Ülke gündemi, “Cumhurbaşkanına hakaret nedir” sorusuyla da meşgul edilmeye başlandı. Sahi Cumhurbaşkanına hakaret nedir?
Sevgili okurlarım, eski sistemde Cumhurbaşkanlığı ile yürütmenin başı olan başbakanlık ayrı ayrı makamlardı. Onun için de yürütmenin başı ile Cumhurbaşkanı ayrı ayrı isimlerdi ve suç da netti.
Yeni sistemde Cumhurbaşkanının üç kurumu temsil durumu söz konusu:
- Cumhurbaşkanlığı,
- Yürütmenin başı,
- Bir siyasi partinin Genel Başkanı.
Eski sistemde Cumhurbaşkanlığı makamı tarafsız ve partili değildi. Yürütmenin yani hükümetin başı başbakandı.
Sn. Cumhurbaşkanı, hem cumhurbaşkanı, hem yürütmenin başı hem de bir siyasi partinin genel başkanı konumunda olarak muhalefete ya da hükümet karşıtlarına istediği şekilde hitap ediyor, cevap veriyor, yeri geldiğinde de hakaret edebiliyor.(Çamur, çukur, illet, zillet gibi)
Bu hakaretlere muhatap olanlar ise buna gerekli cevabı aynı üslup ve tarzda verince kimi savcılarca Cumhurbaşkanına hakaret suçundan dava açılıyor.
Bu Türkiye’nin hukuk açısından düzeltilmesi gereken acil bir sorundur.
Son olay: kimi belediyelerimizde 128 milyar Dolar nerede afişleri açılmıştı. Bu afişler, mahkeme kararlarıyla toplatıldı. Toplatılmakla da kalmadı; “Cumhurbaşkanına hakaret” suçundan davalar da açıldı.
Vergisini veren, askerliğini yapan, yasalara uyan yurttaşlar olarak; verdiğimiz vergilerin nereye, nasıl harcandığını yürütmenin başına soramayacak mıyız?
Bugün medyada konuşuluyordu: İnadına yapılması gündemde olan” İSTANBUL KANALI” için yüklenici firma ya da firmalara 300 milyar Dolarlık “GEÇİŞ GÜVENCESİ” verildiği söyleniyor.
Bu güvence kimin adına neden veriliyor diye sormayacak mıyız yürütmenin başına?
Gün gelip de bu soru için de: “Cumhurbaşkanına hakaret” suçu davası açılmayacağının garantisi nedir?
Ayrıca yeni sistemde Cumhurbaşkanı, siyasi partinin de genel başkanı. Muhalefet ya da siyasi oluşumlar, siyasi parti başkanına gerekli yanıtları verdiklerinde, “CUMHURBAŞKANINA HAKARET” suçlamasıyla mı karşı karşıya kalacaklar?
Bu sistemi cangıraş bir şekilde, karşılıksız ve şartsız, şurtsuz destekleyen Sn. Devlet Bahçeli’den de ricamız ki, bu ucube duruma hukuki bir çözüm getirsin ya da getirilmesini sağlasın.
Devran dönünce kimin kimi ne ile suçlayacağı da açıklığa kavuşsun. Bir Kızılderili Atasözü:” Sular yükselince balıklar karıncaları yer, sular çekilince de karıncalar balıkları yer” durumuna düşülmesin.
Bu ayrıntının açıklığa kavuşmadığı içindir ki, cumhuriyet döneminde; “Cumhurbaşkanına hakaret davası açılan” en yüksek dönem, bu dönem olmuştur.
Elbette bu ülkenin vatandaşları ve siyasi partileri olarak; vekâlet verdiğimiz yürütmenin başına yanlışlarıyla ya da yanlış yaptıklarını sandığımız eylem ve davranışları ile soru sorma hakkımız olacaktır. Demokrasinin gereği de budur.
Norveç Başbakanına, salgın kurallarına uyulmadığı gerekçesiyle kesilen cezaya, başbakanın: “Evet uyacağım ve cezayı ödeyeceğim” dediğini de unutmamak gerek. Bizde olası mıdır? Lebalep kongreler sonucu, ülkenin salgın seyrini kim üstlenecek?
Biz acilen; Cumhurbaşkanı, yürütmenin başı ve siyasi parti genel başkanı çizgi ve sınırlarının iyice ayrılmasını ve hangi söylem ve eylemlerin: “Cumhurbaşkanına Hakaret” sayılması gerektiğini bilmek durumundayız.
Her söylem ve eylem Cumhurbaşkanına hakaret sayılacaksa bu sistemin neresine demokrasi ve hukuk devleti denecek?
Esen kalınız. Nazım PEKER