“A bove ante, ab asino retro, a stulto undique caveto!”
“Önde yürüyen öküzden, arkadan gelen eşekten ve etraftaki salaklardan sakın!”
Eski Roma atasözü
NUTUK’u okullarda yasaklatmaya kalkışan güruh’un, Büyük Resim’deki yangınla ilgili herhangi bir çözüm eskizi var mı?!
Görünen o ki, “Devlet Memuru”, devlet’i ele geçiren hangi güç merkez’i ise onun memuru!?
Nüans?!
Aksi durum söz konusu olsaydı, görürdük, not ederdik.
Türkiye’de birçok “ertesi gün” sınaması yapıldı, netice ortada:
Türkiye tarihinden bu kadar kolpa’cıyı birarada görmedi.
Müşrik ise acınmaz ve/veya medeniyet düşmanları ile saflaşarak çürümüş sistemde ne üretildiği, İran’daki Humeyni deneyimi çerçevesi’nde ortada.
2021 Yaz sorgusu şu:
Devlet hangi süreç’e konsept danışmanlığı yapıyor!?
Hayat memat zamanlar.
Liyakat esas, tecrübe’ye saygı!
Baş’a gelmek değil mesele, hangi matematik üzerinden o koltuğa oturduğun, kim’ler adına çözüm, siyaset üreteceğin mühim mesele!
Hangi çağ’dayız, bu neyin kafası!?
Gidin Ankara’ya, Mustafa Kemal’in kaldığı kulübe’yi görün bakalım, kaç metrekare?!
Ortada Sezar varsa Brütüs’ler de vardır.
Ne de olsa şark sofrası burası, okumuşu ayrı bir oryantal, takkelisi ayrı!
Dinci medya ne kadar kolpacı ise siyasal laik medya ondan aşağı değil!
Biri tesbih, Kur’an satıyor, diğeri diyet seti, Atatürk posteri.
Hani Atatürk her şeydi, ağzına alan kaldı mı ya da Atatürk’ü kimler ağzına almış, yaşamları ne halde bakmak lazım!
Dersim’ciden, Narko’dan, ticani’den Atatürkçü olur mu?!
Atatürk kazandırırken Atatürkçü, kazandırmayınca Gülen Atatürkçü, olmadı Barzan Atakürt’çü!
Oryantal böyle bir şey, inşallah maşallah, yeter ki, akara, maaşa vs zarar gelmesin.
Atatürk Türkiyesi, çakalların midesine oturur!
Hal böyleyken…
15 Ekim 1927 Cuma günü Türkiye Büyük Millet Meclisi Toplantı Salonu’nda, tarihi bir gün yaşanıyordu.
Ülkenin her yerinden, dört yüz delege Cumhuriyet Halk Fırkası’nın Kongresi’ne katılmak için Ankara’ya gelmişti.
Ancak, delegeler yalnızca bir parti kongresine katılmış olmayacaklar, ondan çok daha önemli olmak üzere, Mustafa Kemal’in vereceği Büyük Nutuk’u dinleyeceklerdi.
Yoğun bir çalışmayla hazırlanan Nutuk’ta, 1918-1927 arasındaki dokuz yıllık olağanüstü dönem ele alınacak; döneme öncülük eden önder, gerçekleştirdiği bu büyük devrim dönemini, belgeleriyle birlikte tarihe mal edecekti.
Delegeler, tarihsel bir olaya tanık olmanın, o ise, yüklendiği sorumluluğu yerine getirmenin heyecanı içindeydi.
Salonda, anlamlı ve duygulu bir hava vardı.
Saat 10’da, alkışlar arasında kürsüye geldi ve uzun süren alkışların dinmesini bekledi.
Alkışlar durduktan sonra, kısa bir süre sessiz kaldı.
Heyecanı duruşuna yansıyor ve bu durum delegeleri dolaysız etkiliyordu.
Söylevine başlamadan önce yapacağı işin niteliğini açıklayan kısa bir konuşma yaptı ve şunları söyledi:
“Geleceğe yönelik önlemler konusunda düşüncelerimi söylemeden önce, geçmişte kalan olaylar konusunda bilgi vermek ve yıllar süren davranış ve yöntemlerimizin hesabını milletimize vermek, ödevim olmuştur.
Olaylarla dolu, dokuz yıllık bir döneme değinecek söylevim, uzun sürecektir.
Yerine getirilmesi gereken bu iş, güç bir görev olduğu için, sözü uzatırsam, beni hoş karşılayacağınızı ve bağışlayacağınızı umarım.”
(“Bugünün Diliyle Atatürk’ün Söylevleri”, Türk Dil Kurumu Yay., Ank-1968, sf.173; ak. Prof.Metin Özata, “Mustafa Kemal Atatürk Bilim ve Üniversite” Umay Yay., İzmir-2005, sf.276)
15 Ekim saat on da başladığı Nutuk’u, günde 6 saat okumak üzere, altı günde bitirdi.
(“Büyük Nutuk’un Kapsamı, Niteliği, Amacı”, İsmail Arar, Büyük Söylev’in 50.Yılı Semineri, TTK, Ank-1980, sf.119; ak. a.g.e. sf.272)
Toplam olarak, 36 saat 31 dakika konuşmuş; ana bölümleri kendisi, belgeleri Ruşen Eşref (Ünaydın) Bey okumuştu.
Yabancıların ‘Six-day Speech’ ya da ‘Marathon Speech’ dediği bu uzun söylev; “Türk ulusunun kurtuluş mücadelesini ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu, tarihsel akışı içinde belgeleriyle birlikte” ortaya koyuyordu.
(“Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve Atatürkçülük”, Prof.Tarık Zafer Tunaya, Arba Yay., 3.Baskı, İst.-1994, sf.117)
Kurtuluş Savaşı’yla başlayıp, Saltanat ve Hilafet’in kaldırılmasından İzmir Suikastı’na dek geçen 9 yıl; tutucu tepkiler, beklenmedik karşıtlıklar ve sert çatışmalarla dolu, gerilimli bir dönemdi.
Bu dönemin hesabı, Türk milletine ve tarihe karşı verilmeli; olaylar, nedenleri ve gerçek boyutuyla ortaya koyulmalıydı.
Çankaya’daki eski köşkün üst katındaki küçük odada, sürekli ve yoğun bir çalışma içine girdi.
Söylevine temel oluşturacak belirlemeleri, uzun saatler boyunca, ayakta dolaşarak yazdırıyor, yazıcılar uyumak için evlerine gittiklerinde, banyo alıp giyiniyor ve çağırdığı konuklarına o günkü taslaktan okuyup tartışmak için aşağıya, sofraya iniliyordu.
(ag.e. sf.273)
Afet İnan’ın “tarihi, tarih yapanlardan öğreniyordum” dediği uzun söyleşiler bittikten sonra, kısa bir uykuyla yetiniyor ve yeni günle birlikte, aynı yoğun çalışmaya dönüyordu.
(“Mustafa Kemal Atatürk Bilim ve Üniversite”, Prof. Metin Özata, Umay Yay., İzmir-2005, sf.275)
Bir keresinde, hiç uyumadan aralıksız 27 saat çalışmıştı.
(a.g.e. sf.274)
Sözlerini kağıda geçiren yazıcılar, çalışma yoğunluğuna çoğu kez dayanamıyor, yorgunluktan bayılıyordu.
O ise, sıradışı bir dirilik içindeydi.
Yazıcılar gittikten sonra masasına oturuyor, “bütün bir gün, gece yarılarına, bazen şafak sökene dek” çalışıyordu.
(“Hatıralar Yorulmak Bilmez Atatürk”, Y. K. Karaosmanoğlu, Ulus, 13.07.1961; ak. Prof. Metin Özata, a.g.e. sf.274)
Ankara’daki çalışmaları sırasında, “aşırı yorgunluk nedeniyle kalp krizi geçirmiş”; havası iyi gelir gerekçesiyle, çalışmalarını İstanbul’da sürdürmüştü.
(“Mustafa Kemal Atatürk Bilim ve Üniversite”, Prof. Metin Özata, Umay Yay., İzmir-2005, sf.273)
30 Haziran 1927’de geldiği İstanbul’da, üç aylık son bir çalışmayla Nutuk’u 30 Eylül’de bitirdi.
Kimi konuları ele alırken, geçmişteki olayları adeta yeniden yaşıyor, çekilen acıların anımsanması nedeniyle oluşan duygulu ortamda, hem kendisinin hem de arkadaşlarının gözleri sıkça yaşarıyordu.
Misal, İzmit’li Kuvayı Milliye önderi Yahya Kaptan’ın şehit oluşunu, resmi bir üslup içinde öyle duygulu anlatmıştı ki, kendisiyle birlikte bölümü okuyan Tevfik (Bıyıkoğlu) Bey’in de gözleri yaşarmıştı.
Prof. Afet İnan, Nutuk’un son bölümünün ilk kez okunduğu geceyi ve orada yaşanan ortamı şöyle aktarır:
“Sıcak bir yaz gecesi, çevresinde kalabalık bir aydınlar topluluğu vardı.
Arkadaşlarına adeta bir sürpriz hazırlamanın sevinci içinde; ‘oturunuz ve dinleyiniz’ dedi.
Dinleyenlerin nefes dahi almadıklarını sanmıştım.
Çünkü ben kendimi öyle hissediyor ve milli bir heyecanın etkisi altında yaşıyordum.
Metin okunup bittiği zaman, derin bir nefes almış, fakat iki damla gözyaşını bizden gizleyememişti.
Bu bölüm, yani Gençliğe Hitabe, 1927 yılının yaz aylarında sürekli okundu.
Atatürk, yeni gelen her konuğuna, önce kendisi okuyor, sonra bir başkasına okutuyor ve üzerinde konuşuyordu.”
(“Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler”, Afet İnan, Ank.-1959, sf.52; ak. Prof. Metin Özata, “Mustafa Kemal Atatürk Bilim ve Üniversite”, Umay Yay., İzmir-2005, sf275)
Yakın geçmişi inceleyen Nutuk, içeriği bakımından siyasi bir belge ve tarihsel kaynaktır, ancak başlı başına bir tarih yapıtı değildir.
(“Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve Atatürkçülük”, Prof. T.Z. Tunaya, Arba Yay., 3.Baskı, İst.-1994, sf.118)
Okunmak üzere hazırlanan ve Türk hitabet sanatının erişilmesi güç en güzel örneğini oluşturan sözel bir yapıttır.
(“Büyük Nutuk’un Kapsamı Niteliği, Amacı”, İsmail Arar, 50.Yıl Semineri, TKK, 1980, sf.178; ak. Prof.Metin Özata, a.g.e. sf.278)
Aynı zamanda temel bir kaynak kitaptır.
Nutuk’a bir anı kitabı da denilebilir.
Ancak Nutuk, ‘yolun sonuna gelmiş’ bir devlet adamının yazdığı anı kitabı değildir.
Kırk altı yaşındaki devrimci bir önderin, yolun ortasından ve yüksek bir noktadan geçmişle geleceğe bakışı ve ulusuna yaptığı uyarıdır.
(“Mudafaa-i Hukuk Saati”, M.K.Palaoğlu, Bilgi Yay., Ank.-1998, sf.258)
Nutuk, ideolojik bir ağırlığa sahiptir ancak bir parti liderinin, toplumun tümüne benimsetmeye çalıştığı, resmi bir ideoloji değildir.
(“Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve Atatürkçülük”, Prof. T.Z.Tunaya, Arba Yay., 3.Baskı, İst.-1994, sf.121)
Nutuk’a egemen olan düşünce, ezilen ulusların bağımsızlık mücadelesini temsil eder.
Bu nedenle, örneğin, Hitler’in Kavgam’ı gibi kitaplara benzemez; gerçeği ve kitlelerin özgürlük isteğini yansıtır.
(a.g.e. sf.121)
Nutuk, başarılı bir komutanın, savaşla ilgili görüşlerini açıkladığı, yalnızca bir belge de değildir.
Bu özelliği vardır.
Ancak, Nutuk esas olarak, strateji yapıcısı bir önderin, devlet ve siyaset adamı olarak, ülkenin kurtuluşunu ortaya koyduğu bir ulusal yapıttır.
(a.g.e. sf.118)
Yeni devletin nasıl kurulduğundan yola çıkılarak nasıl korunacağını gösteren bir tarih belgesidir.
Nutuk, kendisinin ve hükümetlerin kalıcı olmadığını, Devrim’e karşı saldırıların süreceğini bilerek, Türkiye Cumhuriyeti’nin korunmasını ve bu amaç için izlenecek yolu belirlemiştir.
Devrim içindeki birliktelikleri, aymazlıkları ve ihanete varan karşıtlıkları;
ayrıntılı biçimde ele aldı.
Gelecek kuşakların bunlardan ders çıkarmasını istedi.
“Türk milletine yadigarımdır” diye tanımladığı Nutuk için, “tarihi yaşadığımız gibi yazdık; fakat geleceği, Cumhuriyet’e inananlarla onu koruyanlara ve yaşatacaklara emanet edeceğiz” diyordu.
(“Atatürk’te Gençlik Kavramı ve Atatürkçü Gençliğin Nitelikleri”, U.Kocatürk, Atatürk Araş.Der., Cilt:2, Sayı:4 Ank.-1985; ak. Prof. Metin Özata “Mustafa Kemal Atatürk Bilim ve Üniversite”, Umay Yay., İzmir-2005, sf.277)
Gelecek ise, kuşkusuz gençlik demekti.
Bu nedenle gençliği, Devrim’in ve onu anlatan Nutuk’un gerçek ve sürekli muhatabı saydı.
(“Mudafaa-i Hukuk Saati”, M.K.Palaoğlu, Bilgi Yay., Ank.-1998, sf.259)
Devrim’i, yalnızca 1927 yılı gençliğine değil, bütün zamanların Türk gençliğine emanet etti.
(a.g.e. sf.259)
Sözcük seçimine gösterdiği özeni, “Gençliğe Sesleniş” bölümünde üst düzeye çıkarmıştı.
Az sözcükle çok şey anlatmak, bunu yaparken ilerde yanlış anlaşılmamak için, “Gençliğe Sesleniş”le çok uğraştı; onu, haftalar süren irdelemelerle olgunlaştırdı.
Metin, kısa ancak çok etkiliydi ve gerçekten çok şey anlatıyordu.
Geçmişten ders çıkararak gelecek için yapılan ve sonraki olaylarla kanıtlanan saptamalar, şaşırtıcı bir yerindelik ve kehanete varan öngörüler durumundaydı.
“Dahili ve harici bedhahlardan”, “cebir ve hileyle zaptedilen kalelerden”, “girilen tersanelerden” ya da “iktidar sahiplerinin ihanetinden” söz edilebilmesi, dünyayı ve Türkiye’yi tanımaya dayanan, yüksek bir bilincin ürünüydü.
Olayları nedenleriyle ele alıp, geleceğe dönük sonuç çıkarmada ustaydı.
Batı’nın Türkiye politikasını, emperyalizmi, ekonomik tutsaklığı ve işbirlikçi alışkanlıkları biliyordu.
Özgür ve güçlü olmak için, askeri başarının yeterli olmayacağını, kendi kendine yeten bir ülke yaratmadan ulusal bağımsızlığın korunamayacağını söylüyordu.
Türk ulusunu, savaşla kovulan düşmanın para ve politikayla geri gelerek işbirlikçilerini yeniden yönetime getirebileceği yönünde sürekli uyarıyordu.
“Gençliğe Sesleniş”, bu uyarının en çarpıcı ve en özlü anlatımıydı.
“Gaflet, dalalet ve hatta ihanet” içinde olanların iktidara gelmesini, kendi döneminde olanaksız kıldığı için, uyarılarını kendisinden sonraki kuşaklara, yani gençliğe yapmak zorundaydı.
Devrim’i gençler sürdürebilir, Cumhuriyet’i onlar koruyabilirdi.
Gençlik; bir sınıf, bir örgüt ya da siyasi bir kadro değildi.
Ancak, ulusun en dinamik kesimini oluşturan büyük bir güç’tü.
Bu nedenle, geleceği onlar belirleyecekti.
Gençliğe yönelttiği açık ileti, Cumhuriyet’e sahip çıkarken “her ortam ve koşulda” yalnızca kendi gücüne dayanması ve savaşım için gerekli özgüvene sahip olmasıydı.
Ulus ve yurt bilinciyle donanmış; öğrenci, işçi, köylü ya da asker gençlik; gereksinim duyacağı özgüveni, Türk toplumuna özgü törelerde ve özgürlükçü geleneklerde bulacaktı.
“Damarlardaki soylu kanda” var olduğunu söylediği ana güç, bu geleneklerin biçim verdiği özyapının anlatımından başka bir şey değildi.
Anlatımda, doğruluktan ve haklılıktan kaynaklanan duru bir yalınlık, güçlü bir özgüven vardır.
Türk ulusunun acı çektiği çileli bir dönem, dönemin aşılmasını sağlayan önderin içten ve coşkulu duygularıyla anlatılmıştır.
Coşku ve içtenlik belgelerle dengelenmiş ve ortaya bilimsel değeri olan olgun bir yapıt çıkmıştır.
Nutuk, yalnızca okunduğu dönemde değil, benzer olaylar aşılmadığı sürece, önemini her zaman koruyacaktır.
Nutuk’u yazma amacını açıkladığı son bölüm ve hemen ardından okuduğu
“Gençliğe Sesleniş”, duygululuğun, en yüksek düzeye çıktığı andır.
Bu bölümü okurken, kendisi ve dört yüz delege ağlıyordu.
Nutuk’u şöyle bitirmişti:
“Muhterem Efendiler, sizi günlerce işgal eden, uzun ve ayrıntılı sözlerim, en nihayet, mazi olmuş bir devrin hikayesidir.
Bunda, milletim için, gelecekteki evlatlarımız için, dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek bazı noktaları gösterebilmişsem, kendimi bahtiyar sayacağım.
Söylevimde, milli hayatı son bulmuş kabul edilen büyük bir milletin, istiklalini nasıl kazandığını, bilim ve tekniğin en son esaslarına dayanan, milli ve çağdaş bir devleti, nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım.
Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen milli felaketlerin yarattığı uyanmanın ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir.
Bu sonucu, Türk gençliğine emanet ediyorum.
Ey Türk Gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk cumhuriyetini, sonsuza dek korumak ve savunmaktır.
Varlığının ve geleceğinin yegane temeli budur…”
(“Nutuk”, Mustafa Kemal Atatürk, II.Cilt, TTK, 4.Basım, Ank.-1999, sf)
)
Hayat’ı kocaman bir şaka zannedenler, güldürmeyen son şaka’yı hiç akıl’dan çıkartmasın.
Sözün özü:
Bugünün hikayesi dün’den farklı değil:
Lale Devri, Duyun-u umumiye, Sevr!
Mandacılar, Kuvvayi Milliyeciler, araya karışmış Kuvvayi inzibatiyeciler.
Kaht-ı Rical.
Yeniden Atatürk, yeniden laik Türkiye.
Ezcümle:
Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi Bir Duvar Süsü Değildir, Erken Uyarı Sistemidir!
Cüneyt Şaşmaz