MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’Ü
16 Mayıs 1919’dan 10 Kasım 1938 arasında kendisini en çok acıtan olayların başında gelen hangi yaşanmışlıktır?
Mustafa çocukluğunda dahi son derece duygusal, naif, hassas ve az ama çok az konuşan çocuktu. O yaştaki düşüncelerini dahi ailesine ve çevresine düşüncelerini zorla değil, ikna ederek, kabul ettirmeye çalışan bir ruh dünyasına sahipti.
Mesela çok küçük yaşta dahi sokağa çıkıp her çocuk gibi sokak oyunları oynayan veya oynadığı zaman bundan zevk alan bir çocukta değildi. O zamanını ya düşünerek ya yalnızlığını yaşayarak ya da kendisinin yaptığı birkaç tahta parçası oyuncakla değerlendirmeyi hep tercih etti. Tartışmak, yeni şeyler öğrenmek ve merak sanki onun iç dünyasının temellerini oluşturuyordu.
Gerek askeri okulda, gerek Harp Okulunda, gerek Harp Akademisinde, elindeki tüm olanakları kullanarak kendi benzerlerinden farkılaşmasının nedenlerinin başında öğrenme hırsı gelir.
Yaşamı boyunca asla belgesi ve kanıtı olmayan hiçbir şeye inanmadı ve itibarda etmediği gibi peşindende gitmedi.
Hiçbir ibadet şeklinin, hiçbir inancın, her hangi bir yakarışın ve duanın, kendisini başarıya götüreceği zannına kapılmadı. Yaşamı boyu başarıyı hurafe ve safsata da, inançta, kutsal verilerde, ikinci kişilerin gölgesinde aramadığı gibi o yola da hiç sapmadı. Gideceği yönü, yürüyeceği yolun hatlarını 16. Mayıs 1919 da 19 Mayıs 1881’de doğduğu gün çizmişti sanki.
Başkalarının ve günümüz tarihçilerinin kendilerinden menkul iddiaları ile zaferlerini ne hacının, ne hocanın hele hele nede şunun bunun fetvası veya fermanı ile kazanmadı. Hatta bu ferman ve fetvalara rağmen kazandı.
İancın hiçbir çeşitini kendisine asla örnek olarak almadı. İnandığ kaynağın esasını, kendi iradesi, sonrasında da, o iradeye destek veren Anadolu Kadını ve Anadolu Yiğidi oluşturdu.
Ne Mustafa Kemal’in ne de Atatürk’ün bir tek kişi dahi ne arkadaşı, nede dostu olabildi. Bunun böyle olmasında bu büyük adamın suçumu vardı. Asla. Çevresi O’nun arakadaşlık vasıflarına yetişemiyorlardı.
Alman Prof. Tarihçi Herr Meltzig bu konuda şöyle der:
“Onun iradesine ve bilgisi ve hatta hayallerine ne biz bilim adamları nede çevresindeki kahramanları hiçbir zaman ulaşamadık. Suç bizde değil. O’nun ulaşılmaz zekâsı ve ve düşünceleri O’nu bizlerden hep farklı kıldı. Şimdilerde düşünüyorum da (Atatürk’ün aramızdan ayrılışından sonra yazdığı bir anısında) O bir insan mıydı ve gerçekten yaşamışmıydı?”
Kahramanlığı, devlet adamlılığı ile yarışamadı. Devlet adamlığı ise, iradesi ile yarışamadı. Yaparım dediği her şeyi yaptı. Yapıtını da yaşayarak gördü.
Ama buna rağmen hayatını, ona zehretmek isteyenler çıkmadımı. Çıkmaz olur mu?
Daha 1922. lerde O’nu maddi ve manevi TBMM’den atmak isteyenlerin başında ve Meclis Kürsüsünde, sözüm ona gene O’nun çok yakın arkadaşı olduğu iddia edilen kimseler vardı
Mustafa Kemal o günün gecesini hiç unutmadı.
Şu sözleri, yüreğine saplanan hançerden damlayan kan kadar kırmızı, o kan kadar koyu ve damla damla değil oluk gibi akan o kanın acısı kadar feryat yüklüydü.
– Salih (Bozok) her şeyi umut ederdim de, Milletimin vicdanını böylesine hoyratça ve kişisel çıkar ve duygularına alet ederek bana bunu yapacaklarına ihtimal dahi vermezdim.
Oysa, Mustafa Kemal Paşa çok değil, kurtarıp kurduğu ülkesinin aziz toprakların da, İzmir yollarında üç sene sonra Sezarın dediği gibi “Sende mi Brütüs” söylemini anımsatırcasına, bu muhteşem milletin hainleri ve cahilleri tarafından hançerlenecekti.
Paşa bu her iki olayı da hayatı boyunca hiç unutmadı.
Ama asaleti ve milletine olan sonsuz sevgisi, bu yaşanan her iki tarifi olmayan acı olayıda, sanki bir daha hatırlamamk için gene bu kutsal topraklara gömdü.
Asla ve asla, bu iki konuyuda, binde bir neşe veren o akşam sofralarının konusu yapmadı.
Prof. Her Meltzig’in dediği gibi bende siz saygın okurlarıma sormak isterim.
– Gerçekten Mustafa Kemal Atatürk yaşadı mı?
Bir yanıt yazın