Sonunda beklenen oldu ve Başkan Biden 1915 olaylarını “Soykırım“ olarak tanıdı.
Türkiye, açıklamayı reddetti. Ancak bunun, sonuçları itibariyle Başkan Trump’ın mektubunun reddine benzemeyeceği, ABD’nin buna dayanarak Türkiye’ye karşı yaptırım uygulayacağı anlaşılmaktadır. Çünkü Başkan Biden bu açıklamasıyla ABD’nin bu konudaki muhtemel girişimleri için yasal bir zemin hazırlamıştır.
Osmanlı Devleti’nin, büyük savaş sırasında düşmanla işbirliği yaparak ayaklanan ve kendisini arkadan vuran Ermeni vatandaşları için “Tehcir” (yer değiştirme) kararı alması ve uygulaması bağımsız bir devlet olarak en doğal hakkıdır. Nitekim ABD de 2. Dünya Savaşı sırasında ülkesindeki Japon kökenlileri kamplarda toplamış, yani, “Tehcir” uygulamıştır. ABD’nin, kendisinin uyguladığı tehciri doğal karşılarken, Osmanlı Devleti’nin uyguladığı tehciri “soykırım” olarak nitelendirmesi amacının üzüm yemek değil, bağcı dövmek olduğunu ortaya koymaktadır.
“Soykırım suçu” ilk kez 1948’de Birleşmiş Milletler (BM) Sözleşmesiyle tanımlanmış ve bu konuda yetkili mahkeme kararının aranacağı hükme bağlanmıştır. Buna göre, uluslararası mahkemeler dışında parlamentoların ve hükumetlerin “soykırım” kararı alma yetkileri yoktur. Nitekim BM Genel Sekreteri Sözcüsü Stephane Dujarric de, soykırımın uygun bir yargı organı tarafından belirlenmesi gerektiğini vurgulamıştır. Bu konuda Türkiye’nin elinde tapu gibi mahkeme kararı vardır. AİHM, tehcirin soykırım olmadığını karara bağlamıştır.
Gerçek budur. Ancak ABD, gerçeğin peşinde değildir. Ne BM Kararları, ne Adalet Divanı, ne AİHM kararı, ne de ABD’nin bizzat hazırlattığı ve Ermenilere sokırım uygulanmadığını ortaya koyan “General Harbord Raporu” ABD’nin umurunda değildir.
BM bu konudaki kararlarının yok sayılması ve soykırım tanımlamasının geriye işletilmesi halinde, başta İspanya, Belçika, İngiltere, Hollanda olmak üzere hiçbir emperyalist ülkenin kendisini bu insanlık suçundan kurtarması mümkün değildir. ABD’nin de sabıkası oldukça yüklüdür. Sadece Hiroşima ve Nagazaki‘yi anımsatmakla yetinelim.
ABD’nin bu kararı elbette dünyanın sonu değildir. Ancak, “Geceyarısı Ekspresi“ filmi ile tüm dünyada Türk ve Türkiye imajını yerle bir etmeyi, Vietnam bozgununu tek bir “Rambo“ filmi ile sanal zafere çevirmeyi başaran ABD’nin eline geçirdiği bu silahı bize karşı nasıl kullanacağını anlamak için müneccim olmaya gerek yoktur.
ABD, gücünü hak ve adaletten yana değil, kendi çıkarları neyi gerektiriyorsa ona göre kullanmaktadır. Kendisi de ancak “güç“ ten anlamaktadır.
Olan olmuştur. Bundan sonra ne yapabileceğimiz üzerinde durulmalıdır. Türkiye elbette çaresiz değildir. Yapılması gerekeni “İki ayyaştan“ biri net bir şekilde ortaya koymuştur. “Yeni bir dünya kurulur,Türkiye de yerini alır!“
Yani Türkiye de gücünü ortaya koymalıdır.
Türkiye bunu başarabilir mi? Bu ancak, ulusal bilince erişmiş bir toplum ve ülke çıkarlarını kişisel çıkarlarının üstünde tutan yurtsever liderlerle başarılabilir.
Şu ana kadar İncirlik ve Kürecik dahil Türkiye’deki Amerikan üsleri kapatılıp, Amerikan askerlerinin sınır dışı edilmesi kararının alınmamış olması, mevcut yönetimin olayı tepkisel demeçlerle geçiştireceğini ortaya koymaktadır.
Uzun vadede ise yapılacaklar bellidir:
Türkiye öncelikle, Atatürk düşmanlarının egemenliğindeki CHP’den ve Türkiye’yi bu hallere düşüren “Şahsım devleti“nden demokratik yollardan kurtulmayı başarmalıdır.
Ancak, Atatürk devrim ve ilkelerine bağlı tam bağımsız bir Türkiye, ABD’nin yaptırım gücünü kırabilir.
Aksi halde, (aman ha, bu bir darbe çağrısı falan değil, lafın gelişi böyle) ABD’nin kararı diğer ülkeleri de tetikleyecek ve emperyalist bir yalan olan sözde “Ermeni soykırımı“ maddi yaptırımların ötesinde ders kitaplarına kadar girerek gelecek kuşaklarımızın da kendilerini suçlu hissetmelerine yol açacaktır.
Not: başlıktaki Arslan gerçeği, kedi ise yalanı simgelemektedir.
Yazıları posta kutunda oku