” ‘nın etrafa hastalık yaydığı bu günlerde;
“Ey Ülkemin İnsanları, Ey ülkemin kadınları, Ey Gençler uyanın, Ey canlar okuyun, öğrenin. Gerçek bilginin Işık olduğunu bilerek, dededen kalma şöhretimizin, arkamızın, çevremizin, zenginliğimizin olmadığı bu dünyada yarınlara ancak ve ancak bilinçli beyinlerde ve bilinçli öğretilerle ulaşabileceğimizi ve tek başımıza sürdürdüğümüz yaşam mücadelemiz de, dik durarak, tekilleşmiş gururumuz ve kibrimizle bir “BEN” olup var olabileceğimizi unutmayalım diyordu.”
Kadın kibrinin erdemine ancak hedefindeki eylemleri uygulamalarla gerçekleştirdiğinde ulaşacaktı. Tek başına bir “Hiç” ‘likte, hiçbir şey olmadan, adsız, ünsüz yollarda yürürken her şeye rağmen kalbinin kırmızı kor ateşiyle etrafına ışık saçarak bir “Var Oluş” ‘a yol arıyordu. Kendisi öğrenirken bilinçsiz beyinlere bilinci aşılamaya ve bilgi, Işık, İnanç akıl, mantık olgularıyla “KİBRİ” ‘nin erdemine tüm onun gibi düşünen kadınlar ile beraber ulaşmaya çalışıyordu.

Gülay Karaoğlu
Araştırmacı/Yazar
22.03.2021

SÜRÜKLENEBİLMEK

Exit mobile version