Her yazarın olduğu gibi, benim de bir biçemim var.
Kimi zaman ‘leb’ dediğimde ‘lebelebi’yi anlarlar sanıyorum.
Kimi zaman de ‘Bilal’e anlatır gibi’ yazıyorum.
Şimdi şu ‘sizin cumhurbaşkanınız’a Dr Recep dediğimi ve hiçbir zaman ‘benim cumhurbaşkanım’ olmadığını kez yazmam gerekiyor acaba?
Ve ona ‘bizim cuhurbaşkanımız’ diyenlere, a’dan z’ye sadece ve yalnızca acıdığımı yinelemek istiyorum.
Seksen milyonsa seksen, doksansa doksan, ama ‘acınacak’ insanlardır diyorum, vesselam.
Şimdi bana, ‘çokbilmiş’ler ‘seçim’ diyeceklerdir, ‘sandık’ diyeceklerdir, ‘demokrasi-memokrasi’ diyeceklerdir.
Bana bunu diyen ‘akademisyen’, ‘profesör-mrofesör’, ‘hukukçu’, ‘siyasetçi’, ‘gazeteci’, ‘aydın-maydın’ her kim olursa olsun, ona ‘politika’ nedir, ‘rejim’ nedir, ‘demokrasi’ nedir dersi verebilecek yeterlikte olduğumu belirtmeliyim.
‘Tarih’ nedir, ‘toplumbilim’ nedir, ‘ekonomi politik’ nedir anlatabilirim.
‘Terbiye’ denilecek olursa, en azından ‘haddimi bilmek’ erdemine sahibimdir.
Demek ki, yazılarımı da ‘haddimi bilerek’ yazarım.
Ancak ve ne var ki, bu Dr Recep’i ülkenin başına musallat eden Deniz Baykal’ın, biliyorsunuz ağzı gözü eğildi idi.
En önemli suçu, bu ‘Dr Recep’e, kapanmış olan siyaset kapısını ardına kadar açmış olmasıdır.
Üstüne üstlük daha sonra ‘şimdi olsa yine yaparım’ demez mi?
Ee ben daha ne diyeyim?
Beter olsun o zaman!
Ki, ben Deniz Baykal’ı zaman zaman övmüşümdür.
Çünkü bizde ‘yiğidi öldür ama hakkını yeme’ diye bir söz vardır.
Hakketmişse hakkını yemeyiz.
Kemal Kılıçdaroğlu’nu da çok eleştirmişimdir.
Ama yarın bir ‘yiğitlik’ yapacak olsa, hakkına dil uzatmak ne haddime?
Bir Büyükanıt vardı, sırat köprüsünü amuda kalkarak geçti sanıyorum.
Düşüp düşmediğini bilemem.
Sonra bir Başbuğ geldi idi.
‘Tutuklanmalıdır’ diye yazmıştım.
Çünkü Anayasa’nın kendisine verdiği Cumhuriyet’i koruyup kollamak görevini yerine getirememişti.
Türk Ordusu’nu bitiren adamdır.
Ama yarın ‘Cumhurbaşkanı adayı’ gösterilirse şaşırmam.
Sakın ‘postal sevici’ olduğum falan sanılmasın.
Ama ‘yeri ve zamanı geldiğinde’, her kim olursa olsun görevinin gereğini yerine getirmekle yükümlüdür, nokta.
Şimdi bu yazılanları toparlamak için, son bir örnek vereyim.
Geçen yazımda; “ABD Başkanı Biden’ın, Dr Recep’e telefon edip, yarın Türklerin Ermenilere ‘soykırım’ (génocide) uyguladıklarını açıklayacağım demesi üzerine, ‘izzet-i nefs’ sahibi birinin ilk yanıtı, ‘hayır söyleyemezsiniz’ olmalıydı” demiştim.
Bu kadar basit ve o kadar kesin bir yargıdır bu.
Şimdi kalkıp, ‘Ermeni olayları’, ‘tarihsel arşiv’, ‘siyasi tavır’, ‘Dış İşleri’-mış işleri diye gevezelik etmenin, hiç ama hiç bir anlamı yok.
Bunlar onyıllardır yapılıyor ve bir o kadar da sürüp gidebilir.
Benim derdim, eğer gerçekten bir ‘Devlet Başkanı’ olsa, ‘Biden bey, sen bunu istediğin zaman istediğin yerde söyleyebilirsin; istersen göğsüne bir tabela as öylece dolan; ama dört ay geciktirdiğin bir telefon görüşmesine böyle başlaman, bana değil ama doksan milyonluk Türkiye halkına hakaret demektir, telefonu kapamak zorundayım” derdi.
Eğer gerçekten ‘Devlet Başkanı’ ise..
Zerre kadar onur taşıyorsa..
Zerre-i miskal ‘temsil yeteneği’ varsa…
Ama yok.
Bundan böyle olması da mümkün değil.
Ve ben bunları yazıyorum diye, biçemi ‘akademik’ değil, ‘bilimsel temelden yoksun’ ve ya da ‘haddini aşmış’ türü değerlendirmelerden hiçbirini kabul edemem.
Çok istenirse yazmayabilirim de..
Çünkü okuyucunun ‘mihenk taşı’ bozuk.
Seksen milyonsa seksen, doksansa doksan..
Siz bu adama ‘bizim cumhurbaşkanımız’ demeye devam edecekseniz, bana selam vermeseniz de olur.
Layığınızı bulmuşsunuz yani.
Siz sağ ben selamet…