ABD Başkanı dün papatya falına bakanları haklı çıkardı ve ağzından o melun kelime “genocide” (soykırım) çıkıverdi. Bunun böyle olacağı zaten belliydi. Nisan ayında üç (18, 09, 04) Mart ayında da iki defa (20,15) bu konuyu Turkish Forum’da yazdım. Perşembe’nin gelişi zaten Çarşamba’dan beliydi.
Dün TV kanallarının hiçbirinde katılımcılar, ABD’nin Japon kökenli Amerikalıları Doğu sahillerinden iç kısımlara tehcir ettiğine değinmemişlerdir. Bu kadar önemli bir gerçeğin Biden’in yüzüne çarpılmamasını ben kabul edemiyorum. İkinci Dünya Savaşı’nda 120 binden den fazla Amerikan vatandaşı Japon kökenli oldukları için zorla iç kesimlere göç ettirilmiştir. Bunların üçte ikisi ABD doğumluydu.
Bu uygulamaya gerekçe olarak Japonya’nın ABD’nin batı sahilleri üzerindeki tehdidi gösterilmiştir. 7 Aralık 1941 tarihinde Pearl Harbor baskını olmuş, ertesi gün Japonya’ya savaş ilan edilmiştir. Pasifik sahili bölgesinde yaşayan Japon kökenlilerin ilerde meydana gelebilecek saldırılarda Japonlarla işbirliği yaparak ülkeye ihanet edebileceği endişesine kapılan ABD yönetimi Japon asıllı Amerikalılara karşı önlem almıştır.
Bu konuda “Nihai Rapor, Japonların Batı Yakasından Tahliye Edilmesi” (Final Report, Japanese Evacuation from the West Coast) doğrultusunda Başkan Franklin Roosevelt 19 Şubat 1942 tarihinde 9066 sayılı Emri (Executive Order 9066) imzalamıştır. Gerekçe, “Savaşın başarıyla yönetilmesi, ulusal savunma araçlarına, tesislerine ve gereçlerine yönelik casusluk ve sabotaj girişimlerine karşı mümkün olan her türlü koruma önleminin alınması”dır.
Enterne uygulamasının yürütülmesi için görevlendirilen John Lesesne DeWitt tarafından hazırlanan raporda, “Mensup oldukları ırk nedeniyle Japon asıllılara güvenilemeyeceği, esas itibariyle, zaman darlığı nedeniyle ABD’ye sadakatle bağlı ABD vatandaşı Japon asıllılar ile bağlı olmayanlar arasında bir seçim yapılamayacağı, alınacak önlemlerin tüm Japon kökenlileri kapsayacağı” belirtilmiştir.
9066 sayılı Emir, enterne edilecek kişilerle ilgili olarak hangi bölgeler halkının nasıl, ne zaman, ne şekilde ve nerelerde enterne edileceği konularında askeri makamlara geniş yetkiler vermiş, alınacak önlemler askerlerin takdirine bırakılmıştır. Bu yetkiye dayanarak askeri makamlar enterne uygulaması konusunda gerekli düzenlemeleri yapmıştır. Bunun için bir “Savaş Dönemi Sevk ve İskan Başkanlığı” (War Relocation Authority) kurulmuştur.
ABD Kongresi 9066 sayılı Emri, 21 Mart 1942 tarihinde yasa ile onaylamıştır. Bu gelişmeleri izleyen dönemde askeri makamlar, Japon asıllıların temel hak ve özgürlüklerini kısıtlayan enterne edilme uygulamalarının ayrıntılarıyla ilgili bir dizi emir yayınlamıştır. Bu emirler doğrultusunda 1942 yılı Mayıs ayından itibaren Japon asıllılar kamplara yerleştirilmeye başlanmıştır. Enterne uygulamasıyla ilgili emirlere aykırı hareket etmeleri sebebiyle bazı Japon asıllı Amerikalılar yargılanmış ve cezaya çarptırılmıştır. Hirabayashi ve Korematsu davaları buna örnektir.
Japon asıllı bir Amerikan vatandaşı olan Gordon Hirabayashi, 21 Mart 1942 tarihli yasa uyarınca konulmuş sokağa çıkma yasağını ihlal ettiği için mahkum edilmiştir. Gerekçe şöyledir: “… her kim olursa olsun, Başkan, Savaş Bakanı, yetkili askeri komutan tarafından verilmiş talimatlarla belirlenmiş askeri bölgeye girer, çıkar veya orada kalır veya bu gibi yerlerde yapılmaması gereken her hangi bir davranışta bulunur, bu gibi bölgelerin tabi olduğu kısıtlamalara, Savaş Bakanı veya askeri komutanın talimatlarına aykırı hareket eder, bu gibi kısıtlamaların varlığını bilir veya bilmesi gerektiği anlaşılırsa ve bu hareketinin kuralların ihlali anlamına geldiği bilmesi halinde, bu kurallara aykırı hareket etmekten suçlu bulunur ve 5000 doları geçmeyecek şekilde para cezasına veya bir yılı aşmayacak şekilde hapis cezasına çarptırılır.”
Hirabayashi 9066 sayılı Emir ile askerlere yapılan yetki devrinin Anayasa’ya aykırı olduğunu iddia ederek Japonya’ya sadakat yemini etmediğini, yasanın ve buna bağlı olarak çıkarılan emirlerin Kongre’nin ve askeri otoritelerin savaş haliyle ilgili yetkilerini aşan bir nitelikte olduğunu açıklamıştır. Yüksek Mahkeme, Başkan ve Kongre’nin, savaş sırasında yetkilerini, savaş koşullarını dikkate alarak kullanma yetkisine sahip olduğu kararına varmıştır.
Yüksek Mahkemenin bu çerçevede incelediği diğer husus, sokağa çıkma yasağının sadece Japon asıllılara uygulanmasının ırka dayalı ayırımcılığı yasaklayan anayasa hükümlerine aykırı olup olmadığıdır. Yüksek Mahkeme, sokağa çıkma yasağı ve buna bağlı uygulamaların Yasama organı tarafından verilen yetki devrine aykırı olmadığı sonucuna varmıştır.
Amerikan vatandaşı olan Japon asıllı Fred Korematsu ise askeri bölgedeki evini terk etmediği (exclusion) için mahkum edilmiştir. Yüksek Mahkeme belirli bir ırka mensup vatandaşların temel hak ve özgürlüklerinin kısıtlanmasının (etnik sınıflandırmanın) gerektiği görüşünü açıklamıştır. “ivedi toplumsal ihtiyaç” görüşünden hareketle ülke güvenliğinin tehlikeye maruz kaldığı durumlarda etnik sınıflandırmaya dayanan temel hak ve özgürlüklerin geçici bir dönem için kısıtlanmasının anayasal mevzuata uygunluğuna karar vermiştir.
Yüksek Mahkeme; enterne edilmenin, Kongre’nin ve Başkan’ın yetkileri içinde bulunduğunu, enterne edilmenin getirdiği kişisel özgürlük kısıtlamalarının sokağa çıkma yasağından kaynaklanan kişisel özgürlük kısıtlamalarından daha ağır sonuçları olduğunu ve enterne uygulamasının başlatılmasına ilişkin askeri makamların kararını yerinde bulmuştur. Yüksek Mahkeme, sadakatle bağlı olanlar ve olmayanlar ayrımı yapılmaksızın, sokağa çıkma yasağında olduğu gibi, Japon asıllıların ikamet ettikleri bölgelerden çıkarılarak (exclusion) enterne edilmelerinin uygun olduğunu belirtmiştir.
Korematsu’nun ABD’ye sadakatle bağlı olup olmadığı hususu araştırma konusu yapılmamıştır: “Söz konusu kısıtlamaların mutlaka anayasal mevzuata aykırı olduğu söylenemez. İvedi toplumsal gereksinmeler bazı hallerde bu gibi kısıtlamaların mevcudiyetine cevaz verebilir, ırkçı yaklaşımların bu noktada bir etkisi yoktur.” Kararın alındığı tarihten (18 Aralık 1944) sonra eleştiri konusu olmuştur.
Mahkeme, Korematsu’nun ülkeye sadakatle bağlı olup olmadığı ve belirli bir etnik grubun temel hak ve özgürlüklerinin kısıtlanmasının meşru olup olmadığı üzerinde durmamıştır. İncelemelerini bu kısıtlamaların anayasal mevzuata uygun olup olmadığıyla sınırlandırmıştır.Korematsu kararı 6 lehte 3 aleyhte oyla kabul edilmiştir. Aleyhte oy kullanan yargıçlar oy açıklamalarında salt mensup olduğu etnik grup nedeniyle, hakkında herhangi bir yargı kararı bulunmadan Japon asıllıları enterne edilmelerini etnik ayrımcılık olarak niteleyen ifadeler kullanmışlardır.
Korematsu kararı, kötü bir örnek olarak hukuk literatürüne geçmiştir. Yale Hukuk Okulu profesörü Eugene V. Rostow, Korematsu kararından sonra 1945 Ocak ayında yayınladığı “The Japanese American Case – A disaster” (Japon Amerikalı Davası – Bir felaket) makalede “iptal edilmedikleri sürece, bu kararlar önceden görülemeyen tahripkar sosyal ve siyasi sonuçlar doğurabilir” görüşünü açıklamıştır.
1984 yılında Korematsu, ortaya çıkan yeni delillerin ışığında kendisine açık bir haksızlık yapıldığının ileri sürerek hakkında verilmiş mahkumiyet kararın düzeltilmesi için yargıya başvurmuştur. Bunun sonucunda karar tashih edilmiştir. Fakat Yüksek Mahkeme kararın geçerliliğini yok saymamıştır. Çünkü, yerel mahkemelerin Yüksek Mahkemenin kararları üzerinde bir etkisi yoktur. Korematsu kararına itiraz eden yargıçlardan Robert H. Jackson muhalefet şerhinde “Yüksek Mahkeme etnik ayrımcılığı ve vatandaşların yaşadıkları yerlerden sökülüp atılmasına meşruiyet kazandırmıştır. Bu durum acil ihtiyaç gerekçesiyle inandırıcı sebepler ileri sürebilen herhangi bir otoritenin eline dolu bir silah vermek gibidir” demiştir.
1988 yılında Başkan Ronald Reagan’ın imzaladığı “Temel Haklar Kanunu” (Civil Liberties Act) ile enterne edilen Japon asıllı Amerikalılar tazminat almaya hak kazanmıştır. Hayatta olanlara 20 bin dolar ödenmesi kararlaştırılmıştır. 27 Eylül 1992 tarihinde Temel Haklar Kanunu’na yapılan değişiklilere ilişkin yasayı imzalayan Başkan George H. W. Bush, saldırının 50. Yıldönümü olan 7 Aralık 1991 tarihinde özür açıklamasında bulunmuştur: “… geçmişle yüzleşmek önemlidir. Hiçbir millet geçmişteki muhteşem başarılara ve aynı zamanda utanılacak olaylara açık bir gözle bakmadan kendini ve dünyadaki yerini tam olarak anlayamaz. Biz, ABD’de, kendi tarihimizde bu tür bir adaletsizliğin yapılmış olduğunu kabul etmekteyiz: Japon kökenli Amerikalıların enterne edilmesi büyük bir adaletsizlikti ve böyle bir adaletsizlik bir daha tekrarlanmayacaktır.”
1998 yılında Başkan Bill Clinton Fred Korematsu’yu Başkanlık Özgürlük madalyası ile ödüllendirmiş, Mayıs 2012 tarihinde ise Başkan Barack Obama, kısa bir süre önce vefat eden, Gordon Hirabayashi’ye aynı madalyayı vermiştir. Fakat bu şu gerçeği yok sayamaz: Ülke güvenliği söz konusu olduğunda yasalar buna uygun yorumlanabilmektedir: “Inter Arma Enim Silent Leges” (savaş zamanında yasalar susar) Bu durum, savaş zamanının bir gerçeğini ortaya koymuştur.
Cumhurbaşkanı Erdoğan Biden ile kısa süren konuşmasında kendisine yukarıdaki yargı kararlarını muhtemelen hatırlatmamıştır. Eğer aksi olsaydı Biden seçim sürecinde söz vermiş olmasına rağmen Ermeni tehcirine “soykırım” diyemezdi. Bu bir “Inter Arma Enim Silent Leges” tir.
Tehcir Kanunu, Osmanlı Devleti’ne karşı casusluk ve hıyanetleri görülenlerin, ayrı ayrı veya birlikte savaş alanlarından uzak yerlere sevk ve iskanı için 27 Mayıs 1915’de çıkarılmıştır. 1 Haziran 1915 tarihinde de dönemin Resmi Gazetesi Takvim-i Vekayi’de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Başkan Franklin Roosevelt’in 19 Şubat 1942 tarihindeki 9066 sayılı Emri (Executive Order 9066) ile Tehcir Kanunu arasında hiçbir fark yoktur.
Gazeteci Barçın Yinanç dün bir TV kanalında çok önemli bir konuya temas etmiştir: “Türkiye uzun bir zamandır işi Dışişleri Bakanlığa bırakmış, üniversitede camiası bu konuda sessiz kalmıştır.” Ben de aynı görüşteyim. YÖK’ün bu konuda üzerine düşen görevi yapmadığını düşünüyorum. Çünkü 29 Nisan 2019 tarihinde göndermiş olduğum teklifim dikkate alınmamıştır. Bir TV Kanalı’na katılan eski Dışişleri Bakanı, yakın dostum sayın Yaşar Yakış’ın bu kapsamda şahsıma göndermiş olduğu masaj aşağıdadır.
“Yasar Yakış
Sayın Hocam, Sevgili Rıdvan,
Gerek bu mesajla gönderdiğin makaleyi ve eklerini gerek daha önce çeşitli vesilelerle yazdıklarını büyük bir dikkat ve beğeniyle okuyorum. Sözde Ermeni soykırımı konusu Türkiye’de maalesef, 24 Nisan’dan bir hafta önce hatırlanan ve 24 Nisan’dan iki gün sonra tekrar unutulan bir konu olmaktan kurtulamamıştır. Türkiye Cumhuriyeti devleti bu konuyu uzun döneme, 80-100 yıla, yayan bir büyük proje haline dönüştüremedi.
Yapılanlar, sizler gibi bir avuç bilim adamının kendi imkanlarla araştırma yaparak yayımlananlardan ibaret kalıyor. Ermeni diasporası ise bu propagandayı yüz milyonlarca dolarlık bütçelerle yürütüyor. Türkiye’de, siyasi düzeyde bu konuda bir irade mevcut olduğundan da emin değilim. Herhalde Boğazlıyan Kaymakamı Mehmet Kemal’i asmakla bu işi kapatmış olduğumuzu düşünüyoruz. Bu ilgisizliğimiz devam ederse bizden sonraki kuşakların bize beddua edecekleri kesin. En iyi dileklerimle.”
Bugün Haber Türk TV’deki canlı yayında Oylum Talu SBF’den arkadaşım olan sayın İlber Hoca’ya “Tehcir ne zaman soykırıma dönüştü” gibi çok cahilce bir soru sormuştur. Önemli bir kanaldaki sunucunun bu hatası kabul edilemez. Sunucu ve yorumcuların canlı yayında bu açıklamayı yapması, konunun uzmanı olmayan dileyiciler üzerinde olumsuz etki yaratır. Programa katılan Büyükelçi Tacan İldem ise önemli bir konuya dikkat çekmiştir: “24 Nisan’dan 24 Nisan’a konu ediliyor. Devlet kurumlarına bırakmamak gerekir.” Bu görüşe katılıyorum. Çünkü YÖK’e büyük görev düşmektedir. Aşağıda sayın YÖK Başkanına 29 Nisan 2019 tarihinde gönderdiğim önerime şimdiye kadar cevap verilmemiştir: “Ermeni Araştırmaları Enstitüleri” kurulmalıdır.
Sayın Saygı Öztürk ise çok yerinde bir tespitte bulunmuştur:“Dışişleri Bakanlığımızın öncülüğünde uluslararası kuruluşların yanı sıra TÜSİAD, MÜSİAD, işveren, işçi sendikaları, TOBB, barolar, eczacı birlikleri, üniversiteler başta olmak üzere her kuruluş harekete geçip yurt dışımdaki eş değerlerine gerçekleri anlatmak için daha neyi bekliyor?”
Ermeniler bir stratejiye bağlı olarak çalışmakta ve gerektiği zaman yeni hamleler gerçekleştirmektedirler. Tüm bu gelişmeler karşısında öncelikle İngilizce yayın yapan bir Sivil Platform oluşturulmalıdır. 1933’de Nazilerin yakmaya başladıkları kitapların yazarı Yahudi kökenli Stefan Zweig’ın “Akıl ve siyaset nadiren aynı yolda buluşur” sözü günümüzde Ermeniler için geçerliliğini koruduğu sürece, sözde Ermeni soykırımı gündemden düşmeyecektir.
Akıl ve siyasetin nadiren aynı yolda buluşabilmesi için özellikle sözde “soykırım yalanına” sarılanların aşağıdaki iki siteyi izlemelerini tavsiye ederim. Fransa’nın Cezayir Soykırımı: Genocide by France, (https://www.youtube.com/watch?v=Lm9uKjVyKoI) ve Ermeni İsyanı: 1894-1920. (https://www.youtube.com/watch?v=-5VK-GFJXfY)